Ölümün Döngüsü

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler kategorisinde Cry tarafından oluşturulan Ölümün Döngüsü başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 335 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler
Konu Başlığı Ölümün Döngüsü
Konbuyu başlatan Cry
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Cry

Cry

Üye
Felsefe.NET
Katılım
28 Şub 2019
Mesajlar
212
Tepkime puanı
60
Puanları
28
Ne kadar süredir bu pencereye bakıyordu bilmiyordu. Süreyi anlamak imkansızdı ve nedense artık bunu bilip bilmemeninde bir önem arzetmediğine inanıyordu. Elini yüzüne götürdü. Soğuktu, ancak üşüyormuş gibide hissetmiyordu kendini. Her tarafı ağrıyan biri ne hissedebilirdi ki? Gözlerini pencereden ayırdı. Pencereye bu açıdan baktığında bütün şehrin devasa bir enkaz olduğu görülüyordu. Binaların çoğu yıkılmış, ayakta kalmayı başarabilenler ise bundan utanıyormuş gibiydi.

Ay tatlı ışığı ile bu korkunç manzarayı, efsanevi fil mezarlıklarındaki kemikleri aydınlatır gibi ışıtıyordu. Bu sessiz mezarlığa daha fazla bakamayan adam için gozlerini kaçırmak yetmemişti. Ağrıyan başını da çevirdi (hayır ağrımıyordu, çatlayıp ortalığa dağılmadan önce son demlerini yaşıyordu). Arkasını dönüp dışarı çıkmayı istiyordu. Belki gökyüzünde bir yaşam belirtisi bulabilirdi. Garip olmasına rağmen bu şehirde yaşayan tek insan olduğuna inanmaya başlamıştı. Bir de geçmişi hatırlayabilse... belki bu şehirde ne olduğunu anlayabilirdi. Evet, çatlamak üzere olan başına rağmen yapabilirdi bunu.Sallana sallana bulunduğu dairenin çıkışına yöneldi. Sonra iki şeyi farketti. bunlardan birisi gerçekten dehşet vericiydi. İlki topallamasıydı(bunu daha yeni anlamıştı) ikincisi dairenin çıkışını bilmemesiydi (ya da hatırlamaması, sonucu aynı olduğu sürece ne farkederdi ki?). Bir süre sıvası dökülmüş koridora baktı. Etrafta aydınlatıcı bir şey yoktu (Ay sağolsun yumuşak ışığını ödünç veriyordu ve garip daireyi yine garip bir biçimde aydinlatıyordu); ama buna rağmen rahat görüyordu. Belki de gözleri alışmıştı karanlığa. Topallayan ayağına baktı ve onun garip bir açıyla sağa doğru yatmış olduğunu farketti. Görüntü onu korkutmuştu; ancak bundan daha korkutucu birşey vardı. Ayağının bu derece kötü burkulmuş (hatta kırılmış olduğuna inanılabilirdi) olmasına rağmen acı hissetmemesi, işte bu ödünü kopartmıştı. Her tarfı ağrıyordu. Böyle bir ayakla yürümeye çalışmanın onu acıdan bayıltması gerekirdi. Bu durumu düzeltmeliydi.Bacağını kaldırdı (Ayağı şimdi bir et parçası gibi sallanıyordu orada) ve ayağını düzgün bir konuma getirmeye çalıştı. Ancak ayağı beyninden gelen emirlere uymuyordu (aslında bir emre uyuyor muydu? Bu tartışılabilirdi işte!) belki aradaki sinirlerde bir arıza, kopukluk falan vardı. Ayağının orada sallanmasına daha fazla dayanamadı ve eliyle ayağını istediği konuma getirdi (bu sırada nerdeyse dengesini kaybedip düşüyordu). Sonra "düzelmiş" ayağı ile yere bastı. Bir süre sanat eserini tartan eleştirmen gibi ayağına baktı (hatta birkaç kez üzerine yüklendi). Herhangi birşey hissetmemesine rağmen durumun düzelmiş olduğunu düşündü. İlk adıma kadar. Sonra ayağı yan bastı ve bu sefer başka bir açıyla kıvrıldı.Endişeyle ayağına baktıktan sonra durumla ilgilenmemeye karar verdi. Ne de olsa birşey hissetmiyordu. Yıllardır kullanılmıyormuş gibi görünen dairede topallayarak dolaşmaya devam etti. Ayağının sürünerek onu takip ediyordu.Şimdi banyodaydı. Burası küçük bir odaydı. Bir tuvalet (o kadar iğrenç görünüyordu ki, tuvaletiniz gelmiş olsa bile bunu gördüğünüz anda yapmaktan vazgeçmeniz kesindi) ve bir küvet vardı. Yerde bir zamanlar neye yaradıklarını anlayamadığı plastik perdeleri andıran parçalar bulunuyordu; ancak o bunlara dikkat etmedi. Küvet artık kurumuş ve simsiyah bir hal almış olan kanla kaplanmıştı (içinde ölü bir fare vardı, hayvanın kaçmaya çalışırken kanı sildiği yerler meydandaydı ve bu olayın tanıklığını yapıyordu). Bir zamanlar beyaz renkte olduğu anlaşılan sararmış lavaboya baktı. Sonra bakışları tekrar kana ve ölü fareye uzandı. Bu kanın ölü fareye ait olduğuna inanmak isterdi; ancak burada korkunç birşeyler olmuş olmalıydı. Her nedense hafıza kaybına uğramış olmasını bir lütuf olarak görmeye başladı. Oradan çıktı. Sıradaki odaya girmeye hazırlandı. Bunu yaparken tereddüt içinde olması garibine gitti.Odayı açtıgında ilk farketttiği şey yere düşmüş olan televizon oldu. Sonra yayları fırlamış ve içinin minderi andıran kopuklu yumuşak maddesi sağa sola dağılmış oturma takımını gördü. Oturma odasını andıran bu yere girdi. Büyük pencerelerin birinde hala asılı duran (ancak yarısı kornejden dısarı çıkmıştı) perde hafif rüzgarın etkisiyle ölmek üzere olan bir adam gibi titriyordu. Odada ayağını sürüyerek dolaşmaya başladı ve pencereye geldiğinde dışarı baktı (Pencereler onu çekiyordu, sebebini bilmesede). Az önce durduğu pencerede gördüğü yıkımın başka bir versiyonunu da bu pencereden gördü. Tam o sırada yürek parçalayan bir çığlık duyuldu. Sesin kaynağı bu sessiz mezarlığın başka bir koşesindeydi anlaşılan. Adam daha önce bu kadar yalnızlık ve keder dolu bir ses duymadığını düşündü. Bu onu hem korkuttu hemde sevindirdi. Bu şehirde yalnız değildi! Sonra arkasında bir ses duydu. "Ölecek miyiz Baba?" Arkasına döndüğünde elinde olmadan cevap verdi. Sesi bir mırıltıyı andırıyordu. "Hayır oğlum ölmeyeceğiz." Bu şeyi aynı zamanda geçmişte de söylemişti. Bir an için birinin koridordan koştuğunu görürü gibi oldu; ancak bunun bir yanılsama olması kuvvetle muhtemeldi. Koridora açılan kapıya bakarken bir oğlu olduğunu düşündü. "Bir oğlum var."Peki ona ne olmuştu? Bir oğlu olduğuna göre karısıda olmalıydı öyle değil mi? Kafasında sürekli yeni soru işaretleri beliriyordu, zaten ağrıyan başının daha fazla dayanamayacağını düşünmeye başlamışt; ama soruların sonu gelmiyordu. Bütün bu yokoluşun bir sebebi olmalıydı. Kendisi neden buradaydı? Dışarı çıkması gerekiyordu.Ayağını sürükleyerek koridora çıktı (farkında olmadan bir iki kağıt parçasını da beraberinde sürüklüyordu) ve çıkış kapısı olabilecek bir kapı aramaya başladı. Bu kapıların şekillerinin farklı olduğunu biliyordu. Öyle bir kapıya rastladı ve dili tutuldu. Kapıda yine kurumuş kanla yazılmış iki kelime vardı. "Onları öldürdüm." Devamı olmamasına rağmen cümle zihninde devam etti. "Onları öldürdüm, Tanrı beni affetsin" Bir süre çıkış kapısında dikildi bu cümlenin anlamını kavramaya çalıştı. Sonra gözüne yerdeki teddy ayıcığı takıldı. Eğildi ve ayıcığı aldı (bu sırada bayağı bir kemik çatırtısı duydu içinde).Ayıcığı aldığı anda gözünün onüne oğlu ile yaptığı mücadele geldi. Oğlu bu ayıcığı bırakmak istemiyordu ve o zorla elinden almıştı bunu. Sonrada oğlu ağlamaya başlamıştı.Şimdi ayıcıgın gözlerine bakarken herşeyden önce hüzünü hissetti. Parçalanmış olan ayıcık ona şaşkınlıkla bakıyordu. İkisi de anlamamıştı ne olduğunu. Adam çıkmadan önce daha önce girmediği bir odaya yöneldi. Kapıyı açtığında karşısında yatağı buldu, bu bir zamanlar karısıyla mutlu geceler geçirdikleri odaydı. Şimdi bu odayı karısı oğluyla beraber paylaşıyordu. İki cesette korkunç bir biçimde çürümüştü. Karısının kafasında bri kaç tutam saç vardı ve ikiside simsiyah kararmıştı. Ayın işiğinda soyulmuş olan bazı kemikler bembeyaz parlıyordu. Böcekler onların işini bitirmişti, belki de fareler. Ağır ağır onlara yaklaştı. Kadın oğlunun elini tutmuştu. Eğer bu kadar çok çürümeselerdi belki de onların birbirine umutla bakan gözlerini görebilecektik; ancak şimdi orada sadece siyah bir çukur vardı. İkiside bu odada ölmüş gibi görünmüyordu. Etrafta fazla kan yoktu.Bunun sebebini bildiğini tahmin ediyordu. Birisi banyoda ölmüştü (Karısıydı herhalde orada ölen). Diğerininse nerede öldüğünü bilmiyordu. Cesetlerin yanına gelince bir süre ailesine baktı adam. Daha sonra onları, ölmelerinden hemen sonra öptüğü gibi öptü. Uzun ve üzgün. Karısının alın kemigini öpebilmişti, oğlunun ise çökmüş olan yanaklarını. Bunu yaparken farkında olmadan ağlamıştı. Bütün bunların sebebini merak ediyordu. Neden onları öldürmüştü? Ne olmuştu buraya böyle?Odadan ayrılırken o ve teddy son bir kez kadınla oğluna baktı. Sonra onları uyandırmak istemiyormuş gibi, kapıyı sessizce ve usulca kapattı.Sonra o garip mezarlığa dönmüş olan şehre çıktı. Her taraf bir harabeyi andırıyordu. Savaş olmuş gibi bir görüntü yoktu. Bazı binalar bakımsızlıktan yıkılmıştı bu belliydi. Sanki insanlar bir anda ölmüştü. Ay ışığının fazla aydınlatamadığı bir sokağa girdi. Şu ana dek bir tek canlıyla bile karşılaşmamıştı. Teddy ile beraber bu hüzünlü dünyada ilerlemeye devam etti. Sadece ayağının sürünme sesi duyuluyordu etrafta.Sonra, aklını sonsuza dek kaybetmeden önce, yanından geçtiği binanın pencerelerinin birinde birini gördü. Bir kadındı tıpkı donmuş gibiydi, ağzı açıktı ve pencereden dışarıya sabit bir bakışla bakıyordu. Adam bir anda kendisinin az önceki durumunu hatırladı. Belki bu kadında senenler sonra uyanacak ve ne kadardır pencereden baktığını merak edecekti. Sonra...Adam ne kadar bakmıştı ki pencereden? Sigorta atması gibi geldi, delilik onun üzerine, aniden, ışıkları karartarak. Adam bulunduğu dünyanın garipliği, çirkinliği ve barındrdığı hüzün karşısında bir çığlık attı. Bu ses az önce oturma odasının penceresinden bakarken duyduğu sese benziyordu. Aynı korkunçluk ve yalnızlık bu çığlıkta da vardı.Adam bağırdıktan sonra teddysi ile şehrin sokaklarında dolaşmaya başladı. Yaşayan ölü, birileri tarafından yok edilmeden önce bu çığlığı yüzlerce kez duydu.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst