müzik nedir ?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde M Harfinden Nedir? Başlıkları kategorisinde 5N1K tarafından oluşturulan müzik nedir ? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,396 kez görüntülenmiş, 3 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı M Harfinden Nedir? Başlıkları
Konu Başlığı müzik nedir ?
Konbuyu başlatan 5N1K
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan "ictenlik"

5N1K

Kahin
Yeni Üye
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
67,692
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
44
Duygu, düşünce ve tek sesli veya çok sesli olarak anlatma sanatı, musiki

Bu biçimde düzenlenmiş seslerden oluşan eserlerin okunması veya çalınması
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
Ne tür müzik dinlersiniz? diye klasik bir soru..

-dindarım ama poptan hoşlanıyorum..

-tarikatçıyım ama klasik müzik dinliyorum..

-ateistim ama ney tasavvuf musıkisi tarzımdır..

-bilim adamıyım ama müslümcüyüm..

-çiftçiyim ama vivaldi bana iyi geliyor..

vesaire vesaire,buna benzer birçok örnek verebilirim ve uydurma değil..

Duygu, düşünce ve tek sesli veya çok sesli olarak anlatma sanatı

bu *ama* lar neyin nesi ve nedendir bilmem insanların dinledikleri müzik bazı zaman inançları ideolojileri yada adına her ne derseniz yaşam tarzlarıyla uyuşmuyor (yada ben öyle sanıyorum),fakat birde bakıyorsunuz mollayla satanisti,alimle cahili bir anda aynı küfeye koyuveriyor..neden.?buna teller uyuşuyor da diyebiliriz..bu tellerin kökeni nedir.?
 

istanbul

Üye
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
213
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Benimde çok rastladığım bir durum ateist tasavvuf müziği dinliyor vs... şahit olduklarımın genelinde mayasında O na bir yatkınlık oluyor aslında kendide farkında değil bu arada ateistlerden sonrasında iyi tasavvufcular çıkıyor.
Alim ve cahilin aynı küfede olmasından doğal birşey olamaz Ehil olmayanlara sabretmek, ehil olanları parlatır.( tabi ehil günümüzün sözde aydınları değil )

Tellerin kökeni mayası ile ilgili, mayasında varsa hiç sektirmez,,
Her kap içinde olanı sızdırır..
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
MÜZİĞİN “NE”LİĞİ

“Müzik nedir?” sorusunun, (antropolojiden psikolojiye, felsefeden sosyolojiye, ideolojiden, dine) hangi disiplinden baktığınıza göre, farklı yanıtları vardır.

Genel anlamda bir müzik tanımından söz etmek pek mümkün olmuyor. Dahası, dünyada ki her toplumda doğrudan müzik olarak çevrilebilecek bir terim de bulunmuyor.

Fakat tanımlanabilir herhangi kültürel bir pratiğe karşılık gelecek müzik terimi bulunmayışı, “müziksel olarak” yorumlanabilecek bir etkinliğin var olmadığı anlamına da gelmiyor.

Müziğe tanımlama getirmek aslında müzikologların hedefi ya da müzikolojinin bir amacı değil. Kültürel bağlamda müzik ele alınırken binlerce soru da doğuyor çünkü müziğin genel bir tanımlamasını yapmak mümkün olamıyor. Müziği besleyen; tarihler, değerler, uzlaşımlar, kurumlar ve onları bağrına basan teknolojiler.

Müziğin ne anlama geldiği ya da müziğin tanımlama üzerine gidilmesi her toplumda farklılık gösterebiliyor. Müzik adamlarının asıl üzerinde durdukları nokta da bu; kültür içinde müziği, kültürün bir öğesi olarak ele almak… Etnomüzikolog Philip V. Bohlman bu konu üzerine çok hoş bir tanımlama getiriyor ve bu tanımlama müziğin ona atfedilen bir adı olmadığını açıklıyor; “içine gömülü olma hâli.” Nasıl olursa olsun, müziği tasvir etmek, zor bir iş… “Nasıl” mı? Pascal Quignard’ın, “Müzik hiçbir şeyi betimlemez: Yeniden-duyumsar”; Henry Wadsworth Longfellow’un, “Müzik, insanların evrensel dilidir,” dedikleri şey; genel tanımı ile sesin biçem ve devinim kazanmış halidir. Biçem ve devinim içeren bir ses oluşumunun müzik olarak kabul görmesi için dinleyende duygulara yönelik etkileşim yapması da beklenmektedir.

Tarihsel dönem, bölge, kültür ve kişisel beğenilere bağımlı olarak ele aldığında müzik teriminin tanımı önemli farklılık gösterebilmektedir. Özellikle XX. yüzyıl çağdaş batı müziğinde ortaya çıkan çok farklı müzik akımları, ortak bir tanımı büyük ölçüde zorlaştırmaktadır. Bunun ötesinde, gittikçe daha fazla insanın erişme olanağı bulduğu farklı kültürlere ait yerel müzikler de bu tanımlama zorluğunu arttırmaktadır. Tüm bu sebeplerden dolayı, müziğin tek bir tanımla açıklanması yerine farklı açılardan (sosyolojik, psikolojik, akustik, politik vb.) yapılan birden fazla tanımla açıklanması yaygınlık kazanmıştır. Ancak tüm giriftliğine rağmen, “Müzik, bizi ancak ve ancak yaşamdaki ve doğadaki bir olayla, müziğin belirli ritmik figürleri ve karakteristik sesleri arasında dışsal benzerlikler bulmaya zorlayarak eğlendirmeye çalışıyorsa, anlama yetimiz bu benzerliklerin bilgisiyle doyacaksa, mitsel olanın alımlanmasının olanaksız olduğu bir ruh durumu düzeyine çekilmişiz demektir” der Friedrich Nietzsche… Sonra da Fuzuli, “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” demiş, sonrasında da Victor Hugo neredeyse aynı anlama gelen, “Müzik, söylenemeyen ve hakkında sessiz kalmanın imkânsız olduğu şeyleri ifade eder” diyerek müziği gayet güzel tanımlamışlardır. O halde insan için “anlam”ı ritmik ve sanatsal titreşimler üzerinden hayata ve kulağa sunan müzik hayatın sesidir. Kültür dünyasından süzülerek gelen ve seçilen ritimler “anlam”ı uyumlu seslerle ve müzikle etkili ve estetik tarzda ifade eder.

Toplumsal dünyanın anlamlı özel durumlarını ritmik sesler ve melodik tınılarla yansıtan müzik, çeşitlilik potansiyeliyle farklı kültür gruplarında da ayrışan ve farklılaşan sesleri temsil eder. Bir ifade biçimi olarak ortak ya da karşıt duyguları bazen hüzünle bazen de sevinçle dile getirip, bir talebe ya da dirence dönüştürür. Bu nedenle müzik zaman zaman siyasi, ideolojik ve dini bir eğilim ya da farklı hayat tarzları için sembolik bir araçsallık kazanır. Yani müzik, bir toplulukla aidiyet kazanan her birey için kimliğini ve kolektif hafızasını hatırlatan özel bir ritimler toplamıdır.

Müziği kavramlaştırma çabası yıllardan beri sürmektedir. Müzik metafiziksel ve dinsel anlamda hep soyut olarak tanımlanmıştır. Onun kültürü her toplumda anlam açısından farklılık taşırken; müzik bir anlamdır; sanattır. Dolayısıyla anlamın olduğu her yerde de iktidar vardır. Müzik, mekân tasarımı-tahayyülü, mekânı deneyimleme biçimi hakkında bilgi verir; onları biçimlendirir. Önceden yapılandırılmış toplumsal bir mekânda basit bir gösterge değildir, bizatihi bu mekânı dönüştürür. Bu bağlamda müzik, mekan ve zamanı sürekli hatırlatır, yeniden inşa eder ve toplumsal hafıza kodu olarak işlevselleşir. “Müzik, var olmanın aydınlığıdır”; “Müzik zihni açar,” uyarılarının altını ısrarla çizerek; Franz Kafka’ya kulak vermekte büyük yarar var: “Müziğin bir insanı değiştirme gücü var mıdır? Yani bir gün bir müziği dinleyince, insanın içinde bir şeylerin tamamen farklılaştığı olur mu? Elbette. Öyle durumlar olur. Bazı şeyleri tecrübe ettiğimizde, içimizde bir şeyler olur. Kimyevi tepkime gibi. Sonrasında, bizler kendimizi incelediğimizde, yerinde durması gereken ibrenin bir basamak daha yukarı çıkmış olduğunun farkına varırız. Dünyamızın biraz daha genişlediğinin. Benim de öyle tecrübelerim vardır. Çok nadiren de olsa, evet, var. Aşk gibidir…” Bu kadar da değil! Mirkelam’a, “Her şeye rağmen ‘Ulan yaşamak iyi bir şeydir’ dedirten şeydir müzik”! Yani doğa seslerini “taklitten” yola çıkmış müthiş bir insan(lık) serüveni. Tükenmeyen, tüketilemeyen bir ifade biçimi; “ruhun gıdası”; hayatın ta kendidir… Yedi sanatın ikincisidir; evrenin sesidir; herkesin anladığı sözdür; yaşamanın “Olmazsa Olmazı”dır; düşüncenin sesidir; müzikte melodiden, armoniden daha fazla bir şey vardır.

Müzik kelimesi Yunan mitolojisindeki “Esin perileri”ne yaraşır bir sanat anlamında kullanılırken; “Matematik”in en güzel halidir müzik. Çünkü müzik matematiğe benzer, matematikte yalnızca 10 tane rakam vardır; ama sonsuz sayı mevcuttur. Yani “Matematik, gerçeğe dayalı, fakat soyut bir bilimdir; müzik de fiziksel gerçeklere dayalı, fakat matematik kadar soyut; bunlardan da öte, sanat”tır. Evet, dokunamayız ve göremeyiz; sonsuz ve evrensel müziği. Onda 7 tane nota vardır; ama yaratılabilecek melodinin bir sonu yoktur. Dede Efendi’nin, “Müzik öyle bir deniz ki, ben paçaları sıvadım, hâlâ içine giremedim” deyişindeki üzere…

Herhangi bir dilde sesleniş özelliğiyle müzik insana zaman mekânları sunar. İçinde nefes alıp soluklanabileceğimiz, mesafeleri öğrenebileceğimiz, belki de kendimizi yenileyebileceğimiz renklilikdir. Gerçek anlamda renkleri vardır müziğin… İnsana has en güzel yaratıdır; yedi notayla adeta sonsuz hayatı ve duyguyu var eder; Nilgün Marmara’ya, “Müzik! Dalgalar mı, atomların dizilişlerindeki düzenin benim atomlarımın dizilişiyle çakışması mı! Halelerin eş düşmesi mi! Olanaksızlığın paylaşılması mı! Bir şey işte!” dedirtircesine…

Kolay mı? Frank Zappa’nın, “Müzik en iyisidir” dediği hal, beş duyunun birliğidir. Akışkan “mucizevi” bir şeyken; elbette basitleştirilemez; kolay değildir. Para makinesi hiç değildir, oyuncak da! Tamamlayandır. Sadıktır. Yol göstericidir. Ayakta tutandır. Hayallerdir, acılardır… Anıları canlandırıp, gelecek için hayal kurdurtan müzik hiç bir zaman bitmez; sonsuzun en somut kanıtıdır. Ayrıca müziğin evrensel oluşu her farklılığı geride bırakabildiğinden farklı insanları da bir araya getirebilen en önemli öğedir.

Müzik insanı anlatan bir turnusolken; bir ifade biçimi olarak o, döneminin insanını yansıtır. İnsanın düşünce yapısı ve şartlar değişince müziğin değişmesi de kaçınılmaz olur. Başka hiçbir sanat dalı yoktur ki insana bu denli çabuk ve somut bir şekilde dokunabilsin. Bu kadar gerçek ve insana ait, samimi olsun. Çünkü Gilles Deleuze’ün deyişiyle, “Müzik her zaman bir ‘bir şey var’ hikâyesidir: Oğlunu gömen annenin çığlığı, orada bir kuş, dalda ötüyor, kapı gıcırdıyor, baba öfkeden kuduruyor… Ya da giderek doğanın kendisi – güneşli bir gün var, kudurgan bir deniz var…” Müthiş gücü ve akışkanlığıyla “Bitmemiş bir şarkı dudağında bir yarım ezgi. Sığınmak, şarkılara sığınmak bir ömür boyu…” ibaresindeki üzere müzik bittikten sonra da devam edendir. Bernard Shaw’ın işaret ettiği gibi, “Zannedersem müziğin de bizim gibi bir ruhu ve canı var. Sadece matematiksel olarak tanımlanabilen zamana bağlı bir frekans/ genlik eğrisi değil olay, daha çok kendini ifade eden bir enerji ki bu da ruh denen şeye çok uzak değil kavram olarak…” Jean Paul Sartre’ın da, “Müzik, notaların, doğum ve ölümlerinin belli bir ritim içinde tekrarlandıkları bir süreçtir, yani sanki hayatın ta kendisidir” notunu düştüğü “Müzik fiziksel özellikleri itibariyle, sonsuzluktan ödünç alınan parçalarla, sonsuzluğu tanımladığımız ve sonra da sonsuzluğa iade ettiğimiz bir sanattır,” Demirhan Baylan’ın deyişiyle… Bu bağlamda “Müzik büyüdür” saptamasından; Victor Hugo’nun, “Müzik, sözlere dökülemeyeni ve sessiz kalamayacak olanı anlatır,” formülasyonuna müzik olmadık yerlerde karşınıza çıkar, olmadık zamanlarda, üzerini sıkıca örttüğünüz bir duyguyu yeniden hatırlatırlar. Üstelik bu hayalet duygu bir süre bırakmaz peşinizi, onunla yalnızsınızdır artık. Siz unutsanız da müzik unutmazlar. Çünkü müzik insanların kara kutusudur. Tam da bunun için Konfuçyüs, “Müzik, yer ve gök arasındaki uyumdur,” derken ekler Erkan Oğur da: “Bana göre de içimizle dışımızın uyumudur… Gerçek müzik saftır, onun için akıl gerekmez. O zaten tam ve kâmildir. Zaman, mekân, kültür, millet, kişi, cins, bencillik, matematik, fizik, armoni kaygısı, doğruluk, yanlışlık ve ticaretten muaftır… Bilinmeyen zamanlardır, Dedem Korkut’tur, Bach’tır, sendir, bendir. Her yerdedir, yokluğu bile kendisidir. Ve birdir. Biz onu sadece keşfederiz…” Yani duymasını bilirsen her şey müziktir. Her şeyin, her duygunun, hatta sessizliğin bile bir ritmi vardır. William Congreve’nın, “Müziğin vahşi hayvanları yatıştıracak, kayaları yumuşatacak ve yüz yıllık çınarları eğecek, bir çekiciliği vardır”; Emil Michel Cioran’ın, “Müzik kavranılmaz olmasına ve buharlaşıp gitmesine rağmen son derece gerçek bir evrendir. Onun büyüsü karşısında duyarsız olduğu için müziğe giremeyen bir birey bizzat var olma nedeninden mahrum kalır”; David Duchovny’in, “Kelimeler sadece bir tahmin yürütmedir. İşte müziğe dair en güzel şeylerden biri de budur: Adeta kelimelerinizle, hissettikleriniz arasındaki mesafeyi kapatır,” notunu düştükleri konuda; “Müzik, zihninizdeki karmaşayı çözmeye, karakterinizi ve duyarlılığınızı arındırmanıza yardımcı olacaktır,” diye ekler Dietrich Bonhoeffer da… Platon’un ifadesiyle, “Müzik ahlâki bir kanundur. Evrene ruh, zihinlere kanat, hayal gücüne uçma becerisi, hayata ve her şeye çekicilik ve neşe verir”ken; hayatın bir parçası olarak müzik baştan sona tarihseldir. Tarih değiştikçe müzikal tını değişti, müziğin kavranışı değişti; değişiyor da…Ayrıca Bryan S. Turner’ın saptamasındaki üzere, “Müzik, hayattaki ıstırabı onaylamamıza ve en karanlık hakikâtle yüzleşmemize izin veren bir katarsis üretir.” Böylelikle de “Müzik bakış açınızı değiştirmenize yardım eder. Gerektiğinde olayları farklı şekilde görmenizi sağlar,” Walter Bishop’un altını çizdiği üzere.

Tekrarlıyorum: Seslerin mimarisi müzik, hayatın ta kendisi, parçamızdır: Nefes almak ya da yürümek gibi. Düşüncenin yeşerebildiği ender alanlardandır. Derinliği kendi içinde katmanlıdır. Zamandan ve mekândan bağımsız değildir. Duyguların dışa vurumu ve var oluşun gizemine açılan kapıdır; yankılar ve yansımalardır; sestir, nefestir; dengeler bütünüdür. Müzik gerilimi anlatabilir. Acıyı, duygu yoğunluğunu işleyebilir. Jean Paul Sartre’ın da, müziği, notaların, doğum ve ölümlerinin belli bir ritim içinde tekrarlandıkları bir süreç olarak tarifiyle birlikte unutulmaması gereken şey; bazı müziklerin matematiği durumu tanımlamaya özelleşmişken, bazı müziklerin matematiğinin ise nereden bakarsan bak hoş görünen süper simetrik bir geometride olduğudur.

Özetin özeti tüm bunlar hakkında şöyle der Pierre Bourdieu: “Toplumsal tanımıyla ‘müzik kültürü’, bu konudaki bilgilerin ve deneyimlerin, belagat ile süslenmiş basit bir toplamından ibaret değildir. Müzik, ruha hitap eden sanatların en manevi olanıdır ve müzik aşkı ‘maneviyatın’ bir teminatıdır. Sadece dinsel dilin dünyevileşmiş biçimlerinin (örneğin psikanalitik dil) dinlemeye ilişkin sözcük dağarcığına günümüzde verdiği olağan dışı değeri düşünmek bile bunun için yeterlidir. ‘Müzik ruhu’, ‘Ruhun müziği’ üstüne sayısız çeşitlemelerin de gösterdiği gibi müzik, bir yanıyla en ‘derin’ ‘içselliğe’ (iç müzik) bağlıdır ve dahası ‘manevi’ olmayan konser yoktur… Halkla arasındaki ilişkiyi, ruh ve beden arasındaki ilişki biçimi üzerinden kuran burjuva dünyası için kuşkusuz, ‘müziğe karşı duyarsız’ olmak, utanç verici materyalist bir kabalığı temsil eder. Müzik, tabiatıyla en ‘saf ‘ sanattır. Hiçbir şey söylemez ve söyleyecek hiçbir şeyi yoktur, hiçbir zaman gerçekten bir anlatım işlevine sahip olmadığından, en sofistike biçimlerinde bile toplumsal bir mesaj taşıyan ve ancak seyircinin değerleri ve beklentileriyle anlık ve derin bir uyum sayesinde sahnelenebilen tiyatronun tam tersidir. Tiyatro böler ve bölünür. Paris’in sol [rive gauche] ve sağ [rive droite] yakasındaki tiyatrolar arasındaki veya burjuva tiyatrosu ile avangart tiyatro arasındaki karşıtlık, birbirinden ayrılmaksızın hem estetik hem de siyasidir. Halbuki müzik bunun tam tersidir. Eğer bazı yeni ve nadir örneklerini saymazsak, müzik burjuva etchosunun tüm sanat biçimlerinden talep ettiği dünyanın ve özellikle toplumsal dünyanın yadsınmasını en köktenci ve en mutlak biçimini temsil eder.”

Ve işlevine gelince…

“İlkel kabilelerde bile ritimler var. Ta o zamanlardan bu yana insanın doğayla mücadelesinde müzik var. Kendisini var etmesi için müziğe muhtaç. İnsan, yaşama gücünü buluyor müzikle, ritimle. İnsan müziksiz olamaz.” Müziğin gücü ve işlevi tam da burada… Somut bir örnekle: “1942’de -yaz ayları olmalı- Londralılar radyodan ilk kez Şostakoviç’in kuşatma altındaki Leningrad’a adadığı 7. Senfoni’sini dinlediler. 1941’de Leningrad’da, kuşatma sırasında başlamıştı bestesine Şostakoviç. Kimimiz için bu senfoni gaipten gelen bir müjde gibiydi. Onu dinlemek, Leningrad’ı izleyen Stalingrad direnişi, Kızıl Ordu’nun sonunda Alman savunma güçlerini dize getireceği inancını uyandırmıştı bizde. Ve öyle oldu. Savaş sırasında, yıkılmaz görünen ender şeylerden birinin müzik olması ne garip.”

Şostakoviç’in 7. Senfonisi’nin öyküsüne gelince: Leningrad Kuşatması İkinci Dünya Savaşı’nın en ağır kuşatmasıydı. 8 Eylül 1941’de başladı. Şehir, Hitler’in Sovyetler Birliği’ni istila etme planındaki üç stratejik hedeften biriydi. Kışın eksi 35 dereceyi bulan soğuklarda, Leningrad’da insanlar açlıktan kırılıyordu. Naziler, kente ve çevre yerleşimlerine ulaşan ikmal hatlarını kesmişti. Kuşatmanın birinci yılında sonra bir milyon kişi hayatını kaybetmişti. 9 Ağustos 1942 akşamı, Leningrad’ın cephe hattına yerleştirilmiş hoparlörlerden bir müzik sesi duyuldu. Aynı anda cephedeki askerlerin konseri dinlemeleri için radyodan yayın yapılıyordu. Sovyet mevzilerine moral, Alman mevzilerine sıkıntı olarak tesir eden bir yayındı bu. Konser açlıktan neredeyse ölmek üzere olan müzisyenlerden oluşan bir orkestra tarafından icra ediliyordu. 7. Senfoni, psikolojik savaşın etkili bir aygıtı aynı zamanda işgale karşı başlatılan büyük ulusal direnişin en güçlü sembollerinden biri oldu. Tam 872 gün süren kuşatma, 27 Ocak 1944’te sona erdi. Sovyetler kuşatmadan bir yıl sonra Berlin’e kadar ilerleyip Nazileri bozguna uğratmayı başardı. Şostakoviç; “Bir sanatçı için halk kitlelerinin her gün yeni başarılar elde ettiği bir çağda yaşamak ve yaratmak büyük bir mutluluktur,” diyordu.


 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst