Mezhep Nedir? Nasıl Ortaya Çıkmıştır?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde M Harfinden Nedir? Başlıkları kategorisinde alpi tarafından oluşturulan Mezhep Nedir? Nasıl Ortaya Çıkmıştır? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,698 kez görüntülenmiş, 8 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı M Harfinden Nedir? Başlıkları
Konu Başlığı Mezhep Nedir? Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
Konbuyu başlatan alpi
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan evrensel-insan

alpi

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
29 May 2014
Mesajlar
416
Tepkime puanı
1
Puanları
18
Yaş
47
Mezhep nedir? nasıl doğmuştur? sorularına bir giriş bilgisi olması dileği ile aşağıdaki yazıyı sizlerle paylaşıyorum. Umarım faydalı olur.

__________________________________________________________________

İslâm'da dinî hükümlerin iki kaynağı vardır: Kitap ve sünnet. Bu ikisinden sonra müracaat edilecek kıyas ve icma da esas itibariyle, yine bu iki kaynağa bağlıdır. Bunların dördüne birden “dört usul, dört şer’î delil” adı verilir. Bütün dinî hükümler bu dört delilden çıkarıldığı için, bunlara dayanır. Bu dört delil sırasıyla şöyledir:

1. Kitap:

Kitaptan maksat Kur’ân-ı Kerim’dir. İslâm dininin en esaslı kaynağı olan yüce kitabımız Allah tarafından nasıl indirilmişse öylece muhafaza edilmiş, bir harfi dahi değişmemiştir. Çünkü, onun muhafazasını yüce kelâmın sahibi Cenab-ı Hak üzerine almış ve korumuştur. İşte dinî bir meselede ilk müracaat edilecek kaynak Kur’ân-ı Kerim’dir.

2. Sünnet:

Sünnetten maksat, Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) mübarek sözleri, işleri ve görüp de men etmeyerek sükût buyurdukları halleridir. Sünnet olarak tarif edilen Peygamberimizin (asm) bu hallerine aynı zamanda hadis denir.

Sahabiler, Kur’ân’da yer alan dinî hükümlerin tafsilatıyla ilgili binlerce hadisi ezberleyip muhafaza ederek kendilerinden sonra gelen ve "Tâbiîn" denilen ikinci nesle nakletmişlerdir. İlk olarak Hicrî 101 tarihinde Ömer bin Abdülaziz’in gayretleriyle dinî hükümlerin tafsilati ile ilgili dört bin kadar hadis-i şerif toplanmıştır. Kur’ân-ı Kerim’den sonra sünnet dinî hükümlerin tesbitinde çok esaslı bir yer tutmaktadır.

3. Kıyas:

Bir meselede sabit olan bir hükmün benzerini, diğer bir meselede içtihad sonunda açığa çıkarmaktır. Diğer bir ifade ile, kitap, sünnet veya icma ile sabit olan bir meseledeki hükmü, aynı sebep, aynı hikmete dayanan başka benzer bir meselede tatbik etmektir. Kıyası, ancak müçtehid derecesindeki bir âlim yapabilir.

4. İcma:

İcma, bir (aynı) asırda yaşayan İslâm müctehidlerinin, bir meseledeki dinî hüküm hakkında ittifak etmeleridir. Buna göre kitap ve sünnette, hakkında bir nas bulunmayan bir meselede müçtehidlerin içtihad ederek verdikleri hükümlerde ittifak meydana gelirse, bu hüküm “icma-i ümmet”le sabit olmuş demektir. Hakkında icma olan bir mesele, artık kuvvetli bir mesele haline gelmiş demektir. Bu hükme şu hadislerde de işaret edilmiştir:

“Ümmetim dalâlet üzerinde ittifak etmez.”1

"Müslümanların güzel gördüğü bir şey, Allah katında da güzeldir.”2


İçtihad-Müçtehid:

İbadet ve muamelatla ilgili bir hükmü dinî delilinden çıkarmak için güç sarfetmeye içtihad denir. Bu hükümleri delillerinden çıkaran âlime de müçtehid adı verilir. Müçtehid, Kur’ân, sünnet ve İslâm hukuku ile ilgili bütün meselelerde tam bir bilgi sahibi olmalıdır.

Peygamberimizin (asm) zamanından beri İslâm âlimleri, dinî bir hükme ihtiyaç duydukları meselelerde Kitap ve sünnette açık bir delil bulamadıkları zaman kendi içtihatları ile amel etmişlerdir. Peygamberimiz (asm), sahabilerine bu hususta müsaade etmişti. Nitekim Peygamber Efendimiz (as), sahabilerin âlim ve fakihlerinden Muâz bin Cebel'i (r.a.) Yemen’e hâkim olarak tayin ettiğinde ona sordu:

“Oraya vardığın vakit ne ile hükmedeceksin? Sana bir şey sorulduğu yahut bir dâvâcı geldiğinde o müşkülü nasıl halledeceksin?”
Muâz: “Allah’ın kitabı Kur’ân ile.”
Resulullah: “Kitapta bulamazsan?”
Muaz: “Resullullahın sünnetiyle.”
Resulullah: “Onda da bulamazsan?”
Muaz: “Onda da bulamazsam kendi içtihadımla hükmederim.”
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz, “Allah’a hamd olsun ki, peygamberlerin elçisini {Muâz’ı}, peygamberlerinin razı olduğu şeye muvaffak buyurmuştur.” diyerek Muaz’ın bu sözlerinden dolayı memnuniyetini dile getirdi.


Hz. Peygamber (asm), hayatta iken sahabiler arasında herhangi bir ihtilaf' yoktu. Dinin usul ve füruunda sahabilerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber (asm)'e sorar, o da açıklardı.

Peygamberimiz (a.s.m.) ebedî âleme göçtüğünde Kitap ve sünnet sahabîlerin ezberinde bulunuyordu. Ancak sahabîler arasında Kur’ân-ı Kerim ile sünneti zaptetmek, onların ahkâm ve mânâlarını iyi anlamak hususunda ilmî kıfayeti olanlar fetva veriyorlardı. Bunlara sahabîlerin âlimleri ve fakihleri denmektedir. Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah bin Mes’ud, Hz. Âişe, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas ve Ebû Musa el-Eş’arî bunlardan en meşhur olanlarıydı.

Dört Halife devrinde ve daha sonraki zamanlarda Müslümanlar karşılaştıkları meseleleri bu zatlara gelip soruyorlar, onlar da Kitap ve sünnete göre hüküm veriyorlar; bu ikisinde de bulamazlarsa kıyas yoluyla meseleyi hallediyorlardı. Böylece sahabîler zamanında pekçok meselede “icmâ” sabit oluyor; İslâm hukuku, fıkıh teşekkül ediyordu.

Bu arada, bu sahabîler bazı beldelere yerleşerek ilim ve irfanlarıyla İslâma hizmet ettiler. Meselâ, Hz. Ali ile Abdullah bin Mes’ut Kûfe’de, Enes bin Malik ile Ebû Musa el-Eş’arî Basra’da, Abdullah bin Ömer ile Zeyd bin Sâbit Medine’de yüzlerce talebe yetiştirdiler. Sahabîlerin yetiştirdiği bu talebelere “Tâbiîn” denmektedir. Resulullah (asm)'ın bıraktığı ilim mirası bu nesle intikal etti. Bunların içinde içtihad edebilecek seviyeye gelmiş pekçok âlim vardı. Meselâ, İbrahim en-Nehâî, Hasan el-Basrî, Tâvus bin Kaysan bunlardan birkaçıdır.

Tâbiîn, sahabîlerin rivayet ettikleri hadisleri ve onların içtihadlarını derleyip biraraya topladılar. Bunun yanı sıra hakkında âyet, hadis ve sahabîlerin içtihadının mevcut olmadığı meselelerde kendileri de içtihadda bulundular. Çevrelerinde halkalanan talebeleri yetiştirmeye gayret ettiler. İslâm hukukunun temelini kurma, karşılaşılan yeni meseleleri enine boyuna inceleyip hükümlerini açıklama hususunda talebelerine rehberlik ettiler. Bu nesle de “Tebe-i Tâbiîn” adı verilmektedir. İmam-ı Âzam, İmam-ı Malik, İmam-ı Şâfiî, Ahmed bin Hanbel, Süfyan-ı Sevrî, Sufyan bin Uyeyne bu neslin meşhurlarındandır. Bu zatların içinden, meselâ İmam-ı Âzam Sahabîlerden bir kısmını görmüşse de, ilmî hüviyeti itibariyle Tebe-i Tâbiîne dahildir.

İşte fıkhî mezheplerin teşekkülü bu zamana rastlar. Tebe-i Tâbiîn imamları, sahabenin ve tâbiînin içtihadlarını topladılar. İhtiyaç oldukça kendileri de birçok meselede içtihadda bulundular. Müslümanların karşılaşmış olduğu binlerce meselede fikrî çalışmalar yapıp belli esaslar koydular. Bu zatlar çeşitli şehirlerde ikamet ediyorlardı, ilmî çalışmalarını bulundukları beldede yapıyorlardı.

Diğer taraftan her birinin fetva metodu da farklıydı. Bazısı sadece Kur’ân ve sünneti esas alıyor, bazısı bunların yanında kıyası kabul ediyor; bir kısmı Kur’ân, sünnet ve sahabenin icmâı ışığında kendi reyiyle fetva veriyordu. Bir kısmı da bulunduğu bölgenin örf ve âdetlerini dikkate alıyordu. Bu çeşit içtihad ve fetvalar Müslümanların dinî yaşayışını iyice rahatlatmıştı.

Müçtehidlerin bu içtihadları İslâmın temel esaslarında olmayıp ikinci derece fer’î meseleler üzerinde yapılıyordu. Zamanla aynı meselede birtakım farklı içtihadlar ve izahlar ortaya çıktı. Müslümanlar ise kendi bölgelerinde yaşayan müçtehidin içtihadını kabul ediyor, ibadet ve muamelat hayatını ona göre yapıyordu.

Bu tercih ve taraftarlık, zamanla yerini “gidilen yol” mânâsına gelen “mezhep”lere terk etti. O devir, başta hadis ve tefsir olmak üzere birçok İslâmî ilimlerin tahsil edildiği münbit bir zemindi. Müctehid derecesinde çok sayıda ulema mevcuttu. Her müçtehidin görüş ve fetvasını kabul eden ve tâbi olan halk bulunduğundan, neticede her imam bir mezhebin temsilcisi olarak kabul edildi. Bu durum, sonunda yüzlerce mezhebin vücut bulmasına vesile oldu.

Zaman geçtikçe mezhep imamı durumunda olan âlimlerin çoğu kendilerinden daha âlim gördükleri veya aynı meselede, aynı içtihadda ittifak ettikleri imamların mezhebine girdiler. Zaten mezhep sahibi müçtehidlerden hiçbirisi, “Biz bir mezhep kurduk, bize uyunuz, bizim mezhebimizi kabul ediniz, o mezhebi benim ismimle söyleyiniz.” diye bir dâvet ve telkinde de bulunmamıştır. Onlar, sadece meclislerine gelen kimselere dinî ilimleri öğretir, kendilerine gelen meselelere hal çareleri aramaya çalışırlardı. Bir meselenin dinî hükmü kendilerinden sorulduğu zaman onu açıklarlardı. Bu imamlardan ders alan talebeler, söz ve içtihadlarını kabul eden âlimler ve halk kendilerine tabi olurdu. Böylece bunların sözleri ve içtihadları bir mezhep şekline gelirdi.

Çünkü bu mübarek zatlar içtihad yaparken nefsî ve indî görüşten tamamen uzak bulunurlardı. İlmî enaniyet ve taassup onlarda mevcut değildi. Hakkı, doğruyu ve güzeli nerede bulurlarsa kabul ederlerdi.

Müçtehidlerin yapmış olduğu içtihadlarının bir mezhep haline elip yayılmasında talebelerinin büyük gayreti oldu. Bundan dolayı bazı imamların talebeleri hocalarının içtihadlarını tertip ve tasnif ederek bir sistem haline getirirken, pekçoğu bu meselede aynı muvaffakiyeti gösteremedi.

İlk başta teşekkül eden birçok mezhep, talebe ve müntesiplerinin azalması sonunda hayatiyetini devam ettiremedi, kitap sayfalarında kaldı. Bugün, Ehl-i Sünnet mezhepleri içinde dört tanesi yaşamaktadır: İmam Ebû Hanife ve Hanefi mezhebi, İmam Mâlik ve Mâlikî mezhebi, İmam Şâfiî ve Şâfiî mezhebi, İmam Ahmed bin Hanbel ve Hanbelî mezhebi.

Kaynaklar:

1. İbni Mâce, Fiten: 8.
2. Müsned, I/379.
3. Tirmizî, Ahkâm: 3; Ebû Dâvud, Akdiyye: 11; İbni Mâce, Menâsik: 38.


 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Diyanet Baskanliginin icerigi tum din ve mezheplere ayni uzaklikta olmasi degil mi?

Diyanet baskanligi, neden sunni mezhebinin sadece hanefi dalinin temsilcisi?

İslam mezhepleri, başlangıçta İlk dönemlerde Ali ile Muaviye arasındaki savaş ve İslam toplumundaki bölünme Sünnilik, Şiîlik ve Haricilik şeklinde ilk mezhepsel ayrışmayı beraberinde getirmiştir.

Erken dönemlerde değişik İslam şehirlerinde, bu şehirlerin adıyla anılan fıkıh okulları bulunmaktaydı. Şam (Evzaiyye), Kufe, Basra, Medine okulları bunlardan bazılarıdır. Daha sonra Irak okulu Hanefi, Medine okulu ise Maliki mezhepleri olarak konsolide olmuş, Şafii, Hanbeli, Zahiri ve Ceriri mezhepleri daha sonra ortaya çıkmışlardır.

Daha sonra İnanç etrafında yapılan tartışmalarla inanç (itikad) mezhepleri de ortaya çıkmıştır.

Sünnî inanç mezhepleri

İtîkâdî açıdan Sünni mezhepler iki tanedir. Bunlar

Maturidi Mezhebi; İmam Maturidi tarafından kurulmuştur.
Eş'ari Mezhebi; İmam Eş'ari tarafından kurulmuştur.
Bu iki mezhep temelde birdir. Ancak teferruata ait kırka yakın konuda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Fikir ayrılığına düştükleri konular sadece ayrıntılardan ibarettir.

Sünnî Fıkıh Mezhepleri

Fıkhî açıdan Sünni mezhepler dörttür. Bunlar:

Hanefi mezhebi; İmam Ebu Hanife'nin adını taşıyan mezheptir.
Şafii mezhebi; İmam Şafii'nin adını taşıyan mezheptir.
Maliki mezhebi; İmam-ı Malik'nin adını taşıyan mezheptir.
Hanbelî mezhebi; İmam Ahmed İbni Hanbel'nin adını taşıyan mezheptir.
Beşinci bir mezhep de var idi ancak zamanla tükenmiştir:

Zahiri mezhebi; İmâm Dâvud-u Zâhîrî'nin adını taşıyan mezheptir.
Fıkhî mezhepler arasında uygulama ve ibadetlerde bazı farklılıklar görülür.

Sünniler günümüzde inanç açısından Maturidilik ve Eşarilik, fıkhi açıdan da Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbelî mezheplerine bağlıdırlar. Bu dört mezhepten ilki olan Hanefi mezhebi itikad olarak Maturidiliğe diğer üç mezhep ise Eşariliğe bağlıdırlar.

Bu mezhepler dışında, Sünnilik'te olan icma-i ümmete, kıyasa ve re'ye başvurulmasını kabul etmeyen, her sorunun çözümünü yalnızca Kur'an'da, Sünnette, sahabe ve tabiunun görüş ve uygulamalarında arayan bir grup daha vardır. Bunlar; Selefiyye veya Selefiyyun (geçmişe bağlılar) olarak anılır. Bu düşünceye bağlı olanlar ortaya çıkan yeni sorunlara çözüm bulmakta yetersiz kaldıkları için fazla yandaş kazanamamışlardır. Hanbelî mezhebi, Selefiyye anlayışına en yakın Sünni mezhep olarak tanınır.

Şiîlerin günümüzde bağlı olduğu en büyük fırka ise İmamiyye (Caferiyye) dir. Bunun dışında sayıları az olmakla birlikte Zeydiyye ve İsmailîyye fırkaları da günümüze ulaşmıştır.

Haricilerin ise günümüze ulaşmış olan tek fırkası İbadiyyedir.

Şiîlik

Câferîlik; İmâm CâÊ¿fer-i Sâdık'ın adını taşıyan mezheptir.
Zeydîlik; İmâm Ali Zeyn el-Âb’ı-Dîn'in oğlu Zeyd bin Ali'nin adını taşıyan mezheptir.
İsmâilîlik; İmâm CâÊ¿fer-i Sâdık'ın büyük oğlu imam İsmâ‘îl bin CâÊ¿fer el-Mûbarek'in adını taşıyan mezhep.

Haricîlik

Ali ve Muaviye arasında sürdürülen savaşlar ve mücadelelerde Hâricîler üçüncü gurup olarak ortaya çıkmışlardır. Siyasi, itikadi veya tarihi bazı ihtilaflar nedeniyle Hâricîler kendi içlerinde de çeşitli gruplara ayrılmışlardır. Bu grupların bazıları İslam dininin temel akide kaidelerini takip ederken, bazıları İslam dininin itikadi prensiplerinden ayrılarak İslam dairesi dışı ilan edilmiş ve İslam dinin dışında incelenmiştir. Fakat bu grupların da temelleri Haricilere ve İslam dinine dayanır.

Haricî Grupların Başlıcaları
Ezarika
Sufr’îyye
Necedat
Acaride
İbadiyye
İslâm Dışı kabul edilenler
Meymûn’îyye
Yezîd’îyye

Wiki

800px-Madhhab_Map3.png
 

alpi

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
29 May 2014
Mesajlar
416
Tepkime puanı
1
Puanları
18
Yaş
47
Nereden alıntı yaptığınızı da belirtseydiniz daha iyi olurdu

Demiş ki;
Maturidi Mezhebi; İmam Maturidi tarafından kurulmuştur.
Eş'ari Mezhebi; İmam Eş'ari tarafından kurulmuştur.

Bunlar dernekler odasına gidip başvuru yapmışlar biz mezhep kuracaz mı demişler? Buradaki söylemden(kurulmuşturdan) bu anlaşılıyor.

Halbuki mezhepler kurulmamış gayri ihtiyari doğmuştur. Bilinçli kurulana cemaat, dernek, vakıf diyebilirsiniz fakat mezhep için bunu söylerseniz mezhepleri anlamamışsınız demektir.

Diyanet işleri devletin bir kurumudur. Eğer doğruları yada yanlışları varsa bu bağlı bulunduğu bakanlığı ilgilendirir. İslamı yada İslami ölçüleri değil.
 

esekherif

Filozof
Yeni Üye
Katılım
3 Nis 2015
Mesajlar
907
Tepkime puanı
5
Puanları
18
[MENTION=4165]evrensel-insan[/MENTION] Sen de bir Mezhep kurabilirsin.
 

esekherif

Filozof
Yeni Üye
Katılım
3 Nis 2015
Mesajlar
907
Tepkime puanı
5
Puanları
18
[MENTION=4165]evrensel-insan[/MENTION] Sen de bir Mezhep kurabilirsin.
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Nereden alıntı yaptığınızı da belirtseydiniz daha iyi olurdu

Demiş ki;


Bunlar dernekler odasına gidip başvuru yapmışlar biz mezhep kuracaz mı demişler? Buradaki söylemden(kurulmuşturdan) bu anlaşılıyor.

Halbuki mezhepler kurulmamış gayri ihtiyari doğmuştur. Bilinçli kurulana cemaat, dernek, vakıf diyebilirsiniz fakat mezhep için bunu söylerseniz mezhepleri anlamamışsınız demektir.

Diyanet işleri devletin bir kurumudur. Eğer doğruları yada yanlışları varsa bu bağlı bulunduğu bakanlığı ilgilendirir. İslamı yada İslami ölçüleri değil.

Alinti belirtildi. Haritanin ustunde.

"Gayri ihtiyari dogmak" sonucta gecerli olmus mudur olmamis midir?

Senin butun yaptigin sdadece bahane bulmask.

Madem kuran tekti nerden icabetti bu "gayr-i ihtiyari dogmak?"

Devlet politiktir. Dolayisi ile zaten tum farklari kucaklayan bir devlet yok.
 

alpi

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
29 May 2014
Mesajlar
416
Tepkime puanı
1
Puanları
18
Yaş
47
Alinti belirtildi. Haritanin ustunde.

"Gayri ihtiyari dogmak" sonucta gecerli olmus mudur olmamis midir?

Senin butun yaptigin sdadece bahane bulmask.

Madem kuran tekti nerden icabetti bu "gayr-i ihtiyari dogmak?"

Devlet politiktir. Dolayisi ile zaten tum farklari kucaklayan bir devlet yok.

Mezhepleri anlayamadığınız açıkça ortada işin kötü tarafı anlamaya da yanaşmıyorsunuz. İlk mesajda vermiş olduğum yazı mezhepler ile ilgili genel bir bilgidir. Bunu kabul edemeyecekseniz daha fazla bu konuda konuşmaya gerek görmüyorum.
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Mezhepleri anlayamadığınız açıkça ortada işin kötü tarafı anlamaya da yanaşmıyorsunuz. İlk mesajda vermiş olduğum yazı mezhepler ile ilgili genel bir bilgidir. Bunu kabul edemeyecekseniz daha fazla bu konuda konuşmaya gerek görmüyorum.

Konu Kabul edip etmemek degil; kimin neye gore kimi ve neyi kabullendigi ve karsi ciktigidir.

Ayrica bakis acisidir.

Kimisi mutezile olarak akli ve aklin yorumunu one cikarirken, kimise sadece "kalb ile iman dilile ikrari" one cikarir.

Ayrica sen neden islami sunnilik ile sinirladin, siiler islam degil mi?

Yada hariciler.

Selefilik ve kurancilik hakkinda da bir sey yazmamissin.

Ayrica halife ve selef farki da yok.

"Konusmaya gerekgorup gormemek" senin tercihindir yalniz bu senin dediklerini tek gecerli kilmaz.

Bugun onemli olan reel ve yasanan islamdir.

Bu da oyle bir haldedir ki, birak biri biri ile anlasmayi; resmen birik birine dusmandir.

Ayrica inanc ve fikih acisindan da mezhepleri bir birine karistirmissin.

Hanefi inanci ayni zamanda maturidilik fikihidir ve akli ve yorumu one cikarir.

Sünniler günümüzde inanç açısından Maturidilik ve Eşarilik, fıkhi açıdan da Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbelî mezheplerine bağlıdırlar. Bu dört mezhepten ilki olan Hanefi mezhebi itikad olarak Maturidiliğe diğer üç mezhep ise Eşariliğe bağlıdırlar.

Bu mezhepler dışında, Sünnilik'te olan icma-i ümmete, kıyasa ve re'ye başvurulmasını kabul etmeyen, her sorunun çözümünü yalnızca Kur'an'da, Sünnette, sahabe ve tabiunun görüş ve uygulamalarında arayan bir grup daha vardır. Bunlar; Selefiyye veya Selefiyyun (geçmişe bağlılar) olarak anılır. Bu düşünceye bağlı olanlar ortaya çıkan yeni sorunlara çözüm bulmakta yetersiz kaldıkları için fazla yandaş kazanamamışlardır. Hanbelî mezhebi, Selefiyye anlayışına en yakın Sünni mezhep olarak tanınır.

Kur'an ayetlerinin yorumlanmasına karşı çıkan ve sadece anlaşıldığı üzere ve dış şekliyle tatbik edilmesi görüşü; Selefilik ve zahirilik,

Ayetlerde derin anlam ve işaretlerin bulunduğu ve asıl anlamlarının bunlar olduğu görüşü; Batıni-tasavvufi ve hurufi görüşler,

Ayetlerin akıl ile yorumlanması, Akılcılar (mutezile),

Ayetlerin akıl ve nakil ile birlikte yorumlanması; Hanefiler

Ayetlerin nakil ile yorumlanması; Nakilciler, hadis ve sünnetçi (sünni)ler,

Nakli reddeden ve sadece Kur'anı kaynak kabul eden Kur'ancılar.

Kur'ancılık (Arapça: قرآنيون‎ Qurʾāniyūn) ya da Kur'an Müslümanlığı sadece Kur'anı İslam'ın ana kaynağı olarak kabul edip diğer İslami kaynakları (Hadis, İcma, Kıyas, vb.) reddeden düşünce sistemi.

Kur'ancılar genel manada Kur'anın herhangi bir açıklamaya ihtiyaç olmaksızın anlaşılabileceğini, bunun yanında hadislerin korunmadığını, korunan kitabın ve sözün yalnız Kur'an olduğunu ve sağlam kabul edilen hadislerin dahi şüphe taşıdığını ve şüphe taşıyan hiçbir metnin dini kaynak olamayacağını iddia ederler. Kur'ancılar bu düşüncüleriyle İslam'ın iki ana mezhebi olan Sünnilik ve Şiilik'ten ayrılırlar
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst