Nietzsche

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe kategorisinde mavimor tarafından oluşturulan Nietzsche başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 19,719 kez görüntülenmiş, 48 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe
Konu Başlığı Nietzsche
Konbuyu başlatan mavimor
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan ihaveanidea

mavimor

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,456
Tepkime puanı
3
Puanları
38
Yaş
44
NIETZSCHE:


13 Ekim 1844’de küçük bir Alman kasabası olan Röcken’de doğdu.Nietzsche’nin çocukluğundan itibaren müzikten hoşlanan bir ruha sahip olduğu söylenir.1858’den itibaren altı yıl Pforta Kolejinde parasız yatılı olarak okuyan filozof, o zamanlar en çok İncil okumaktan hoşlanıyordu. 1864’te papaz olmaya karar veren Nietzsche, aynı yıl Bonn üniversitesinde klasik filoloji okumaya, 1865-66 yıllarında ise Leipzig üniversitesinde çalışmaya başlar. Nietzsche’nin dine olan inancında işte bu dönemlerde bir körelme söz konusu olmuştur. Schopenhauer’u onun “İstenç ve Tasarım Olarak Dünya” adlı eseri vasıtasıyla tanıması da, yine bu dönemlere rastlar.1867’den 1868’e kadar bir yıl Prusya ordusunda askerlik yapan Nietzsche,yine aynı dönemde eski ozanlardan, görev yapan Nietzsche, hem miyop olduğu ve hem de bir seferinde attan düşüp yaralandığı için askerlikten çıkarılmış, işte bu sıralarda ahlakçı olduğu kadar aristokrat bir düşünceye sahip olan Yunan ozanı Tegnis’i incelemiştir.Nietzsche, 1868-69 yıllarında ilk kez Richard Wagner ve Liszt’in kızı Cosima ile tanışır.Aynı yıl İsviçre’deki Basel üniversitesine klasik filoloji bölümünün boşalması nedeniyle, hocası Ritchl’in de tavsiyesiyle doktoraya bile gerek duyulmaksızın, aynı üniversitede filoloji profesörü olarak göreve başlar.Aslında amacı bir arkadaşı ile kimya çalışmak olan Nietzsche’nin niyetinde filoloji üzerine çalışmak yoktur.Fakat hocasının ısrarı üzerine görevi kabul eder.İsviçre vatandaşlığına geçerek 1869’daki Fransız- Alman savaşında Prusya askerlerine hastabakıcılık yapmak için savaşa katılır. Dizanteri ve difteriye yakalanan Nietzsche bir yıl sonra, askerlikten bir kez daha ayrılmak ve savaştan dönmek zorunda kalır.Sağlık durumundaki bu bozukluk Nietzsche’nin iklim değişikliklerine paralel olarak seyahat yapmasına sebep olmuştur.Hatta bazı Nietzsche yorumcuları, özellikle de psikoloji ile ilgili olanlar, Nietzsche’nin sağlık durumunun kötü olması ve onun her zaman güce ihtiyaç duymasıyla felsefesi arasında çok yakın bir ilişki bulunduğu kanaatindedirler. Özellikle güç isteme doktrini bu çeşit psikolojik tahlillere tabi tutulmaktadır.1879’da hastalığı artan Nietzsche kürsüsünü terk etmek zorunda kalır.Malulen emekli edilen filozof bundan sonraki yaşantısı oldukça sıkıntılı bir şekilde ve çoğunlukla da seyahat ederek geçirmiştir.1889’da delirmiş, ve nihayet 1900’de Weimar’da annesi ve kız kardeşinin yanında ölmüştür.

ESERLERİ: Nietzsche çağı itibariyle 19. yüzyılın sonlarında yaşamış olsa da, etkileri itibariyle çağdaş bir filozof olarak düşünülebilir. O, yirmi beş yıllık bilinçli yaşamında arkasında düşüncenin kendinden sonraki seyrini derinden etkileyen bir çok eser bırakmıştır. Onun eserleri de tıpkı yaşamı gibi oldukça karmaşık ve çetrefillidir.İlgi alanlarının çeşitliliği, şiir ve aforizmalarla konuşması, sistem karşıtı bir felsefe anlayışına sahip olması, oldukça sıkıntılı ve hastalık içinde bir yaşam sürmesi, vb. hususlar, eserlerine de yansımış ve yorumcuları birbirinden oldukça farklı düşüncelere sevk etmiştir. Yorumcular, Nietzsche’nin felsefesini ve eserlerini, onun hayatının belli periyotları ile ilişkilendirip, üç döneme ayırarak ele alırlar. Birinci dönem, Nietzsche’nin ilk yazılarını da kapsayan ve onun Schopenhauer ve Wagner’in etkisinde kaldığı dönemdir.Bu dönemi [Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musık ]( Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu) adlı eseri temsil eder.Bu eserde Nietzsche, Sokrates öncesi Grekler’in yaşamın olanca acımasızlığına karşı onunla başa çıkma doğrultusunda ortaya koymuş oldukları tragedyalara dikkat çeker.Tragedyalar Nietzsche’ye göre: oluşun dayanılmaz ağırlığı altındaki Grekler’in, sanat vasıtasıyla hayatı çekilir hale getirdikleri eserlerdi. Nietzsche’nin filozof kariyerinin ikinci dönemi, 1876-1882 yılları arasındaki döneme tekabül eder.Nietzsche’nin bu döneme geçişiyle Wagner ile arasının açılması arasında yakın ilişki vardır.Wagner’in aşırı milliyetçi ve antisemitik tutumları ile Nietzsche’nin ulus kaynaklı geleneksel değerlere karşı olan tavrı arasındaki gerilim.

Nietzsche’nin ikinci dönemi ise, onun 1878’de kaleme aldığı ve üç bölüm halinde yayınlanan Menschliches, Allzumenschliches (İnsanca Pek İnsanca) adlı eseri temsil eder.Bu dönemde Nietzsche’nin ilk dönemdeki Sokrates karşıtı tavrı adeta tersine dönmüş, Sokrates artık yüceltilmeye başlanmıştır.Bu dönem, Nietzsche’nin bilimi şiire yeğlediği, kabul edilmiş tüm inançları sorguladığı ve adeta Fransız Aydınlanmasının akılcı bir filozofu rolüne girdiği dönemdir.Bu dönemde Nietzsche’nin felsefesi pozitivist bir karaktere bürünmüştür. O ciddi bir metafizik eleştirisine girişir ve insan bilgisinin ve deneyiminin metafiziği gerekli kılan özelliklerinin, materyalist bir perspektifle açıklanabileceği doğrultusunda fikirler ortaya koyar. Nietzsche bu dönemde iyi ve kötü ayırımını topluma yararlılık – zararlılık ölçütü ile temellendirir.Yine bu dönemde Nietzsche, Greklerdeki “arkhe” anlayışına benzer bir şekilde arkhesi “ana-bir” olan, panteistik bir felsefi düşünce geliştirir. Nietzsche yine bu dönemde, Sils – Maria’dayken Ebedi Dönüş öğretisini geliştirmiştir.Buna göre, evrende herşeyin bir ebedi döngüsü söz konusudur. Eğer evren hem ileriye hem de geriye doğru sonsuzsa ve evreni oluşturan unsurlar da sınırlı ise, evrende oluşa gelen olaylar, bu sonsuz zaman içerisinde, tıpkı geçmişte defalarca tekrarlandığı gibi ileride de tekrar edecektir. Nietzsche, adeta biriçe doğma ile elde ettiği bu düşüncelerini, daha sonra Pers bilgesi Zerdüşt’ün diliyle aktaracaktır. Nietzsche’nin üçüncü dönemine bir geçiş niteliği olan bu sürecin diğer bir kitabı da, 1882’de yazdığı ve beşinci bölümünü ise ancak 1882’de ekleyebildiği, Die Fröhliche Wissenschaff (Şen Bilim) adlı eseridir. Bu kitapla Nietzsche Tanrı’nın ölüm haberini vererek özgür ruhlara yeni ufuklar açmayı dener.Bu, aynı zamanda 2500 yıllık Batı metafizik geleneğinin sebep olduğu nihilizm'in de ilanıdır. Nietzsche’nin üçüncü ve son dönemi, Sils- Maria ‘da içine doğup Zerdüşt’ün diliyle aktarmayı tasarladığı projesi olan Also Sprach Zarathrustra (Böyle Buyurdu Zerdüşt) adlı eseriyle başlar. Bu kitabın ana teması “Üstün İnsan” ve “değerlerin yeniden değerlenmesi”dir. Bu dönem aynı zamanda, Nietzsche’nin düşüncelerinin kemale erdiğinin bir göstergesidir. Nietzsche bu dönemde üstinsan kavramını nihilizmi aşma projesinin önemli bir kavramı olarak sunmaktadır. Söz konusu insan, nihilizme sebep olmuş olan Batı metafizik geleneğinin ve bu geleneğin Platoncu bir formu olan Hristiyanlığın değerlerini yeniden değerleyecek ve oluş felsefesini hayata geçirmek suretiyle nihilizmin ötesine geçecek olan insandır. Nietzsche üstün insanın ahlaki bakımdan konumlandırılmasını da, 1886’da yayınlanan Jenseits Von Gut und Böse (İyinin ve Kötünün Ötesinde) adlı eseriyle yapmayı dener. Buna göre üstün insanın ahlak anlayışı, geleneksel iyi- kötü ayrımına dayanan moral temelli anlayışın ötesinde temellendirilecektir. Nietzsche yine bu dönemde, nihilizmi anlama doğrultusundaki herhangi bir çabanın, yalnızca onun septomlarından hareket etmesinin bu anlama çabasını eksik kılacağı fikrinden hareketle, kendinden sonraki felsefeye de bir yöntem olarak büyük bir etkiye sahip olacak olan, “jeneoloji” metodunu geliştirir ve bu yöntemi ahlakın kökenlerinin bir şeceresini çıkarmakta kullanır. Bu doğrultuda olmak üzere 1887’de, Nietzsche Zur Genealogie der Moral (Ahlakın Soykütüğü) adlı eseri kaleme alır. Nietzsche nihilizmin kökenlerine yönelik jenekolojik araştırması sonucunda, onun kökenlerinin, Batı metafizik geleneğinin dualist karekterinde ve geleneksel moral temelli ahlak anlayışında bulunduğu sonucuna varır.Yine aynı eserde, Nietzsche, efendi ve köle ahlakı olmak üzere iki çeşit ahlak anlayışının ve değerleme tarzının varlığına dikkat çeker. Buna göre nihilizmin kaynağında, tepkisel güçlerle donanımlı olan kölelerin (köle ahlakı), aktif güç sahibi efendilere (efendi ahlakı) galebe çalıp, efendice değerleme tarzını bertaraf etmeleri bulunmaktadır. Sürüce değerlemeler oluşu, yaşamı, içgüdüleri karşılarına alıp, kurtuluşu da bir öte fikrinde aramalarından dolayı nihayetinde insanlığı, anlamanın ve değerin kaybolduğu nihilizme taşımıştır. Nietzsche’nin bu eseriyle yapmak istediği şey ise tarihi seyir içerisinde çeşitli formlara bürünen nihilistik yaklaşımların (Platonculuk, Hristiyanlık, Schopenhauer ‘un irade felsefesi vb.) bir serimini yapmak ve bu suretle de üstün insanın değerleri yeni baştan değerleyip, nihilizmin ötesine geçmesini sağlamaktır. Nietzsche, projesini tamamlamak amacıyla 1884’ten beri kaleme aldığı ve ismini de Der Wille zur Macht – Versuch einer Ummertung Aller Werte (Güç İstemi- Tüm Değerlerin Tersyüz Edilişi Üstüne)koymayı planladığı eserini tamamlayamadan 1889’da çıldırmıştır.Bu dönemde o, ancak küçük çapta birkaç eser kaleme alabilmiştir.

FELSEFESİ:

Perspektivizm: Analizleri onun kendi analizleriyle birçok bakımdan benzerlik gösteren Hume gibi, Nietzsche de “sağduyunun şeylere dair görüşü” diye adlandırılan genel görüşe karşı kuraldışı bir tavır takındı.Öte yandan da , sağduyunun dünya görüşünü tam tamına bir masal anlatan bir şey, yalın bir kurgu olarak gördü, zira o, dünyaya dair belirsiz sayıdaki mümkün “yorum” dan sadece biriydi ve Nietzsche, hiçbir yorum doğru veya yanlış olmadığı için, doğru bir yorum fikrine hiçbir anlam yüklenilemeyeceğini savunuyordu. İşte bundan dolayı, o sözde doğru olan bir gerçeklik görüşüyle karşı karşıya getirilemez. Ama filozoflar sık sık böyle bir karşıtlığa dikkat çekerek, sağduyunun görüşlerinin eksik ve hatalı olduğunu savunmuş ve gerçekliğin nasıl olması veya neye benzemesi gerektiği konusunda oldukça aykırı görüşler benimsemişlerdir. Nietzsche, sağduyunun görüşünü desteklemek ister, çünkü bu görüş uzun bir zaman dilimi boyunca işlenerek geliştirilmiş olup, insanlar , pratik bir biçimde, ona bağlı yaşayabilmektedirler: O – ondan daha az kurgusal olmayan- felsefi teorilerin olamadıkları kadar yararlı bir masaldır: Gözle görünen dünya yegane dünyadır: “Gerçek dünya” ise sadece bir yalan. “Gerçek” ile o , tam tamına filozofların gerçekliğin olduğunu söyledikleri şeyi, yani sabit, birlikli ve ezeli- ebedi olanı, değişenin, çokluğun ve zamansallığın temelinde bulunmakla birlikte, değişenden çokluktan ve zamansal olandan ayrılmaz olanı anlar. Nietzsche duyuların yalan söylemediği konusunda ısrarlıdır.

Felsefi Psikoloji: Nietzsche kendisini öncü bir psikolog olarak görüyor, insan zihni denen Büyük ve bakir ormanın İlk kaşifi olduğunu düşünüyordu. Nietzsche’nin ilk ve en büyük hedefi ego kavramı olup, temel iddiası da, benlik diye bir kendiliğin var olduğunu kabul etmenin ontolojik bakımdan gereksiz, metafiziksel bakımdan da tehlikeli olduğudur. Akıl genel olarak iradelerin nedenler olduklarına inanır. O egonun bir varlık, bir töz olduğuna inanır ve ego-tözüne beslenen inancı şeylere yansıtır. Neden olarak kurulan varlık şeylerin arasına dahil edilir, onların altına sokulur: “Varlık” kavramı “ego” kavramından çıkar, benlik kavramından türetilir. Başlangıçta bir hatanın, iradenin etki eden bir şey olduğu, iradenin bir güç olduğu yanlışının büyük uğursuzluğu bulunmaktadır....Biz bu gün onun bir hatadan başka bir şey olmadığını biliyoruz. Onun teşhisi kabaca şöyledir: Bir şey olup bittiği zaman, onun bir fail tarafından yapıldığını, bir failin etkisiyle vuku bulduğunu zımnen kabul ederek , düşünmenin vuku bulması, onun bir eylem olması olgusundan, şu halde onu gerçekleştirecek bir failin bulunması gerektiği sonucunu çıkartırız. İşte bu, benliktir. Ego, demek ki, ilkel bir veri olmayıp, çıkarsanan bir kendiliktir ve onun iradenin etkisiyle eylemde bulunduğunu kabul etmek bütün bir nedensellik anlayışımızı değiştirerek, olduğundan başka gösterir.

NIETZCHE'NIN TARIH ANLAYISI

Tarih, bir basarilar akisi, yaratmalar dizisidir Nietzche'ye göre. Onun yasadigi caga degin, olaylari anlatma, olup bitenleri bir öykü niteliginde baskalarina bildirmektir tarih. Tarihin ne oldugunu, nereden gelip nereye gittigini arastirmak, onun gercek görevini, özünü ortaya koymak, caginin disina cikan, yasadigi ortamin sinirlarini asan bir görüs, bir düsünceydi. Nitekim, Nietzche "... ben, kendim icin bile simdiki zamanin bir cocugu olarak, zamana uymayan denemelere girisiyorum," diyor. Insan, belli bir yere saplanan, yalniz kendisine verilenle yetinen, sinirlandirilmis, cevresinin kosullari altinda tek dogrultulu bir zaman icinde kendini sürdüren bir varlik degildir ona göre. Böyle bir varlik "hayvan" olur ancak. "Iste böyle tarih disi yasiyor hayvan. Boyuna bir sayi gibi simdinin icindedir. Geride ilgiye deger bir iz birakmaz. Nesnelerin yerini degistirmeyi bilmez. Bir gözacimlik... yasantida ne ise öyle görünür." Onun icin, "animsmadan mutlu yasamak olasidir, unutmadan yasamak elde degildir." Oysa insan, bir tarih varligidir. O, üc boyutlu bir zaman icindedir. Gecmisin derinliginde kökleri vardir. Bunlar onun tarihidir. insan gecmis caglarin akisi icinden, bir tarih varligi olarak süzülür, akar gelir. "Bir insanin icvarligi, ne denli güclü kökler tasirsa, gecmis onu o ölcüde tutar, ... iter, baskiya alir." Ancak bu tarih, kuru öyküleri, art arda gelen kolay masallari, olaylari siralayan tarih degildir. Bu tarih, insani yaraticiliga iten, onu basariya ulastiracak nitelikteki özü aciklamaya, anlatmaya iten tarihtir.

Insan, tarihi, bir olaylar bütünü, bir olaylar yigini olarak sirtinda tasiyamaz. Böyle bir eylem, insani belli bir yerde durdurur. Bu yüzden, tarih akisi icinde öz olmayani, yaratici, yapici, gelistirici nitelikten yoksun bulunani, salt yiginlari ilgilendireni unutmak gerekir.. Insanin böyle yiginlasmalari ilgilendiren olaylarla tarih anlayislari karsisinda tarih disi kalmasi, tarihe gözü kapalica baglanmamasi gerekir. Unutmak, burada yaratici bir eyleme atilmak icin yükten, insani engelleyen, onun gelisim dogrultusu üzerindeki hizini kesen agirliklardan siyrilmasidir. Kendi disina cikmasi, kendi özüne yabancilasmasi degildir. Cünkü insan, "kendi gercekliklerinin cok ince örgülü agindan cikip yeniden yabancil bir istege, kati bir tutkuya kapilamaz. Buna karsilik büsbütün tarihdisi olan hayvanin yer degistirme gereksinimi duymadan yasadigini görüyoruz." Burada, insanin tarihdisi kalmasi, kendini hayvana yarasan bilincsiz eylemlerden, doganin cizdigi yolda yürümeyi gerektiren sinirlamalardan bilincli olarak kopmasi, eylemlerini bilincle aydinlatmasi demektir. Hayvan, oldugu yerde kaldigi, cevresini, cevre kosullarini degistiremedigi icin tarihdisidir. Insan, kendini bilinc verileriyle tarihdisi kilarak hayvandan ayirdigi icin tarih varligidir, tarihi olan bir canlidir. Hayvan, tek zamanli bir akis icinde oldugu icin tarihdisidir. Insan, üc boyutlu bir zaman düzeyinde yasadigi, bunu bildigi icin tarih varligidir, tarihliliginin bilincine varmistir. Tarih gelistirmeli, ilerletmeli insani. Bilgi alaninda ona büyük yarar saglamali, onun yetismesine, aydinlanmasina, gelecege dogru güclü atilimlar yapmasina yardimci olmali. Kiyida duran, insana uzaktan bakan bir bilgiler yigini olmamali tarih.

ISMET ZEKI EYÜBOGLU

NIETZCE EYLEM ÖDEVI
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Friedrich Nietzsche Kimdir?

1844 yılında dünyaya gelen aykırı düşünür, "Tanrı öldü" düşüncesiyle tanınmış, yaşadığı çağda pek tanınıp anlaşılmasada, kendinden sonraki kuşağa fazlasıyla temel oluşturmuştur.



Kendini "yarının yazarı" olarak tanımlayan ünlü düşünür, "200 yıl sonra insanlık beni anlayacak" diyerekten , geleceği görme konusundaki yetisini fazlasıyla göz önüne sermiştir. Nietzsche, kendinden sonra Freud, Heidegger, Camus... gibi düşünürleri etkileyerek, egzistansiyalist felsefenin özgün temellerini atmıştır.

Lou Salome adlı Yahudi bir kıza aşık olması, ona umut beslemesi ve karşılık görememesi, bu trajik yazarın felsefesini etkileyecek önemli durumlardan biri olmuştur. Ree adlı dostunun vasıtasıyla tanıştığı bu göz kamaştıran bayana sonradan düşman kesilip, sert mektuplar göndermiştir.

Nietzshe'nin hayatı oldukça trajiktir. Hayatı boyunca hastalıklarla boğuşmuş, yanlız kalmış, anlaşılamamanın verdiği ızdırapla çok zor günler geçirmiştir. Sürekli yer değiştirerek yaşayan ünlü filozof, şiddetli migren ağrılarına rağmen durmadan yazmıştır.

Babası Karl Ludwig Protestan Kilisesinde papazdır. Nietzsche 5 yaşındayken babası ölmüş, annesi ve ablası bakımını üstlenmiştir. 14 yaşındayken Almanya'nın önemli Protestan yatılı okulu Schulpforta'ya kayıt yaptırır. [Bknz: Nietzsche'nin Soykütüğü]

20 yaşındayken Bonn Üniversitesine filoloji ve teoloji öğrencisi olarak kayıt yaptırır. Zekası ve derslerdeki başarısı sebebiyle hocalarının dikkatlerini üstüne çeker. Ne kadar filoloji okusada, felsefeden vazgeçememiş, sürekli olarak felsefe kitapları okumuştur.

21 yaşındayken, bir sahaf dükkanında Schopenhauer'un kitaplarını edinir. Okuduktan sonra, kendisini Schopenhauer'cu olarak tanımlayacaktır.. Ne varki bu aykırı düşünür, ilerde Schopenhauer'un karamsar felsefesine tamamen karşı çıkarak, kendi felsefesini oluşturacaktır.

1869'da, daha doktorasını bile tamamlamamışken, hocası Ritschl'in tavsiyesiyle Basel Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olur. Bundan bir yıl önce tanıştığı ve müziğinden etkişlendiği Wagner ile, sonradan kanlı bıçaklı bir düşman olacaktır.

Bu dönemde Almanya-Fransa savaşı patlak verir ve gönüllü olarak savaşa katılır. Ne varki sağlık sorunları sebebiyle , ordudan ayrılarak tekrar İsviçre'ye döner.

Nietzsche, filoloji ve teolojiden çok felsefeyle ilgilenmektedir. Kısa sürede profösör ünvanı almasına karşılık, 1871'de Basel Üniversitesi felsefe kürsüsüne yaptığı başvuru geri çevrilir. Bunun üzerine iyice kendi klasik filoloji dalından soğuyarak, felsefeye yönelir.

Felsefe kürsüsüne yaptığı ve red cevabı aldığı başvurudan yaklaşık bir sene sonra ilk kitabı olan "Müziğin Ruhundan Trajedyanın Doğuşu" adlı kitabını yayımlar.

1879 yılında Basel'deki görevinden istifa eder ve bu andan sonra, yersiz-yurtsuz olarak, gezgincesine otel odalarında ve pansiyonlarda yaşamına devam eder.. Bu gezgin yaşamının bir sebebide sık sık geçirdiği migren krizleridir. Migrenini tetiklemeyecek iklim arayıp duran ünlü düşünür , felsefesinin temellerini bu dönemde atacaktır.

Daha sonra ise "İnsanca pek insanca", "Tan kızıllığı", "Şen bilim", "Böyle buyurdu Zerdüş", "İyinin ve kötünün ötesinde", "Ahlakın soy kütüğü" adlı kitaplarını yazar. Özellikle "Böyle Buyurdu Zerdüşt" yazarın başyapıtıdır.

Felsefesini ilk kez, bu kitabında tamamen açıklamıştır. Zerdüşt adlı bilgenin senelerce dağda inzivaya çekildikten insanların arasına inerek onları aydınlatmaya çalışmasıyla başlayan bu içten serüven, çeşitli tuzaklarla doludur. İnsan psikolojisinin derinlerine inmeyi başarabilen Nietzsche, yanlış anlaşılmaya veya hiç anlaşılmamaya oldukça müsait yazılar yazar. "Ahlakın soy kütüğü" adlı eserinin önsözünde bunu değinir ve "yazdıklarım anlaşılamıyorsa bu okuyucunun sorunudur" der.

İnsanı, maymunla üstinsan arasında gerilmiş bir ip, bir geçiş formu olarak gören düşünür, hayata amacı "kendini aşabilmek-kendinden daha iyi bişey yaratmak" olarak koyar. Nihilizme karşı açtığı savaşı , "amor fati-kader sevgisi" ile sürdürür.

Hristiyan öğretisinin toplumu yozlaştırdığını düşünerek kendini "Deccal" ilan eder ve "Tanrı'yı öldürür"..

Sonsuz dönüş öğretisiyle, maddenin sınırlı fakat zamanın sonsuz olduğunu düşünerek, her yaşamın yeniden , tekrar tekrar sonsuza dek süregelen bir süreçle yaşanacağını savunur. Bu öğretisine bilimsel bir dayanak ararken, tamamlayamadan ölür.

1889'da, Putların alacakaranlığını yayımladıktan sonraki sene, bir sinir krizinin ardından akıl sağlığını kaybeder. Önce annesinin , annesinin ölümünden sonrada ablasının bakımı altına girer.

1900 yılının yaz mevsiminde, Weimar'da hayata gözlerini yumar. Hayatı dramatik olarak son bulan bu ünlü düşünür, ününe öldükten sonraki yüzyılda kavuşur.

Hayatı boyunca hastalıklarla boğuşması, Salome'a duyduğu platonik aşk sebebiyle acı çekmesi, arkadaşı Ree'den gördüğü ihanet, Wagner'le dostken düşman olması, ... hafızalarda kazınan olaylardır.

Bu sebeple, Nietzshe'nin felsefesi, kanımca Nietzshe'nin hayatıyla birlikte okunmalıdır. Ancak o zaman Nietzshe daha anlaşılır olacaktır.


ESERLERİ
Trajedya'nın Doğuşu
Birinci Zamansız Düşünceler : David Strauss'a Karşı
İkinci Zamansız Düşünceler : Sahte Kültür ve Tarihin Tehlikeleri
Üçüncü Zamansız Düşünceler : Eğitmen Schopenhauer
Dördüncü Zamansız Düşünceler : Richard Wagner Bayreyth'da
İnsanca , Pek İnsanca (1.Cilt)
İnsanca , Pek İnsanca (2.Cilt)
Tan Kızllığı
Sevinçli Bilim
Gezgin ve Gölgesi
Böyle Buyurdu Zerdüşt
İyinin ve Kötünün Ötesinde
Ahlakın Soykütüğü Üzerine
Homeros ve Klasik Dilbilim
Empedokles
Schopenhauer'ci Felsefe ve Uygarlığı
Yunan Trajedisi Döneminde Felsefe
Zerdüşt Şiirine Eklemeler
Plan , Proje ve Sistemler
Güç İstenci

Mehmet BERK
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Nietzsche'nin Yaşamından Dramatik Kesitler

zerdustoloji_ustbannicmeht.gif
[size=10pt][size=10pt][size=10pt][size=10pt][size=10pt][size=10pt][/size][/size][/size][/size][/size][/size]Nietzsche , hayatıyla felsefesinin birlikte okunmadan anlaşılamayacağı ender filozoflardan biridir. Yaşadıklarından derinden etkilenen ve bu etkilenimler dolayısıyla felsefesini sertleştiren bu aykırı filozofun hayatı , oldukça trajiktir.

Babası Karl Ludwig'in Protestan kilisesinin papazı olması , annesininde papaz ailesinden olması sebebiyle dindar bir çevrede yetişen Nietzsche , henüz 5 yaşındayken babasının beynindeki tümör sebebiyle körleşerek ölmesiyle derinden sarsılmıştır.

Babasının ölümünden sonra yaşamını annesi , halaları ve kızkardeşinin bakımı altında sürdüren Nietzsche , katı geleneklerle büyümüştür.Yakınında sürekli olarak kadınlar bulunan Nietzsche'nin hayatında , bu dönemlerin oldukça etkileri mevcuttur.

Küçük yaşlardan itibaren , dindar olan ailesinin de etkisiyle dini konulara yöneldi ve ilk sorgulamaları henüz ilkokula giderken başlamıştı.

9 yaşındayken 6 yıl yatılı kalacağı ve neredeyse askeri bir hayatı olacak olan Nietzsche , düşünmek için bolca zaman bulur.Bu dönem , Nietzsche'nin kendiyle başbaşa kalıp , derin tefekkürlere dalacağı , hatta ilk otobiyagrafisini 13 yaşındayken yazacağı dönemdir.

Otobiyografisini daha 13 yaşındayken yazması , Nietzsche'nin ne kadar yetkin bir çocuk olduğu gösterir. Babasını küçük yaşta katbetmesi , katı geleneklerle donanmış kadınlarca bakımının üstlenilmesi , dindar bir aileye sahip oluşu , onun çocukluğunun en önemli konularıdır.

Ortaokulu bitirip , Bonn Üniversitesi'ne filoloji ve teoloji öğrencisi olarak kaydını yaptırması , onun için bi başlangıçtır diyebiliriz.Çünkü Nietzsche , zamanla filolojik düşüncelerini felsefe alanına taşıyacak ve Yunan felsefesindeki kavramları , sözcük köklerinden yola çıkarak yeniden ele alacaktır.

İçine kapanık bir öğrenci oluşu ve yatılı olarak okuduğu ortaokulun ağır yaşantısı , onu sürekli olarak düşünmeye ve çalışmaya yönelttiğinden , eğitim hayatı boyunca çalışkan bir öğrenci yapmıştır.Üniversite hocası Ritschl'in filoloji alanında etkisi oldukça büyüktür.Ritschl'in daha üniversite sıralarındayken , bir hoca olarak onun ne kadar keskin bir zekaya sahip olduğu görmesi , ilerde Nietzsche'nin genç yaşta profösör ünvanı almasına sebep olacaktır.

Nietzsche'nin Ritschl'in ardından Leipzig'e gitmesi ve orada Wagner ve Schopenhauer'i tanıması , hocasına verdiği değeri göstermektedir.Nietzsche'nin hocasının ardından Leipzig'e gitmesi , hayatının dönüm noktalarından biridir.

Leipzig'de Schopenhauer'un "Bir Çeşit Arzu ve Temsil Dünyası" adlı yapıtını okuması , onu Schopenhauer'e fazlasıyla yaklaşmıştır.Sonradan lanetliyecek olan Schopenhauer'i yakından keşfetmiştir.

Wagner'de o dönemler , Leipzig'e sıkça gelir ve bestelerini , düşüncelerini burada geliştirirdi.Nietzsche'nin üniversiteyi bitirdikten sonra , hocası Ritschl'in tavsiye üzerine genç yaşta Basel Üniversitesi'ne profesör olarak atanması , Wagner ve Nietzsche'nin yollarını kesiştirmiştir.Bu kesişme , Nietzsche'nin felsefi anlayışında bir başka dönüm noktasıdır.

Nietzsche , üniversite hayatı boyunca , sürekli olarak sorunlu bir psikolojiye sahiptir.1870 yılında Basel Üniversitesi'nden izin alıp , Almanya-Fransa savaşına katılması bunun göstergesidir.Genç yaşta elde ettiği profesörlük ünvanını bu şekilde tehlikeye atarak , kendince en doğru işi yapmıştı.

Henüz 27 yaşındayken edindiği bu ünvanı hakkıyla yerine getirse de , zamanla felsefeye yönelecekti.Çünkü yanlızlığı içten içe yaşıyordu.30'lu yaşların başından itibaren psikolojik olarak bir kaos dönemine girer. Wagner ile arası giderek açılır.Sağlığı sürekli olarak bozuktur ve bir süre sonra , 1879 yılında üniversitedeki görevinden istifa eder.36 yaşındaki bu erken veda , tamamen sağlık sorunları üzerine değildir.Çünkü giderek filolojiden uzaklaşmış ve felsefeye yönelmiştir.Hatta felsefe kürsüsüne başvuruda bulunsa da , bu istek geri çevrilmiştir.

Bu dönemden sonra gezgin hayatı yaşayan Nietzsche , pansiyon odalarında durmadan el yazmaları yazmış , durmadan üretmiştir.Sağlığı günden güne kötüye gitse de , o , bundan vazgeçmemiştir.

Wagner'den tamamen kopuşu , onu iyice yanlızlığa itmiş ve felsefesinin bir çok yönünü , bu yanlızlığın derin iç çekişleri arasında oluşturmuştur.

1882 yılında , 38 yaşındayken Salome adlı genç bir kızla tanışır.Sıkı bir dostluk kurar.Fakat Nietzsche'nin oldukça sert mizacı ve keskinliği , Salome'nin sürekli olarak Nietzsche'nin bir adım uzağında kalmasına sebep olacaktır.

Nietzsche , Salome'ye duyduğu platonik aşkın geri çevrilmesi üzerine iyice yanlız kalır ve ruh sağlığı , daha öncekinden çok daha fazla bozulur.Felsefesine derinden etki eden bir başka mevzu ise Salome'dur.

Sürekli olarak çevresinde ihanet gören Nietzsche , yaşam tarzı olarak bir gezgini andırmakta ve artık dönem dönem migren ve buna bağlı sinir krizleri geçirmektedir.

1888 yılından sonra artan rahatsızlığı , onu giderek güçsüzleştirir.Bu yıldan sonra tuhaf davranışları gözlenen Nietzsche'nin , sahibinin kırbaçladığı bir ata sarılıp ağladığı dahi görülmüştür.

Nietzsche'nin dostu Overback , durumu kavradıktan sonra Nietzsche'yi Lena'da bir hastaneye yatırır.Bu süreden sonra Nietzsche'de hiçbir düzelme görülmemesiyle birlikte , durumu gitgide kötüleşir..

Artık şuurunu neredeyse kaybetmiştir.Sonradan buna neden olan şeyin , 3.dereceden frengi olduğu anlaşılsada , Nietzsche artık çıldırmış bir vaziyettedir.

Sadece arasıra zeka belirtileri gösterir ve yatalaktır.Hasteneden sonra bakımını ablası Elizabhet üstlenir.Ölmeden 3 yıl önce , 1897 yılında annesini kaybetmesini anlayamayacak kadar kötüdür sağlığı...

23 Nisan 1900'de hayata gözlerini yuman Nietzsche , genç sayılabilecek yaştaki ölümüyle , son zamanlarda oluşan hayran grubunu üzüntüye boğar.


Mehmet BERK
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Nietzsche'nin Felsefesinin Temel Dayanakları

Nietzsche'nin öğretisi , çok yönlüdür. Merkezini bulabilmek ve aynı merkezden başlayaraktan felsefesini irdeleyebilmek oldukça zordur. Daha doğru bir ifadeyle söylemek gerekirse, felsefesinin temeline neyin koyulacağı , okuyucuya kalmıştır..

Çünkü Nietzsche , sistematik felsefe anlayışına karşı çıkmış , bu sebeple de sistematikten uzak bir öğreti yaratmıştır.Bu da , okuyucuya bireysel bir fikir edinme hakkı tanır.

"...ve ancak hepiniz beni inkar ettiğiniz zaman size dönmek isterim. Gerçekten, kardeşlerim, o zaman kaybettiklerimi başka gözlerle arayacağım. Ozaman sizleri başka başka bir sevgi ile seveceğim."

İşte bu sebepledir ki , Nietzsche hep farklı yorumlanmış , farklı anlaşılmıştır..Kimisi O'na "gönül felsefecisi" derken , kimisi faşizmin , hatta Satanizmin temel dayanağı haline getirmiştir.

Nietzsche'nin öğretisini , "üstinsan" , "ebedi yineleme" , "decadence (yozlaşma)" ve "kudret iradesi" olmak üzere 4 ana bölümde inceleyebiliriz.

Öncelikle "üstinsan"dan , yada diğer bir adıyla "insanüstü"nden başlayalım.

Nietzsche Öğretisinin Temel Dayanakları 1 : "Üst-İnsan"

Nietzsche'de insan, hayvanla insanüstü arasına gerilmiş bir ip olarak tarifini bulur. Bunu Zerdüşt adlı eserinde açıkça belirtmiştir.

"İnsan bir iptir ki hayvanla insanüstü arasına gerilmiştir.Uçurum üstünde bir ip."

Burada göze çarpan konu , "Evrim" dir. Çünkü hayvan insan üstü arasına gerilmiş bir ip tarifi , kuşkusuz bir evrime işaret etmektedir. Fakat Nietzsche'nin evrim konusuna bakışı, Darwin'den farklıdır. Çünkü Nietzsche , en zengin ve en karmaşık biçimlerin , yozlaşmaya maruz kalmasından dolayı erken asimile olduklarını kaydeder.

"Cins olarak insan her hangi başka bir hayvanla karşılaştırıldığında , bir ilerleme kaydetmez.Bütün hayvanlar ve bitkiler dünyası , alçak olandan daha yüksek olana gelişmez.Hepsi aynı zamanda ,birbirinin üzerinde ,birbirinin içinden ve birbirine karşı gelişirler.En zengin ve en karmaşık biçimler-çünkü daha yüksek tip sözcüğü daha çoğunu ifade etmez-daha kolay mahvolurlar.Sadece en alttakiler,en aşağıdakiler görünüşte bir ölümsüzlüğü idame ederler"

Bu alıntılardan sonra , açıkça görülüyorki Nietzsche'deki evrim anlayışı , felsefi bakış açısı olarak Darwin'den farklılık gösteriyor. Nietzsche , Darwin'in "en iyi uyum sağlayanlar ayakta kalır" ifadesindeki , "en iyi uyum sağlayanlar" , yani "en güçlüler" kavramına bir zayıflık atfediyor..

Nietzsche'de yüksek cins insan , "ender olarak" dünyaya gelişinden ve bu sebeple çeşitli zorluklarla karşılaşacağından dolayı yok olma ihtimalinin çok fazla olduğunu kaydediyor..

Üst-insan kavramının anlaşılabilmesi için , öncelikle Nietzsche'deki evrim anlayışını iyi kavrayabilmek gerekir. Nietzsche'de kendinden daha iyi birşey yaratma düsturu , insanüstü ilkesinin temelini oluştumaktadır..Fakat , "daha iyi birşey" kavramı , tuzaklarla doludur.."İyi" den kasıt , güçtür, Kudret iradesidir.

Nietzsche'nin Öğretisinin Temel Dayanakları 2 : Kudret İradesi

Nietzsche'de kudret iradesi , öğretinin doğuşu Nietzsche'nin yaşamıyla paralel olarak incelendiğinde , başlangıçtan itibaren hep mevcuttur.

Nietzsche'nin kudret iradesi ifadesiyle kastı , yaratıcılıkla alakalıdır. Nietzsche'ye göre "insanlığın içinde müthiş bir güç , kendini deşarz etmek , yaratmak istemektedir". Buna göre insanlıkta dahil olmak üzere her canlı , kudret için yaşar ve yok olur. Kudretin ise yegane yolu , yaratmaktan geçer. Değer yaratan , değer yıkan ve zamanında ölmesini bilen bir yaratıcılık!

Şöyle der Nietzsche : "Ben nerede canlı bir varlık buyduysam , orada kudrete yönelik iradeyi gördüm.Hizmet edenin iradesinde bile efendi olabilme iradesini gözlemledim"

Bu fikri yapısıyla Nietzsche , köle ve efendi ayrımını 'evet'ler ,onaylar. Canlılar arasındaki hiyerarşi , özelliklede Nietzsche'de "tür" ve "cins" kavramlarıyla açığa çıkmaktadır.

"Hayatın devam edegelen deneyi" olan insanda , kudret , iktidar hissiyatı , içgüdüsel olarak insanı eylemlere zorlar. İrade tatmin olamamışsa , Nietzsche'ye göre insan zevk alır. Çünkü Nietzsche hazzı , iradenin taminsizliğinden kaynaklanan bir durum olarak görür.

"İradenin tamini değildir zevkin sebebi.Tersine irade ileriye gitmek ister ve o engel olan herşeyin üstesinden gelmeye çalışır.Zevk hissi , düpedüz iradenin taminsizliğinden kaynaklanır.Onun rakipsiz ve dirençsiz olarak yeterli doyuma ulaşamamasıdır."

Nietzsche , hayattaki eylemleri yönlendiren hissin kaynağını kudret iradesi olarak vermeye kalkmakla kalmaz.Nietzsche'ye göre herşey , kudret iradesinin nihai şekillendirişleridir.Güç istencinin yadsınamayacak bastırışıyla insan , yaşamak için , veya mutluluk için değil , güç için yaşamalıdır..

Hayatta amacı mutluluk ve haz olarak olarak tanımlayanları küçümser ve "ayaktakımı" olarak adlandırır.

Güç İstenci-Kudret İradesi olarak öldükten sonra yayımlanan eserinin sonunda şöyle der ;


"...en gizliler!, en güçlüler! , en korkusuzlar! , en yarıgecemsiler! bir ışık istermisiniz?.Bu dünya kudrete yönelik iradedir.Bunun dışında hiçbirşey değildir.Bizzat sizde kudrete yönelik iradesiniz.Bunun dışında hiçbirşey değilsiniz!"


Nietzsche'nin Öğretisinin Temel Dayanakları 3 : Decadence


Decadence, fransızca bir kelimedir. Latince kökenli olup "decadere" den gelmektedir. Nietzsche, eserlerinde bu kelimeyi özellikle Almanca'ya çevirmeden kullanmıştır. Çünkü Almanca'da tam olarak karşılığı bulunmamaktadır.

Nietzsche'nin Türkçe'ye çevrilmiş kitaplarında da bu kavram kullanılır.Her ne kadar yukarıda belirttiğim şekilde çeviri yapılabilinse de , bu kelimenin , aslında Türkçe olarak anlamını karşıladığı bir kelime mevcuttur değildir.

Bu kavram , Nietzsche felsefesinde nilizmin bir sonucu olarak ortaya çıkar.Çünkü , nihilistik yaşam tarzı , sonuç olarak yabancılaşmaya sebep olur.Gerçek dünyayı yadsıyan , ötedünyayı (cennet-cehennem) yüceleştiern her din veya fikri akım , nihilistik bir yapı gösterir ve sonuç olarak insanı gerek kültürel , gerek ruhsal , gerek biyolojik olarak bir yabancılaşmaya iter.

Nietzsche , felsefesinin başlangıcı nihilzme karşı açtığı savaşla belirler.Güç istenci adlı yapıtına şöyle başlar :

"Nihilizm kapıya dayandı.Butün konukların bu en tekinsizi nereden geldi?"

Bu başlangıçtan sonra Nihilizmi , yine aynı yapıtta şöyle tanımlar :

"Nihilizm. İki anlamlıdır. A] Nihilizmin ruhun yükseltilmiş olan kudretinin işareti olarak. Etkin nihilizm. B] Nihilizm çöküş olarak, ruhun kudretinin azalması olarak. Edilgen nihilizm."

Bu kısımda tanımladığı ile yorum yaparsak , Nietzsche'nin edilgen nihilizme karşı cephe aldığını , etkin nihilizmin ise ruhun özgürleşmesi adına zorunlu bir süreç olduğunu düşünmek hiçte yanlış olmayacaktır.

Nietzsche , felsefi yapıtlarında belirli insan türleri üzerinde durur.Bunlar "sürü" , "özgür insan" ve "üst-insan" dır.Bu insan profillerinden üst-insan kavramına daha önce değinmiştik.Lakin Nietzsche'nin insan profillerini daha sonra başka bir başlıkta detaylı olarak incelemek yerinde olacaktır.Şimdilik kısaca değinmek istiyorum.

Sürü insanı , nihilistik yapı gösteren bir yaşam tarzı ile yaşar.Umudunu öte dünyaya göçürmüş, gerçek hayatı yadsımış , din adamlarının ve devlet yöneticilerin güdümünde bir hayatları vardır.Çoğunluktadırlar ve sürü psikolojisi ile hareket ederler.Aykırıya,asiye düşmandırlar.Gelenekleri ve kendi malum hayata bakış açıları dışında hiçbir görüşü kabullenmezler ve cezalandırmak isterler.Kendi düşünceleri ve yorumları yoktur.Başlarındaki çobanları ne derse kabul ederler ve uygularlar.

Özgür insan , yaşadığı toplumun geleneklerinden sıyrılmış , kendince düşünebilen , ama hala kendini bulamamış insan tipidir.Sürünün egemenliği altında yaşasa da , sessiz başkaldırışları sebebiyle sürüden ayrılmıştır.Fakat sürüden ayrılabilmenin çetin zorlu yolları vardır.Zira insan , bu yollarda kendini kaybedebilir ve tuzaklara düşebilir.Sürüden ayrılan insanın ilk dönemleri "edilgen nihilistik" bir yapı gösterir.İnsan , bu dönemde araştırmaz ama sadece sorgular,düşünür.Toplumunun çarpık düşüncelerini yanlış bulur lakin içine düştüğü büyük çelişki , onu hayatı yadsımaya zorlar.Eylemsizdir çünkü , çelişkiler yumağı , beyninin her bir yanını sarmalamıştır.Fakat bu çetin yolları aşarsa , etkin nihilistik bir özellik kazanır.Artık , Nietzsche'nin deyimiyle "aslanın besinine duyduğu istek kadar" güçlü bir şekilde araştırmaya koyulur.Doğrular üretmeye çalışır.Artık Tanrı'sını öldürmüştür ve Tanrılaşabilme isteği içindedir.Tutkuyla ve çeşitli acılar içinde gerçeğini aramaya koyulur.

Üstinsan ise , artık tamamen özgürleşmiş , kendinden yuvarlanan bir tekerlektir.Nietzsche'nin deyimiyle "yıldızları kendi etrafında döndürmek" istercesine hayatla oynar.Ona hükmeder.Çocuksu bir masumiyetle hayatla dans etmesini bilir ve gerçeğini bulmuştur.

Nietzsche'nin Zerdüşt adlı eserinin , "üç değişme üstüne" adlı bölümünde bahsini ettiği üç kavram vardır.Bunlar deve , aslan ve çocuktur.Bu bölümde devenin aslan , aslanın ise nasıl çocuğa dönüştüğünü anlatır.Bölümde bahsi geçen deve , sürüden henüz ayrılmış ve edilgen nihilistik bir yapı gösteren insan profilini simgeler.Aslan ise , Tanrı'sıyla yüzeşip onu öldürmüş , gerçeği iştahla arayan insan profilini yansıtır.Çocukla kastedilen ise Üst-İnsandır.

Konuyu özetlemek gerekirse , tüm bu değişim süreçlerinin temelinde yozlaşma-decadence yatar.Nihilizmin sebep olduğu bu yabancılaşma , insanı zorlu yollardan geçirerek özgürleşmesini sağlar.Sürünün hakimiyetinde erimiş olanlar ise , artık sürüleşmiş ve yabancılaşmıştır.

Nietzsche'nin Öğretisinin Temel Dayanakları 4 : Sonsuz Dönüş

Nietzsche'nin felsefesinde en ölümcül noktalardan biri "sonsuz dönüş" veya "ebedi yineleme" dediği öğretidir.Bu kavram , Nietzsche'yi hayatın sonsuz bir istekle "evet"leme , onaylama sonucuna ulaştıran bir öğretidir.

Hayatın tekrar kere , sonsuza kez yinelenmesi durumu , üst-insanın oluşa verdiği ad , bir isimdir.Yagıdan farklı ve çok çok daha güçlü bir olumlama şekli olan sonsuz dönüş , yani ebedi yineleme , uzayda maddenin sonlu olması ve zamanın sonsuza dek devam eden bir süreç olmasından dolayı , her anın , her yaşamın ,sonsuza dek tekrar tekrar yaşanmasıdır.

Nietzsche , sonsuz dönüş öğretisi için şöyle der :

"En yüce gücü sağlamaya yönelik böylesine gelip geçici bie düşünce örneği : Yazgıcılık, onun da en uç şekli : Sonsuz dönüş!"

Yazgıcılığın uç şekli olarak tanımladığı bu fikir , yaratıcılığa ek bir hareket verir.Hayatı , her türlü duygu duruma ve sertliğe karşın olumlama , üstinsana giden yolda bir rehber , üstinsan için ise bir düsturdur.

Doğanın yaratıcı enerjisini üstünde toplayan insan , yaratıcılıkla , yani sanatla yeşerdiğinden dolayı , felsefe ve sanatın birbirinden ayrılmaması gerektiğini düşünen Nietzsche , en büyük yaratıcının özümsemesi gerektiği ilk şartını sonsuz dönüş olarak ortaya koyar.

Sonsuz dönüş , Nietzsche'nin eserlerinde sıkça belirttiği tanımıyla bir "Dionysos" haldir.Yani , trajik-üstinsanın bir vecd hali..Bir bakıma , varoluş zincirinin en yüksek seviyede ve topyekün onaylama halidir.

Dionysos , bir yunan tanrısıdır.Adı , antik yunan mitolojisinde şarap ve eğlence tanrısı olarak geçer.İnsanlığın şarabı keşfetmesiyle yaratıcılık duygusunun artması durumu sebebiyle , insan yaratıcılığına büyük değer atfeder.

Bu tanrı , Nietzsche gerçek anlamını bulur ve sanatın iki koruyucu ve yaratıcısı haline gelir...ki öteki Apollo'dur.Dionysos , taşkınlığın , yaratıcılığın , uyumun , müziğin ve şarhoşluğun tanrısı , Apollo ise ölçünün , dengenin , biçimin ve ışığın tanrısıdır.

Apollo-Dionysos çatışma ve uzlaşmasının iç içe ve ayrılamaz şeklini , sonsuz dönüşte barındırır.Sonsuz dönüş , Nietzsche'nin Zerdüşt adlı eserinde , "üç değişme üstüne" de tanımladığı "çocuk"un ayrılamaz bir ilkesidir.

Her türlü acının , ızdırabın , kederin , hüznün ve buna ters olarak , çoşkunluğun , mutluluğun , sevincin iç içe ve ayrılmaz bir bütünlük oluşturduğu Dionysos-vari durum , Irvin Yalom'un ünlü eseri "Nietzsche Ağladığında" adlı romanda da işlenmiş ve büyük ilgi toplamıştır.

Kurgusal bir diyalogda , gerçeğe yakın olarak şöyle demişti Nietzsche ,Dr.Bruer'e :

"Düşününki varoluşun ebedi kum saati defalarca tersine , bir daha tersine çevrilip duruyor.Her seferinde siz de , ben de , içindeki her zerrede sürekli tersine çevriliyoruz ... Zaman ezeli;zaman sonsuza dek uzanıyorsa , olabilecek her şey , zaten daha önce olmuş değilmidir?Şuanda geçen herşey daha önce de aynı şekilde geçmiş değilmidir?...Zamanın hep varolduğunu , sonsuza dek geriye uzandığını düşünün..Böyle sonsuz bir zamanda , dünyayı oluşturan bütün olayların yeniden bir araya gelişleri,sonsuz kereler kendilerini yinelemeleri demek olmuyormu?"

Irvın Yalom'un kurguladığı ve gerçek karakter ve mekan içeren bu ünlü diyalog , Nietzsche'nin benzersiz öğretisi olan ebedi yinelemeyi tanımlar gibidir.



Mehmet BERK
zerdustoloji_ustbannicmeht.gif
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Üstinsan (übermensch) Kavramının Açılımı

Üstinsan doktrini , Nietzsche'nin felsefesinin zirvesini oluşturur. Çünkü insanı , nihilizm belasından kurtaran amaç , kendini Nietzsche'de üstinsan doktrini ile bulur. Üstinsan , yani Dionysos tip , insandan öte bir türdür ve henüz dünyaya gelmemiştir lakin tohumları atılmıştır.Doğayı , bir heykeltraşa benzetirsek , yere dökülen parçalar insan , oluşan heykel ise üstinsandır.

Ünlü heykeltraş Rodin'in bir sözünü hatırlatmak isterim : "Aslolanı tuttum , gereksiz olanı çıkarıp attım!"

Bu söz , doğanın Üstinsan deneyini özetler niteliktedir.Doğa aslolanın tutup , gereksiz olan insan parçalarını atmakta , birer birer yoketmektedir. Hedef ; Üstinsandır!

Peki üstinsan nedir?
Nasıl birşeydir?

Zerdüşt , söylemine şöyle başlar ;

"İnsana göre maymun nedir? Gülünecek birşey yada acı bir utanç..İşte üstinsana göre de insan aynen böyle olacak ; Gülünecek birşey ya da acı bir utanç!"

...ve Nietzsche , şu ana kadar dünyaya üstinsanın gelmediğinişu sözlerle açıklar ;

"Şimdiye kadar üstinsan dünyaya hiç gelmedi.En büyük ve en küçük insanı çırılçıplak gördüm.Hala birbirlerine pek fazla benziyorlar.Hakikaten , en büyüklerini bile hala pek insanca buldum."

Üstinsan , evrim halkasında insandan öte bir türdür. Üstün bir tür , doğanın yaratma deneyinde en son amaçtır. Şu ana olafelen tüm oluş zincirinin amacı , üstinsandır ve insan , üstinsan türüne en yaklaşan canlı türüdür.

Her ne kadar fizyolojik olarak insanoğlu evrimini tamamlamış gibi görünse de , düşünsel ve zihinsel olarak insanın çok eksiği mevcuttur...ve hala bir parça hayvanca yaşar.Bu eksiklerin birer birer giderilmesi , üstinsana ulaşma yolunda büyük adımlar atmaktır.

Bu tür , kendi hayatıyla birlikte tüm insanlık tarihini baştan sona onaylayacak , "oluş" da bir zorunluluk olarak görecek , coşku ve aşkınlıkla değer yaratıp hükmedecektir.Nietzsche'nin "kanun koyucusu" olarak nitelendirdiği üstinsanda , ebedi dönüş , kader sevgisi , masumiyet , çocukluk , şiddet , acı ve keder ... hepsi bir bütünlük kazanır.

Hepsini kendinde tekleştiren ve "iyinin ve kötünün" ötesinde yer alan bir tavırla , ahlaktan tamamen bağımsızlaşmış bir düşünüş yapısıyla yeryüzüne hükmedecek , kısacası yeryüzünün tek anlamı olacaktır.

Varoluş zincirinin her türlü duygu durumunu kendinde barındırarak onayan üstinsan , Nietzsche'nin deyimiyle varoluşla Dionysos-vari bir birliktelik , bir uyum içinde olmaktadır.

Daha önceki yazılarımda , Zerdüşt'ün ilk konuşması olan "üç değişme üstüne" adlı mitsel söyleminin üzerinde durulması gerektiğini yazmıştım.Bu söylemde "çocuk" üstinsanı sembolize etmektedir ve oluşla uyum içindedir.

Varoluş zinciriyle uyum içinde olan üstinsan ,yada diğer deyimlerle "çocuk" veya "Dionysos tip" , her türlü acıyı olumlamayı başarabilmiş ve acıyı tabii bir zorunluluk olarak hazla karşılamasını becerebilmiştir.

Bu kavram , yani üstinsan doktrini , metafiziksel veya kurgusal bir kavram değildir.İnsanın düşünsel olarak ulaşabildiği , gerçek ve tabii son aşamadır.İnsanın Dionysos-vari Tanrılaşmasıdır.

Nietzsche'nin şöyle bir açıklaması vardır ;

"İnsandaki güçlü ve ulu olan herşey insanüstü ve dışsal olarak düşünüldü.İnsan kendini çok küçümsedi.Kendindeki iki yanı birbirinden ayrı iki alana böldü insan ; Değersiz ve güçsüz yanı ile güçlü ve şaşırtıcı yanını..İlkine insan dedi , ikincisine ise Tanrı!"

Bu açıklama , hayvan ile üstinsan arasında gerilen bir tip olan insanoğlunun hayvani ve Tanrısal yanına dikkat çekmektedir.

Nietzsche'nin yerinde ve ikna edici tesbitine göre , insanoğlu Tanrısal yanını kendinin dışında düşünmekle büyük bir yanılgıya düşmüş ve kendine yabancılaşmışdır.Kendi gücünün ve şaşırtıcı yanının farkında olamayan insanoğlu , bu yanını kendi dışında bir Tanrı yaratarak tanımlamış , kendi gücünü ve güç istencini tanımlayan bu Tanrı veya Tanrılara da tapmıştır.

Nietzsche'nin , Dionizik tip olarak nitelendirdiği üstinsanın genel özelliklerini , Güç istenci adlı eserinin 1050. aforizmasında şöyle özetlemiştir ;

"Dionizik kelimesinin manası şudur : Birliğe itilim duygusu ,kişiliğin, günlük olanın, toplumun ötesine, geçicilik uçurumunun ötesine uzanmak: Karanlık, daha dolu, daha değişken hallere doğru, ihtiraslı, acılı dolup taşma; hayatın topyekün karakteri olan, hep aynı kalan, aynı derecede güçlü, haz dolu olanın vecd ile onanması, hayatın en korkunç ve şüpheli niteliklerini kutsayıp iyi gören, neşe ve elemin, panteistce birlikte kabülü; çoğalmaya, verimliliğe, tekerrüre, ebedi istem; yaratmanın ve yoketmenin zorunlu birliği duygusu."

Bu tanımda dikkat çeken yer , "panteistçe birlikte kabulü" adlı bölümdür.Nietzsche'nin ateist olduğu görüşünün , O'nu yorumlayanlar tarafından idda edildiği düşünülürse , yorumu yapanların düştüğü çelişki gözler önüne serilecektir.




Mehmet BERK
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Güç İstenci [Kudret İradesi] Kavramının Açılımı

Hayatın en temel istenci olarak Nietzsche'de tanımlanan bu kavram , Nietzsche'ye Schopenhauer'dan miras kalmıştır ; Tüm evrenin , insan da dahil "tek bir istenç" tarafından yönetlmesi!

Güç İstenci , Nietzsche göre evrenin her türlü devinimindeki en temel istenç olmakla beraber ,tüm detayları mikro ve makro kosmosu kaplar.Tüm değişim ve dönüşümler , bu istencin farklı kisvelere bürünmüş halidir.Her detayda bu istencin izlerini yakalamak mümkündür.

Şöyle der Nietzsche Güç İstenci adlı yaptının sonunda ;

"...Bu dünya başlangıcı ve sonu olmayan güçten bir canavardır.Büyüklüğün , güç büyüklüğünün çelikten sabit bir toplamıdır.O , ne daha büyür ne de daha küçülür.Kendini tüketmez.Tersine sadece değişir ama bütün olarak değişmez derecede büyüktür."

Nietzsche'nin "dünya" üzerine yaptığı bu yorum , Güç İstenci adlı temel eserinin bitişindeki ünlü yorumdur.Kimi yorumcular , bu güçlü yorumun , Nietzsche'nin felsefesinin temeli olarak alınması ve felsefesinin analizini bu yolla yapmak gerektiğini düşünür.

Her türlü değişimin temel olan istençte asla bir azalma ya da artma yapmadığı düşüncesi , madde-enerji dönüşümünün sürekli olarak aynı kaldığı kanununu hatırlatır.Bu sebeple madde ve enerjinin birbirine , bütün halinde eksilmeden dönüşümü, genel manada güç istencinin değişmeyecek kadar büyüklüğüne yorumlanabilir.Dolayısıyla Nietzsche'ye göre her türlü oluşum ve değişim , güç istencinin ifadesidir.

Canlılar dünyasındaki tüm çekişme , çelişme , savaşım ve değişme, Nietzsche'ye göre bu istenç temelindedir.Nietzsche bunu şu sözleriyle ifade eder ;

"Ben nerede canlı birşey bulduysam , orada güce yönelik iradeyi gördüm.Hizmet edenin iradesinde bile , efendi olmanın iradesini gözlemledim..."

Canlı olan ne varsa , tüm davranışları bu temel istencin ifadesi olup , Darwin'in idda ettiğinden farklı bir durum oluşturur.Çünkü hayatın temel istenci Nietzsche'ye göre "hayatta kalabilmek" değil , iktidar sahibi olabilmektir.Özellikle de bu istencin köklerini antik yunanda bulmak mümkündür.Bu düşüncenin gelişmesinin sebebi , zaten Nietzsche'nin Sokrates öncesi Yunan felsefesini detaylı olarak incelemesine ve Sokrates öncesi Yunan felsefesine hayran olmasına bağlıdır.

Nietzsche'ye göre insanlar arasında bir güç hiyerarşisi vardır.Bu hiyerarşi , gücü isteme bazındadır.Bu sebeple daha az güçlüler , güçlülere hizmet eder fakat bu hizmetteki amaç daha güçlü olabilmektir.Bu durumu Nietzsche şöyle açıklar ;

"Daha güçlü olana daha zayıf olanın hizmet etmesi ; bunun için onu iradesi ikna ederki zayıf olan üzerine hükmetsin.Sadece bu o zevkten vazgeçemez.Nasıl daha küçük olan daha büyük olana kendisini verirse , en küçük olandan zevk ve güç alması için , tıpkı bunun gibi en büyük olan da kendini kudret uğruna verir , hayatını bunun için kullanır. Bu , en büyük olanın kendini teslim etmesi , vermesi , onun riziko ve tehlikelerle ölüm için zar atmasıdır."

Nietzsche , güç istencinin anlaşılması ve yerinde olarak kavranmasına engel olan bazı konulardan bahseder. Nietzsche'ye göre bunların başında "mutluluk duygusu" gelir.Mutluluk duygusu gerçekte güç istencinin bir yan ürünü olmasına rağmen , yabancılaşmış (Decadence) ruhların tanımlamasıyla hayatın amacı olarak adlandırılır. Bu sebeple insan , hayatta sadece mutluluğu aramalıdır.Huzur ve mutluluk için çaba sarfeden insan , böylelikle asıl olan hayatın ittirici gücünü , devindiricisini yadsımış ve uzaklaşmış olur.

Bu konuda Nietzsche'nin yorumu şöyledir ;

"Mutluluk hedef değildir.Tersine kudret duygusu hedeftir.İnsanın ve insanlığın içinde müthiş bir güç kendini deşarj etmek , yaratmak istemektedir.O, hiçbir zaman mutluluk hedefi olmayan patlamaların kesintisiz zinciridir."

Diğer bir engelleyici durum ise zevktir.Nietzsche'ye göre "bozulan ruhlar" , zevki amaç edinip dünyaya çürümüş gözlerle bakmaktadır.Nietzsche bu tip insanları "tiksinti verici" olarak tanımlar.Hayattaki amacı zevk olarak tanımlamak ve her türlü zevki , bu dünyanın nimeti ve tadılması gereken birşey gibi algılamak büyük bir hatadır.İnsanı gerçek amaçtan soyutlayarak zevk gibi bir "yan ürün"ün
hakimiyeti almak , Nietzsche'ye yozlaşma (decadence)'nin en tekin etkisidir.

Zevk hakkında Nietzsche şöyle yorumda bulunur ;

"İradenin tatmini değilidir zevkin sebebi..Tersine irade ileriye gitmek ister ve kendine engel olan herşeyin üstesinden gelmeye çalışır.Zevk hissi düpedüz iradenin tatminsizliğinden ortaya çıkar.Onun rakipsiz ve dirençsiz olarak yeterli doyuma ulaşamamasıdır."

Son olarak güç kavramına gelmek istiyorum...Yüzeysel okuyucular genel olarak güç kavramını , maddi zenginlik , para ... türü şeylerce algılar ve yorumlar.Fakat Nietzsche'de tasarlanan ve en temel istenç olarak tanımlanan bu ifade , günlük hayatta kullanılan güç tanımından çok daha derin ve geniş kapsamlıdır...ki tüm gerçekliği kaplar.

Nietzsche'ye göre herşey doğadaki güç dalgalarının bir yansıması , etkisidir.Bilincimize etki eden bu itici güç , her insanda farklı olarak adlandırılsa da , o değişmez olarak kalan bir bütün olmayı sürdürür.

Öyleki Nietzsche ; "bilgelik" için "ışık" isteyen ruhlara şu bilgiyi verir ;

"...Sizin için de bir ışık istermisiniz siz en gizli olanlar , en güçlüler , en korkusuzlar , en yarıgecemsiler?.Bu dünya güce yönelik iradedir.Bunun dışında hiçbirşey değildir.Bizzat siz de güce yönelik olan bu iradesiniz.Bunun dışında hiçbirşey değilsiniz!"

Görülen o dur ki , Nietzsche güç kavramına çok büyük ve ilahi bir değer yüklemektedir.Bu sebeple okuyucuların anlama bazında çok dikkatli olmaları gerekir.Güç kavramına yüklenen değer, asla ama asla yozlaşmış bir hayat anlayışının ürünü olarak para , mülk ... vs gibi algılanmamalıdır.Çünkü Nietzsche'ye göre bu , yozlaşmışlığın ifadesidir.


Mehmet BERK


nietzsche.gif
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Sonsuz Dönüş Kavramının Açılımı

Sonsuz dönüş, varoluşun tüm acılarını kutsal bir evet ile onaylayıp , üstinsana giden yolda varoluşla ilgili tüm kaygıları ortadan kaldırmayı sağlayan bir öğretidir. Nietzsche'nin , bilimsel bir temele yerleştirmek istediği fakat ömrünün yetmediği bu öğreti , aynı olanın sürekli "yinelenmesi" ve bize "yenilenme" gibi görünen bir fenomendir.

Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi , Nietzsche , hayatın yaratış ve yıkış süreçlerini Apollon ve Dionysos kavramlarıyla açıklamıştır. Antik Yunan felsefe ve mitotolojisinden fazlasıyla etkilenen Nietzsche'ye göre , Yunanlılar , tariht bu gerçeğin sezisini (sonsuz dönüş) defalarca yakalamışlardır.

Tam da bu ifadeyle sonsuz dönüş , hayatın mutlak iki özelliği olan yaratı ve yıkım özelliklerini topyekün onaylama durumudur. Bu onaylamanın iradesidir. Bu Tanrısal gücü edinebilmektir. Çünkü Nietzsche'ye göre , enerjinin varlığını sürdürmesi ilkesi ebedi tekrarı gerektirmektedir.

Sonsuz dönüş ile ilgili olarak Nietzsche şöyle der ;

"En yüce gücü sağlamaya yönelik böylesine gelip geçici bir düşünce örneği : Yazgıcılık! Onunda en uç şekli: Sonsuz Dönüş!"

Yazgıcılığın en uç şekli olan bu düşünüş , aslında güç istencinin en güçlü adımlarını atmaya yarayan bir itici güçtür. Mutlak güce ulaşmayı sağlayan bu karşı konulmaz istek , kendisini iyinin ve kötünün ötesinde tutarak , ahlak bağımsız bir şekilde her ikisine de hükmedebilme özelliği kazandırır.

Bu konuda Nietzsche şu açıklamayı yapar ;

"Güçler dünyasının dinlenmeye zamanı yoktur.Gücü ve hareketi her an , aynı büyüklüktedir.Dünyanın ulaştığı durum ne olursa olsun , güç dünyasının bu duruma ulaşmış olması gerekir.Bu bir kez değil , sayısız kez yinelenmelidir.Böylelikle şu an yaşadığımız an , birçok kez ulaşılmış olan bir andır."

Böylelikte Nietzsche, sonsuz dönüşün mantığını bizlere açıklamış olur. Yaşadığımız anı, aslında daha önce birçok kez yaşadığımız ve sonsuz kere yine yaşayacağımız sonucuna ulaştıran bu öğreti , Nietzsche'nin felsefesinin en temel taşlarından birini teşkil eder.

Bu düşünüş tarzı , aslında sadece insan hayatıyla ilintilendirilmemelidir. Çünkü evrenin temelinde ebedi yineleme yasası geçerlidir. Doğadan olan bir varlık olarak insan da , dolayısıyla bu yasaya tabii olmuş olur.

Bu öğretiyi anlayabilmek ve bu anlayışla birlite onaylayabilmek , kabul edebilmek oldukça zordur. Zira Lou Salome , "Friedrich Nietzsche" adlı eserinde bunu şöyle dile getirmiştir ;

"Sonsuz Dönüşü ve onun bütün sonuçlarının keskinliğini kabul etmek için gösterilen çabanın , Nietzsche'nin sinirlerini yıprattığını ve onun çıldırışına sebep olduğunu her zaman düşünmüşümdür."

Nietzsche'nin hayatının son 10 yılını çıldırmış bir halde geçirmesine sebep olan düşüncenin Sonsuz Dönüş olduğu doğru mudur bilinmez lakin , sonsuz dönüşü ve etkilerini tam anlamıyla kavrayabilmenin çok zor olduğunu kabul etmek gerekir.

Öyleki bu düşünce hakkında sayısız yorum ve düşünce vardır. Her yorumcunun kesin yorumlarla birbirinden uzaklaşması , kanımca bu düşünüşü anlamanın zorluğunu ortaya koymaktadır.

İnsanın , tüm yaşadıklarının daha önce defalarca yaşanmış olması ve sonsuza dek , tekrar kere yaşanacak olması kolay kalullenebilinecek bir şey değildir. Bu düşünceye , sadece belirli bir güç seviyesine ulaşmış olgun bireyler katlanabilecek ve tarihin tüm çıkış ve iniş süreçlerine evet diyebilecekleridir.

Bu bir büyüklüktür ve bu Nietzsche'ye göre "tüm büyüklüklere korkunçluk dahildir.Bir insan bunun için kendini suçlamamalıdır."Nietzsche , sonsuz dönüş olarak adlandırdığı bu öğretisiyle alakalı olarak şunları kaydeder ;

"Benim felsefem sonunda her bir düşünce tarzının mahvolacağı muzaffer bir düşüncedir.O , büyük terbiye edici düşüncedir.Ona katlanamayan ırklar mahkum edilmiştir.Onu en büyük hayırseverlik olarak hissedenler , egemenlik için seçilmişlerdir."

Nietzsche'ye , hiç ummadığı bir zamanda , hiç umulmadık bir şekilde gelen ve beyninin her bir hücresine adını yazdıran bu düşünüş , ilk kez Nietzsche tarafından "şen bilim" adlı eserinde dile getirilmiştir. Şen Bilim adlı eserinde Nietzsche , bu düşünüş hakkında şunları kaydeder ;

"Eğer bir şeytan gece gündüz seni izlese , en gizli düşüncelerine girip şöyle derse ne olurdu : Yaşamakta olduğun ve yaşamış olduğun bu yaşamı bir kez daha ve sayısız kez yaşamak zorundasın.Yeni bir şeyle karşılaşmayacaksın , tersine herşey aynı olacak..."

Bu cümlelerle başlayan yazısı, Nietzsche'nin sonsuz dönüş hakkındaki ilk heyecanını yansıtmaktadır. Zira ilk kez okuyucusuna , büyük bir heyecan ve istekle bunu açıklamıştır. Özellikle de o dönemde dostlarına yazdığı mektuplarda bunu gözlemlemek mümkündür.Bu düşünüşü , "doğrulamanın en üst formülü" olarak gördüğünü kaydediyordu.

Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserinde , bu düşünceyi üstinsana giden zorlu yolda bir iştah açıcı olarak gördüğünü sözleyen Nietzsche , yine aynı eserde şunları kaydetmektedir ;

"Her an yeniden başlar varlık, "ora" denen top döner her "bura"nın çevresinde... Orta yerdedir. Eğridir yeri sonrasızlığın!"

Bu düşüncenin keskinliği, insanın anlama içgüdüsünü gözönünde bulundurursak oldukça yorucudur. Bunu Nietzsche'de kabul eder. Bunu eserlerinin bir çok yerinde beyan etmekle birlikte, bu düşünce üzerine çıldırdığı bile düşünülür. Zaten Nietzsche'yi yorumlamaya çalışan birçok yorumcunun birleştiği tek nokta , Nietzsche okumanın çok tehlikeli olduğudur. Zira okuyucu, Nietzsche'de kendisini / özünü bulabileceği gibi , bilincini yitirebilir ve en temel değerlerini ani bir yıkımla yıkarak , delilikle dahiliği ayıran büyük uçuruma sürüklenebilir.



Mehmet BERK
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Nietzsche ve Tanrı'nın Ölümü

Friedrich Nietzsche'nin varoluşa yönelik en büyük amaç ve umut olarak ortaya koyduğu Üstinsan (Übermench) kavramının çıkış noktası, insanınlığın ortak ve içsel dünyasında gerçekleşen bir krizdir "Tanrı'nın ölümü!"... Bu kriz, Nietzsche'nin ölümünden bir asır sonra bile hala daha tartışılmaktadır. Kimi yorumcular, Nietzsche'nin insanlığa dair tanımladığı bu krizi ateizme yormuş, kimileri bu krizi Hristiyanlık'a karşı özel bir ayaklanma olarak görmüş, kimileri de nihilizmle insan varlığının ve özünün değerinin dibe vurmasını tanımlayan bir slogan olarak algılamıştır.

Bu tür faklı görüşlerin sebebi, elbette yine Nietzsche'den kaynaklanmaktadır. Çünkü hiçbir zaman anlaşılma kaygısı taşımayan Nietzsche, farklı konuları ayrı ayrı ve farklı eserlerinde -kimi zaman çelişkilerle- ele alan Nietzsche, eserlerini tümcül bir yaklaşımla okumayan okuyucuları fazlasıyla yormuş, yanlış çıkarımlara itmiştir. Belki de bu sebepledir ki, en uç kitleler ve gruplar dahi -örneğin Anton Lavey ve müritleri, ...ve Neo-Naziler, hatta kimi Heavy Metal müzik grupları, Anarşistler-, Nietzsche'nin "Tanrı'nın Ölümü" savını / sloganını farklı boyutlara çekebilmiş, özü itibariyla değeri ve hiçbir anlamı olmayan yorumlar yapabilmişlerdir. Bu sebeple "Tanrı'nın Ölümü" krizinin açık ve net bir şekilde yorumlanması, oldukça zordur. Belki de bu kadar uç noktalarda bu kadar farklı algılanan tek düşünür Nietzsche'dir. Adolf Hitler'in siyasetinde yorumlanmasından, Mussoloni'nin vahşetinden de anılır olmasından tutun da, günümüz saygın felsefecilerinen Ahmet İnam'ın "Gönül Felsefecisi- Mümin" olarak yorumu, oldukça ilginçtir.

Konunun Nietzsche'yi yorumlayanlar tarafından tartışılmayan tek ortak noktası, Nietzsche'nin, nihilist bir dünya anlayışının dönemde ve dönemin sonrasındaki dünyada, toplumsal açıdan büyük yıkımlara neden olacağını haber vermesi ve yeni bir kutsal anlam / değer arayışına girmesidir. Nietzsche'nin ortaya koyduğu trajik felsefenin başlangıcı, Tanrı'nın ölümünün ilanıyla başlar. Fakat ortada fazlasıyla yanlış anlaşılan önemli bir detay vardır; Tanrı'yı öldüren Nietzsche değil, tersine insanlıktır. İnsanoğlu, yaşamın değerini her asırda biraz daha küçültmüş, varoluşunun en temel şartı olan Tanrı'ya inancı lekelemiştir. Hayata, yaşama atfedilen her türlü değer ve anlam, oysaki Tanrı inancıyla oluşturulmuştu. Fakat insanoğlu öyle bir noktaya gelmişti ki, en kutsal yaşama azmini bulduğu inancını kaybetti. Bu sebeple insanoğlu kendine gitgide yabancılaştı.

Nietzsche, insanlığın bu dramatik yazgısını önceden kestirebilmişti. Bu kutsal ilanın zamanı olmadığını bile bile, kendini anlayabilecek kulaklar arayıp durdu. Değer krizinin ilanını ve Tanrı'nın ölümünü belki de isteyecek en son kişiydi. Fakat Nietzsche'nin tabiriyle bir "kaçık", günün birinde, öğle öncesi aydınlığında elinde feneriyle pazar yerinde "Tanrı'yı arıyorum!..." diye bağırana kadar bu sesi kimse işitmemişti. İşitenlerde hep duymamazlıktan geldi. Bir asırı geçkin bir süredir insanlık bu çığlığı yeni yeni anlamakta; Fakat ardında iki büyük dünya savaşının ağırlığını, yorgunluğunu taşıyarak... Yeniden ve panik şekilde toparlanmaya çalışarak... Belki de dünya tarihinde en çok o dönem Tanrı unutulmuştu.

Nietzsche, Şen Bilim adlı eserinde Tanrı'nın öldüğünü bir kaçığın ağzından şöyle duyurur;

"Öğle öncesi aydınlığında bir fener yakan, pazar yerinde koşarkan durmadan 'Tanrı'yı arıyorum...Tanrı'yı arıyorum..." diye bağıran kaçık adamı duymadınız mı? Oradakilerin çoğu, Tanrı'ya inanmayanlar olduğu için onun böyle davranması, büyük bir kahkahanın patlamasına yol açtı, onu kışkırttılar. 'Ne, yolunu mu şaşırmış?' diye sordu birisi. Bir başkası 'Çocuk gibi yolunu mu kaybetmiş' dedi. 'Yoksa saklanıyor mu bizden?', 'Bizden korkuyor mu?', 'Yolculuğa mı çıkmış?', 'Yoksa göçmüş mü?'. Onlar birbirine böyle bağırarak güldüler..."[1]

Kendine yabancılaşmış, hastalıklı bir Tanrı'nın ölmesi zaten normaldi. Doğumundan itibaren insanı günahkar sayan, insanlara acıyan ve onlara acımalarını öğütleyen bir Tanrı; Tüm hakikati öte dünyaya göçeren. Özellikle Hristiyanlık'a karşı büyük bir mücadele veren Nietzsche bu tavrı, Katolik tarihçiler tarafından hep çarpıtılmış ve Hristiyanlıkla birlikte tüm dinlere karşı bir tavır sergilenmiş gibi bir lanse durumu sözkonusu olmuştur. Oysa Nietzsche, kökenini soygu içgüdülerden alan yaşamı sıkı sıkıya "Kutsal bir evet" ile onaylayan, hayatın gelişimini sağlayan tüm dinlere büyük bir saygı göstermişti.

"Bizi farklı kılan, tarihte, tabiatta veya tabiatın arkasında hiçbir Tanrı tanımamamız değil, Tanrı diye hürmet edileni, Tanrı'ya benzer bulmamamızdır! Bunun yerine acınası, , garip, zararlı olduğunu ve yalnızca hata değil, yaşam karşısında suçlu olduğunu bulmamızdır!..." [2]

Nietzsche'nin bu sözleri, bizzat Hristiyan inancını hedef alır. Nietzsche "Tanrı'yı yadsıyoruz" derken bile, akabinde Hristiyanlık'tan bahsedip, niyetini ortaya koyar. Peki neden Hristiyanlık'a karşı böylesine bir öfke taşımaktadır? Bunun cevabını yine Nietzsche verir;

"Bana göre Hristiyanlık , yozlaşmanın en uç biçimidir ve algılanabilecek nihai bir yozlaşmanın istemine sahiptir!" [3]

Bu noktada ülkemizin saygın felsefecilerinden Prof.Dr.Ahmet İnam'dan bir alıntı yapmak istiyorum;

"Nietzsche bana göre dinsiz bir adam değil. Tanrı öldü diyor ama o tamamen Hıristiyanlıkla kavgası olduğu için. Bir güce inanıyor. Nietzsche’nin Tanrı’ya inandığını söyleyebilirim. Orada bizim gücümüz var. Batı’nın Nietzsche’sini ben kendi gözümle yorumlayabilirim. Hüzzam makamında ona şarkı yazabilirim. Sanki Nietzsche deyince mutlaka senfoni yazmamız gerekiyor. Türkü de yakabilirim. Onun ıstırabını anlayabiliyorum. Dolayısıyla ben Nietzsche’yi hep kafasında fes, bizim 19. yüzyıl İstanbul’unda yaşayan bir insan olarak düşünürüm. Bana Nietzsche dervişvâri biri gibi gelir..." [4]

Tanrı inancı, insanlığın ilkel çağlarından bugüne insanlığın en temel ideali, değeri, anlamı olmuştur. İnsanlık, sadece Tanrı inancı ile hayata tutunabilmiş, semboller dünyasında kendine bir amaç, bir hedef belirleyebilmiştir. Özellikle de Aydınlanma hurafesi* adı altında süregelen içi boş serüvenle birlikte insanın her geçen gün kendine yabancılaşması, eş zamanlı olarak dönemin Avrupa'sında Hristiyanlık'ın her geçen gün insanın değerini alçaltması, Tanrı'yı ölüm döşeğine bizzat mahkum eden önemli sebeplerdendir.

En kutsal, en yüce değerini hergeçen yitiren insanoğlu, nihilizmin varlığın özünü hiçe indiren, hakikati yoksayan bataklığına saplanmış, yeni bir değer, yeni bir anlam arayışına girişmiştir. Zerdüşt, bu noktada yeni bir anlam tasarısı içine girerek dağından şehirlere iner. Lakin kimse Tanrı'nın öldüğünü duymamıştır. Dağdan inerken karşılaştığı mümin ihtiyar bile...;

"Zerdüşt dağdan yalnız olarak indi ve yolda kimseyle karşılaşmadı. Fakat ormana ulaştığında, karşısına ormada ağaç kökü toplamak için mukaddes kulübesinden ayrılmışbir ihtiyar çıktı... "Peki bir ermiş ormanda ne yapar?" diye sordu Zerdüşt. Ermiş şöyle dedi : "Şarkılar söyleyerek, ağlayrak, gülerek ve hatta homurdanarak benim olan Tanrı'yı överim... Ayrıldı ermişle Zerdüşt iki çocuk gibi gülümseyerek. Ne ki yalnız kalınca Zerdüşt, kendi kendine şöyle seslendi : Mümkün olabilir mi böyle bir şey? Henüz işitmemiş olabilir mi ormanda yaşayan bu mukaddes ermiş, Tanrı'nın öldüğünü?" [5] **

Mümkündü... Tanrı'nın öldüğünü ormandaki ermişten tutunda şehirdeki panayırın sineklerine kadar kimse duymamıştı. Uzun bir zaman aralığında da kimse duymayacaktı. Fakat Nietzsche'nin de yanıldığı bir nokta vardı; Yozlaşan Tanrı / Allah inancını eleştirip, Tanrı'nın öldüğünü yüzyıllar öncesinden "Enel Hakk" diyerek ilan eden, bu hakikati bizzat dile getirip derisi yüzülerek öldürülen insanlar vardı. Öyle ki Nietzsche henüz doğmamışken, Anadolu'da birileri insandan ötesini tasavvur edebilmiş; Amacı mutlak yaratıcıyla tümleşme yolunda, "İnsan-ı Kamil" olarak ortaya koyabilmişlerdi. İnsanı Hakikat kapısını aralamaya çağıranlar, Nietzsche'den önce çok can yitirmişti.***

Fakat Nietzsche, özü itibariyle İslam'ın özüne saygı duyduğunu, hayata ve insana verdiği "erkekçe" değer dolayısıyla Hristiyanlığı binlerce kez küçümsemeye hakkı olduğunu dile getirmiştir; Kendini Hristiyanlığa karşı Deccal olarak ilan ettiğinde bile...;

"Eğer müslümanlık , hristiyanlığı küçümsüyorsa bunu yapmakla binlerce kez haklıdır. Çünkü müslümanlık insana değer verir (...) Hristiyanlık , eski kültürün mirasını bizden çaldı.Sonra da bizi , İslam kültürünün mirasından yoksun bıraktı.Temelde bize , Grek ve Roma'dan daha yakın olan ve doğrudan duyu ve zevkimize hitap eden İspanya'nın muhteşem Magribi kültürü ayaklar altında çiğnendi.Neden? Çünkü soyluydu , çünkü kökenlerini insanca içgüdülerden alıyordu." [6]

İnsanoğlu artık katildi ve eline bulaşan, Tanrı'nın kanıydı. Belki bir kaçık bunu ifade etmeye çalıştı, lakin zamansızdı, daha gelmemişti büyük öğle; Ve dağdaki yalnız çınarın beklediği yıldırım. Nietzsche'nin dilinden konuşan o kaçık, insanı , değer yıkımından dolayı altüst edecek, hiçleştirecek geleceği görebiliyordu. Ve şöyle diyordu, kendini alaycı gözlerle izleyen panayırın sineklerine;

"O'nu biz öldürdük, sizlerle ben! O'nun katiliyiz hepimiz. Ama bunu nasıl yaptık? Denizi kim içebilir? Bütün çevreyi silmemiz için bize bu süngeri kim verdi? Onu güneşin zincirlerinden kurtarırken ne yaptık biz yeryüzünde? Nereye gidiyor şimdi dünya, biz nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Sürekli, boş yere geriye, öne ve yana, bütün yönlere atılıp durmuyor muyuz? Üst alt kaldı mı? Sanki sonsuz bir hiçte yolumuzu yitirmiyor muyuz? Boş uzayın soluğunu duymuyor muyuz? Hava giderek soğumuyor mu? Giderek daha çok, daha çok gece gelmiyor mu? Öğleden önce fenerleri yakmak gerekmiyor mu? Tanrı'yı gömen mezar kazıcılarının çığlığından başka bir ses duyuyor muyuz? Tanrı'nın çürümesinden başka bir koku duyuyor muyuz? Tanrı öldü! Tanrı öldü! O'nu öldüren biziz! Bütün katillerin katili olan biz, nasıl avunacağız?" [7]

Tanrı artık ölmüştü, yine de insanlık yeniden onu diriltmeye, yeniden gerçek anlamını , değerini bulmasına günün birinde yönelecekti. Günün birinde mutlaka, gözyaşlarıyla birlikte Tanrı'ya yeniden şarkılar söylenecek, şiirler okunacaktı;

"Benim yüce düşmanım,
Benim mechulüm,
Benim cellat Tanrım!
Hayır!
Dön artık!-
Kabulümsün tüm ezanla!
Gözyaşlarım boşalıyor,
Bu boşalış sana!
...ve yüreğimin son alevi,
aydınlatıyor seni,
Lütfen, dön artık,
Benim meçhul Tanrım!
Benim acım!
Benim son talihim" [8]


Mehmet BERK

-----------------------------------

NOTLAR

*Prof.Dr.Fehmi Baykan'ın , "Aydınlanma Üzerine Bir Derkenar" adlı "Kaktüs Yayınları"ndan çıkan yapıtını anmadan geçemeyeceğim. Aydınlanma diye bir çağın hiç yaşanmadığını, bunun entellektüel bir hurafe olduğunu savunan Sayın Baykan, eserinde konuyu tüm detaylarıyla incelemiş ve güçlü deliller sunarak resmi (!) felsefe tarihinin yanlışlarla dolu olduğunu gözler önüne sermiştir.

** Alıntıyı yaptığım eserin çevirmeni Murat Batmankaya'nın dipnotu aynen aktarmak istiyorum : "Nietzsche Tanrı öldü derken, aslında Tanrı yok dememektedir. Tanrı'ya inanmıyorum da dememektedir. Aksine Tanrı öldü demektedir. İleri görüşlü bir şekilde çağa ve kendi özüne bakarak, o anki gerçekliğin bir bulgusunu tespit ettiğini düşünmektedir" [Karl Jaspers, Nietzsche-Einführung in das Verstandnis seines Philosophierens, 4.baskı, Walter de Gruyter, Berlin]

***Nietzsche'nin Dionizik tipi (Üstinsan) , İslam felsefesinde İbn-i Arabi, Mevlana, Hallac ... gibi mutasavvıfların ortaya koyduğu , benimsediği İnsan-ı Kamil kavramıyla büyük benzerlikler taşır. Konu hakkında elbette tartışılır, ilgili eleştirilenizi başlık altına yorum yaparak belirtebilirsiniz.


KAYNAKÇA

[1] Şen Bilim, P 125, S 130, Asa Yayınları
[2] Deccal, P 47, S 73, Gün Yayınları
[3] Deccal, P 62, S 103, Gün Yayınları
[4] Aksiyon Dergisi, Sayı 628, -18.12.2006-
[5] Böyle Buyurdu Zerdüşt, S 18-19, Say Yayınları
[6] Deccal, P 59-60, S 99, Gün Yayınları
[7] Şen Bilim, P 125, S 130, Asa Yayınları
[8] Böyle Buyurdu Zerdüşt, S 259-261, Say Yayınları
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Nihilizm ve Decadence

Nihilizm, varlığı yadsıyan ve dolayısıyla hayatı olumsuzlayan bir felsefi akımdır.Aslında hernekadar "felsefi" olarak tanımlandırsakta , birçoğumuzun günlük hayatının her karesinde bu kavramın etkisi vardır.

Nietzsche , "Güç İstenci" adlı yapıtında Nihilizm'i şöyle tanımlar ;

"Nihilizmin anlamı nedir? En üst değerlerin derğersizleşmesi. Hedef yok : 'Niçin'e yanıt verilebilinmiş değil."

İnsanoğlu , varolduğu günden beri inançlarıyla yaşamıştır.İnanç , önceleri animistik bir şekildedir. Büyü kavramının etkinleşmesi , Frazer'e göre "din"i doğurmuş ve insanlığa büyük atılımlar gerçekleştirmiştir.

İlkel çağlarda din ve hayat iç içedir.Birbirinden ayrılamaz.Sonraları düşünüş , tamamen dinin tekeline girmiş , dinsiz bir düşünüş mümkün olmamıştır.Felsefe ve din , dolayısıyla bilim , birbirinden ayrılmaz bir bütünün parçaları olmuşlardır.

Sonraki dönemlerde ise bilim ve din birbirinden ayrılmış , farklı kulvarlarda yer almışlardır. Bilimsel düşüncenin kökeni dinsel inanışa dayasa da , düşüncenin evrimi doğrultusunda / dolayısıyla farklılaşmışlardır.

Din dogmatik bir yapıdır. Bilim ise tersine şüpheciliği ve sorgulayıcılığı ilke edinir.Dinin tekelinden kurtulan bilim , özellikle de sonuçlarıyla insanlığın en üst değerleri olan dinsel inanca tarihte darbeler vurmuş , bu durum dolayısıyla da insanlık değer yıkımına sürüklenmiştir.

Bu durumu Sigmund Freud şöyle açıklar ;

"Zamanın akışı içinde insanlık , bilimin ellerinden gelen darbelerle iki kez , naif öz sevgisinin incinmesinin acısını yaşamak zorunda kalmıştır. Birincisi , Dünya'nın evrenin merkezinde olmadığını , akıl almaz büyüklükte bir dünyalar sistemi içinde sadece bir nokta olduğunu anladığında...İkincisi , biyolojik araştırmalar özel yaratışlmışlık ayrıcağını elinden alıp soykütüğünü hayvanlar alemine düşürdüğünde..."

En kutsal değerlerine yine kendisinin kara çaldığı insanoğlu , tarihte kimi dönemler anlam yitimleri yaşamış , bu kendisini yeni arayış ve değer tanımlamalara itmiştir. Bilimin ve felsefenin ulaştığı sonuçlar , günden güne insanın değerini kendi gözünde yitirmesine sebep olmuştur.

Bu dönemlerin ardından başgösteren Nihilizm , varlıktaki "olmayan" anlamı yeniden tanımlama çabasının "boşunalığı" sebebiyle insanlıkta derin yaralar açmış , değerler dünyasının kaosa sürüklenmesine yol açmıştır.

İnsanı kendisine yabancılaştıran varlığın yadsınmasına dayalı nihilizm , Nietzsche'nin felsefesinin temelini oluşturur.Bazı kaynaklarda geçenin aksine Nietzsche nihilizmi savunmaz , ona adeta savaş açar.

Nietzsche'nin tek derdi , hayatı yüceleştirmek ve insanlığa yeni ve kutsal olan bir anlam katmaktır."Böyle Buyurdu Zerdüşt" adlı eserinde şöyle der Nietzsche ;

"Bakın! Size "Üstinsan"ı öğretiyorum.Üstinsan yeryüzünün anlamıdır. İsteminiz desin ki ; Üstinsan yeryüzünün anlamı olacaktır!"

Nietzsche , değer yıkımlarının insanda açtığı derin tahribatları onarmak için çırpınır.Acı verici bir dürüstlükle insandan başlayarak , varolan ve yozlaşmış değerlerin kökenine inerek , onların gerçek yüzünü açığa çıkarır.Maskelerini bir bir düşürür.

Yukarıda bahsini ettiğim sebeplerden dolayı insanlığın artık Tanrı'ya inanmadığını kaydederek , Tanrı'nın öldüğünü ilan eder.Çoğu felsefei kaynakta Nietzsche için "Tanrı'yı öldüren düşünür" tanımlaması yapılsa da , aslında Tanrı'yı öldüren Nietzsche değil , insanlığın bizzat kendisidir.

İnsanlık artık ya açık açık Tanrı'yı inkar etmekte , ya da sadece çıkarına uygun olarak inandığını söylemektedir.Bu sebeple , Nietzsche'nin deyimiyle "tüm değerleri yeniden değerlendiliş"in vakti gelip çatmıştır.Nietzsche bu işe soyunur ve anlamı "Üstinsan" olarak koyar.

İnsanlık , nihilizm bataklığına saplanmış , artık gerçekliği ve gerçek dünyayı yadsımış , umudunu Hristiyan-vari bir şekilde öte dünya hayallerine göçertmiştir.

Nihilizmin bir sonucu olarak "Decadence" başgöstermiş , insanlık artık kendine yabancılaşmış bir şekilde , düştüğü bataklıkta yokolmak üzeredir.Nietzsche bu durumun kaygısını en fazla taşıyan düşünürdür.Yeniden anlam verme çabası içinde "iyi" ve "kötü"nün tanımını şöyle yapar Deccal adlı eserinde ;

"İyi olan nedir? -Kudret hissini , kudret iradesini , insanın içindeki kudreti yükselten herşey! Kötü olan nedir? -Zaaftan çıkan herşey!"


Nietzsche'ye göre , nihilistik yapı gösteren ve kendine yabancılaşmış olan , ayrıca tüm insanlığı kendisine benzetme güdüsüyle hareket eden "sürü" insanının tüm ahlaki yapıları derhal terkedilmelidir.Çünkü "sürü" insanı tüm hedefleri yoketmiş ve anlamsızlaştırmıştır.

Nietzsche bu durumu şöyle ifade eder ;

"Bütün hedefler yokedilmiştir. Değer biçmeler birbirlerine karşı cephe almışlardır. Yüreğinin sesine kulak verene iyi denilir.Ama sadece yükümüne kulak verene de iyi denilir. Yumuşak ve barışçıl olana iyi denilir.Ama nefsini yenen kahramana da iyi denilir. Kendine karşı cebir kullanmayana iyi denilir.Ama nefsini yenen kahramana da iyi denilir. Doğrunun kayıtsız şartsız dostuna iyi denilir.Ama saygınlığın insanına nesnelerin nurlandırıcısına da iyi denilir. Kendi kendine itaat edene iyi denir.Lakin sofu olana da iyi denilir. Kibar ve soylu olana iyi denir.Ama kimseyi horgörmeyene ve kimseye yukarıdan bakmayana da iyi denir. İyi huylu insana,mücadeleden kaçana iyi denir.Ama savaşçı olana da ve zaferi tutkuyla isteyene de iyi denir. Birşeyde ilk olmak isteyene iyi denir.Ama bir başkasından önde olmak istemeyene de iyi denir."

Nietzsche göre değerleri anlamsız ve çelişkiler yumağı haline getiren sürü insanı , insan neslinin yokolmasına dahi sebep olmak üzeredir...ve isteği üzerine tüm değerler öte dünyaya göçertilmelidir. Halbuki bu düşünce , gerçek hayatın yadsınması sebebiyle insanı önce nihilistleştirir, sonrada kalıcı bir hasarla decadence'e yani kendine yabancılaşmaya iter.

Nietzsche göre şimdiki tüm değerler , sürü değerleri olup "decadent"lerdir. Nietzsche'ye göre bu durum , Nietzsche'den sonraki yüzyıllarda daha iyi anlaşılacaktır. Nietzsche şöyle der ;

"Benim anlatacaklarım , önümüzdeki iki yüzyılın tarihidir.Ben neyin geleceğini , neyin olacağını anlatacağım , "Nihilizmin Yükselişini"..Bu tarih şimdiden anlatılabilir , çünkü zorunluluğun kendisi burada harekete geçmiştir."



Mehmet BERK
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Nietzsche'nin Felsefe Anlayışı

Nietzsche'nin felsefe anlayışı ve felsefedeki sistematik karşıtı tarzı, O'nu diğer filozoflardan ayıran en önemli özelliğidir. Öyleki kimi felsefe yorumcuları, Nietzsche'yi bir filozoftan çok bir düşünür olarak ele almayı yeğlemişlerdir. Bu durum, tamamen Nietzsche'nin felsefe anlayışının , genel manada filozoflardan büyük farklılık göstermesidir.


Özellikle de "İyinin ve Kötünün Ötesinde" adlı yapıtında kendi felsefe anlayışını , "ÇEKİÇLE FELSEFE YAPMAK" olarak tanımlayan aykırı filozof , genel manadaki felsefe anlayış ve düşünüş tarzını sertçe eleştirir. Bu felsefe anlayışına karşılık , "çekiçle felsefe yapma" düşünüşünü ortaya atar.

-Peki neden ve hangi sebeplere dayanarak sistematik ve genel manadaki felsefe anlayışına karşı çıkar?

-Böyle bir karşı çıkış , Nietzsche'yi felsefe anlayışının neresine koyar?

Şimdi bu konuyu , Nietzsche'den çeşitli alıntılarla incelemeye çalışalım.

Öncelikle şunu vurgulamakta yarar var : Nietzsche'ye göre felsefenin başlangıcı olan Antik Yunan ilk felsefi yozlaşma , Sokrates ile birlikte başlamıştır.Nietzsche bunu , her fırsatta dile getirmiş ve Sokrates'i defalarca ve sertçe eleştirmiştir. Bu karşı çıkışın asıl sebebi , felsefenin gerçeklikten tamamen kopup , nesnel dünyadan soyutlanıp , "bilinmesi mümkün olamayan" ile ilgilenmesidir.

Sokrates'den ve sonraki filozof nesli , gerçekliği yadsıma hastalığına tutulmuş , bu sebeplede gerçek felsefe , kendi özünden uzaklaşarak hayal dünyasının tutsaklığından kurtulamamıştır.

Böyle bir fesefe anlayışı , felsefenin gerçeklikten ve insanca duygu ve coşkunluklardan kopması sebebiyle , Nietzsche'ye göre yanlıştır. Böylelikle filozof , yozlaşır ve gerçek tarih anlayışından da uzaklaşır.Zira Nietzsche , "GÜÇ İSTENCİ" adlı yapıtında şöyle der ;

"Felsefe tarihi , hayatın ilk şartlarına , hayata değer duymaya , hayat lehine taraf tutmaya karşı gizli bir hiddettir. Felsefe , şimdiye kadar -hayata karşı- iftiranın en yüce okulu olmuştur."

Nietzsche göre felsefeciler , tarihten , fizyolojiden ve hedeften uzaktırlar. Tam da bu sebeplerle flozoflar , hayata karşı en büyük ihaneti yapar ve büyük bir yanılgıya düşerler. Yine aynı eserin 408.aforizmasında şöyle der Nietzsche ;

"Filozoflarda eksik olan nedir? 1.Tarihi anlama yetisi , 2.Fizyoloji bilgisi , 3.Geleceğe karşı bir hedef-Bütün ironi ve ahlaksal mahkümiyet olmaksızın eleştri yapmak."

Nietzsche'nin , filozoflara TARİH hususunda yönelttiği eleştri , kaydeğerdir. Nietzsche'ye göre filozoflar , kavramlar hakkında spekülasyon ve eleştri yaparken , bu kavramların kökeni ve nereden geldikleri hususunda bir birikime sahip olmadan yorum yaparlar. Böylelikle ortaya çıkardıkları sonuç , hatalı ve hayatı yadsımış bir sonuçtan öte birşey değildir.

Kavramların kökenini , nereden ve hangi fizyolojik ihtiyaçlar sebebiyle yaratıldıklarını anlamadan , araştırmadan kavramlara ilahiyet ve "kendinde şey" lik atfetmek , felsefenin bugünkü yozlaşmışlığının en büyük sebeplerinden biridir.

Felsefecilerin eksiklikleri , bununla da sınırlı kalmaz. Nietzsche'ye göre gerçek bir felsefeci , hayatı bizzat yaşayarak , öğüterek ve birebir onunla yüzleşerek felsefe yapmalıdır. Bunun ötesi , kavramlar arası sıkışmışlıktan daha fazlası değildir. Gerçek olan , bizzat bedenseldir ve her bedensel , nesneldir. Bu gerçeğin göz ardı edilişi , kavramların incelenmesindeki fizyolojik çarpıklığı dile getirir.

Yani bir felsefecinin fizyoloji bilgisi yoksa , kavramların en temelden kökeni inememekle birlikte , kendini boş metafizik hayallerle avutmasından başka birşey elde edemez. İnsanın biyolojik bir varlık olduğu halde , insana nesne-üstü , ilahi veya şeytani değerler atfetmek , onu gerçek olandan bağımsız olarak yorumlamak , felsefecilerin bizzat düşdüğü yanılgılardan biridir... ve bu durum , felsefenin bugünkü kendine yabancılaşmasının en büyük sebeplerindendir.

Nietzsche'ye göre gerçek felsefeci , her türlü mistik ve metafizik duygulardan arınmış , hayata nesnel bakabilen , kavramların insancıl kökenine inerek analizini yapabilen , hedefli bir çalışmayla insanlığı sürünün hakimiyetinden kurtarmayı amaçlayan , sanatçı ruhuyla değer yaratıp yıkabilendir.

Nietzsche , GÜÇ İSTENCİ adlı yapıtının "Felsefenin Eleştirisi" adlı bölümünde şöyle der ;

"Ben filozofun en güç idealini kurmalıyım.Öğrenmek ona hiçbir yarar sağlamaz. Bilgin , bilginin alanında bir sürü hayvanıdır ki o araştırır , çünkü ona emredilmiştir ve aratırması için talimat verilmiştir..."

Nietzsche'ye göre felsefenin gidişatı , ilerleyişi , en çokta ahlaki arka amaçlarla engellenmiştir. Yani felsefe , "ahlaki arka bir amaç" taşıdığında , kendine kendine en fazla zararı verir. Nietzsche'ye bu durum , adeta bir intihardır.



Mehmet BERK
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Nietzsche'den Seçme Aforizmalar

zerdustoloji_ustbannicmeht.gif


İnançlar hakikat düşmanları olarak, yalanlardan daha tehlikelidir.

*

Hoşlanmadığımız bir düşünceyi öne sürdüğü zaman bir düşünürü daha sert eleştiririz. Oysa, bizi pohpohladığında onu daha sert eleştirmek uygun olacaktır.

*

Sahip olunması zorunlu tek şey var: Ya yaradılıştan ince bir ruhtur bu, ya da bilim ve sanatlar tarafından inceltilmiş bir ruh...

*

Tüm idealistler, hizmet ettikleri davaların her şeyden önce dünyanın tüm öteki davalarından üstün olduğunu düşünürler. Kendi davalarının biraz olsun başarılı olması için, bu davanın tüm öteki insan girişimlerine gerekli olan aynı pis kokulu gübreye açıkca ihtiyacı olduğuna inanmak da istemezler.

*

Bir kez yürünmüş bir yola düşenlerin sayısı çoktur, hedefe ulaşan az ..



*

Küçücük bağışlarla büyük mutluluklar kazanmak büyüklüğün bir ayrıcalığıdır.

*

İnsan, diğer insanlardan hiçbir şey istememeye, onlara hep vermeye alıştığı zaman, elinde olmadan soylu davranır.

*

Acıların bölüşülmesi değil, sevinçlerin bölüşülmesidir dostluğu yaratan ...

*
Bir şeyden hoşlanmaktan söz edilir, aslında doğrusu, bu şey aracılığıyla kendinden hoşlanmaktır.

*

Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.

*

Hakikatin temsilcisinin en az olduğu zaman, onu dile getirmenin tehlikeli olduğu zaman değil, can sıkıcı olduğu zamandır.

*

Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz ki ...

*

Uygarlaşmış dünya ilişkilerinde herkes, hiç değilse bir konuda kendini başkalarından üstün hisseder. Genel iyiyüreklilik buna dayanır. Çünkü, durum elverirse herkes yardım edebilir, o halde bir utanç duymaksızın bir yardımı da kabul edebilir.

*

Yapacak çok şeyi olan insan inançlarını ve genel düşüncelerini hemen hemen hiç değiştirmeksizin korur. Aynı şekilde, bir ülkünün hizmetinde olan her insan ülkünün kendisine artık hiç kulak asmaz; onun buna zamanı yoktur. Demem şu ki, ülküsünün hala tartışılabilir olmasından yana olmak çıkarına aykırıdır.

*

İnsan dilediği kadar bilgisiyle şişinip dursun, dilediği kadar nesnel görünsün, boşuna ! Sonunda her zaman ancak kendi yaşam öyküsünü elde edecektir.

*

İnsanların tarih boyunca farkına vardıkları aşılmaz zorunluluk, bu zorunluluğun ne aşılmaz ne de zorunlu olduğudur.

*

Bugün artık kimse ölümcül hakikatlerden ölmüyor; çok fazla panzehir var.

*

Uygarlık tarafından yokedilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşıyoruz.

*

Sevilmiş olma isteği kendini beğenmişliklerin en büyüğüdür.

*

İnsanları şiddetle kendi üzerine çeken, bir oyunu her zaman kendi lehine çevirmiştir.

*

Çok düşünen ve uygulamalı düşünen, kendi maceralarını kolayca unutur, ama başından geçenlerin çağrıştırdığı düşünceleri hiç unutmaz.

*

Biri kendi düşüncesine bağlı kalır; çünkü ona kendi kendine ulaşmış olduğunu sanır. Öteki ise, onu zahmetle öğrendiği ve onu anlamış olmakla övündüğü için bağlıdır düşüncesine. Sonuç olarak, her ikisi de kendini beğenmişlik ...

*

İçine doldurulacak çok şey olduğu zaman, günün yüzlerce cebi vardır.

*

Bir düşmanla savaşarak yaşayan kişinin, düşmanını hayatta bırakmakta yararı vardır.

*

Açıklanmamış karanlık bir konu apaçık bir konudan daha önemli sanılır.

*

Sadece karşıtları cansıkıcı olmayı sürdürdükleri için, arada bir, bir davaya bağlı kalırız.

*

Bir insan kendini hep çok büyük işlere adadığında, onun başka bir yeteneğinin olmadığı pek görülmez.

*

Açıkça büyük amaçlar tasarlayan ve daha sonra bu amaçlar için oldukça yetersiz olduğunu gizlice kavrayıveren kimse, çoğu zaman bu amaçlardan vazgeçecek kadar da güçlü de değildir. İşte o zaman ikiyüzlülük kaçınılmazdır.

*

Gür ırmaklar kendileriyle birlikte bir çok çakıl ve çalı çırpıyı da sürükler; güçlü ruhlar da bir çok aptal ve mankafayı.

*

Bir insanın gerçekten ele almış olduğu düşünce özgürlüğü ile, onun tutkuları ve hatta arzuları da gizli gizli kendi üstünlüklerini göstereceklerini sanırlar.

*

Bir insan yoğun ve kılı kırk yararak düşündüğü zaman, sadece yüzü değil gövdesi de çekinceli bir havaya bürünür.

*

Ruh arayanda, hiç ruh yoktur.

*

İnsan yığınlarının davranış biçimlerini önceden kestirmek için, onların güç bir durumdan kendilerini kurtarmak için hiçbir zaman çok önemli bir çaba göstermediklerini kabul etmek gerekir.

*

İnsan kahkahalarla güldüğü zaman, kabalığı ile tüm hayvanları geride bırakır.

*

Eylem ve vicdan genellikle uyuşmazlar. Eylem, ağaçtan ham meyveleri toplamak isterken, vicdan onları gereğinden çok olgunlaşmaya bırakır, ta ki yere dökülüp ezilinceye kadar.

Aşk ve nefret kör değillerdir; ama kendileriyle birlikte taşıdıkları ateş yüzünden kör olmuşlardır.

*

İnsan hatasını bir başkasına itiraf ettiğinde unutur onu; ama çoğu kez öteki kişi bunu unutmaz.

*

Alev, başka şeyleri aydınlattığı kadar aydınlatmaz kendini. Bilge de böyledir.

*

Bir konu hakkında hazırlıksız sorguya çekildiğimizde, aklımıza gelen ilk düşünce çoğu zaman bizim kendi düşüncemiz değildir; ama bizim sınıfımıza, konumumuza ve soyumuza ait olan sıradan bir düşüncedir sadece. Öz düşünceler pek ender olarak su yüzüne çıkarlar.

*

Bizzat kendimizde olan bir değeri övdüğü, okşadığı zaman mucizeyi de, usdışını da kabul ederiz.
Yarı-bilim tam bilimden daha üstündür. O, sorunları olduklarından daha kolay görür ve bununla görüşünü daha anlaşılır, daha inandırıcı kılar.

*

Çok düşünen partici olmaya uygun değildir; o, parti arasında düşüncesini çok çabuk sızdırır.

*

Kötü belleğin iyi tarafı, aynı şeylerden bir çok kez, ilk kez gibi yararlanmaktır.

*

Bir kurbanın yoldaşı o kurbandan daha çok acı çeker.

*

ÖLÜMÜN SON İYİLİĞİ BİR DAHA ÖLÜMÜN OLMAMASIDIR.

*

BENİ ÖLDÜRMEYEN ŞEY BENİ GÜÇLENDİRİR.

*

KENDİ ALEVLERİNİZDE YANMAYA HAZIR OLMALISINIZ: ÖNCE KÜL OLMADAN KENDİNİZİ NASIL YENİLEYEBİLİRSİNİZ?

*

ÜMİT EN SON KÖTÜLÜKTÜR, ÇÜNKÜ İŞKENCEYİ UZATIR.

*

İNSAN RUHU YAPTIĞI SEÇİMLERLE BELİRLENİR.

*

ÖZDEYİŞLER HÂLİNDE VE KANIYLA YAZAN KİMSE OKUNMAYI DEĞİL, EZBERLENMEYİ İSTER.

*

BİLGİ ERMİŞLERİ OLMAK ELİNİZDEN GELMİYORSA, HİÇ DEĞİLSE BİLGİ SAVAŞÇILARI OLUN.

*

VE CEZA, SALDIRGAN İÇİN AYNI ZAMANDA BİR HAK VE ŞEREF OLMAZSA, CEZANIZ EKSİK OLSUN!

*

YELE KARŞI TÜKÜRMEKTEN SAKININIZ!

*

PEKİ SİZ, DOSTLAR, BEĞENİ VE BEĞENME TARTIŞILMAZ MI DİYORSUNUZ? FAKAT BÜTÜN HAYAT BEĞENİ VE BEĞENME ÜSTÜNE BİR TARTIŞMADIR!

*

KENDİN ALABİLECEĞİN BİR HAKKI, BIRAKMAYACAKSIN SANA VERMELERİNE!

*

NEYSEN "O" OL!

*

RUH, HAYATIN BAĞRINA SAPLANAN HAYATTIR.

*

HER ŞEY BİRBİRİNDEN DAHA GEREKLİDİR.

*

ACI DER: "YIKIL!"

*

SENİ SEVİYORSAM SANA NE BUNDAN?

*

İNANÇLAR HAKİKAT DÜŞMANLARI OLARAK, YALANLARDAN DAHA TEHLİKELİDİR.

*

İNSANLAR EŞİT DEĞİLDİRLER.

*

NE DENLİ YÜKSELİRSEK, UÇMAK BİLMEYENLERE O DENLİ KÜÇÜK GÖRÜNÜRÜZ.

*

KADINI KADININ İÇİNDE ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞTURMALI!

*

UÇURUMLARI SEVENİN KANATLARI OLMALI.

*

EN YÜCE DAĞLARA TIRMANAN GÜLER BÜTÜN ACIKLI OYUNLARA VE ACIKLI GERÇEKLERE!

*

KADININ NASIL BİR NİMET OLDUĞUNU TÜM DERİNLİĞİ İLE HİSSETMEK GEREKLİDİR.

*

NEDEN'İ OLAN, NASIL'A KATLANIR.

*

BİZLER ARZU EDİLENDEN ZİYADE ARZULAMAYA AŞIĞIZ.

*

EY ULU YILDIZ! KENDİLERİNE IŞIK SAÇTIKLARIN OLMASAYDI, SAADETİN NERDE KALIRDI!

*

ZAYIFLAR BİZİ KENDİ GÜCÜMÜZDEN UTANMAYA ZORLADIKLARI İÇİN KAZANDILAR.

*

GERÇEKTEN DE HAYATIN ANLAMI OLMASAYDI, VE BEN ANLAMSIZI SEÇMEK ZORUNDA OLSAYDIM, BENCE DE EN SEÇİLESİ ANLAMSIZLIK OLURDU BU.

*

YAŞAMA KARŞI SORUMLULUĞUMUZ DAHA YÜCESİNİ YARATMAKTIR. DAHA ALÇAĞINI DEĞİL.

*

SİZ YÜKSELMEK İSTEYİNCE YUKARIYA BAKARSINIZ, BENSE AŞAĞIYA BAKARIM ÇÜNKÜ YÜKSELMİŞİM.

*

BİR UÇURUMUN İÇİNE BAKTIĞINIZDA, UÇURUMDA SİZİN İÇİNİZE BAKAR.

*

İNSAN KAHKAHALARLA GÜLDÜĞÜ ZAMAN, KABALIĞI İLE TÜM HAYVANLARI GERİDE BIRAKIR.

*

RUH ARAYANDA, HİÇ RUH YOKTUR.

*

ANCAK ÖBÜRGÜNDÜR BENİM OLAN. KİMİLERİ ÖLDÜKTEN SONRA DOĞAR.

*

İNANÇ GERÇEĞİ BİLMEK İSTEMEMEKTİR.

*

YÜKSEK DAĞDA BUZ İÇİNDE GÖNÜLLÜ YAŞAMAKTIR FELSEFE.

*

ŞÜPHE DEĞİL, KESİNLİKTİR İNSANI DELİ EDEN...

*

HEP ÖĞRENCİ KALAN İNSAN, ÖĞRETMENİNE BORCUNU KÖTÜ ÖDÜYOR DEMEKTİR.

*

BUGÜNE DEK VARLIĞA KARŞI EN BÜYÜK İTİRAZ NEYDİ? TANRI...

*

KENDİNİ BİLGİYE ADAYAN İÇİN YALNIZCA DÜŞMANINI SEVMEK YETMEZ; DOSTUNA DA KİN DUYABİLMELİDİR.

*

TEK BİR ŞEY OLABİLMEK, TEK BİR ŞEYE VARABİLMEK İÇİN, ÇOK YERDE, ÇOK ŞEY OLMAK, BU BENDEKİ SAĞDUYUDUR.

*

SANAT HAKİKATTEN DAHA DEĞERLİDİR.

*

NİHİLİZM NE DEMEKTİR?
-EN YÜKSEK DEĞERLERİN, KENDİLERİNİ DEĞERDEN DÜŞÜRMESİ.

*

NEREDE CANLI BULDUYSAM, ORADA GÜÇ İRADESİ BULDUM; HİZMET EDENLERİN İRADESİNDE BİLE EFENDİ OLMA İRADESİ BULDUM.

*

BEN, İKİ İNSANIN DAHA YÜCE HAKİKATİ BULMAK İÇİN, BİR İHTİRASI PAYLAŞTIĞI BİR AŞK DÜŞÜNÜYORUM.

*

UYGARLIK TARAFINDAN YOKEDİLME TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA OLAN BİR UYGARLIK ÇAĞINI YAŞIYORUZ.

*

BÜTÜN YARGILAYANLARIN GÖZÜNDEN BİR CELLAT BAKAR.

*

ERDEM UYUMUŞSA DEHA ZİNDE KALKAR.

*

İNSANLAR IŞIĞIN ÇEVRESİNDE TOPLAŞIRLAR, DAHA İYİ GÖRMEK İÇİN DEĞİL, DAHA İYİ PARILDAMAK İÇİN.

*

KİŞİ, IŞIĞINI KARARTMAYI DA BİLMELİDİR, BÖCEKLERDEN VE HAYRANLARDAN KURTULMAK İÇİN.

*

BEKLEMEK AHLAKSIZ KILAR.

*

KANMIŞLIKLAR, DOĞRULUĞUN YALANLARDAN DAHA TEHLİKELİ DÜŞMANLARIDIR
 

Varun

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
7 Kas 2008
Mesajlar
22
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Ynt: Nietzsche

Ellerin bedenime gerilmiş ipe yetişmiyor bugün..
Güçsüzüm bugün,,sevmezsin bilirim..
Bilirim, bedenimin üç kat altına saklanmış 'ben'i ortaya çıkarmak için uğraş verir tüm uzuvların şeytanice..
Nietzsche'm,kahramanım, içimde gizlediğim,.. içimde gizlenenim;
Fincan altına döktüğümüz gözyaşlarımızı yağmura inat içelim !
 

Varun

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
7 Kas 2008
Mesajlar
22
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Ynt: Nietzsche

Pazar yerinden ve şandan uzakta yer alır büyük olan herşey. Hep pazar yerinden ve şandan uzakta barınmıştır yeni değerler yaratan.yalnızlığına kaç dostum: görüyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş. Sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç! Sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın. Onların göze görünmez öclerinden kaç! Onlar sana karşı öcden başka birşey değildirler. Artık el kaldırma onlara! Sayısızdır onlar,hem senin yazgın sinek kovmak değildir ki!...
 

by___devrimci

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2008
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
2023
Ynt: Nietzsche

Nietzsche büyük bir filozoftur.Kendisinn bitkisel hayatta iken ölmesini dinci kesim Allahın bir cezası olarak nitelendirir.Ancak akıl hastalığı ailesinden gelmektedir.
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Nietzsche

by___devrimci ' Alıntı:
Nietzsche büyük bir filozoftur.Kendisinn bitkisel hayatta iken ölmesini dinci kesim Allahın bir cezası olarak nitelendirir.Ancak akıl hastalığı ailesinden gelmektedir.
Bir gün televizyonda kanalları dolaşırken gördüğüm Nietzsche belgeseli sevindirmişti beni. İslami bir kanaldı. Orada da by___devrimci nin belirttiği gibi " Nietzsche Allah ı inkar etti o yüzden Allah onu cezalandırdı." diyordu.Hastalıklı halini gösterip Allahın, cezası olarak nitelendiriyordu.
 
F

faust

Ziyaretçi
Ynt: Nietzsche

Ben, gönlü dolup taşanı severim, öyle ki kendini unutur ve her şey onun içindedir; her şey onun batışı olur böylece. (F.Nietzsche)
 

şehrin yabancısı

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2009
Mesajlar
426
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Ynt: Nietzsche ;ZERDÜŞT BAŞLANGIÇ

ZERDÜŞT BAŞLANGIÇ






Zerdüşt otuz yaşında yurdunu ve yurdunun gölünü bırakıp dağlara çıktı. Orada ruhunun ve yalnızlığının tadını çıkardı ve on yıl bundan bıkmadı. Ama en sonu gönlünde değişme oldu, -ve bir sabah tanla kalktı, güneşin karşısına geçti ve ona şöyle dedi:

" Ey ulu yıldız! Aydınlattıkların olmasaydı, ne olurdu senin mutluluğun!

On yıldır mağaramın üstüne yükselir durursun: ışığından ve yolculuğundan bıkardın ben olmasaydım, kartalım ve yılanım olmasaydı!

Ama biz seni her sabah bekledik, senden fazlalığını aldık ve kutsadık seni bunun için.

Bak! Pek çok bal toplamış bir arı gibi, bilgeliğimden usandım; onu almaya uzanacak eller gerek bana.

İnsanlar arasında bilgeler delilikleriyle, yoksullarda zenginlikleriyle bir daha sevininceye dek, vermek dağıtmak isterim.

Derinliklere inmeliyim işte bunun için: tıpkı senin akşamları denizin ardına inişin ve altdünyaya ışık iletişin gibi, ey taşkın yıldız!

Aralarına inmek istediğim insanların dediği gibi batmalıyım sencileyin.

Kutsa beni öyleyse, en büyük mutluluğa bile kıskanmadan bakan ey durgun göz!

Taşmaya durmuş kadehi kutsa da altın aksın su ve dört bucağa götürsün parıltısını sevincinin!

Bak! Bu kadeh yine boşalmak ister ve Zerdüşt yine insan olmak ister."

- Böyle başladı Zerdüşt'ün batışı.

Zerdüşt dağdan yalnız indi ve kimseyle karşılaşmadı. Ama ormana girdiğinde, kutlu kulübesinden ormanda kök aramaya çıkmış yaşlı bir adam belirdi birden önünde. Ve şöyle dedi yaşlı adam Zerdüşt'e:

"Yabancı değil bana bu gezgin kişi: yıllar önce geçmişti buradan. Adı Zerdüşt'tü; ama değişmiş.

O gün külünü dağlara götürüyordun: bugün de ateşini vadilere mi götüreceksin? Kundakçılığın cezasından korkmuyor musun?

Evet, Zerdüşt'ü tanıdım. Dupduru gözleri ve ağzında tiksinti hiç yer etmemiş. Oynar gibi değil mi yürümesi?

Değişmiş Zerdüşt, çocuk olmuş Zerdüşt, uyanmış biri Zerdüşt: uyuyanlar arasında neyleyeceksin?

Sanki denizde yaşardın yalnızlığında ve deniz seni taşırdı. Yazık, kıyıya mı çıkmak istiyorsun? Yazık, gövdeni yine kendin mi sürükleyesin istiyorsun?"

Zerdüşt cevap verdi: "insanları seviyorum."

"Neden" dedi ermiş, "ormanın ıssızlığına çekildim ben? İnsanları fazla sevdiğim için değil mi?

Tanrıyı seviyorum şimdi: insanları sevmiyorum. İnsan fazla eksik birşey bence. İnsan sevgisi yıkım olurdu benim için."

Zerdüşt cevap verdi: "Sevgi de ne söz! Ben insanlara armağan götürüyorum."

"Onlara birşey verme" dedi ermiş. "Onlardan al daha iyi ve onlarla birlikte taşı, -bu onların daha çok hoşlarına gider: yeter ki senin de hoşuna gitsin!

Ve onlara vermek istersen, sadakadan fazlasını verme, onu da dilensinler senden!"

"Hayır" diye cevap verdi Zerdüşt. "Ben sadaka vermem. Yoksul değilim o kadar."

Ermiş Zerdüşt'e güldü ve şöyle dedi: "Öyleyse hazinelerini onlara kabul ettirmeye bak! Onlar yalnızlardan kuşkulanırlar ve bizim armağanlarla geldiğimize inanmazlar.

Adımlarımız sokaklarından pek ıssız çınlar. Ve gece yataklarındayken, güneş doğmadan çok önce birinin geçtiğini işitseler, kendi kendilerine soracaklardır: nereye gider bu hırsız?

Gitme insanlara, ormanda kal! Hayvanlara git daha iyi! Neden benim gibi olmak istemiyorsun, -ayılar arasında ayı, kuşlar arasında kuş?"

"Peki ormanda ne yapıyor ermiş?" diye sordu Zerdüşt.

Ermiş cevap verdi: "Türküler düzüp söylüyorum ve bu türküleri düzerken gülüyor, ağlıyor ve mırıldanıyorum: böyle övüyorum tanrıyı.

Türkü söyleyerek, ağlayarak, gülerek ve mırıldanarak övüyorum benim tanrım olan tanrıyı. Peki sen armağan olarak bize ne getiriyorsun?"

Zerdüşt bu sözleri işitince ermişi esenledi ve dedi:" Ne vereyim ben size! Çabucak gideyim de birşey almayayım sizden!" -ve ayrıldılar böylece, yaşlı adamla Zerdüşt, iki çocuk gibi gülüşerek.

Ama Zerdüşt yalnız kalınca, şöyle dedi gönlüne:"nasıl olur! Bu yaşlı ermiş, tanrının öldüğünü daha işitmemiş ormanında."


Zerdüşt ormanın kıyısındaki en yakın kente vardığında, birçok kimseyi pazar yerinde toplanmış buldu: çünkü bir ip cambazının oynayacağı bildirilmişti. Ve Zerdüşt halka şöyle buyurdu:

Ben size üstinsanı öğretiyorum. İnsan altedilmesi gereken birşeydir. Onu altetmek için ne yaptınız?

Bütün varlıklar şimdiye dek kendilerinden öte birşey yaratmışlardır: peki siz bu büyük yükselişin inişi olmak ve insanı altedecek yerde hayvanlara dönmek mi istiyorsunuz?

İnsana göre maymun nedir? Gülünecek birşey, ya da acı bir utanç. İnsan da tıpkı böyle olacaktır. üstinsana göre: gülünecek birşey, ya da acı bir utanç.

Solucandan insana dek yol aldınız ve sizde çok şey daha solucandır. Maymundunuz bir zamanlar ve şimdi bile insan, her maymundan daha maymundur.

İçinizde en bilgeniz bile uyumsuzluktur, bitki ve görüntü melezidir. Ama bitki ya da görüntü olun mu diyorum size?

Bakın, size üstinsanı öğretiyorum! Üstinsan yeryüzünün anlamıdır. İsteminiz desin ki: Üstinsan yeryüzünün anlamı olacaktır!

Yalvarırım size kardeşlerim ,yeryüzüne bağlı kalın, ve inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz açanlara! Ağı saçanlardır onlar, bilerek bilmeyerek.

Hayatı horgörenlerdir onlar, çürüyen ve ağılanmış kişiler, yeryüzü bıkmıştır onlardan: bırakın gitsinler!

Bir zamanlar tanrıya karşı işlenen günah en büyük günahtı, ama tanrı öldü, onunla birlikte öldüler o günahkarlar da. Yeryüzüne karşı günah işlemek şimdi en korkuncudur, ve bilinmezin özünü yeryüzünün anlamından üstün tutmak!

Bir zamanlar can, gövdeyi horgörürdü: bu horgörme de en üstün şeydi: -can, gövde cılız, iğrenç ve aç olsun isterdi. Böylece gövdeden ve yeryüzünden kurtulmayı kurardı.

Ah, bu canın kendisi cılız, iğrenç ve açtı: ve işkence bu canın tutkusuydu!

Ama siz de, kardeşlerim, söyleyin bana: gövdeniz, canınız için ne diyor? Canınız, yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlık değil mi?

Evet, kirli bir ırmaktır insan. Kirli bir ırmağı içine alması ve bozulmadan kalması için deniz olmalı kişi.

Bakın, size üstinsanı öğretiyorum: o, işte bu denizdir, onda batabilir sizin büyük horgörmeniz.

Yaşayabileceğiniz en büyük şey nedir? Büyük horgörme saatidir. Mutluluğunuzun bile size iğrenç geldiği saat ve usunuzun ve erdeminizin.

Dediğiniz saat: "Benim mutluluğum nedir ki! Yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o. Ama varlığı kendisi haklı çıkarmalı mutluluğum!"

Dediğiniz saat: "Benim usum nedir ki! Aslanın, yiyeceğine duyduğu özlemi duyuyor mu bilgiye? Yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o!"

Dediğiniz saat: "Benim erdemim nedir ki! daha beni çıldırtmadı. Ne kadar bıktım iyiliğimden ve kötülüğümden! Hep yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o!"

Dediğiniz saat: "Benim doğruluğum nedir ki! Ateş ve kömür değilim bakıyorum da. Oysa doğrular ateş ve kömürdürler!"

Dediğiniz saat: "Benim acımam nedir ki! Acıma, insanı sevenin çivilediği çarmıh değil midir? Oysa benim acımam çarmıha germe değildir."

Hiç böyle konuştunuz mu? Hiç böyle haykırdınız mı? Ah, böyle haykırdığınızı duysaydım bir!

Günahınız değil, yetingenliğiniz haykırıyor göklere, günahınızdaki bayağılık haykırıyor göklere!

Sizi diliyle yalayacak şimşek nerede? Sizi aşılayacak çılgınlık nerede?

Bakın, size üstinsanı öğretiyorum: o, bu şimşektir; o, bu çılgınlıktır!-

Zerdüşt böyle konuştukta, halktan biri bağırdı: "İp cambazını yeterince dinledik; artık kendisini görsek!" Ve bütün kalabalık Zerdüşt'e güldü. Ama bu sözlerin kendisi için söylendiğini sanan ip cambazı, başladı oyununa.


Fakat Zerdüşt halka baktı da, şaştı. Derken şöyle buyurdu:

İnsan, hayvanla üstinsan arasına gerilmiş bir iptir, -uçurum üstünde bir ip.

Korkulu bir geçiş, korkulu bir geribakış, korkulu bir ürperiş ve duraklayış.

İnsanda büyük olan, onun köprü olmasıdır, erek değil: insanda sevilebilecek olan, onun karşıya geçiş ve batış olmasıdır.

Ben, yaşamasını bilmeyenleri severim, meğer ki batmasını bileler; çünkü bunlardır karşıya geçenler.

Ben, büyük horgörenleri severim, çünkü bunlar büyük saygılılardır ve karşı kıyıya duyulan özlem okları.

ben, batmak ve kurban olmak için önce yıldızların ötesinde bir neden aramayanları, yeryüzü birgün üstinsanın olsun diye, kendilerini yeryüzüne kurban edenleri severim.

Ben, bilmek için yaşayan ve birgün üstinsan yaşasın diye bilmek isteyeni severim. Böyle ister o kendi batışını.

ben, üstinsana ev kurmak, toprak, hayvan ve bitki hazırlamak için çalışanı ve türeteni severim: çünkü böyle ister o kendi batışını.

Ben, erdemini seveni severim: çünkü erdem batma istemidir ve özlem oku.

Ben, kendisi için bir damla bile ruh ayırmayanı, baştan başa erdemin ruhu olmak isteyeni severim: ruh olarak böyle yürür o köprünün üstünde.

Ben, erdeminden eğilim ve yazgı yapanı severim: böylece o, erdemi uğruna yaşamak ister, ya da hiç yaşamak istemez.

Ben, bir sürü erdem istemeyeni severim. Bir tek erdem, iki erdemden daha erdemdir, çünkü yazgının asıldığı daha zorlu düğümdür o.

Ben, gönlü har vurup harman savuranı severim. -Ne teşekkür bekler, ne de teşekkür eder: çünkü hep verir o ve kendini korumak istemez.

Ben, zar kendine uygun düşünce utananı ve soranı severim: "Ben düzenci bir oyuncu muyum yoksa?" -çünkü yok olmak ister o.

Ben, işine başlamadan önce altın sözler saçan ve hep söz verdiğinden fazla yapanı severim: çünkü batışını ister o.

Ben, gelecektekileri haklı çıkaranı ve geçmiştekileri kurtaranı severim: çünkü şimdikiler eliyle yok olmak ister o.

Ben, tanrısını yola getireni severim, çünkü tanrısını sever o: tanrısının öfkesinden yok olması gerekir de.

Ben, yaralanmada bile gönlü derin olanı ve küçücük birşeyden yok olabileni severim: böyle geçer o köprüyü seve seve.

Ben, gönlü dolup taşanı severim, öyle ki kendini unutur ve her şey onun içindedir: herşey onun batışı olur böylece.

Ben özgür ruhlu ve özgür yürekli olanı severim: böylece kafası, yüreğinin yalnız içi olur, ama yüreği batmaya zorlar onu.

Ben, insanların üstünde asılı o kara buluttan tek tek düşen ağır damlalar gibi olan herkesi severim: onlar şimşeğin gelişini haber verirler ve haberci olarak yok olurlar.

Bakın, ben şimşeğin habercisiyim ve buluttan düşen ağır bir damlayım: oysa şimşek, üstinsandır.


Zerdüşt bu sözleri söyledikten sonra, yine halka baktı ve sustu. "İşte ordalar," dedi gönlüne, "işte gülüyorlar: beni anlamıyorlar, ben bu kulaklara göre ağız değilim.

Gözleriyle işitmeyi öğrenmeleri için, kulaklarını mı patlatmalı? Dümbelek gibi, vaiz gibi ötmeli? Yoksa yalnız kekemeye mi inanırlar?

Onların gurur duydukları birşeyler vardır. Onları gurrulandıran şeye ne diyorlar? Kültür diyorlar, -bu onları keçi çobanlarından ayırıyormuş.

İşte bundandır, kendileri için "horgörme" sözünün kullanılmasından hoşlanmazlar. Ben de gururlarına sesleneyim bari.

Onlara en horgörülesi şeyden söz açacağım, "bu, son insandır."

Ve halka şöyle buyurdu Zerdüşt:

İnsanın, kendine bir erek edinme zamanı gelmiştir. İnsanın en yüksek umudunun tohumunu ekme zamanı gelmiştir.

Toprağı bu iş için yeternce verimli daha. Ama bu toprak bir gün yoksullaşacak ve güçten kesilecek ve hiç ulu ağaç yetişmeyecek onda.

Yazık! İnsanın, özlem okunu insandan öte salamayacağı ve yayının, vınlamayı unutacağı zaman geliyor.

Size diyorum: hora tepen bir yıldız doğurabilmek için, kişinin içinde kargaşa olmalı daha. Size diyorum: daha var sizde bu kargaşa.

Yazık! İnsanın artık yıldız doğuramayacağı zaman geliyor. Yazık! En horgörülesi adamın, kendini artık horgöremeyenin zamanı geliyor.

Bakın! Size üstinsanı gösteriyorum.

"Sevgi nedir? Yaratma nedir? Özlem nedir? Yıldız nedir?" -böyle sorar da son insan, göz kırpar.

Yeryüzü artık küçülmüştür ve üstünde, herşeyi küçülten son insan sıçramaktadır. Toprak piresi gibidir o, kökü kurutulamaz: son insan, en uzun ömürlüdür.

"Biz mutluluğu bulduk" -böyle derler de son insanlar, göz kırparlar.

Güç yaşanan bölgelerden ayrılmışlardır: kişiye sıcaklık gerekir de. Komşu daha sevilir ve ona sürtünülür: kişiye sıcaklık gerekir de.

Sayrı düşmek ve kuşkulu olmak günahtır onlarca: sakınarak yürünür. Budaladır, daha ayağı taşlara ya da insanlara takılıp sendeleyen!

Arasıra biraz ağı: tatlı düşler kurdurur bu. Ve çokça ağı sonunda, tatlı bir ölüm için.

Daha çalışılır, çünkü iş eğlencedir. Ama eğlencenin zarar vermemesine bakılır.

Artık zengin ya da züğürt olunmaz: ikisi de pek sıkıntılıdır. Kim buyurmak ister daha? Kim söz dinler: ikisi de pek sıkıntılıdır.

Bir sürü ki çobansız! Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır: başka türlü duyan, deliler evine gönüllü gider.

"Eskiden bütün dünya deliymiş" -böyle derler de en inceleri, göz kırparlar.

Akıllıdırla ve olup biten herşeyi bilirler: alaylarının sonu gelmez böylece. Daha bozuşulur, ama hemen barışılır, -yoksa mideleri bozulur.

Gündüz için küçük hazları ve gece için küçük hazları vardır: ama sağlığı sayarlar.

"Biz mutluluğu bulduk" -böyle derler de son insanlar, göz kırparlar.-

Zerdüşt'ün, "öndeyiş" de denen ilk konuşması burda sona erdi: çünkü bu sırada kalabalığın bağrışması ve sevinci, sözünü kesti. "Bize ver bu son insanı, ey Zerdüşt" diye bağrıyorlardı, "bu son insanlardan eyle bizi! Üstinsanı biz sana bağışlarız sonra!" Ve bütün kalabalık çılgınca seviniyordu ve dudaklarını şapırdatıyordu. Ama Zerdüşt üzüldü ve gönlüne dedi:

"Beni anlamıyorlar: ben bu kulaklara göre ağız değilim.

Anlaşılan pek fazla kalmışım dağlarda, pek fazla dinlemişim dereleri ve ağaçları, şimdi keçi çobanlarına söz söyler gibi konuşuyorum onlarla.

Durgun gönlüm ve duru, sabahleyin dağlar gibi tıpkı. Oysa beni soğuk sanıyorlar ve korkunç şakalar yapan alaycının biri.

Ve işte bana bakıyorlar ve gülüyorlar: ve gülerken benden nefret ediyorlar. Gülüşleri buz gibi."


Derken bütün ağızları susturan ve bütün gözleri fal taşı gibi açtıran birşey oldu. Çünkü bu arada ip cambazı oyununa başlamıştı: küçük bir kapıdan çıkmış, iki kule arasına ve pazar yerinin ve halkın üstüne gerili bir ip boyunca ilerliyordu. Tam yarı yoldayken, küçük kapı bir daha açıldı ve alaca bulaca giysiler içinde, soytarıya benzer biri uğradı dışarı ve öncekinin ardından hızlı hızlı yürüdü. "İleri, seni topal seni", diye haykırdı korkunç sesi, "ileri, seni miskin, sinsi, saz benizli seni! Yoksa ayağımın altına alırım seni ha! Bu kuleler arasında ne işin var? Senin yerin kulenin içi, kitlemeli seni, kendinden üstün olanın yolunu tıkıyorsun!" -Ve her sözle birlikte gittikçe yaklaşıyordu öndekine: fakat bir adım kala, bütün ağızları susturan ve bütün gözleri fal taşı gibi açtıran o şey oldu: şeytan gibi çığlık kopardı ve yolunu tıkayan adamın üzerinden atladı. Fakat beriki, rakibinin kazandığını görünce, başı döndü ve ipini şaşırdı; attı sırığını ve sanki bir kol ve bacak çevrintisi gibi, sırıktan daha tez, daldı derine. Pazar yeri ve halk, fırtınaya uğramış bir deniz gibiydi: kalabalık darmadağın olmuş, hele gövdenin düşeceği yerde, birbirine girmişti.

Fakat Zerdüşt yerinden kıpırdamadı ve gövde paramparça ama henüz canlı, yanı başına düştü. Az sonra, yaralı kendine geldi ve Zerdüşt'ü yanında diz çökmüş gördü. "Ne yapıyorsun öyle?" dedi sonunda. "Şeytanın bana çelme takacağını çoktandır biliyordum. Şimdi cehenneme sürükleyecek beni: ona engel olacak mısın?"

"Şerefim hakkı için, dostum," diye cevap verdi Zerdüşt, "bu söylediğin şeylerin hiçbiri yoktur: ne şeytan var, ne cehennem. Canın, gövdenden bile önce ölecektir: hiçbir şeyden korkma artık!"

Adam gözlerini kuşkuyla kaldırdı. "Söylediğin doğruysa" dedi sonra, "hayatımı yitirmekle hiçbirşey yitirmiş olmayacağım. Ben, dayakla ve bir lokma yiyecekle oyun öğretilmiş bir hayvandan fazla birşey değilim pek."

"Ne demek" dedi Zerdüşt, "sen tehlikeyi iş edindin, bunda horgörülecek ne var. Şimdi de işin yüzünden ölüyorsun: bunun için seni kendi elimle gömeceğim."

Zerdüşt bunu söyledikten sonra, can çekişen adam daha fazla karşılık vermedi; yalnız, teşekkür için Zerdüşt'ün elini arıyormuş gibi, elini kımıldattı.


Bu sırada akşam oldu ve pazar yeri karanlığa büründü: derken halk dağıldı, çünkü merak ve yılgı dahi yorulur. Ama Zerdüşt, yerdeki ölünün yanına oturdu ve düşünceye daldı: böylece zamanı unuttu. Sonunda gece oldu ve soğuk bir yel, yalnızın üstünden esmeye başladı. Derken doğruldu Zerdüşt ve gönlüne dedi:

Gerçek, Zerdüşt iyi balık tuttu bugün! İnsan değil tuttuğu, ceset.

Tekin değil insan varlığı ve hala anlamsız: soytarının biri yıkım olabilir onun için.

Ben insanlara, varlıklarının anlamını öğretmek istiyorum: Üstinsandır bu, - o kara buluttan, insandan çakan şimşek.

Ama ben onlardan uzağım daha ve benim düşüncem onlara birşey söylemiyor. Ben onlara göre daha deliyle ceset arası birşeyim.

Karanlıktır gece, karanlıktır yolları Zerdüşt'ün. Gel, soğuk ve katı yoldaş! Seni kendi elimle gömeceğim yere götüreyim.


Zerdüşt bunu gönlüne dedikten sonra, cesewdi sırtladı ve yola koyuldu. Daha yüz adım gitmemişti ki, bir adam sokuldu yanına ve kulağına fısıldadı, - bakın hele! kuledeki soytarıydı bu konuşan. "Git bu kentten, ey Zerdüşt" diyordu, senden nefret eden pekçok burada. İyilerle doğrular senden nefret ediyorlar, seni düşman ve kendilerini horgören biri sayıyorlar; hak dine inananlar senden nefret ediyorlar ve seni kalabalık için tehlike sayıyorlar. Talihin varmış ki, sana güldüler: Gerçek, soytarı gibi konuştun. Talihin varmış ki, şu ölü köpekle arkadaşlık ettin; böylece alçalarak yakayı kurtardın bugün. Ama git bu kentten, yoksa yarın üstünden atlarım, -bir diri bir ölünün üstünden nasıl atlarsa." Bunu dedikten sonra adam kayboldu: ama Zerdüşt karanlık sokaklardan yoluna yürüdü.

Kentin kapısında mezarcılarla karşılaştı: onlar meşalelerini yüzüne tuttular, Zerdüşt'ü tanıdılar ve hayli alay ettiler. "Zerdüşt ölü köpeği götürüyor: ne hoş değil mi Zerdüşt'ün mezarcı olması! Ellerimiz bu kebaba dokunamayacak kadar temizdir de. Zerdüşt şeytanın lokmasını mı aşırmak istiyor? Peki! Afiyet olsun! Şeytan, Zerdüşt'ten daha usta bir hırsız olmasa bari! -o, ikisini de aşırır, ikisini de yer! Ve gülüştüler ve başbaşa verdiler.

Zerdüşt buna birşey demedi ve yoluna yürüdü. Ormanlar ve bataklıklardan öte iki saat yol aldıktan sonra, kurtların aç ulumalarını o kadar dinledi ki, kendisi dahi acıktı. Derken, ışığı yanan bir evin önünde durdu.

"Açlık" dedi Zerdüşt, "beni haydut gibi bastırıyor. Ormanlarda ve bataklıklarda bastırıyor beni açlığım, ve derin gecede.

Ne tuhaf huyları var açlığımın. Çokluk, yalnız yemekten sonra gelir bana, bugünse hiç gelmedi: nerdeydi ki?"

Ve bunun üzerine Zerdüşt, evin kapısını çaldı. Yaşlı bir adam çıktı; elinde ışık vardı ve sordu: "bana ve tedirgin uykuma gelen kim?"

"Bir diriyle bir ölü" dedi Zerdüşt. "Bana yiyecek içecek birşey ver, gündüz yemeyi unuttum. Açları besleyen, kendi gönlünü canlandırır: böyle der bilgelik."

Yaşlı adam gitti, ama çabucak döndü, Zerdüşt'e ekmek ve şarap sundu. "Burası açlara göre biryer değil" dedi, "onun için burda oturuyorum. Hayvanla insan, ben yalnıza gelirler. Yoldaşına da yedirip içirsene, o sende yorgun." Zerdüşt cevap verdi: "yoldaşım sağ değil, ona kolay kolay yemek yediremem." "Bana ne," dedi yaşlı adam ters ters, "kapımı çalan, verdiğimi almalı. Yiyin ve uğurlar olsun!"

Bunun üzerine Zerdüşt, yola ve yıldızlara bel bağlayarak iki saat daha yürüdü: çünkü gece yürümeye alışıktı ve uyuyan herşeyin yüzüne bakmayı severdi. Fakat tan ağırırken, Zerdüşt kendini sık bir ormanda buldu, yol yoktu görünürde. Derken ölüyü, bir ağaç kovuğuna yerleştirdi -kurtlardan korumak istiyordu- Kendisi de toprak ve yosun üzerine uzandı. Ve hemen uykuya daldı, gövdesi yorgun, gönlü durgun.


Uzun zaman uyudu Zerdüşt ve yüzü üzerinden yalnız tan değil, sabah dahi geçti. Ama sonunda gözleri açıldı: şaşmış, baktı Zerdüşt ormanın ve sessizliğin içine; şaşmış, baktı kendi içine. Derken, birdenbire karayı gören bir gemici gibi, çabucak doğruldu ve sevinçten bağırdı: çünkü yeni bir gerçek görmüştü. Ve gönlüne şöyle dedi:

"İçime bir ışık doğdu: yoldaşlar gerek bana, diriler, -istediğim yere götürebileceğim ölü yoldaşlar ve cesetler değil.

Beni, benim istediğim yere, kendi istekleriyle izleyecek diri yoldaşlar gerek bana.

İçine bir ışık doğdu: sözünü halka değil, yoldaşlara yöneltecek Zerdüşt! Sürünün çobanı ve köpeği olmayacak Zerdüşt!

Niceleri sürüden çekmek, -bunun için geldim ben. Halk ve sürü bana kızacak: çobanlar, haydut diyecekler Zerdüşt'e.

Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine iyiler ve doğrular derler. Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine hak dine inananlar derler.

İyilere ve doğrulara bakın! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parçalayandan, bozandan, yasabozandan: -oysa o, yaratıcıdır.

Bütün inançların erlerine bakın! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parçalayandan, bozandan, yasabozandan: -oysa o, yaratıcıdır.

Yoldaşlar arar yaratıcı, cesetler değil ve sürüler ve inançlar değil. Yaratma arkadaşları arar yaratıcı, yeni levhalara yeni değerler kazıyanları.

Yoldaşlar arar yaratıcı ve hasat arkadaşları: çünkü ona göre herşey, hasada hazırdır. Ama yüz orağı yok: bu yüzden başakları yolar da, canı sıkılır.

Yoldaşlar arar yaratıcı, oraklarını bilemesini bilenleri. Yıkıcılar denecek onlar için, iyi ile kötüyü horgörenler denecek. Oysa hasatçılar ve bayram edenler onlardır.

Yaratma arkadaşları arıyor Zerdüşt, hasat arkadaşları ve bayram arkadaşları arıyor Zerdüşt: sürülerden ve çobanlardan ona ne!

Ve sen, ilk yoldaşım benim, uğurlar olsun! Seni ağaç kovuğuna iyice gömdüm ve seni kurtlardan iyice sakladım.

Ama senden ayrılıyorum: vakit erişti. İki tan arası, bana yeni bir gerçek geldi.

ne çoban olacağım ben, ne mezarcı. Halka söz söylemeyeceğim artık: ben ölüyle son kez konuştum.

Yaratıcılara, hasatçılara, bayram edenlere katılacağım: gökkuşağını göstereceğim onlara ve üstinsana çıkan merdiveni.

Tek-barınanlara söyleyeceğim türkümü ve çift-barınanlara; ve her kimde işitilmemiş için kulak varsa, mutluluğumla ağırlaştıracağım onun yüreğini.

Varacağım ereğime, ben kendi yolumu yürüyorum: duraklayanların ve geride kalanların üzerinden atlayacağım. benim ilerleyişim, onların batışı olsun böylece!"

Güneş tam tepedeyken, gönlüne söylediği buydu Zerdüşt'ün: derken sorarcasına yukarı baktı, çünkü başının üstünde bir kuşun tiz çığlığını işitmişti. Bakın hele! Bir kartal havaad geniş değirmiler çizerek uçuyordu ve ona bir yılan, ev gibi değil, dost gibi asılmıştı: çünkü yılan, kartalın boynuna dolanmıştı.

"Bunlar benim hayvanlarım!" dedi Zerdüşt ve yürekten sevindi.

"Güneşin altındaki en gururlu hayvanla güneşin altındaki en bilge hayvan, -araştırmaya çıkmışlar.

Zerdüşt daha sağ mı, bilmek istiyorlar. Gerçek, sağ mıyım daha?

İnsanlar arasında yaşamayı, hayvanlar arasında yaşamaktan daha tehlikeli buldum; tehlikeli yollarda yürüyor Zerdüşt. Bana hayvanlarım yol göstersinler!"

Zerdüşt bunu der demez, ormandaki ermişin sözlerini hatırladı, iç çekerek şöyle dedi gönlüne:

"Daha bilge olsam! Baştan aşağı bilge olsam, yılanım gibi tıpkı!

Ama ben olmazı istiyorum: onun için hep bilgeliğimle yürümesini dileyeyim gururumdan!

Ve bilgeliğim beni birgün yüzüstü bırakacak olursa: -ah, kaçmaya bayılır o!- gururum deliliğimle kaçsın o zaman!"

-Böyle başladı Zerdüşt'ün batışı.













"Açıkça büyük amaçlar tasarlayan ve daha sonra bu amaçlar için oldukça yetersiz olduğunu gizlice kavrayıveren kimse, çoğu zaman bu amaçlardan vazgeçecek kadar da güçlü de değildir. İşte o zaman ikiyüzlülük kaçınılmazdır."

Friedrich Nietzsche
 

telrunya

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
18 Kas 2009
Mesajlar
531
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
33
HAYAT

Gidene kal demeyeceksin. ..
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır.
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,yoksa değersiz olan hep
sen olursun...
Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama
sevgisini...
Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz. ..
Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayat ı en önden, kendimi bir sahnede buldum,
Oynadım.
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde, hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.


F.NIETZSCHE
 

telrunya

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
18 Kas 2009
Mesajlar
531
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
33
Zeki Taş (Nöbetçi Felsefeci) yorumuyla Nietzsche... Keyif alacağınızı umuyorum :)




Sevgiler...
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst