"K" Ön Harfli Felsefe Terimleri

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe Sözlüğü kategorisinde fides tarafından oluşturulan \"K\" Ön Harfli Felsefe Terimleri başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,833 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe Sözlüğü
Konu Başlığı \"K\" Ön Harfli Felsefe Terimleri
Konbuyu başlatan fides
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan fides

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
KABALA: Yahudilerin yazılı olarak konulmuş olan tanrısal yasaları yanında ağızdan ağza geçen dinsel buyrukları İbrani felsefesinin ve söylence yazılarının toplamı. Tarihleri kesin bilinmez; en eskisi evrenin yaratılışı ile ilgilidir. Bu yapıt Yahudilerin ta menşeinden itibaren halkın dini dolayısıyla Zebur’un gizli (batını) bir yorumunu yapmaktadır. Tevrat ve Kabala, belli bir zamanda yazılmış değildir. Ve oluşması yüzyıllar sürerek ortaçağın sonuna doğru tamamlanmıştır. Sefer jezirah (yaratmanın kitabı) ve Sefer Hazzahor (ışığın kitabı) adlarını taşıyan iki kitaptan oluşmaktadır. Bu kitaplarda ağızdan ağza geçmiş ve uzun yüzyıllar yazıya geçirilmemiş felsefesel öyküler vardır.

KAOS: Evrenin, düzene girmeden önceki karışık durumu.
Kategori : Kant'da deneyden önce gelen, zihinde bulunan on iki yargı formu.

KAVRAM: (1. Os. Mefhum, Tasavvur, Fehim, İdrak, Fikir, Mefhumu âm, Manayı âm, Tasavvuru âm, Mânâ, Mahiyet, Külliyat, Vukuf; Fr. Concept, Al. Begriff, İng. Conception, İt. Concetto... 2. Os. Malume, İlim, İlmi iptidâi, İlmi müktesep, Tasavvur, Fikir, Mârifeti müktesebe, Mefhumu mücerred, Manayı mücerred, Mefhum, Mâlumat, Mârifet, Vukuf, İrfan, Ittılâ; Mânâ, Mâkul Mâhiyet, Mâhiyeti mâkule; Fr. İng. Notion, Al. Gedanke, Vorstellung; İt. Nozione) Düşünceyle kavranılan.

1. Etimoloji: Türkçemizin yakalamak ve içermek anlamlarını dilegetiren kavramak kökünden türetilmiştir, kavranılmış olan'ı dilegetirir. Batı dillerindeki concept deyimi Hint-Avrupa dil grubunun almak anlamındaki kap kökünden, notion deyimi de Hint-Avrupa dil grubunun tanımak anlamındaki gen kökünden türemiştir. Bu deyimler ilkin Latince'de conceptus ve notio sözcükleriyle oluşmuş ve Latince aracılığıyla Batı dillerine geçmiştir. Eski Yunancada kavram deyimi logos, horos, noema ve ennoia sözcükleriyle dilegetiriliyordu. Batı dillerindeki concept ve notion sözcükleri dilimizde tek sözcükle, kavram sözcüğüyle dilegetirilmekte ve anlamdaş olarak kullanılmaktadır. Notion deyimi ayrıca ilk bilgi anlamını da taşır. Bununla beraber Os. mefhum ve Fr. concept anlamındaki kavram, duyularla gelen nesnel izlenimleri düşüncenin soyutlama işleminden geçirerek kavradığı bir genel nesne; Os. mûlûme ve Fr. notion anlamındaki kavramsa bilgi konusu anlamlarını dilegetirir. Nitekim Alman düşünürü Kant, Avrupa dillerindeki ayrı karşılıkları anlamdaş olarak kullanan Skolastiklerin tersine, bu iki anlamı birbirinden ayırmış ve concept terimini genel kavram (Os. Külliler, Fr. Les universeaux)'lara özgü kılmıştır. Osmanlı felsefesinde de concept kavramı, aklın ibda ve ihtirâ ettiği şey (Tr. Usun yarattığı); notion kavramıysa aklın iktisâbettiği şey (Tr. Usun edindiği) olarak tanımlanmıştır.

2. Mantık: Kavram, nesnel gerçekliğin insan beyninde yansıma biçimidir. Bundan ötürü de her kavram, doğrudan ya da dolaylı olarak nesnel gerçekliği içerir. Bu, örneğin ağaç gibi nesne kavramları için böyle olduğu gibi örneğin özgürlük gibi düşünce kavramları için de böyledir. Ne var ki duyusal bir yansımadan bir kavram oluşturabilmek için insan beyninde çok karmaşık bir süreç izlenir. Bu süreçte soyutlamalar, karşılaştırmalar, çözümlemeler, bireştirmeler, genelleştirmeler vb. gibi birçok ansal işlemler gerçekleşir. Soyut kavramlardan daha soyut kavramlara ve bu daha soyut kavramların yardımıyla da çok daha soyut kavramlara varılır. Böylelikle kimi kavramlar artık nesnel gerçeklikle ilişkisizmiş gibi görünürler. Oysa ne kadar soyut olursa olsun ve ne kadar düşünsel bulunursa bulunsun hiç bir kavram nesnel gerçeklikle ilişkisiz olamaz. Nesnel gerçeklikten yansımıştır ve nesnel gerçekliğe dönecektir. Eşdeyişle nesnel gerçeklikte denenecek, doğrulanacak ve bir işe yarayacaktır. Örneğin dünyada hiç bir sosyalist (toplumcu) ülke yokken oluşan sosyalizm (toplumculuk) kavramı böyledir; denenmiş, doğrulanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bir başka örnek olarak hiç bir fiziksel bilginin bulunmadığı bir çağda oluşturulan atom kavramı da böyledir. Kavramlar, sonuç olarak, kendisi de nesnel gerçekliğin bir ürünü olan insan beyninin ürünleridir. Tümüyle hayal ürünü olan kavramlar bile nesnel gerçeklikten yansımıştır, örneğin zümrüdü anka kuşu kavramı böyledir. Ne var ki bu gibi kavramlar nesnel gerçekliğe döndürülemezler; eşdeyişle denenemez ve doğrulanamazlar, bundan ötürü de hiç bir işe yaramazlar. Bunlar bilimdışı kavramlardır. Demek ki kavramları bilimsel kavramlar ve bilimdışı kavramlar olmak üzere de ayırmak gerekir. Kavramlar, insan düşüncesinin etkin ye yaratıcı yapısının ürünüdürler. Ama Hegel'in Felsefe Tarihi Dersleri'ni incelerken Lenin'in altını çizdiği gibi "Kavramlar, insanın düşünce ve hayalgücü özgürlüğüyle varolmazlar. Doğada et ve kana sahiptirler. Materyalizm (Özdekçilik) de bu demektir işte. Mistik bir dille söylenirse insansal kavramlar, doğanın ruhudur. Bu demektir ki insanın kavramlarında doğa orijinal ve diyalektik biçimde yansır." İnsan, ansal faaliyetiyle, doğanın bu "orijinal ve diyalektik yansıması"ndan kavramlar, bu kavramlardan yargılar, bu yargılardan uslamlamalar, bu uslamlamalardan varsayımlar, bu varsayımlardan kuramlar meydana getirir. Onları doğada dener, doğrular ve işine koşar. Mantıksal olarak nesne kavramları ikiye ayrılır: Tek bir nesnenin özelliğini belirten kavramlara bireysel kavramlar, bir nesneler sınıfının özelliklerini belirten kavramlara genel kavramlar denir. Bireysel kavramlar ad'lardır. Örneğin Ahmet, Süleymaniye, İstanbul bireysel kavramlar; insan, cami, kent genel kavramlardır.

Genel kavramlar da mantıksal olarak ikiye ayrılır: Bir türün özelliğini belirten kavramlara tür kavramları, bir cinsin özelliğini belirten kavramlara cins kavramları denir. Her cins kavramı, bir üstündeki cins (yakın cins) kavramına göre tür kavramı; her tür kavramı da bir altındaki tür (yakın tür) kavramına göre cins kavramıdır. Örneğin omurgalılar kavramı, kuşlar kavramına göre bir cins kavramı ve hayvanlar kavramına göre bir tür kavramıdır. Mantık diliyle şöyle de söylenir: Her kavramın içlemi onun cinsleri, kaplamıysa onun türleridir. Kavramlar sözcüklerle dilegelirlerse de sözcük değildirler, kavram sözcüğün anlamı'dır. Eşanlamlı birkaç sözcük tek kavramı taşıdığı gibi çokanlamlı bir sözcük de birkaç kavramı taşıyabilir. Bilimlerin kendilerine özgü kavramları bulunduğu gibi (örneğin yaşambilimin gen kavramı) birçok bilimlerin birlikte kullandıkları kavramlar (örneğin nedensellik kavramı) da vardır. Kendi kavramlarını açık seçik tanımlamak ve aydınlığa kavuşturmak her bilimin görevidir. Kavramlar, nesnel gerçeklikten yansıdıkları için tıpkı nesnel gerçeklik gibi kesin, durgun, sonsuz ve saltık değildirler. Kavramlar da, nesnel gerçeklik gibi, daima gelişirler ve yenilenirler. Kavramları dondurmak, sonsuz ve saltık saymak metafiziğin yapısı gereği zorunlu olarak düştüğü büyük yanılgılardan biridir. Kavramlar her ne kadar soyutsalar da unutulmamalıdır ki daima somutla bağlantılı soyutlardır, somuttan kopmuş soyutlar değildirler, Lenin'in de dediği gibi "esnek, devimsel, göreli, karşılıklı bağlılık içinde"dirler, çünkü onların dilegetirdiği nesne ve süreçler de öylesine devimsel ve esnektirler. Bk. Kaplam, İçlem, Bilgi, Ad, Yansı kuramı, Anlam. Tasarım.

3. Felsefe: Alman düşünürü Immanuel Kant, Salt Usun Eleştirisi adlı yapıtında, Platon'dan sözederken şöyle der: "Bir düşünürün düşüncelerini konusuyla karşılaştırarak, onu, kendi kendisini anladığından daha iyi anlamak olanaklıdır. Çünkü o kavramını yeteri kadar belirlemediğinden söylemek istediklerinin tam tersini söylemiş, hatta tam tersini düşünmüş olabilir". Ernst Cassirer de İnsan Üstüne Deneme adlı yapıtında şöyle der: "Felsefe tarihi, bir kavramın tam tanımının, o kavramı ilk kez ileri süren tarafından yapılamadığını gösteriyor. Felsefesel bir kavram, bir sorunun çözümünden çok daha önemli. Bir kavramın gereği gibi tanımlanması, onu ilk kez kullanandan çok sonra yapılabiliyor". Fransız düşünürü Louis Althuser de 1968 yılında İtalya'da yayımlanan L'Unita gazetesine verdiği bir demeçte şöyle demektedir:

"Felsefesel pratiğin ana görevi tek sözle özetlenebilir. Doğru kavramlarla düzmece kavramları bir çizgiyle ayırmak... Felsefe, kavgasını neden kavramlarla yapar? Bilimsel ve felsefesel uslamlamalarda kavramlar, bilgi ileten araçlardır. Ama siyasal, ideolojik ve felsefesel savaşta kavramlar hem silah, hem de uyuşturucu bir maddedir. Kimi zaman tüm sınıf çatışmaları bir kavramın bir başka kavramla savaşı olarak dilegetirilebilir. Belli kavramlar birbirleriyle gerçek düşmanlar gibi savaşırlar. Daha başka kavramlar da yarının bilinmeyen savaşlarını hazırlamaktadırlar. Felsefe, çok soyut konularda bile savaşını kavramlarla sürdürür. Bu savaş, belki de küçük anlayış ayrılıkları üstündedir. Ama her zaman, yalan söyleyen kavramlara karşı doğruyu bildiren kavramlar için yapılır. Lenin, Ne Yapmalı? adlı yapıtında küçük görüş ayrılıkları üstündeki tartışmaları kınayanları uzak görüşlülükten yoksun bulunmakla suçlar, sosyal demokrasinin alınyazısının şimdi küçük görünen bu düşünce ayrılıklarının yıllarca sonra güçlenmelerine bağlı olabileceğine dikkati çeker. Kavramlarla yapılan felsefesel savaş, siyasal savaşın bir parçasıdır. Marksist-Leninist öğreti, sistematik ve kuramsal yapıtını, ancak, hem bilimsel kavramlar hem de yalın sözcükler kullanarak tamamlayabilir".

Kavram deyimini belli ve dar bir anlamda kullanmak koşuluyla, her yeni felsefenin, her yeni dünya görüşünün yeni bir kavramlar dizgesi olduğu söylenebilir. Gerçekte bilimler kavramlarla, felsefeyse çeşitli bilimlerde kullanılan kavramları daha da genelleyen ulamlarla (kategorilerle, eşdeyişle en genel kavramlarla) çalışır. Örneğin madde (özdek) fizik dilinde, kimya dilinde, yerbilim dilinde, yaşambilim dilinde vb. bir kavram, felsefe dilindeyse bütün bu kavramların tümünü genelleyen en üst düzeyde bir ulamdır. Böyle olmasaydı felsefe, çeşitli bilimlerin sınırları içinde bulunan yasalardan tüm bilimlerde geçerli olan en genel yasalara ulaşamazdı. Her yeni bilimsel buluş için kesinlikle yeni kavramlar geliştirmek ya da eski kavramlara yeni anlamlar katmak zorunluğu, o kavramların kendisinden yansıdığı nesnel gerçekliğin devimselliğinden ve gelişkenliğinden ötürüdür. Yaşam durmadan devinmekte ve gelişmektedir, o yaşamı dilegetirecek kavramların da onunla birlikte ve onunla koşutlu olarak gelişmeleri gerekir. Örneğin Galile fiziği Aristoteles fiziğini aşmak için Aristocu neden kavramının yerine yeni bir neden kavramı, Einstein fiziği Newton fiziğini aşmak için Newtoncu çekim kavramının yerine yeni bir çekim kavramı geliştirmek zorunda kalmıştır. Bunun gibi, felsefe de, yeni ulamların oluşturulduğu kuramsal bir laboratuardır. Bundan başka bir kavramın ya da ulamın ilerisürülmesi, okyanuslarda bilinmeyen bir adanın bulunmasına benzemez. O kavram ya da ulamı Engels'in deyimiyle "bir çözüm olarak değil, bir sorun olarak" ele almak gerekir. Örneğin artık - değer kavramı Marx' tan önce klasik ekonomicilerce bulunmuştu. Oysa bir sorun olarak değil, bir çözüm olarak ele alındığı için kısır kaldı ve hiç bir işe yaramadı. Marx'sa bir sorun olarak ele aldığı bu kavramdan yola çıkarak varbulunan tüm ekonomik ulamları yeniden inceledi ve kapitalist ekonominin yasalarını keşfedip meydana çıkardı. Bunun gibi oksijen de Lavoisier'den önce Priestley ve Scheele tarafından bulunmuştu, ama eski kimya anlayışını altüst edecek olan bu buluş onların elinde hiç bir işe yaramadı, çünkü ne olduğunu ve ne işe yarayacağını bilmiyorlardı.

Lavoisier'yse oksijeni kullanarak yepyeni bir kimya bilimi kurdu. Klasik idealizme göre bir şeyi bilmek demek, ona bir kavram yükleyebilmek demektir. Örneğin ağacı biliyoruz; çünkü ona "dallıdır, yapraklıdır, gövdelidir, köklüdür, uzundur, yeşildir vb." gibi birçok kavramlar yükleyebiliyoruz. Ağacı bu kavramlardan soyutlayın, ortada sadece bir "dır" (odur), eşdeyişle "varlık" kavramı kalır; ama hangi nesneyi kendisine yükletilen kavramlarından soyutlasanız hep bu "varlık" kavramını elde edersiniz. Demek ki varlık, eşdeyişle gerçek kavramsal (tümel, evrensel)'dır. Varlığı varlığından da soyutlayın, yokluğu elde edersiniz; demek ki gerçek, varolan değil, varolmayandır, bireysel olan değil, genel ve kavramsal olandır. İdealizmin bu temel savının dayandığı sözde mantıksal gerekçe budur. Hegel, Mantık adlı yapıtının başına şöyle yazmıştır: "Varlık, kendinde olarak, kavram'dır". 4. Toplumbilim: Dr. Özer Ozankaya'nın hazırladığı Türk Dil Kurumunca yayımlanan toplumbilim terimleri sözlüğünde kavram (Os. Mefhum, Fr. Conception, İng. Concept) deyimi şöyle tanımlanmıştır: "Sözcüklere gerçek anlamlarını vermek ve bunlar aracılığıyla düşünmek, olayların ve süreçlerin özünü kavrayıp temel yanlarına ve özelliklerine ilişkin genellemeler elde etmek olanağını sağlayan, nesnel çevrenin insan düşüncesindeki yansıma biçimi". Kimi toplumbilimciler de (örneğin Bk. Hilmi Ziya Ülken, Sosyoloji Sözlüğü, İstanbul 1969, s. 168) kavram kargaşasının toplumsal düzensizlikle koşutlu olduğunu ileri sürerler ve toplumun düzeni bozulduğu zaman kavram aydınlığının da bozularak yerini kavram bulanıklığı (Fr. Confusion des concepts)'na bıraktığını, bu halde "ayrı şeylerin aynı sözcükle ya da aynı şeyin ayrı sözcüklerle" dilegetirildiğini ve bu bulanıklığın kamu sanısını şaşırtmak ve avlamak isteyen demagoglarca kullanıldığını savlarlar. Her toplumun ya da ekinsel topluluğun kendi görenek ve geleneklerine özgü kavramlarına kavram modeli (Fr. Modéle de concept) ya da kavram şeması (Fr. Schéme de concept) denir. Bu örnek kavramlardan meydana gelen yargılar, peşinyargılar, tutumlar, davranışlar vb.lerinin sınıflandırılması da kavram sınıflaması (Fr. Classification des concepts) adını alır.

5. Ruhbilim: Dr. Mithat Enç'in hazırladığı Türk Dil Kurumunun ruhbilim terimleri sözlüğünde kavram (Os. Mefhum, İng. Concept) deyimi şöyle tanımlanmıştır: "Herhangi bir nesne ya da olayın temel öğe ve özelliklerini kapsayan soyut bir düşünü". Aynı sözlükte, nesne ve olayların algılanan temel öğelerini örgütleyerek kavram haline getirmeye İng. conceptualization (Os. Mefhumlaştırma) deyimi karşılığında kavramlaştırma, kişinin bir konuyu ilişikli kavramlara dayanarak öğrenmesine ve öğrendiği kavramların anlam ve kapsamlarını değiştirerek geliştirmesine İng. conceptual learning deyimi karşılığında kavramsal öğrenme deyimleri önerilmiştir.

KİNİSİZM: Antisthenes ile Diogenes’in oluşturdukları Sokratesçi öğreti...

Sokrates’in öğrencisi Atinalı Antisthenes, bir hayli yaşlandığı sırada, bütün dünya zevklerine ve özentili felsefelere sırt çevirmişti. Soylular arasında ve zevkli bir ömür sürerek yaşlandığı halde birdenbire doğaya dönmüş, doğaya uygun yaşamayı yeğlemişti. Köleler gibi giyiniyor ve “ zevk almaktansa ölmeyi yeğlerim” diyordu. Öğretmeninden öğrendiği erdem anlayışını herkesin anlayabileceği bir dille anlatmaya başlamıştı. Her türlü mal ve mülk edinmeye, kölelik ve aile kurumlarına, din inançlarına karşı çıkıyor ve çevresindekilere iyilik öğütleri veriyordu. Gerçekleştirmek istediği, bir çeşit çilecilikle insanın tam bağımsızlığını kazanabileceği ve böylelikle mutluluğa kavuşabileceği düşüncesini okullaştırmaktı. Antisthenes’e göre insanın ereği mutluluktur, mutluluk da her türlü bağdan kurtulmuş içsel bir özgürlükle gerçekleşir. İstenilecek tek şey erdem, kaçınılacak tek şey erdemsizliktir. Gerçek erdem, insanın hiçbir değere bağlı ve tutsak olmamasıyla elde edilir. Bunu sağlamak için de insanın bütün tutkularından sıyrılması gerekir.

Öğretiye köpeksi adının verilmesi Antisthenes’in öğrencisi Diogenes yüzündendir. Diogenes Antisthenes’in mesihvari sözlerine uyarak her şeyden el etek çekip bir köpek gibi yaşamaya başladı. Ölüleri gömmek için kullanılan toprak bir kap içinde yaşıyor ve felsefesini eylemiyle gerçekleştiriyordu. Diogenes Antisthenes’in aklından bile geçirmediği bir biçimde bütün geleneği yadsıyarak her türlü ruhsal ve bedensel isteklere sırt çevirmiş, kendisini doğanın içinde doğal bir varlık gibi özgür kılmıştı. Gerçek erdeme böylesine bir özgürlükle varılabileceği kanısındaydı.

Kinikler her türlü gelenek ve göreneğe karşı çıktıklarından kinizm deyimi, törebilim kurallarını hor görme ırası anlamında da kullanılmıştır. Bu anlamda utanmazlık demektir.

Kinizm, Sokratesçi bir okuldur. Antisthenes da Sokrates gibi töresel bir amaca yönelmeyen bilimleri küçümser, erdemin bilgiyle elde edilebileceğini savunur, yaşamın amacı olan mutluluğu erdemlilikte bulur.
Konseptualizm: Adcılık ve gerçekçiliğe karşı olarak, kavramların genel düşüncelerden ibaret bulunduğunu ve bunların gerçek olduklarını savunmak kadar gerçek olmadıklarını savunmanın da yersiz olduğunu ileri süren Fransız düşünürü Abaelardus’un uzlaştırıcı öğretisi...
Realistler, metafizik tutumlarına uygun olarak genel kavramların gerçek olduğunu ileri sürmüşlerdi. Adcılarsa genel kavramların sadece birer sözden ibaret olduğunu ileri sürerek gerçek olmadıklarını savunuyorlardı. Ortaçağın aydın bilgini Petrus Abaelardus, kavramcılık öğretisiyle, bu çatışmayı uyuşturmaya çalıştı. Tartışma beyhudedir, diyordu, kavramlar elbette gerçek değildirler, ama gerçekliklerden çıkarıldıkları için gene elbette bir gerçeklik taşımaktadırlar. Bunlar, adı üstünde, kavramdırlar ve bunların bu anlamda gerçekliklerini tartışmak yersizdir. Kavramların elbette nesne ve eylemlerden bağımsız olarak birer varlıkları yoktur, ama nesnel gerçeklik bilgisinin özel bir biçimidirler, bizler onlarsız (nesne ve eylemlerden soyutlanmış genel kavramlar olmaksızın) nesnel gerçekliği bilip tanıyamayız. Tümeller ne nesneden önce, ne de sonradırlar, nesnenin kendisidirler. Abaelardus bu savıyla açıkça adcılara katılmakta , ne var ki onlardan biraz farklı olarak tümellerin ya da önsel genel kavramların nesnel gerçekliğin kavranmasında temel öğeler olduklarını ileri sürmektedir. Adcılığın geliştiricisi Oscam’lı William da Abaelardus’un bu savına katıldığından kavramcılık öğretisine son dönem adcılığı adı da verilir.

KOSMOS: Düzenli ve uyumlu bir yapı oluşturan bütün; evren.

KRİTİSİZM: Alman düşünürü Immanuel Kant’ın öğretisi...

Kant’a göre felsefe araştırması, bir değerlendirme (eleştiri) olmalıdır. Felsefe us’la yapılıyor. Öyleyse usu değerlendirmek onun ne olduğunu ve ne olmadığını iyice bilmek gerek. Felsefe nasıl bir usla yapılıyor?.. deneyden yararlanmayan bir salt us’la. Öyleyse salt us nedir. Salt us, duyarlığın verilerinden alınmamış olan (apriori) bir bilgiyi gerçekleştirdiği iddiasındadır. Buysa nesneler düzenini aşarak düşünce düzenine yükselmek demektir. Öyleyse salt usun bilme yöntemi bir aşkınlık yöntemi’dir. Salt us bu yöntemle gerçek bir bilgi edinebilir mi?.. Öyleyse bilgi ne demektir , önce onu tanımlamak gerekir. Kant’a göre her bilgi, bir yargıdır. Ne var ki her yargı, bir bilgi değildir. Örneğin “her cisim yer kaplar” yargısı bize yeni bir bilgi vermez, çünkü “cisim” kavramı esasen “yer kaplamayı” içerir; bu yargıda sadece bir çözümleme yapılıyor ve “cisim” kavramı çözümlenerek kendisinde esasen bulunan bir bilgi hiçbir gereği yokken yeniden ortaya konuyor. Oysa “bu yük ağırdır” yargısı bize yeni bir bilgi verir, çünkü “ yük” kavramı kendiliğinden hafif ya da ağır olduğunu bildirmez; burada, ötekinin tersine, bir çözümleme değil bir bireştirme yapıyoruz ve “yük” kavramıyla “ağır” kavramını birleştirerek yeni bir bilgi elde ediyoruz. Demek ki bize bilgi veren yargılar çözümsel yargılar değil, bireşimsel yargılardır. Salt us bu bireşimsel yargıyı aşkınlık yöntemiyle, deneyi aşarak gerçekleştirebilir mi? Kant bu soruya kesin olarak şu karşılığı veriyor: gerçekleştiremez. Böylece metafiziği kesin olarak yıkmış oluyor: “salt us deneyden yararlanmadan hiçbir bilgi gerçekleştiremez.” Öyleyse metafizik tasarımlar, insanların romantik düşlerinden başka bir şey değildirler. Kant öncesi felsefenin tanrılaştırdığı us, böylelikle tahtından indirilmiş oluyor; artık, aşkınlık yöntemiyle çalışan salt usa güvenilmeyecektir. Kant eleştirmeye devam ediyor: salt us, bireşimsel yargı olan bilgi’yi niçin gerçekleştiremez? Çünkü us, sadece bir birleştirme işini gerçekleştirmektedir ve bu iş için gerekli gereçleri nesneler düzeninden almaktadır. Elimizle tuttuğumuz taşı yere bırakınca onun düştüğünü görüyoruz ve ancak ondan sonradır ki (apesteriori) “bırakılan taş düşer” bilgisini edinebiliyoruz. Bu deneyi yapmadan önce (apriori) bu konuda hiçbir bilgimiz olamaz. Bize bu gereçleri veren duyarlık’tır. Duyarlık , bize bu gereçleri nasıl veriyor? Zaman ve mekan içinde veriyor. Oysa nesneler düzeninde zaman ve mekan diye bir şey yoktur. Demek ki bunlar duyarlığın dışardan almadığı, kendinden çıkardığı bir şeylerdir ve duyarlık bunları katmadan, dışardan aldığı hiçbir şeyi bize gönderemez. Bunlar deneyden elde edilemeyeceklerine göre, usun verilerimidir? Kant, bu soruya da kesinlikle şu karşılığı veriyor: hayır, bunlar usun verileri olamaz. Çünkü küçük çocuklar zaman ve uzayı düşünmeksizin bilirler, hiçbir ussal işleri gerçekleştiremedikleri halde sevdikleri şeylere yaklaşır, sevmedikleri şeylerden uzaklaşırlar. Öyleyse, duyarlık, ne nesneler ne de düşünce düzeninden aldığı bu şeyleri nasıl elde etmiştir? Kant, bu soruya , kendine özgü bir karşılık veriyor: sezi ile. Kant’a göre bunlar birer biçim’dir ve ancak duyarlığın sezisiyle elde edilebilir. Zaman iç duyarlığın biçimidir, içimizden gelen her duygu zamanla birliktedir; mekan dış duyarlığın biçimidir, dışımızdan gelen her duygu mekanla birliktedir. Katılmadıkları hiçbir duyumun gerçekleşemeyeceği bu biçimler, usun verileri olmadıkları halde deneyüstü (transzendentale)’dürler. Deneyden çıkarılmışlardır ama bunlarsız da deney yapılamaz. Kant’a göre, aşkın bilgi olamaz ama deneyüstü bilgi olabilir. Bir soru daha gerekiyor: deneyden gelen verilere duyarlığın seziyle elde ettiği biçimlerin katılması, bilimsel bir bilgiyi gerçekleştirmeye yeter mi? Yetmeyeceğini söyleyen Kant, sonunda us’a deneyüstü bir görev bulmuştur: bireştirme işi. Kant’ a göre us bu görevi gerçekleştirmeseydi, ne duyuların verileri ve ne duyarlığın katkıları bilimsel veriyi gerçekleştirebilirdi. Öyleyse us , bu bireştirme işini nasıl yapıyor? Duyarlığın katkısıyla birlikte gelen bilgi süreçlerini düzenleyici kalıp (kategori)’lara sokarak. Us, bu kalıpları ne deneyden ve ne de duyarlığın sezişinden almıştır; bu kalıplar onda temel olarak vardırlar ve kendisiyle birliktedirler. Demek ki, Kant’a göre bilgi, gene de, nesneler düzeninde değil, us’un düşünme düzeninde gerçekleşmektedir. Kant, böylelikle kendi düşünme yöntemini de bulmuş oluyor: deneyüstü yöntem ( transzendental methode). Kendi kurduğu bu terimle, eleştirici bakışını dile getirerek, bilginin duyuların ürünü olduğunu savunan duyumculukla anlığın ürünü olduğunu savunan anlıkçılık(entellektüalizm)’ın üstüne aşıyor ve gerçeğin, her ikisinin birleşik bir üstünde’liğinde olduğunu savunuyor.

Kant’a göre; kesin, tümel, her zaman ve her yerde geçerli bilgi elbette deneyüstü önsel bir bilgidir. Çözümsel yargıların tümü sonsaldır, deneden sonra gerçekleşmişlerdir ve bu yüzden bilimsel ve kesin bir bilgi vermezler. Bireşimsel yargıların da önsel olanları vardır ama sonsal olanları da vardır. İşte asıl kesin ve bilimsel bilgi bu önsel bireşimsel yargı’lardır.

KURAM: Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime temel olan kurallar bütünü.

KUŞKUCULUK: Alm. Skeptizismus, Fr. scepticisme, İng. scepticism, Yun. Skeptesthai = gözlemek, incelemek, es. t.. hisbaniye, reybiye

1. Düşünsel tutum olarak:
a. Kesin bir tutumda olmama, karar verememe.
b. Kuşkuyu ilke yapma; her değerden, anlatımdan, öğretiden, inançtan ilkece kuşku duyma.
2. Yöntem olarak; apaçık olan doğruya, kesin bilgiye varmak için, sağlam bir dayanak bulana dek, bütün bilgilerin göz- den geçirilerek eleştirilmesi, sınanması. (Ör. Descartes'ta).
3. Felsefe çığırı olarak: Gerçekliğin özünü bilmenin olanaklı olmadığını ileri süren öğretiler:
a. Salt, köktenci kuşkuculuk; her türlü bilgi olanağını yadsır.
b. Ölçülü, göreli kuşkuculuk; yalnızca belli alanlarda bilgi olanağını kaldırır. /
Kuşkuculuğun kurucusu Elisli Pyrrhon'dur. Yeniçağdaki temsilcileri: Montaigne, Bayle, daha ılımlı olarak Hume.

KYNİKLER OKULU: Alm. Kyniker, Kynismus, Fr. cynique, cynisme, İng. Cynics, Cynism, Yun. kyon = köpek, kynikos = köpeksi, es. t. Kelbiye
Yaşamın biricik ereğini hiçbir şeye gereksinme duymama ve kendi kendiyle yetinme, kısaca salt özgürlük olarak erdemde bulan Sokratesçi Yunan felsefe okulu.

Kurucusu Antisthenes'tir. Okul Kinosarges'te kurulduğu için Kynikler okulu diye adlandırılmıştır. Başka bir kanıya göre de Kynik adı, kyon = köpek'ten türemiştir. Köpek gibi olmayı dile getirir. Kynikler uygarlık değerlerini hor gördükleri ve yaşama biçimleri her türlü kuralın dışında olduğu için bu adı almışlardır.

KYRENE OKULU: Alm. Kyrenaiker, Fr. cyrenaisme, İng. Cyrenaics, es. t. Kayrevaniye

Haz veren her şeyin iyi, acı veren her şeyin kötü olduğunu öne süren, istencin biricik ereğini, insan için en doğal bir duygu olan haz olarak gören Sokratesçi Yunan felsefe okulu.

Kurucusu Kyreneli Aristippos'tur: Aristippos hazcılık öğretisini sofistlerin duyumculuğu üzerine kurmakla birlikte gerçek hazza götüren biricik aracın bilgi (Sokratesçi öğe) olduğunu söyler
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst