Marcus Tullius Cicero - Kanunlarin Dogasi

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe Makaleleri kategorisinde phi tarafından oluşturulan Marcus Tullius Cicero - Kanunlarin Dogasi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,814 kez görüntülenmiş, 2 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe Makaleleri
Konu Başlığı Marcus Tullius Cicero - Kanunlarin Dogasi
Konbuyu başlatan phi
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Sunar

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Kanun, yapmamız gereken şeyleri emreden, yapmamamız gerekenleri yasaklayan ve doğada bulunan en üst düzeydeki akıl yürütmedir. Bu akıl yürütme, insan aklında tam olarak geliştirildiğinde ve doğru bir şekilde kararlaştırıldığında, kanun olur. Bu nedenle en bilgili insanlar, doğal işlevi doğru eylemler yapmayı emretmek, yanlış yapmayı yasaklamak olan bir zeka olduğuna inanırlar. Bu niteliğinin, dilimizdeki ve Yunanca’daki her insana bahşedilen fikir anlamındaki kavramdan çıkarıldığı zannedilmektedir. Ben, ‘tercih etmek’ teriminden isimlendirildiğine inanıyorum. Kanun kelimesine adalet mevhumunu isnat ettiklerinden dolayı, her iki mevhum da kanuna ait ise de, bizler de bu kelimeye bu ayrımı veriyoruz. Benim genel olarak öyle zannettiğim gibi eğer bu doğru ise kanun doğal bir kuvvet olduğundan, adaletin kökeni hukukta bulunabilir. Adalet ve adaletsizliği tespit eden zeki insanın aklı ve muhakeme gücüdür.
Kanun, ne insanların fikirlerinin bir ürünüdür ne de halkın bir kararıdır, aksine yasak ve emirlerdeki dirayeti ile bütün evrene hükmeden ebedi ve ezeli bir şeydir. Kanun, her şeyi cebren ya da yasaklarla tanzim eden Tanrı’nın asıl ve en son iradesidir. Bu nedenle, Tanrı’nın insan ırkına bahşettiği kanunlar, hak ettiği biçimde övülmelidir, zira o emir ve yasaklara uygulanan bir bilge kanun koyucunun aklı ve muhakemesidir.
......Değişik şekillerde ve zamanının gerektirdiği ihtiyaçları karşılayan ve ulusların idaresi için formüle edilen bu kurallar kanun unvanını taşırlar. Bu ada gerçekten layık olan her kanun gerçek anlamda övülmeye layıktır, zira aşağıdaki varsayımın doğruluğunu ispat eder. Kanunların vatandaşların güvenliği, devletlerin korunması ve insanların mutluluğu ve huzuru için icad edildiği ve bu tip kuralları ilk defa uygulamaya koyan kişilerin kendi halkını bu tip kanunların yürürlüğe konulması suretiyle onlara şerefli ve mutlu bir hayat sağlamayı mümkün kıldıklarını söyleyerek ikna ettikleri ve bu tip kurallar oluşturulduktan ve uygulamaya konulduktan sonra insanların onlara “kanunlar” dedikleri kabul edilmektedir. Bu bakış açısından olaya bakıldığında, sözlerini ve anlaşmalarını bir kenara iterek, uluslar için kötü ve adil olmayan kuralları formüle edenlerin “kanunlar”dan başka bir şeyi uygulamaya koydukları kolayca anlaşılabilir. Bu nedenle “kanun” teriminin doğru bir şekilde tanımlanmasında doğru ve adil olanı seçme ilke ve fikrinin tabii olarak var olması gerektiği aşikardır.
Ulusların uygulamaya koydukları öldürücü ve ahlak bozucu kanunlar nelerdir? Bunlar, bir soyguncular çetesinin mecliste geçirdiği kurallar yerine kanunlar denilmesini hak etmemektedirler. Eğer cahil ve yeteneksiz insanlar ilaçlarla şifa vermek yerine ölümcül zehirleri salık verirlerse buna, muhtemelen, doktorların tedavisi denemez. Yıkıcı bir düzenleme olmasına rağmen bir ülke onu kabul etse bile bir ülkedeki bu tip bir kural kanun olarak adlandırılamaz. Bu nedenle, kanun, her şeyin en kadimi ve aslı olan doğa ile ve iyiyi savunan ve kötüyü cezalandıran doğanın standartlarıyla uyum içinde olmak koşuluyla, adil olanla adaletsiz olan arasındaki ayrımdır.

Kaynak: C.Can Aktan ve İ.Yaşar Vural (Derleyen ve Çeviren) , Özgürlük Yazıları, Çizgi Kitabevi, 2003. (Metnin tercümesi Aktan ve Vural tarafından yapılmıştır. İzinsiz kullanılamaz.)
Michael Curtis (Ed.), The Great Political Theories- From Plato and Aristotle to Locke and Montesquieu-, New York: Avon Books. S.126-127.
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
MARCUS TULLİUS CİCERO


İsa'dan önce 106 yılında doğdu, 43 yılında öldü.Romalı hatiplerin en ünlüsüdür.İşte ondan bazı güzel sözler.

"An tu existimas aut suppetere nobis posse, quod quotidie dicamus in tanta varietate rerum, nisi animos nostros doctrina excolamus, aut ferre animos tantam posse contentionem, nisi eos doctrina eadem relaxemus?"
Sanıyor musun ki ,zihnimi edebiyatla uğraşarak geliştirmemiş olsaydım, bu kadar çeşitli konular üzerinde günlük nutuklarım için malzeme bulabilirdim , ya da ara sıra felsefeyle onun yükünü hafifletmemiş olsaydım, bu kadar yorgunluğa dayanabilirdim?

"Nam ceterae neque temporum sunt, neque aetatum omnium, neque locorum: haec studia adolescentiam agunt, senectutem oblectant, secundas res ornant, adversis perfugium ac solatium praebent, delectant domi, non impediunt foris, pernoctant nobiscum, peregrinantur, rusticantur."
Hayatta başka işler her zamana, her yaşa, her yere uygun değildir, oysa edebiyat, gençliği yetiştirir, yaşlılığa zevk verir, iyi günlerde süs, felakette teselli ve sığınak olur. Evde eğlendirir, dışarda engel olmaz, bizimle geceler, yolculuk eder, kırlarda dolaşır.
"Atqui sic a summis hominibus eruditissimisque acceptimus, ceterarum rerum studia, et doctirina, et praeceptis, et arte constare; poetam natura ipsa valere, et mentis vibribus excitari, et quasi divino quodam spiritu infilari. Quare suo iure noster ille Ennius sanctos appellat poetas, quod quasi deorum aliquo dono atque munere commendati nobis esse videantur."
Ben en yüksek ve bilgin insanlardan hep şunu işitmişimdir : başka şeyler hakkında bilgi çalışma ile, kaidelerle ve sanatla elde edilebilir ama bir şair, kuddretini tabiatın kendisinden alır ; onun zihninin özellikleri sanki Tanrı ilhamıyla ona verilmiştir. İşte bunun için Ennius, şairleri kutsal sayar, çünkü onlar tanrıların özel bir hediyesi olarak bize verilmiş gibidirler.
« Ut ignis in aquam coniectus, continuo restinguitur et refrigeratur : sic refervens falsum crimen in purissimam et cautissimam vitam collatum, statim concidit et extinguitur. »
Nasıl ateş suyun içine atılınca hemen söner ve soğursa, haksız bir itham da pek temiz ve pek namuslu bir kimseye yöneltildiğinde derhal düşer ve yok olur.
« Vulgus ex veritate pauca, ex opinione multa æstimat. »
Bayağı insanlar pek az şeyleri gerçek değerine göre, çok şeyleri peşin hükümlere göre takdir ederler.
« Is mihi videtur amplissimus qui sua virtute in altiorem locum pervenit. »
Kanaatimce en soylu insan, kendi üstünlüğüyle daha yüksek bir mevkiye erişendir.
« Nihil est autem tam volucre, quam maledictum ; nihil facilius emittitur ; nihil citius excipitur, nihil latius dissipatur. »
İftira kadar hiçbir şey hızla uçmaz ; hiçbir şey daha kolay söylenmez, hiçbir şey o kadar dikkatle dinlenmez, hiçbir şey daha fazla yayılmaz.
« Virtus, probitas, integritas in candidato, non linguæ volubitas, non ars, non scientia requiri solet. »
Bir adayda aranan özellikler fazilet, dürüstlük ve doğruluktur ; ağız kalabalığı, sanat ve bilgi değildir.
« Gratus animus est una virtus non solum maxima, sed etiam mater virtutum omnium reliquarum. »
Minnettarlık yalnız en büyük bir fazilet değildir, fakat diğer bütün faziletlerin de anasıdır.
« Occultæ inimicitiæ magis timendæ sunt quam aperta. »
Gizli düşmanlıklardan açık olanlardan daha çok korkmak lâzımdır.
« Quid tam populare, quam libertas ? quam non solum ab hominibus, verum etiam a bestiis expeti, atque omnibus rebus anteponi videtis. »
Halkın özgürlük kadar sevdiği bir şey var mıdır ? Onun yalnız insanlar tarafından değil, hayvanlar tarafından bile arandığını ve bütün şeylere üstün tutulduğunu görürsünüz.
« O magna vis veritatis, quæ contra hominum ingenia, calliditatem, solertiam, contraque fictas omnium insidas, facile per se ipsa defendat. »
Ah, büyüktür hakikatin kudreti ! O, insanların maharetlerine, kurnazlığına, hilelerine ve kurdukları bütün tuzaklara karşı da kendini kolaylıkla savunabilir.
«Nihil est detestabilius dedecore, nihil foedius servitute ; ad decus et libertatem nati sumus : aut hæc teneamus aut cum dignitate moriamur. »
Hiçbir şey, şerefsizlikten daha iğrenç, hiçbir şey esirlikten daha murdar olamaz ; biz şeref ve özgürlük için doğduk ; ya bunları muhafaza ederiz, ya da itibarımızla ölür gideriz.
« Brevis natura nobis vita data est ; at memoria bene redditæ vitæ sempiterna. »
Doğa bize kısa bir ömür vermiştir; ama iyi geçirilmiş bir ömür anısı ebedidir.
”Animus vincere, iracundiam cohibere, victoriam temperare, adversarium nobilitate, ingenio, virtute præstantem, non modo extollere iacentem, sed etiam amplificare eius pristinam dignitatem; hæc qui faciat, non ego eum cum summis viris comparo, sed simillimum deo iudico.”
Nefsimizi yenmek, öfkelerimize gem vurmak, zafer saatinde ölçülülükten ayrılmamak, soylu, zekâ, erdem sahibi bir düşmanı düşmüşken yalnız kaldırmakla kalmayıp onun eski şerefini artırmak; bunları yapan bence en yüksek insanlarla değil, Tanrı’nın kendisiyle boy ölçüşebilir.
« O dii immortales! Non intelligunt homines, quam magnum vectigal sit parsimonia. »
Ey ölümsüz tanrılar ! insanlar tutumluluğun ne büyük bir gelir olduğunu anlamıyorlar.
« Sed inter hominem, et beluam hoc maxime interest, quod hæc tantum, quantum sensu movetur, ad id solum, quod adest, quodque præsens est, se accommodat, paullulum admodum sentiens præteritum, aut futurum. Homo autem, quod rationis est particiceps, per quam consequentia cernit, causas rerum videt, earumque progressus, et quasi antecessionis non ignorat, similitudines comparat, et rebus præsentibus adiungit, atque annectit futuras ; facile totius vitæ cursum videt, ad eamque degendam præparat res necessarias. »
İnsanla hayvan arasında şu büyük fark vardır : hissi ile hareket eden, yalnız o ana ve mevcut olana bakar, geçmişi ve geleceği pek az düşünür. Ama aklı olan ve onunla sonuçları sezen insan, olayların sebeplerini ve onların ilerleyişini görür : onların ilk sebeplerini bilir, benzerlikleri kıyaslıyabilir. Bugünkü olayları gelecektekilere bağlıyabilir ; bütün hayat yolunu kolayca görür ve oradan geçmek için gerekli şeyleri hazırlar.
« Qui ex errore imperitiæ multitudinis pendet, hic in magnis viris non est habendus. »
Cahil çoğunluğun yanlış fikirlerine göre hareket eden kimse, büyük insanlar arasında sayılamaz.
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
İKİ MEKTUP



Marcus Tullius Cicero (İ.Ö. 106) yılında Arpium'da doğdu. Genç yaşta kardeşi ile beraber Roma'ya geldi. Orada felsefe ile uğraştı, ilk davalarından sonra (İ.Ö. 77-79) yılları arasında Roma'dan ayrıldı. Önce altı ay Atina'da kaldı, belâgat ustalarından ders gördü; Demetrios'un derslerine devam etti. Epikuros'cu Phædros ve Zenon'u da dinledi. Oradan Anadolu'ya gitti, buradaki belâgat ustalarından özellikle Rodos'lu Melon'un etkisinde kalmıştır. Roma'ya dönüşünde ünlü davalar gördü. İlk ünlü davası Q.Roscius dâvasıdır. İ.Ö:76 yılında Sicilya'da quæstor oldu, 70 de Sicilya valisi C.Verres'i eyalette yaptığı baskılar için suçladı.
69 yılında ædilis, 66 da prætor oldu. 63 de konsul seçildi. Konsüllüğü esnasında devleti yıkmağa, Roma'yı ateşe vermeğe, devletin ileri gelenlerini öldürmeğe yeltenen Catilina ve taraftarlariyle mücadele etmiş, Catilina nutuklariyle bunların teşebbüslerini ortaya atmış ve Cæsar'ın aleyhte bir nutuk vermesine rağmen, senatodan Catilina taraftarlarının idam kararını almıştır. 60 yılında Cæsar, Pompeius, Crassus arasında birinci triumvirlik kurulunca Cicero, P.Clodius'un , kanun dışı yollardan yürüyerek bir Roma vatandaşını öldüren her vatandaşın öldürülmesi gerektiği hakkındaki kanuna dayanılarak, sürgüne gönderilmiş, mallarına el konulmuştur.
Cicero, Selanik'te geçirdiği 18 aylık sürgün hayatından Optimatlar' ın yardımıyla döndü. 52 de Kilikya eyaletine prokonsul oldu. Cæsar ile Pompeius arasındaki iç savaşta (49-46), Cicero başta Pompeius tarafını tutmuşsa da sonradan Roma'ya dönmüştür; Cæsar da onu gayet iyi karşılamış ve affetmiştir. 45 te çok sevdiği kızı Tullia'yı kaybedince kendini tamamiyle felsefî çalışmalara vermiş ve felsefî eserler yazmıştır. İkinci triumvirlik zamanında yayınlanan proscriptolarla birçok senato üyeleri gibi Cicero da öldürülmüştür.(43)
Çok sevdiği kızı Tullia'nın ölümü Cicero'yu çok sarsmıştı. Bu felâket üzerine önce samimî dostu Atticus'un evine sığındı, sonra deniz kıyısındaki Astura'ya çekildi, buradan da Atticus'un Ficulea malikânesine geldi, aşağıda tercümesi verilen mektubu burada yazdı.
Servius Sulpicius Rufus, Cicero'nun çocukluk ve tahsil arkadaşıdır. Cæsar ile, iç savaşta ona karşı hareketi bir yana bırakılırsa, daima iyi ilişkilerde bulunmuştur. Buna rağmen kaybolan cumhuriyet için daima acı duymuştur. Tulia'nın öldüğü sırada Atina'da bulunduğundan, Atina'dan arkadaşını tesellî etmek için, aşağıda tercümesini verdiğimiz mektubu göndermiştir. Oğlu aynı adla Servius Sulpicius Rufus'tur. Tullia öldüğü zaman babasının yokluğunda Cicero'yu o teselli etmeğe çalışmıştır.

EPISTULÆ
(FAM.IV, 5)

Posteaquam mihi renuntiatum est de obitu Tulliæ, filiæ tuæ, sane quam pro eo ac debui graviter molesteque tuli communemque eam calamitatem existimavi, qui, si istic adfuissem, neque tibi defuissem coramque meum dolorem tibi declarassem. Etsi genus hoc consolationis miserum atque acerbum est, ...............



SERVİUS SULPİCİUS'TAN CİCERO'YA

(FAM.IV,5)


Kızın Tullia'nın ölümünü haber alınca bu habere tahmin edebileceğin kadar üzüldüm, kederlendim. Bu felâket yalnız senin başına gelmedi diye düşündüm, hepimizin başına geldi. Senden uzakta olmasaydım, seni hiç yalnız bırakmazdım, kederimi sana yakından gösterirdim. Gerçi böyle bir felâkete uğrıyan insanı teselli etmeğe kalkışmak hem zavallı, hem de acı bir teşebbüstür, çünkü seni teselli etmek istiyen akrabalar, yakın dostlar aynı acıyı duyarlar da, teselli etmeğe çalışırken, kendileri de göz yaşlarına boğulurlar, bir de bakarsın, başkalarına yardım edebilmek şöyle dursun, başkalarının yardımına muhtaç oluverirler. Bununla beraber şu dakikada aklıma gelen sözleri sana kısaca yazmağa karar verdim. Bunları sen kendin bulamazsın diye değil, ama belki de kederin mâni olur da vaziyeti pek açık göremezsin diye yazıyorum. İçini kemiren bu şahsî acı ile ne için kendini bu kadar harabediyorsun? Vatanımız, şerefimiz, itibarımız, bütün mevkilerimiz nerede? Bir felâket daha eklenince, kederin artabilir miydi sanki? Felâketten felâkete uğraya uğraya, ruhun nasırlaşıp hiçbir şeye kıymet vermemeğe alışmadı mı? Yoksa felâketler arka arkaya geldi diye mi üzülüyorsun? Söyle. Kim bilir kaç defa benim vardığım şu sonuca varmış olmalısın: Yaşadığımız devirde acı çekmeden, hayattan ölüme geçme bahtiyarlığına erişenler mutlu kimselerdir. Kızını böyle bir zamanda hayata bağlıyabilecek ne vardı? Hangi olay? Hangi ümit? Hangi gönül tesellisi? İleri gelen bir gençle evlenip ömür sürmek için mi yaşıyacaktır? İtibarlı bir kimse olduğun için, gençler arasından kızını, için rahat olarak emanet edebileceğin bir damat seçebilirdin. Yoksa kızın, büyüyüp geliştiğini sevinçle gördüğü çocuklar yetiştirmek için mi yaşıyacaktı? Bu çocuklar babalarından aldıkları görevleri üzerlerine alabilecekler miydi? Mevkileri zamanında elde etmeğe aday olabilecekler miydi? Devlet işlerinde, dostları uğrunda giriştikleri işlerde hürriyetlerini kullanabilecekler miydi? Yukarda saydıklarımın hangisinin verilmesi ile alınması bir olmadı? "Ama evlâdını kaybetmek felâkettir" diyeceksin, doğru, felâkettir; ama bütün bunlara katlanmak, boyun eğmek daha büyük bir felâkettir. Bana büyük bir teselli veren bir hâtıramı sana anlatmak istiyorum, belki acını hafifletebilir. Anadolu'dan dönerken gemimiz Aigina'dan Megara'ya doğru yol alıyordu, etrafımızı çeviren bölgelere bakmağa başladım: Arkamda Aigina vardı, önümde Megara, sağımda Pire, solumda Korint . Bütün bu şehirler bir zamanlar, gelişmiş, parlak şehirlerdi, şimdi ise yıkılmış, yerle bir olmuş, gözlerimin önünde uzanıyordu. O zaman kendi kendime şöyle düşünmeğe başladım: "Ah, biz zavallı insanlar! İçimizden biri ölür ya da öldürülürse üzülür, kederleniriz. Ama bir tek yerde bu kadar şehir cesedi yatıp dururken, biz insanların hayatı daha kısa olmamalı mı? İnsan olmaktan çıkabilir misin Servius? Sonunda bir insan olarak doğmuş olduğunu unutmak mı istiyorsun?" dedim. İnan bana, böyle düşünmekle büyük bir kuvvet buldum. İstersen sen de şunu gözünün önüne getir: Daha, çok olmadı, bir çırpıda bu kadar ünlü kimse öldü; Roma devletinden bu kadar insan eksildi; bütün eyaletler altüst oldu; küçük bir kızın ölümlü ruhu yok olursa, bu kadar kederlenilir mi? Bir ölümlü olarak doğduğuna göre, şimdi ölmeseydi, birkaç yıl sonra ölmiyecek miydi? O halde, aklını, fikrini bu düşüncelerden kurtar, sana daha çok yaraşan düşünceleri aklına getirmeğe çalış: De ki, gerektiği kadar yaşadı, devlet var olduğu müddetce o da vardı; babasını pretor, konsul, augur olarak gördü; ileri gelen gençlerle evlendi; hemen hemen her türlü nimetten pay aldı. Bu yüzden ne sen, ne kızın kaderden şikayet edebilir miyiz? Sonuçta, senin de,bir Cicero, başkalarına öğütler, fikirler veren bir Cicero olduğunu da unutma! Başkalarının hastalıklarına bakarken,tıp ilmini bildiğini söyleyip, kendilerine bakamıyan kötü hekimler gibi hareket etme. Başkalarına verdiğin öğütleri sen kendi kendine de ver, gözünün önünde tut. Uzun bir zamanla hafiflemiyecek, azalmıyacak hiçbir acı yoktur.
Senin bu zamanı beklememen , bu hale bilgeliğin ile karşı koyamaman sana yaraşmaz. Yer altında yaşıyanlarda his varsa, kızın seni seviyordu, bütün yakınlarına saygı ile bağlı idiyse, şimdi senin böyle hareket etmeni istemez. Bunu ölmüş kızından esirgeme; senin acın ile acılanan dostlarından esirgeme; sana herhangi bir hususta muhtaç olabilecek vatanına, senin yardımlarından, fikirlerinden faydalanmak imkânını bağışla. Sonunda, mademki bir defa bu vaziyete boyun eğmek zorunda kaldık, dikkat et, sakın biri çıkıp da senin , kızının acısı için değil, devletin içinde bulunduğumuz dönemi için, başkalarının zaferleri için yas tuttuğunu sanmasın. Bu konuda daha fazla yazmaktan çekiniyorum, senin bilgeliğine, aklına güvenmediğimi sanırlar. Bunun için, yalnız şu noktayı belirttikten sonra, yazıma son vereceğim: Senin mesut günleri asaletle karşıladığını, bu yüzden büyük övgülere hak kazandığını kaç defa gördük, felâketleri de aynı şekilde karşılayabileceğini bize göster, felâketlerin senin için, lüzumundan fazla bir yük olmadığını bize anlat. Bütün faziletlerden yalnız bu faziletin sende olmadığını söyliyemesinler. Bana gelince, daha sakin bir ruh haletinde olduğunu öğrendiğim zaman, sana burada olup bitenleri, eyaletin ne halde olduğunu bildireceğim. Sağ ol.
( Atina,İ.Ö.Mart 45)



Ego vero,Servi, vellem, ut scribis, in meo gravissimo casu adfuisses: quantum enim præsens me adiuvare potueris et consolando et prope æque dolendo, facile ex eo intellego, quod litteris lectis aliquantum adquievi; nam et ea scripsisti quæ levare luctum possent, et in me consolando non mediocrem ipse animi dolorem adhibuisti......


CICERO'NUN SERVIUS SULPICIUS'A CEVABI

(FAM.IV,6)


Evet Servius, mektubunda yazdığın gibi, bu en büyük felâketimde yanımda bulunmanı isterdim: yanımda bulunup beni teselli etmekle, hemen hemen benim kadar acı duymakla bana ne kadar yardım edebileceğini, mektubunu okuduğum zaman hissettiğim sükûnetten kolayca anladım. Çünkü hem yasımı dindirecek sözler yazmışsın, hem de beni teselli ederken kendin de aynı acıyı duymuşsun. Senin Servius'un o anlarda yapılabilecek her türlü yardımlarıyla, bana ne derece değer verdiğini, bana karşı duyduğu hislerin senin ne kadar hoşuna gideceğini gösterdi. Muhakkak ki onun tesellileri benim için her zaman hoştu, ama hiçbir zaman bu seferki kadar hora geçmedi. Sen ise beni yalnız yazılarınla, âdeta bir hastalık haline gelen derdime iştirakinle değil, şahsiyetin, büyük nüfuzunla teselli ettin. Çünkü felâketime, senin gibi bu kadar bilgelikle donanmış bir kimsenin söylediği şekilde katlanmamayı kendim için bir ayıp sayıyorum. Ama ara sıra acının altında eziliyorum, acıma güç dayanabiliyorum, çünkü aynı felâkete uğrıyan insanları gözümün önüne getiriyorum da, onların tesellilerinden mahrum olduğumu görüyorum: Q.Maximus, konsüllüğe erişen büyük işler başarıp ünlü bir adam olan oğlunu kaybetti. L.Paulus ise yedi gün içinde iki oğlunu birden toprağa verdi. Senin Gallus'un da, Cato da çok zeki, çok erdemli çocuklarını kaybettiler. Ama felâketleri, devlet işlerinde kazandıkları itibarın, yaslarına bir merhem olabileceği zamanda başlarına geldi. Ben ise mektubunda hatırlattığın, çalışa cabalıya elde ettiğim o şereflerden mahrumum.Bir tesellim vardı, o da elimden alındı. Beni düşüncelerimden kurtaracak ne bir dost kaygısı, ne bir devlet görevi vardı; forum'da hiçbir dâvaya bakmayı canım istemiyordu, Curia'ya gözlerimi ceviremiyordum. Olanca maharetimi, kaderin bana bağışladığı her türlü nimeti kaybettim gibi geliyordu, gerçekten de öyleydi. Ama başıma gelenlerin, senin, daha birkaç kişinin de başına geldiğini düşününce, kendi kendime hâkim olarak, bu felâketleri hoşgörüyle karşılamaya kendimi zorladığım zaman, yanına sığınıp huzur bulacağım, tatlı yaradılışında her türlü kederimi, endişemi unutacağım bir kimse vardı; ama şimdi, bu derin yara ile beraber, iyileştiğini sandığım bütün yaralarım tekrar kanadı; devlet işlerinde kedere uğrayıp eve kaçtığım zaman bana kollarını açıp kederimi dindirecek bir evim vardı, ama şimdi kederimden evde oturamaz hale gelince, beni lûtuflariyle avutacak bir devlete sığınamıyorum. Bu yüzden, hem evimden hem forumdan uzağım, çünkü artık, ne evim devlet yüzünden uğradığım acıyı dindirebilir, ne de beni evden uzaklaştıran kederi devlet işlerinde avutabilirim. Bu yüzden seni dört gözle bekliyorum, seni bir an önce görmek istiyorum. Hiçbir felsefi doktrin bana senin samimiyetin, sözlerin kadar teselli veremez. Zaten gelişinin yakın olacağını da umuyorum, bana öyle dediler. Bir çok sebeplerden seni bir an önce görmeği diliyorum. O zaman, eskiden yaptığımız gibi, vaktimizi ne şekilde geçireceğimizi tasarlarız. Çünkü her şeyi, bilge, asil ve anladığım kadar da, bana düşman olmıyan, seni de çok seven bir tek kimsenin (Cæsar'ın) arzusuna uydurmak lâzım. Bu böyle olunca, ne yapacağımızı değil, onun nazik müsadesiyle, dinlenmek için nasıl bir plan kurmamız gerektiğini düşüneceğiz. Sağ ol.

(Ficulea, İ.Ö. Nisan 45)
Çeviri: Türkân Uzel
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst