Korku Üzerine - Jiddu Krishnamurti

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kitaplardan Alıntılar kategorisinde Objectivity tarafından oluşturulan Korku Üzerine - Jiddu Krishnamurti başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,757 kez görüntülenmiş, 4 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kitaplardan Alıntılar
Konu Başlığı Korku Üzerine - Jiddu Krishnamurti
Konbuyu başlatan Objectivity
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Objectivity

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
"Korku vardır. Korku hiçbir zaman bir gerçeklik değildir; etkin şimdiden ya önce ya da sonradır. Etkin şimdide korku var ise, bu korku mudur?
Korku oradadır ve ondan kaçış yoktur, ondan kurtulmak olası değildir. Orada, o gerçek anda, fiziksel ya da psişik bağlamda, tehlike anına karşı tam bir dikkat vardır. Tam bir dikkat olduğunda korku yoktur. Ama gerçek dikkatsizlik olgusu korkuyu doğurur; korku, gerçek olgudan sakındığınızda, bundan bir kaçış olduğunda ortaya çıkar; o zaman kaçışın kendisi korkudur."

"Korku hayattaki en büyük sorunlardan biridir. Korkuya kapılmış bir zihin şaşkınlık ve çatışma halinde yaşar, o yüzden de ancak şiddete meyilli, çarpık ve saldırgan olabilir. Kendi düşünce kalıplarından uzaklaşmaya cesaret edemez, bu da ikiyüzlülüğe yol açar. Korkudan kurtulmadığımız sürece, ister en yüksek dağa tırmanalım ister mümkün olan her tanrıyı icat edelim, daima karanlıkta kalmaya mahkumuz."

"Korku zihni köreltir, korku düşünceyi eğip büker, korku karanlığı doğurur."
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
O zaman inandığın ilah neden inanmayanı yakıyor Dijital?
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
O zaman inandığın ilah neden inanmayanı yakıyor Dijital?

:) Bu konuda daha önce yazmıştım, "cehennemde yanmak" bir sembol yani dünyadan çıkışta ilk kademe ve beden olmadığına göre yanmak da düşündüğümüz anlamda bir yanmak değil. İnanmayan kişi ister istemez astral bedeninde tortu oluşmasına sebep oluyor çünkü inanmadığı için ruhun yükselmesini sağlayan oruç, namaz, dua, sadaka, zekat v.s. gibi ya da diğer dinlerin kendi ibadet şekilleri gibi ruhun astral bedenini arındırıcak eylemlerden uzak kalıyor böyle olunca da dünya yaşamında edindiği öfke,nefret, şiddet gibi yaşanmışlıkların yarattığı tortudan arınamıyor. Kısacası kendi edip, kendi buluyor fakat yine de iyi işler ile uğraşmak sureti ile bu tortuyu azaltabilir gerisi de Allah'ın takdiri...Bu dünyanın belli kuralları var, bu kurallar ilk yaratım aşamasında oluşturuldu ve insan bu kuralları bilerek geldi fakat ne yazık ki unuttu. Tüm dinlerin amacı insana bu dünyada ve öte alemde yardım etmektir.
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
:) Bu konuda daha önce yazmıştım, "cehennemde yanmak" bir sembol yani dünyadan çıkışta ilk kademe ve beden olmadığına göre yanmak da düşündüğümüz anlamda bir yanmak değil. İnanmayan kişi ister istemez astral bedeninde tortu oluşmasına sebep oluyor çünkü inanmadığı için ruhun yükselmesini sağlayan oruç, namaz, dua, sadaka, zekat v.s. gibi ya da diğer dinlerin kendi ibadet şekilleri gibi ruhun astral bedenini arındırıcak eylemlerden uzak kalıyor böyle olunca da dünya yaşamında edindiği öfke,nefret, şiddet gibi yaşanmışlıkların yarattığı tortudan arınamıyor. Kısacası kendi edip, kendi buluyor fakat yine de iyi işler ile uğraşmak sureti ile bu tortuyu azaltabilir gerisi de Allah'ın takdiri...Bu dünyanın belli kuralları var, bu kurallar ilk yaratım aşamasında oluşturuldu ve insan bu kuralları bilerek geldi fakat ne yazık ki unuttu. Tüm dinlerin amacı insana bu dünyada ve öte alemde yardım etmektir.

Böle diyeceğini biliyordum:) ya kusura bakma ama sen bunları diyorsan kurana inanmıyorsun. bir değil onlarca ayet var. ve herşey net ne sembolu membolu:) irinde bir tür cehennem muhallebisi o zaman:)
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Korkudan Özgürleşim ve Krishnamurti / Krishnamurti ve Philosophia - Cengiz ERENGİL

"Ruhsal çözümlemeler korkuyu dağıtır mı? Yoksa çözümleme, zihnin korkudan özgürleşmesini felç etme biçimi midir?"
Jiddu Krishnamurti

Korkularımız gerçekliğin üzerini bir örtü gibi kaplayarak bizi yanılsamalara iter. Gerçek olmayanı gerçek kabul ederiz ve gerçek olanı da gerçek olmayan. Gerçekliğin bu çarpıtılmış algılanışına yanılsama ya da illüzyon denir. Bu yanılsama ise her zaman bölünme, çatışma, şiddet ve savaşı da beraberinde getirir. Yaşama ve ölüme ilişkin korkularımız olduğu gibi tanımadığımız insanlardan ve anlamadığımız yazılardan da korkarız. Korku sözcüğünden de korkarız. Bu korkularımızın çoğu haz duyduğumuz anları yeniden yaşama arzularımızla bağıntılıdır.

Erich Fromm, korku nedeniyle insanların bazı şeyleri bastırdıklarını ve bilinç düzeyine çıkmasını engellediklerini söyler.

"(...) Ama neyin korkusu? Freud'un öne sürmüş olduğu hadım olma korkusu mu? Buna inanmak için yeterince kanıt yok gibi görünüyor. Yoksa bu öldürülmek, hapsedilmek ya da açlık korkusu mu? (...) Ben, bundan daha başka ve çok daha güçlü bir bastırma dürtüsü olduğuna inanıyorum.Bu dürtü başkalarından soyutlanma ve yalnız kalma korkusudur. Çünkü insan, insan olduğu ölçüde, yani doğayı aşıp, kendinin ve ölümün bilincine vardığı ölçüde, saltık yalnızlık ve başkalarından ayrı olma duygusu, onun için çılgınlığa yakın bir duygudur. İnsan, insan olarak delirmekten, tıpkı ölmekten korktuğu gibi korkar. İnsanın sağlıklı bir ruh yapısı olması için başkalarıyla ilişki kurması, başkalarıyla birarada yaşamayı öğrenmesi gerekmektedir."*1

Yanılsamalardan kurtulabilmek için ilişkiler aynasında kendimizi gözlemlemeliyiz. Koşullanmalarımızı, önyargılarımızı, katılaşmış imgelerimizi, düşüncelerimizi, davranış biçimlerimizi, kriz anlarındaki tepkilerimizi olduğu gibi seyretmeliyiz. Şunu anlamamız gerekiyor ki, biz olduğumuzu sandığımız şey değiliz; ilişkiler aynasında ne isek oyuz. Bu yüzden gerçek anlamda bir aydınlanma ve kişilikte temel bir dönüşüm, insanlardan soyutlanarak gerçekleşemez. Aydınlanma sanal bir sanı değildir, psişik enerjilerin farkındalığını içerir.

Jung, psişik enerjinin, karşıtların gerilimiyle oluştuğunu söyler. Karşıtların birbirini dengelemesinin, nevroz hakkındaki eski kuramlarda da bulunduğunu belirtir:

"Freud'un kuramı Eros'a, Adler'inki iktidar istencine takılıp kalmıştı. Mantıken aşk'ın karşıtı nefret, Eros'unki ise Phobos (korku) dur, ama psikolojik olarak iktidar istencidir. Aşk'ın egemen olduğu yerde, iktidar istenci yoktur. İktidar istencinin üstün geldiği yerde ise aşk yok demektir. Biri, ötekinin gölgesidir: Eros görüş açısını benimseyen, telafi edici karşıtını, iktidar istencinde bulur. İktidarı vurgulayan kişi ise, bunu Eros'ta bulur."*2

Daha sonra Jung, Freud'un görüşünü şöyle eleştirir:

"Bir yandan entelektüel düşünüşün, öte yandan da psikolojik önyargının hakkını vermek için, Freud, Eros'un karşıtı olarak yok edici ölüm içgüdüsü dediği unsuru koymak zorunda kalmıştı. Bir kere Eros, yaşamın eşdeğeri değildir, ama öyle olduğunu sananlar için, Eros'un karşıtının ister istemez ölüm olması gerekir. Sonra kendimizin en yüksek ilkesinin karşıtının katıksız bir biçimde yıkıcı, öldürücü ve kötü olduğunu düşünürüz. Ona herhangi bir olumlu yaşam gücü atfetmekten çekiniriz, ondan kaçınırız, korkarız."*3

Krishnamurti, korku sorunu dahil insana özgü hiçbir sorunun düşünce aracılığıyla, yani kavramlar ya da karşıt-kavramlar yoluyla çözülemeyeceğini vurgular. Korkunun, şiddetin, şevhetin, ben'in (me) ne olduğunu öğrenmek için kişinin öncelikle öğrenmeye açık bir zihne sahip olması gerekmektedir. Öğrenmeye açık bir zihin, 'yeni'den korkmayan, her 'an'ı yeni olarak yaşayabilen, sürekli öğrenme halinde olan, karşılaştığı her çiçeğe ya da insana sanki ilk kez görüyormuş gibi önyargısız, belleksiz, düşüncesiz ve imgesiz bakan, sürekli keşf halinde olan bir zihindir. Bellek kayıtlarıyla sınırlı bir geçmişte ya da gelecekte yaşayan, gerçek anlamda şimdide yaşamanın ne olduğunu deneyimlememiş bir zihin, yeni olan her şeyden korkar. Bütün siyasi, milliyetçi ve dinsel koşullanmalar da böyle zihinlerle var olurlar.

"Beynim ve zihnim eski modeli, eski yöntemi izledi, eski düşünme, yaşama, çalışma biçimini. Ama öğrenmek için, zihnimin geçmişten özgür olması gerekiyor. Şimdi bakın ne oldu: Geçmiş araya girdiğinde öğrenme olmayacağı olgusunun doğruluğunu saptadık. Aynı zamanda korktuğumu da fark ediyorum. Öyleyse öğrenmek için zihnin geçmişten özgür olması gerektiğini fark etmemle, bunu yapmaktan korkmam arasında bir çelişki vardır."*4

Korkuyu yaratan nedenler, geçmiş deneyimlerin belleklerimizdeki kayıtlarıdır. Korku hem bir olgu ya da gerçektir hem de bir soyutlama, bir sözcük ya da bir fikirdir. Herhangi bir sorunla karşı karşıya geldiğimizde ise hemen soyutlamaya girişiriz.

"Neden gerçek bir şeyi görür ve bunu bir fikre dönüştürürüz? Fikri izlemek daha kolay olduğu için mi? Ya da fikirler için eğitildik ve gerçeklerle baş etmek için eğitilmedik mi? Neden böyle oluyor? Neden bu dünyada insanlar soyutlamalarla, ne olması gerektiğiyle, ne olacağıyla ilgileniyorlar? İster Marks ve Lenin'e dayalı komünist ideoloji, ister serbest piyasa olarak adlandırılan kapitalist fikirler, isterse dini kavramlar, inançlar, fikirlerin dünyası olsun, fikirler ve ideolojilerden kurulu bir dünyada yaşıyoruz. Fikirler, idealler neden bu kadar önem kazandı? Eski Yunanlılardan ve hatta onlardan da önce fikirler öne çıkmaya başladı. Hala fikirler, idealler insanları ayırıyor ve her türlü savaşı getiriyor."*5

Korku fikrine değil de, gerçek korku olgusuna bakmak ve bu olguda kalabilmek için büyük bir içsel disipline gerek vardır. Tıpkı bir mücevher işleyicisinin bir elması elinde tutması gibi. Düşüncesiz ve imgesiz bir farkındalıkla korku olgusuna bakabilmeyi başardığımızda, onu yargısız olarak seyrettiğimizde, bu edimin içinde onun kökenini ve nedenini keşfetmeye başlarız. Böyle bir dikkatle bakmak, onun nasıl oluştuğunu görmemizi sağlar. Duyarlı bir seyretme edimi, onun içeriğini açığa çıkarır.

Korkuya hiçbir soyutlama olmadan baktığımızda, 'olan'ın yerine bir sözcük ya da bir imge koymadığımızda, 'şimdi'de yaşamaktayız demektir. 'Olan'ı seyretme edimi, olağanüstü bir dikkat niteliği gerektirir. Ve böyle bir dikkat sırasında, 'kendi'nin (self) etkinliği yoktur. Bu ise 'ben'in (me) yokluğudur.

"Bu ben (me) duygusu ve benim ilgim, benim mutluluğum, benim başarım, benim başarısızlığım, benim elde ettiklerim, ben böyleyim, ben böyle değilim; korkunun ifadeleri, ıstırap, depresyon, acı, kaygı, arzu ve üzüntüsüyle birlikte bütün bu ben-merkezli gözlemleme, bütün bunlar bencilliktir. (...) bu kişisel çıkardır. Bencilliğin olduğu yerde, korkunun ve korkunun bütün sonuçlarının olması da kaçınılmazdır."*6

Yaşamın anlamı sorgulandığında, öncelikle onun etkin bir şimdi olduğu, asla eskinin tekrarı olmadığı, evrende birbiriyle aynı olan iki kar tanesinin bile bulunmadığı, Muhyiddin Arabi'nin deyimiyle evrenin her an yok olup tekrar var olduğu, her an yeni bir varoluşun gerçekleştiği söylenebilir.

"(...) oluş zamansızdır, yalnızca etkin şimdidir, ama bu şimdiki zamana bağlı değildir. Bu, düşüncenin ve duygunun sınırlamaları olmaksızın dikkattir. Sözcükler iletişim kurmak için kullanılır ve sözcükler, simgeler içlerinde herhangi bir anlam taşımazlar. Yaşam her zaman etkin şimdidir; zaman ise hep geçmişe ve dolayısıyla geleceğe aittir. Zamanın ölümü şimdide yaşamdır. Ölümsüz olan ise bilincinizdeki yaşam değil, bu yaşamdır."*7

Krishnamurti'nin sürekli öğrenme sanatı, imgesiz ve düşüncesiz, arı bir farkındalıkla bakış edimine dayanır. Bahçede açmış bir erik ağacına, bir güle, süregiden bir savaş olgusuna, ben (me) olgusuna, korku olgusuna yönelebileceği gibi, sohbet olgusu içinde konuşmacıya ve konuşulan konuya da yönelebilir. İmgesiz konumdaki bir konuşmacıya öğreti üzerine sohbet ederken yönelmek, onu dinlemek, o anda başka hiçbir şey düşünmemek, imgelerin çağrışımından özgür olmak, ele alınan sorunun kendisini ne ise o olarak ortaya koymasına da olanak sağlar. Bu ise ele alınan herhangi bir sorunda özgürleşimin yoludur. Doğru anlamlandırma özgürlüğe götürür. Keskin ve saf bir akıl ile bakış, psikolojik katılımlarla kirletilmemiş bir ilişkinin zorunlu önkoşuludur.

Korku,kişinin hakikat üzerinde yaşamadığının da bir göstergesidir. Tıpkı hazmedilmiş bir günlük yaşamın gecesinde rüyalara gerek olmadığı gibi insani öznitelikleriyle, erdemlerle desteklenmiş bir yaşam için de korkuya yer yoktur. Yunus Emre'nin "Su nasıl arıtsın, çünkü nedenler senin fiillerindir" deyişindeki mesaj, insanın psikolojik durumsallığını belirleyen koşulların, o insanın günlük yaşam içindeki edimlerinin ahlaki özellikleriyle doğrudan bir ilişkisi olduğu, bu psikolojik durumsallıkta gerçek bir dönüşümün ancak o insanın edimlerinde bir değişimle gerçekleşebileceğidir. Krishnamurti bu dönüşümün yolunun bir değişme arzusu değil, bir hakikat görüsü olduğunu vurguluyor.

*1 Erich Fromm, Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum, Çev. Necla Arat, Say Kitap Pazarlama, İstanbul, 1981, s.153,154
*2 Carl Gustav Jung, Analitik Psikoloji, Çev. Ender Gürol, Payel Yayınevi, İstanbul, 1997, s.134.
*3 a.g.e., s.134.
*4 J. Krishnamurti, Korku Üzerine, Çev. Anita Tatlıer, Ayna Yayınevi, İstanbul, 2000, s.42.
*5 a.g.e., s.103, 104.
*6 a.g.e., s.108, 109.
*7 J. Krishnamurti, Zihin ve Düşünce Üzerine, Çev. Cengiz Erengil, Ayna Yayınevi, İstanbul, 1999, s.129.

 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst