Marx - Dogubilim - Incil

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefi Tartışmalar kategorisinde phi tarafından oluşturulan Marx - Dogubilim - Incil başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,676 kez görüntülenmiş, 2 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefi Tartışmalar
Konu Başlığı Marx - Dogubilim - Incil
Konbuyu başlatan phi
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Cry

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Doğubilim: Şarkiyât/Orientalistik/Orientalism, Hıristiyan Romantizminin temel kaynaklarından. İslam toplumlarını „Doğu” imgesi altında bütün bilinç formlarıyla birlikte: Sanat, ahlak, hukuk, tarih, dil, siyaset, ekonomi vb. araştırmak diye de daha genel bir tanımlamaya çıkılabilir. Yeni Türk Edebiyatı da bu bağlamda doğrudan İslam bilgi ve bilinç formlarından türetilmiş ve tarihsel süreğiyle varolabilen toplumsal bir dönüşümün ötesinde değil bu tarafında kurulmuştur. Bu tarafa „Batı” diğer tarafa „Doğu” denebilir mi? Ya da geçmişimizi Doğu geleceğimizi Batı diyebileceğimiz bir oluş bütünü içinde -kuramsal ve uygulamalı bir harita çizerek- değerlendirebilir miyiz?
Genellikle böyle bir harita çizilebileceği görüşü yaygındır. Osmanlı devletinin çöküşü sonrasında yaşananlar da bu görüşü pekiştirmekten öteye gidemez. Dünün şark meselesi, bugünün İslam ülkeleri deyimi de bir zihniyet ayrımını imliyor. Bir yanda Amerika ve Avrupa „Batı” adı altında ortak bir bütünlüğün ilk kısmını, İslam ülkeleri de bu bütünlüğün ikinci kısmını. Sovyetler Birliği’ndeki dönüşümle de bu ikili sınıflama daha bir belirginleşti. Türklere verilen görev de aşağı yukarı eskisi gibi. Doğu’ya örnek olmak. Biz bu bağlamda ya Türkleri birleştiririz ya da Müslümanları. Bizim aramızdan hiç kimse bugüne kadar, Osmanlı dışında, Batı’yı birleştirmek sevdasına kapılmadı. Doğu halklarını birleştiririz biz… Biz Asyalıyızdır da… Hani Karl Marx bile ayraç açmış. Özel bir yerde değerlendirmiş biz Asyalıları yani Doğuluları: Asya Tipi Üretim Tarzı.
Karl Marx bir doğubilimci değildir. Arapça, Farsça ya da Osmanlı Türkçesini öğrenmek gibi bir çabası da hiç olmadı. İleri yaşlarda Rusça’ya merak saldığını biliyoruz. O da Puşkin’i özgün metinlerinden okuyabilmek için. Alman idealizminin dört ortak özelliği belirgin Marx’da da.1- Şiir tutkusu. 2- Avrupa’yı bir bütün olarak görmek. 3- Hümanizm 4-Romantizm.
Geçmişte Alman filozofları iyi şiir okuyucusuydu. Sözgelimi Schopenhauer, İngiliz ve Fransız edebiyatından işine gelen şiirleri cımbızla ayıklar gibi seçerek düşüncelerini açımlamakta kullanmıştır. Nietzsche, felsefede Schopenhauer’ın çırağıdır. Ustasını geçtiği tek yer, oluşturduğu düşünce üslûbu. Felsefenin kaynaklarını edebiyatla açıklayan ilk ve son düşünür. Heidegger, René Char’ı yorumlamıştır. İncil yorumlama bilimini edebiyata uygulayınca yeni bir eleştiri yöntemi ortaya çıkar: Hermeneutik yani bizdeki karşılığıyla tefsir: Kur’an yorumlama bilimi. Kısaca, Marx’ın şiire merakı diğerlerinin yanında çok masumca.
İnsan ne zaman olgunlaşır? Yunan ve Latin Edebiyatı okuyunca. Çünkü insanlığın olgunluk çağı, Yunan-Roma (M.Ö 500-M.S.500) dönemiyle başlar. Karl Marx da diğerleri gibi Yunanca ve Latince eser okuyarak olgunlaşmıştır. Düşünsel dayanaklarının temeli, Yunan-Roma döneminde sorunsallaştırılır. Bir anlamda buna, “tarihsel yoğaltım yöntemi” de denebilir. Bu bağlamda „Tarih, ideal devlete ilerleyiştir. (Kant)”; „Tarih, dünya mahkemesidir. (Schiller)”; Tarih, tam yol ilerleyen ahlaktır. (Marx)
Karl Marx’a göre tarih, ezenlerin ve ezilenlerin öyküsüdür. İncil’se hep ezilenlerin acı çekenlerin öyküleriyle dolu. Ezenleri, acı çektirtenleri de anlattığı için Leibniz’den çok daha başarılı. Leibniz, Teodizee/Adl-i İlahi başlığı altında yalnızca “Niye acı çekiyoruz?”u sorgulayabilmiştir.
Hümanizm derken, Hıristiyanlık genellikle bağlam dışında bırakılır. Oysa hümanizmin kaynağı Hıristiyanlığın kendisidir. Yunan ve Roma dönemine dönüş Hıristiyanlığın çizdiği büyük bir metinde yarım kalmış cümleleri ya da boşlukları doldurma girişimidir. İncil’de „Tanrı, insan oldu” der ve Tanrı’nın bu dünyada nasıl olduğunu anlatır. Hümanizm Hegel’in deyimiyle tersine bir oluştur ve „İnsan, Tanrı oldu” der ve bu oluşun koşullarını „Tarih” başlığı altında kuramsallaştırır. Bu bağlamda N. Fazıl Kısakürek’in „Yunan felsefesi, Roma hukuku, Hıristiyan ahlakı” Batı’nın temellerini değil, yalnızca hümanizmin temellerini tanımlamak için kullanılabilir. Osmanlının çöküşüyle birlikte önerilen çözümler de bu anlamda bir fikir siyasetidir. Bu fikir siyasetleri, Doğu başlığı altında Batı’yı tersinden tanımlama ve alımlama hareketidir.
Hümanizm, tarihi oluşu tanımlarken Tanrı’nın yerine insanı geçirmiştir ve insanî oluşu anlatmaktadır ama acı çeken İsa, Tanrı-insan imgesinden Tanrı’yı atarak. Ortaya da romantik tarih görüşü çıkmış ve oluşturduğu yeni imgeye deha adını vermiştir. Bunun pratik yararı da Hıristiyan olmayan dehalardan boşlukları doldururken yararlanmak. Sözgelimi Buda, Hz. Muhammed, Firdevsi ve benzeri kişilikler, dönemin Hıristiyan dünyasında ancak bu biçimde yer alabilirdi.
Tarih, acı çekerek olgunlaşan bir dehanın eseridir. Acı çekmesinin nedeni, maskeli olarak aramızda bulunmasıdır. Tanrı’nın insanın etine kemiğine bürünmesi, onu sonsuzluğun dışında sınırlandırmıştır. Hz. İsa’nın bu biçimde alımlanması, insanın hem kendi oluşunu hem de Tanrı oluşunu temellendirmektedir: Üstüninsan/Übermensch. Ancak Marx’a göre insanüstü olan insan değil toplumdur. İnsan oluşu da belirleyen bilinç (düşünce) değildir. Tam tersine bilinci belirleyen, toplumsal oluştur. İnsan iradesinin ( bilincinin ) bilgisi dışında, zorunlu üretim ilişkileri biçiminde ortaya çıkan toplumsal koşullara bağlıdır düşünce hayatının her türlü biçimi. Öyleyse biz inandıklarımızı uygulamıyoruz. Biz, toplumun inandıklarını uyguluyoruz. Düşünce hayatının her türlü biçimi; din, hukuk, felsefe, sanat ve benzeri alanların her biri, bize bir toplumun hangi ilkeler üstüne kurulduğunu gösterir: Überbau/Üstyapı. Bir temelin üstüne kurulmuş bina/yapı işte bu ilkelerin bütününe denir. Bir başka deyişle, toplum dediğimiz varlığın yüzüne geçirilmiş maske. Toplumun kendisi Basis/temeli oluşturur. Biz kendimize bakarken bir maskeye bakıyoruz. Toplum yüzüne geçirdiği maskeleri sıyırarak daha doğrusu yırtarak öz kimliğine kavuşur. Daha doğrusu ilk kimliğine, tanrısal masumiyetine geri döner. Devrim, bu geri dönüş için zorunlu maske yırtma işlemidir. Toplum, tanrısal masumiyetinde nasıldı? diye sormak hiç günah işlemeyen bir toplum var mıdır? sorusuyla eş anlamlı. İncil’e göre insanlık tarihi dünyada günahla, Tanrı’ya karşı işlenmiş bir suçla başlar. Adem ve Havva, bu ilk topluluk suç işledikleri için yeryüzüne atılmıştır. Öyleyse dünya tarihi de suçlu oluşların tarihidir. Suç işlemeyen tarih dışıdır; adına Tanrı da, insan da deha da toplum da desek. Tanrı da bu dünyaya, insanların suçlarını yüklenmek için gelmiştir. Çarmıha gerilerek insanlığı tarihinin başlangıcı olan ilk suçtan kurtarmıştır ve gökyüzüne geri çekilerek tarih dışı kalmıştır.
Karl Marx da aynı söylenceyi, toplum ve üretim ilişkileri bağlamında açımlar. İlk toplum nasıl bir toplumdu? Ezen ve ezilenin olmadığı bir toplum. Az gelişmiş üretim araçlarına sahip olduğu için herkesin birbirine muhtaç olduğu ve birbirine sımsıkı bağlandığı bir toplum. Hayatta kalmak için ortak üretim ve ortak mülkiyet ön koşuluna bağlı bir toplum. Çıkar çatışmalarının, sınıf adı altında örgütlü insan birliklerine dönüşemediği bu toplum, tarih dışıdır. Asıl tarih, bir çatışmayla bir suçla, bu ilk toplumun ötesinde Yunan-Roma dönemindeki köleler ve efendiler, mülklüler ve mülksüzler olarak bölünen kullaşma toplumunda başlamıştır.
Eğer Marx “Ben, size İncil’i anlatıyorum” dese, kimse inanmazdı. “Ben, tarihi anlatıyorum” dediğinden tutarlı bulunmuştur. Ama bu tarih, İlk Hıristiyanlığın yayılma tarihidir. Hz. İsa’nın öğretisini benimseyenler de ne Yahudilerdir ne de Romalılar. Romalı köleler, bu geniş kitleler arasında yayılmıştır Hıristiyanlık. Romalı soylu yönetici sınıfla çatışanlar da bu kölelerdir. Soylu olamayanlar da zaten yönetici olamıyordu. Köleler, kendi aralarında örgütlü birlikler oluşturmuş ve bu her bir birliğe “commune/cemaat” adı verilmiştir. Hıristiyanlığın Asr-ı Saadet devridir. Her alanda yardımlaşma ve dayanışmaya bağlı, çıkar çatışmalarının güç birliğine dönüştüğü bu cemaatler, aralarına Romalıları da alıp büyüyecek ve Roma ileride Hıristiyanlaşacaktır. Karl Marx da sınıfsız toplum adı altında, bu ilk topluma dönüşü temellendiren öğretisine “Kommunismus/Cemaatçilik” adını verir.
Bugün Almanca ve Fransızca’da “Kommune/Commune” eski kullanım alanından pek uzaklaşmış da değil. Yerel yönetim, bir başka deyişle belediye ve belediye örgütü „Kommune/Commune” anlamında. Ünlü “Fransız Komün’ü/La Commune de Paris” de gerçi Paris Belediye Meclisi’nin, Paris varoşlarına kadar sokulmuş Almanya’ya ve Versailles’a kaçmış merkezi idareye karşı 72 günlük isyan ve direnişinin öyküsü.
Marx için işçi sınıfının ilk ve özerk kıyamıdır Paris komünü. “Fransa’daki İç Savaş” yine Marx’ın aynı konuya ilişkin uzun irdelemelerini içerir ve Modern İşçi Hareketi’ni, Paris Komünü’yle temellendirmekte. Asıl soru : Modern İşçi Hareketleri’nin kökeninin nerede ve neyle? temellendirildiği. Tarihe ilişkin bu soruya da Engels «İlk Hıristiyanlığın/Asr-ı Saâdetin Tarihi Hakkında» (Zur Geschischte des Urchristentum ) adlı makalesinde tutarlı karşılıklar aramaktadır.
engels.jpg

Söz konusu makale 1894 yılında, «Yeni Zaman»/Die Neu Zeit adlı yayın organında 19 Haziran ve 16 Temmuz tarihleri arasında yayımlanmıştır. Makalenin ilk paragrafını olduğu gibi Türkçe’ye aktarıyorum:
«İlk Hıristiyanlığın/Asr-ı Saadet’in tarihi, Modern İşçi Hareketi’ne ilginç tutamak noktaları sunmaktadır. Hıristiyanlık, bunun gibi (Modern İşçi Hareketi gibi) kökeninde, baskı altına alınanların/ezilenlerin hareketidir: O ilk önce kölelerin ve azatlı kölelerin, yoksulların, hakları olmayanların (Engels’in kullandığı sözcük: Rechtlose. Roma Hukukundaki Servus sözcüğünü bu biçimde Almanca’ya aktarıyor. Servus, hukuki bağlamda hiç bir hakkı olmayan, bir eşya gibi algılanan, alınıp satılabilen köle insan anlamında), Roma tarafından ezilen ve parçalanan milletlerin (halkların: Völker) dini olarak ortaya çıkmıştır. Her ikisi, İşçi Sosyalizmi gibi Hıristiyanlık da ruhun, kulluk ve sefaletten kurtuluşunun/Erlösung yakın olduğunu vazetmektedir. Hıristiyanlık, bu ruh kurtuluşunu: Erlösung ölümden sonraki bir öteki taraftaki hayata, gökyüzünün içine, Sosyalizm bu dünyaya, toplumun yapısal değişikliğinin içine yerleştirir. Her ikisi de takibata uğramış, (kendisine karşı) kışkırtılmış, bağlıları dışlanmış, birinciler insan soyunun düşmanları, diğerleri imparatorluk düşmanları, din, aile ve toplumsal düzenin düşmanları olarak sıkıyönetim kanunları altına alınmış. Ancak işte bütün bu takibata rağmen, ki her ikisi de durdurulamaz bir biçimde, bu takibatla bir anlamda daha da güçlenerek zaferle ileriye doğru atılmaktadır. Hıristiyanlık, ortaya çıkışından üç yüz yıl sonra Roma Dünya İmparatorluğu’nun resmi/onaylanmış devlet dinidir ve Sosyalizm de daha atmış yılını bile doldurmadan kendisine, kesin zafer vadeden bir mevki fethetmiştir.»
Engels, makalesindeki üçüncü paragrafının son kısmını da şöyle bitirir:
(…) Ernest Renan daha «Zihninizde, İlk Hıristiyan cemaatlerinin nasıl oluştuğunu canlandırmak mı istiyorsunuz? Öyleyse Uluslararası İşçi Kuruluşu’nun yerel bir örgütüne bakınız» demeden önce, devrimci Fransız komünistleri, ad vermek gerekirse, Weitling ve yandaşları, kendilerini İlk Hıristiyanlığa/Asr-ı Saâdet’e dayandırır.”
Engels için asıl sorun, Hıristiyanlığın, Asrı Saâdet’teki özünden uzaklaştırılmasıydı. Söz konusu makalede de bu sorunu metinsel düzlemde tartışmaya açar ve ilginç örneklendirmelere giderek Sosyalizmin, dolayısıyla Hıristiyanlığın, Asr-ı Saâdet’teki toplum yapısına göre biçimlendirilmesi gerektiğini vurgular. Bu arada vahiy metinlerinin de tahrif edildiğini/bozulduğunu belirtir. Engels göre bugün Roma Katolik Kilisesi’nin benimsediği inanç ilkeleri, Asr-ı Saâdet Hıristiyanlığının inanç ilkeleriyle örtüşmez. Kabalacılık, mucize, simya ve her türlü batıl inancın karıştırıldığı bugünkü Hıristiyanlık, şarlatanlıktan başka bir şey değildir kısaca.
Engels, Sosyalizm’i tarih içinde İlk Hıristiyanlığa/Asr-ı Saâdet’e dönüş hareketi olarak açıkladığı makâlesinin birinci dip notunu da Hıristiyanlık ve İslam’ı karşılaştırmaya ayırır. Engels’e göre, Hıristiyan Batı’daki halk ayaklanmalarında dini örtüye bürünme, yalnızca eskimiş iktisadi düzene karşı saldırıda sancak ve maske olarak hizmet eder. Bu eski düzen sonunda yıkılır ve yerine yenisi gelir. Böylece dünya ileriye gider. Oysa, İslam’da böyle bir ileriye gidiş, doğası gereği olanaksızdır. Bir kere İslam, Doğululara özgü ve Araplara özel bir dindir. Bir tarafta göçebe bedeviler, diğer tarafta esnaf ve ticaretle uğraşan şehirliler vardır. Bedeviler yoksuldur, sefalet içinde yaşadıklarından ahlak kurallarına sımsıkı bağlıdır da. Hırs ve hasetle bakmaktadırlar şehirlilerin zenginliklerine ve yaşadığı zevklere. Bedeviler, bir peygamberin, bir mehdinin sancağı altında bu bozulmuşları terbiye etmek ve törensel kanunlara saygıyı sağlamak, gerçek imanı yeniden kurmak ve ödül olarak bozulmuşların servetini iç etmek için toplanırlar. Yüzyıllar sonra da doğal olarak bozulmuşların olduğu yerde, aynı yerde durmaktadır bedeviler: Yeni bir iman arınması gereklidir, yeni bir mehdi ortaya çıkar ve bu oyun yeni baştan oynanır.
La Commune de Paris, du 26 mars 1871 jusçu’à la «semaine sanglante» (21 – 28 mai), désigne une période révolutionnaire à Paris, çui, contre le gouvernement, établit une organisation communiste comme chef de la ville. Dans plusieurs autres villes de France (Marseille, Lyon, Saint-Etienne, Toulouse, Narbonne, Grenoble, Limoges) des communes sont proclamées à partir du 3 mars 1871, mais elles seront toutes rapidement réprimées. Pour Karl Marx, c’est la première insurrection prolétarienne autonome.
 

sisifos

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
25 Ocak 2010
Mesajlar
18
Tepkime puanı
0
Puanları
1
Yaş
30
sosyalizmi bilimsel temellere oturtan engels'in hristiyanlık ve müslümanlığı karşılaştırmadaki kısırlığı önyargıdan olsa gerek...
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst