Metafizik/Ontolojik-Varlik Tartismasinin Sonu

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe Kulübü kategorisinde evrensel-insan tarafından oluşturulan Metafizik\/Ontolojik-Varlik Tartismasinin Sonu başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 12,358 kez görüntülenmiş, 104 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe Kulübü
Konu Başlığı Metafizik\/Ontolojik-Varlik Tartismasinin Sonu
Konbuyu başlatan evrensel-insan
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan evrensel-insan

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Algım kısıtlı, çalgım boldur.

Elektro gitar çalarım, bir de ritim saz

Az ileriki eyalet arkansas.

Temel'in Amerikanya felsefesini bilir misiniz?

Bilirsiniz, bilirsiniz.

Konu ile hic bir ilgisi olmayan bu tip mesajlari bir kacdir tekrarliyorsunuz, nedenini sorabilir miyim?

Basligi okumak isteyen okurlara bu bir saygisizlik olmuyor mu?
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Aşk olsun :( Okusunlar, onlar okuyacaklar da, ben gözlerini mi kapatıyorum.

Ama siz çok hoş sohbetsiniz, hoşuma gitti sizinle yazışmak, bilgilenmek.

Algılama yeteneğim gelişsin diye uğraşıyorum baltalamayın pliz.
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Aşk olsun :( Okusunlar, onlar okuyacaklar da, ben gözlerini mi kapatıyorum.

Ama siz çok hoş sohbetsiniz, hoşuma gitti sizinle yazışmak, bilgilenmek.

Algılama yeteneğim gelişsin diye uğraşıyorum baltalamayın pliz.

Peki oyle olsun.

Umarim bu dediginiz cumlede kalmaz da, hayatiniza yer eder.
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Peki, yalniz evrensellik bu iki dille ve bu iki dildeki bu iki kelime ile sinirli degil.

Olsun adım adım.

Önemli olan bir yere kuş gibi uçarak değil, yılan gibi sürünerek çıkmaktır ki; yükselmenin hazzına varılsın ve değeri bilinsin.
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Olsun adım adım.

Önemli olan bir yere kuş gibi uçarak değil, yılan gibi sürünerek çıkmaktır ki; yükselmenin hazzına varılsın ve değeri bilinsin.

Vay be raslantinin boylesi.

Bu cumle benim lisede kompozisyon cumlemdi(1970'ler) ve ben bu kompozisyondan 10 almistim.

Cumle soyle;

"Bir tepede kusa da rastlanir, yilana da; kus ucarak, yilan surunerek varmistir."
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Vay be raslantinin boylesi.

Bu cumle benim lisede kompozisyon cumlemdi(1970'ler) ve ben bu kompozisyondan 10 almistim.

Cumle soyle;

"Bir tepede kusa da rastlanir, yilana da; kus ucarak, yilan surunerek varmistir."

Ben de hayret ettim bu fikri ben icat ettim sanıyordum, çok eskiymiş meğer.

Ama ikisi de o kadar farklı şeyler ki.
 

alpi

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
29 May 2014
Mesajlar
416
Tepkime puanı
1
Puanları
18
Yaş
47
Sayın @asil bunların düşünce diye ortaya koydukları tek şey içinde bilimsel kelimelerin geçtiği cümleler kurmaktan ibaret. Bakın müslümanları düşünmemekle itham eden büyük düşünür Lewis Wolpert içinde bilimsel kelimelerin geçtiği nasıl cümleler kuruyor. Hatta içinde bilgisayar kelimesi geçen bir cümle kuruyor ki düşüncenin doruk noktası bu olsa gerek. Akla ziyan doğrusu, eğer düşünmek denen şey buysa ....


watch
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Beyninin daracık bir bölümü kazaen çalışmış bir yaratık olmalı bu biyolog.

Şu soydaşlarımız, Allah'ı bir yana bırakarak çeşitli ilahlar edindiler, onların gerçekten ilah olduklarına ilişkin kesin delil göstermeleri gerekmez mi? Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? (Kehf Süresi.)
 

pafini

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
25 May 2015
Mesajlar
15
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Babamın bir makalesi ile konuya dahil olmak istiyorum;


“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer suresi, 9. ayet)

Eskiler “cehl-i mürekkep” derlerdi… Yani hem bilmemek, hem de bilmediğini bilmemek. Basit cahillerle mukayese edilemeyecek kadar tehlikeli bir tür. Zira bunlar bilmedikleri halde “biliyorum” zannı ve edasıyla ahkâm kestiklerinden başkalarını da felâkete sürüklerler.

Türkiye’de “yazılı ve görüntülü basın”da yer işgal edip vazife yapan muhterem zevatın mühim bir kısmının böyle mürekkep cahillerden teşekkül etmesi bir tesadüf müdür, yoksa özellikle mi seçilirler bilemem. Lâkin bu durumun, bu ülkenin insanları için büyük bir talihsizlik olduğu ve ufuklarını kararttığı gerçeği herhalde inkâr edilemez.

Geçen ay Türkiye’de basında yer alan haberleri takip edenler, Avrupa’da önemli bir deney yapılacağını, bu deneyin belki de dünyanın sonunu getirebileceğini, büyük bir patlama sonucu dünyanın parçalanabileceğini, kara deliklerin ortaya çıkıp dünyamızı yutabileceğini vs duydular, okudular. Her gün tekrarlanan bu gibi haberlerin gerçeklerle ne kadar ilgisi olduğunu bilemeyen insanlarımızın kafalarında haklı olarak birçok soru işaretleri oluştu, hatta bazıları ciddi endişelere kapıldılar. O günlerde karşılaştığım herkesin bana “Yahu, sen bu işlerden anlarsın, nedir bu işin aslı? Hakikaten dünya parçalanır mı?” diye sual etmesi sebepsiz değildi ve durumun vahametini açıkça ortaya koyuyordu.

Böylece, hem mesleğimle ilgili olan hem de özel merakım sebebiyle yıllardır üzerinde çalıştığım bu konuda bir şeyler yazma arzusu ile okumakta olduğunuz makaleyi kaleme almaya cüret ettim.

“Cüret ettim” diyorum, çünkü dünyanın en önde gelen nobel vs ödüllü bilim adamlarının bile aczlerini itiraf ettikleri bu kadar derin ve girift bir konuda, ilmin ulaştığı son noktada, tabiri caizse “alacakaranlık” bir sahada kalem oynatmak, hele de böyle bir bahsi herkese hitap edecek tarzda anlatmaya kalkışmak, hakikaten cüret isteyen, zordan da öte bir iştir. Tevfik Allah’dandır.

Maddenin temel

parçacıklarının peşinde

CERN’deki deneye geçmeden önce olup biteni anlamaya yardımcı olacak bazı bilgiler vermek elzem görünüyor.

İnsanoğlu fıtratında meknuz bulunan keşfetme-anlama-öğrenme dürtüsüyle çevresini araştırırken ister istemez eşyanın neden yapıldığını da merak etti ve maddenin en küçük, en temel yapıtaşlarını bulmak istedi. İslâm âlimlerinin “cüz-i lâyetecezza”, Greklerin ise “atom” dedikleri artık daha fazla bölünemeyen en küçük parçacığa hep ulaşılmaya çalışıldı. Yirminci asrın şafağında önce elektronun, sonra protonun keşfiyle “atomaltı”na inildi. 1930’larda nötronun da keşfedilmesinden sonra çoğumuzun okulda öğrendiği, proton ve nötronlardan müteşekkil bir çekirdeğin çevresinde dönen elektronlardan oluşan atom modeli ortaya çıktı. O devirde birçok fizikçi bunların (yani elektron, proton ve nötronun) temel parçacıklar olduğundan hayli emin görünüyordu.

Son yüz yıl boyunca on binlerce ilim adamı araştırmalara devam etti ve eksi yüklü elektronun karşıt parçacığı artı yüklü pozitron, ışığı oluşturan foton, hayalet parçacık denilen ve her an milyonlarcası bizi delip geçen nötrino, kuvvetlerin etkileşimini sağlayan bozon, ayrıca müon, pion, tau gibi daha birçok parçacık keşfedildi. Proton ve nötronun da aslında temel parçacıklar olmadıkları ve “kuark” adı verilen daha küçük parçacıkların “gluon”lar vasıtasıyla bir arada tutulmaları neticesi oluştukları anlaşıldı.

Teferruatına girmemiz bu makale hacminde mümkün olmayan ve her biri hakkında kitaplar yazılan bu müthiş keşif serüveni hâlen devam ediyor. İlginç olan husus, bu parçacıkların bazılarının tesadüfen, fakat çoğunun önceden teorik planda tasavvur edilip şuurlu bir şekilde aranarak bulunmuş olmaları…

Son gelinen noktada temel olduğu kabul edilen parçacıkları şöyle tasnif edebiliriz:

1. Kuarklar – ki bunların altı çeşidi olup farklı kombinasyonlarla birleşerek proton, nötron ve mezonları oluştururlar

2. Leptonlar – bu sınıfta da en bilinenleri elektronlar ve nötrinolar olmak üzere en az altı çeşit parçacık bulunmaktadır

İnanması zor olsa da, demek ki bildiğimiz her şey, hava, su, toprak, yıldızlar, ağaçlar, madenler, vücudumuz vs bu temel parçacıkların farklı birleşimlerinden meydana gelmiştir ve esası aynıdır!

Zikredilmesinde fayda olan bir başka mühim husus da şudur: Yapılan deneylerde kullanılan enerji ne kadar büyürse, maddenin o kadar derûnuna nüfuz edilebiliyor. Teknolojik ilerlemeler sayesinde daha büyük enerjiler kontrol edilebilir ve kullanılabilir hâle geldikçe daha küçüğe, daha derine inilebiliyor. Ama her şey gibi bunun da bir sonu olacağı şüphesiz. Dünyamızda hüküm süren fizikî şartlar çerçevesinde kullanılabilecek enerjinin bir üst sınırı var, bu da bir noktadan öteye geçilemeyecek demek oluyor. O noktaya ulaşıldığında hâlâ cevaplanmamış sorular varsa –ki olacaktır- o soruların cevapları için artık ya teorik fizikçilerin hayal gücüne ve felsefeye güvenip inanılacak veya daha temel olarak “din”e müracaat edilecektir.

“Çok ilim insanı Allah’a yaklaştırır” kelâm-ı kadimi mucibince birçok tanınmış fizikçinin bu araştırmaları esnasında dindarlaştıkları, hattâ inançsız olan bazılarının Allah’ı buldukları bilinen bir gerçektir ve sebepsiz değildir. Kalpleri mühürlü olanlara ise söylenecek bir şey yoktur.

“Big Bang” nedir?

“Big Bang” veya Türkçe ifadesiyle “Büyük Patlama” içinde yaşadığımız ve bir parçası olduğumuz maddî âlemin nasıl oluştuğunu izaha çalışan bir nazariye (teori) dir, günümüzde büyük ölçüde ispatlanmış ve ilim çevrelerinde genel kabul görmüştür. Bu durum aslında bir bakıma dinin de zaferidir, zira “yaradılışı” ve dolaylı olarak “yaradanı” kabul ve ispat etmektedir. Batının seküler ilim adamları tahmin edilebileceği üzere bu konulara girmemek hususunda büyük bir hassasiyet gösterseler de gerçekler güneş gibi parlamaktadır ve malûmdur ki güneş balçıkla sıvanamaz!..

“Büyük Patlama” teorisinin özetinin özetini anlatırsak: Kâinat, yani içinde yaşadığımız maddî âlemin tamamı, yaklaşık 13,5 milyar yıl önce bir büyük patlama neticesi yoktan varoldu. İlk anlarda hüküm süren insan idrâkinin ötesindeki sıcaklık değerleri hızla düşmeye başladı. İlk saniye için ciddi bir şey söylenemese de, büyük patlamanın bir saniye sonrasında sıcaklığın 10 milyar dereceye, 14 saniye sonra ise 3 milyar dereceye düştüğü hesaplanıyor.

İlk üç dakikanın sonunda sıcaklık 1 milyar dereceye indiğinde, kuarklar proton ve nötronları oluşturmaya başladılar. Ardından iki proton ve iki nötrondan müteşekkil helyum çekirdeği ortaya çıktı. Ortam ancak birkaç yüzbin yıl sonra elektronların çekirdeklerle birleşip hidrojen ve helyum atomlarının meydana gelebileceği sıcaklığa geriledi. Bu ikisi hâlâ evrende en çok bulunan elementlerdir.

Ortaya çıkan “gaz bulutu” kütle çekim gücünün (gravitasyon) tesiriyle yoğunlaşıp birleşerek galaksileri ve yıldızları oluşturdu. Ancak bütün bu yıldızları, gök cisimlerini ve hayatı oluşturan yapıtaşları ilk üç dakikada hazırlanmış olan parçacıklardır.

“Büyük Patlama” teorisinin ilim çevrelerinde genel kabul görmesi de çok ibretâmiz bir hikâyedir. Bu teori aslında çok daha eskilerden beri gündemde olmasına rağmen, Batı’daki din-ilim zıtlaşmasının tesiri altındaki fizikçiler, “Büyük Patlama” ve dolayısıyla “yaradılış” teorisini ciddiye almıyor ve gerekli araştırmaları kasten (kendi itiraflarıyla sabittir) yapmıyorlardı. Herhalde bu teorinin isbatı hâlinde bir “Yaratıcı”nın kabulü zarureti hoşlarına gitmiyordu! Çoğu fizikçiler (ve filozoflar) evrenin hep aynı hâl üzre değişmeden devam ettiğine, yani ezelî ve ebedî olduğuna inanmayı tercih ediyorlardı ki, hâlen bu saçma görüşte ısrar edenler mevcuttur.

“Büyük Patlama” teorisini isbatlayan ilk büyük keşif de bu sebeple “tesadüfen” gerçekleşti. 1964-65 yıllarında New Jersey’deki Bell laboratuvarının radyo anteniyle astronomik ölçümler yapan iki araştırmacı, Arno Penzias ve Robert Wilson, izah edemedikleri bir “parazit” yakaladılar. Uzayın her yönünden eşit şiddette gelmekte olan bu “gürültü”nün antendeki teknik bir hatadan kaynaklandığı düşünülerek uzun süre anten sistemini iyileştirici çalışmalar yapıldı. Halbuki böyle bir izin büyük patlamadan artakalmış olması gerektiği teoride yeralıyordu, ne hazindir ki bu durum araştırmacıların dikkatini celbetmiyordu.

Sonunda başka bir ihtimal kalmayınca ve başka fizikçilerin de fikrî desteğiyle, parazit zannedilen şeyin büyük patlamadan artakalan bir ışınım olduğu anlaşıldı. İlmî izahına burada giremeyeceğimiz bu ışınıma “Kozmik Mikrodalga Arkaalan Işınımı” (Cosmic Microwave Background Radiation) ismi verildi. Keşfi kozmolojide yeni bir çığır açan bu ışınımın özellikleri evvelce teorik olarak hesaplanmış bulunan değerlerle birebir örtüşüyordu ve bu mânâda büyük patlamanın inkâr kabul etmez bir delili niteliğindeydi.

“Büyük Patlama”nın ikinci büyük delili de, yine izahına girmeyeceğimiz “kırmızıya kayma” (red shift) olayıdır ki, bütün gök cisimlerinin birbirlerinden uzaklaşmakta olduklarını, dolayısıyla evrenin genişlemekte olduğunu kesin olarak ispat eder. Genişleme süreci zaman içinde ters çevrildiğinde her şeyin bir noktaya, büyük patlama noktasına toplanacağı kolayca anlaşılabilir. Bu ayrıca evrenin “sonlu” olduğunun da bir delilidir.

CERN’deki Big Bang deneyi nedir?

CERN, Avrupa Nükleer Araştırma Organizasyonu (Konseyi)’nun fransızca karşılığının baş harfleri. Fransa-İsviçre sınırında Cenevre yakınlarında kurulmuş bulunan dünyanın en ileri araştırma tesisi. Esas itibariyle bir AB organizasyonu olmakla beraber bütün ileri ülkeler bu merkeze üye olmuşlar, deneylere katılıyorlar. Türkiye gözlemci statüsünde.

Kendi ifadeleriyle vazifeleri evrenin neden yapılmış olduğunu ve nasıl işlediğini keşfetmek. Bunun için temel parçacıkları ve ilgili tabiat kanunlarını araştırıyorlar.

Bunu nasıl mı yapıyorlar? Yerin yüz metre altına 27 kilometre uzunluğunda daire şeklinde bir tünel inşa etmişler. Burada çok basit anlatımıyla atomaltı parçacıklar özel boru sistemi içerisinde, binlerce dev mıknatıs yardımıyla ışık hızına kadar hızlandırılıyor. Bu bölüme “parçacık hızlandırıcısı” deniyor. Çok yüksek enerji seviyelerine ulaşan ve birbirine ters istikamette dönen bu parçacıklar belli noktalarda çarpıştırılarak, ortaya çıkan sonuçlar çok gelişmiş dört dedektör tarafından tesbit ve dev bilgisayarlar yardımıyla analiz ediliyor.

Tabi CERN dünyada ilk de, tek de değil… Özellikle ABD’de ve başka yerlerde daha birçok parçacık hızlandırıcısı mevcut. Mesela çok bilinen bir tanesi Long Island’da. Ancak CERN en ileri teknolojiye sahip ve en gelişmiş olanı. Burada çeşitli disiplinlerde kullanılan teknoloji insanlığın ulaştığı en son seviyeyi temsil ediyor. Bunun yanında mesela aya insan göndermek çocuk oyuncağı gibi kalır dersem, inanın abartmış sayılmam.

Gelelim bütün basını heyecanlandıran “Big Bang” deneyinin ne olduğuna… Bu deney CERN’in en önemli birimi olan LHC (Large Hadron Collider – Büyük Hadron Çarpıştırıcısı) nda yapılacak. Hadron, kuarklardan müteşekkil parçacıklara verilen genel isim, mesela proton ve nötronlar bu sınıfa giriyor. Söz konusu deneyde iki proton demeti birbirine ters istikamette ışık hızına kadar hızlandırılıp çarpıştırılacaklar. Bu o kadar hassasiyet isteyen bir iş ki, 10 kilometre mesafeden iki toplu iğneyi birbirine doğru fırlatıp tam yarı yolda uç uca çarpıştırmaya kıyas ediliyor!

Bu deneyin bu kadar yankı uyandırmasının esas sebebi bugüne kadar hiç kullanılamayan büyüklükte enerji ile gerçekleştirilecek olması. Bu disiplinde kullanılan enerji birimi elektronvolt (eV). Proton demetlerinin çarpışması esnasında 200 GeV ölçeğinde bir enerjinin açığa çıkması, bu müthiş enerjinin milyar derece ölçeğinde sıcaklık oluşturarak şimdiye kadar hiç gözlenememiş kuark ve gluonları (kuark-gluon plazma) açığa çıkarması bekleniyor, daha doğrusu ümit ediliyor. Böyle bir hâl bütün varlık âleminde 13,5 milyar yıl önceki büyük patlamadan beri hiç görülmediğinden (çünkü eşdeğer sıcaklık ancak o ilk saniyelerde mevcuttu), “Big Bang” deneyi adı buradan mülhem ortaya çıkıyor. İlim adamları, saniyenin milyarda birinden kısa bir zaman aralığında oluşup kaybolan bu plazmayı akıl almaz büyüklük ve hassasiyetteki dedektörlerle analiz ederek, yaradılışın sırlarıyla ilgili yeni bilgilere ulaşmayı hedefliyorlar.

Bu büyük deney, tünellerdeki bir sızıntı sebebiyle 2009 yılına ertelenmiş görünüyor. Başarıyla tamamlanması halinde elde edilecek sonuçları doğrusu biz de merakla bekliyoruz. Ancak içiniz rahat olsun, bu sonuçlar arasında kara delikler (!) oluşması, dünyanın parçalanması, seri depremler yaşanması gibi dehşet senaryolarının bulunması pek muhtemel değil! İş böyle olunca bizim basının deneye olan ilgisinin kaybolacağını düşünmek normaldir, ama biz sorumlu gazetecilik gereği doğru ve doyurucu bilgileri (her konuda) aktararak bizi şaşırtmalarını tercih ve temenni ederiz.

Netice olarak

CERN’in LHC biriminde yapılacak olan bu deney ilk değil, son da olmayacaktır. İnsanoğlunun arayışı dünya durdukça devam edecek. Fakat burada ironik bir durum söz konusu… “İlim ilerledikçe bilinmeyenler azalıyor mu?” diye bir sual sorulsa tahminimce büyük çoğunluk “evet” diye cevap verir. Aslında genel zannın aksine, ilim ilerledikçe “bilinmeyenler” artıyor! Meşhur bir bilim adamının ifadesiyle her bulunan cevap en az 3-5 yeni suali beraberinde getiriyor, dolayısıyla bilinmeyenler çığ gibi büyüyor. İlim aslında anlayana her sahada aczini itiraf ediyor, neredeyse “Hakkıyla bildiğimiz hiçbir şey yok!” demeye getiriyor.

Konuyla ilgisi bakımından yine kozmolojiden bir misâl vereyim: Son elde edilen veriler ışığında yapılan hesaplara göre, maddî varlık âleminde bildiğimiz, algılayabildiğimiz madde sadece %5 (yüzde beş) gibi bir miktarı oluşturuyor. Yani bütün galaksiler, yıldızlar, gezegenler, gaz bulutları, bütün elementler, atom ve moleküllerin hepsi toplam %5!.. Ya gerisi? Efendim, ilim adamlarının hesaplara dayanan tahminlerine bakılırsa %23 kara madde (dark matter), %72 kara enerji (dark energy)! “Hoppala, bunlar da ne, nereden çıktı” demeyin, çünkü size cevap verebilecek kimse yok, zira bilinmiyor. Zaten “kara” (dark) lâfı da bunu ifade ediyor, yani anladığımız mânâda siyah değil, algılanamayan, idrâk ötesi demek oluyor. Sonuç olarak içinde yaşadığımız evrenin %95’i hakkında en ufak bir bilgimiz yok! Şimdi gel de Fuzulî’yi anma: “Aşk imiş her ne var âlemde, ilm bir kıyl ü kaal imiş ancak”

Vahiy dininden kopuk seküler ilim adamları ne aradıklarını tam olarak bilmiyorlar, dahası bulduklarını da doğru anlayamıyorlar. El yordamıyla araştırıp, bir şeyler bulup yarım-yamalak yorumlamaya çalışıyorlar. Ancak bu faaliyetleri ısrarla ve kararlılıkla sürdürdükleri için ilerliyorlar ve maddî plandaki üstünlüklerini koruyorlar. Kabul etmek gerekir ki, bu yolda sarfettikleri gayret, insan ve para gücü muazzam ve hakikaten takdire şayan. Fakat netice değişmiyor.

Tam da bu noktada dönüp dolaşıp tekrarladığım hayatî meseleyle karşı karşıya kalıyoruz: Bilginin İslâmîleştirilmesi ihtiyacı, hatta zarureti… Bu zor iş başarılmadıkça mutlak doğruya ulaşmak mümkün değil. Ama heyhat, böyle bir mesele gündemimizde maalesef hiç yer bulamıyor. Bu büyük sorumluluğu omuzlamaya kim talip olacak? Ne zaman, nasıl yapacak?

Dinî bahislerde söz söylemeye mezun değilim, bu sahada taklid noktasındayım. Lâkin şu suali de sormadan edemiyorum: “İlim öğrenmek kadın-erkek her müslüman üzerine farzdır” emrini nasıl anlamalı, ne şekilde yerine getirmeliyiz? Kadın-erkek her müslüman birer fakülte bitirip, üstünde “diploma” yazan kağıt parçasını çerçeveletip duvara astığında bu farzı yerine getirmiş mi oluyor? Yoksa Rabbimizin bizden istediği eşyanın sırlarına vâkıf olmak suretiyle büyük “oluş” sırrını çözmeye çalışmak ve ilim, sanat ve ahlâkta yükselerek bütün insanlığın kurtuluşuna vesile olmak mıdır?

“Sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır” diye seslenen Yunus’a selâm olsun…
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0

Farkları şudur;

Asıl önemli konuları es geçmek.

İşinize gelene takılıp ciddiyet isteyen konulardan uzak durmak.

Onca harika bilgiler paylaşılmışken görmemezlikten geldiğini görmemezlikten gelerek bilgin varsa onu paylaş demek.

Tırıvırı işler bunlar. Yaptıklarınız . İnanın böyle.
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Farkları şudur;

Asıl önemli konuları es geçmek.

İşinize gelene takılıp ciddiyet isteyen konulardan uzak durmak.

Onca harika bilgiler paylaşılmışken görmemezlikten geldiğini görmemezlikten gelerek bilgin varsa onu paylaş demek.

Tırıvırı işler bunlar. Yaptıklarınız . İnanın böyle.

Burada onemli olan neyi paylastigindan ziyade, neyi neye gore ve hangi temele ve amaca dayanarak paylastigindir.

Fark paylasimda degil; paylasimin dayandigi temel ve amactadir.

Benim temelimde insanoglu, amacimda insanoglunun zihinsel insanlik devrimidir.
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaşasın devrimci gençlik.

Ama, doğruya, gerçeğe devrilen devrime.
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Yaşasın devrimci gençlik.

Ama, doğruya, gerçeğe devrilen devrime.

Ben nicelik/fiziksel devriminden bahsetmiyorum, zihinsel ve nitelik devriminden bahsediyorum.

Bunu da her beyin kendi beyninde ancak yapabilir.
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Michael'i tanır mısınız?

Siz ABD' de de mi yaşıyordunuz?
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst