- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 15 Şub 2008
- Mesajlar
- 1,694
- Tepkime puanı
- 5
- Puanları
- 38

JOHANN WOLFGANG VON GOETHE
GOETHE
(Hayatına Dair)
Almanya’nın Main nehri üzerindeki Frankfurt şehrinde 1749 senesi ağustosunun 28inci günü, yani bundan tam 200 yıl evvel çalar öğle saatini çalarken, Grosser Hirschgraben sokağında pencerelerindeki saksılardan çiçekler taşan bir evde üç gün devam eden şiddetli doğum ağrılarından sonra simsiyah ve ölü bir çocuk doğdu: Goethe.
Sonradan kâinatın arz denilen bu mütevazı bucağının büyük hemşerilerinden biri olacak ve bu bucakta yaşıyan beşeriyeti kuvvetli kolları arasına alıp, yüzünü güzel elleri ve güzel gözleriyle okşıyacak ve onun yolunu fikir ve sanatının ışıklarıyla aydınlatacak olan büyük şairi, tababet bir hayli uğraşmadan sonra hayata geri getirmişti. Goethe’nin d aha dünyaya gelirken çektiği ve annesine çektirdiği ıstırabın bile, sonradan aklını ve kalemini hizmetine vakfettiği insanlığa faydası dokunmuştu. Bu doğumun güçlüğü, Goethe’nin ana tarafından büyük babası o zaman Frankfurt belediye reisi olduğu için belediye şehre bir doğum mütehassısı doktort tâyinine ve ebelerin tekrardan derse tâbi tutulmalarına sevketmiş ve Goethe’nin anasının çektiği güçlük böyle güç doğuracak kadınlara kolaylık sağlamıştı.
Goethe’nin çocukluğu o kadar uslu olmıyacak ki, onu en çok eğlendiren oyunun, evdeki tabakları, çanakları komşu çocuklarının “yaşa, ha babam ha” diye alkışlarına kapılarak dışarı atmak olduğunu, kenid yazıdğı tercümei halinden (Dichtung und Wahrheit) öğreniyoruz.
Aradan 83 uzun sene geçtikten sonra Weimar’da 15 mart 1832 Perşembe günü bir titreme ile hastalanan Goethe Pazartesi günü iyileşmiş ve ertesi günü işe tekrar başlamayı düşünmüşse de hastalık tekrar bir titreme ile başlamış ve bir zatürrie oludğu anlaşılmıştır. İhtiyar şair gelini Ottilie’nin elini tutarak d erin bir uykuya dalmıştı. Aradan yalnız Schiller ismini ve eski aşinalardan bir kadının güzel ve kıvırcık siyah saçlı başını sayıklıyordu. Bu kadının Weimar’daki Fransız maslahatgüzarının refikası Kontes Louise de Vandrenil olduğunu söylerler. İşte Goethe’nin bu son sayıklamadan daha mühim olan son sözü “kepenkleri açınız, daha aydınlık olsun, ışık, daha çok ışık” olmuştur. Bütün hayatında sanatta, ilimde, her şeyde aydınlığa koşan ve insanları koşturan bu büyük adama hem maddi, hem mânevi aydınlığın müptelâsı olmaktan başka ne yaraşırdı ki? Öleceği gün sabahleyin tarihi soruyor. 22 mart olduğunu öğrenince girmek üzere bulunan ilkbaharı hatırlıyor. İlkbahar onun için aydınlık ve hayat kaynağıdır. O mevsimde iyi olmak ve gene yazılarına başlamak ümidindedir. Hattâ tamamiyle uyuşup hareketten kalıncıya kadar sağ eli ile havada harf veyahut resimler çizmiş ve ısrarla daha ziyade aydınlık istemiş oludğuna bakılırsa Goethe’de en sonra sönen hissin görme hissi olduğunu kabul etmek gekerir. Goethe’de görmekle sarih idrak ve teemmülün bir birlik teşkil ettiğine kendisinin ziyaya ve ziya ile görülen resme ve plâstik sanata olan incizabından intikal etmek kabildir. İşte ölüm dalgınlığı içinde son fikirlerini belirtmeğe çalıştığımız Goethe tastamam giyinmiş olduğu halde oturduğu koltuğunun sol tarafına eğilerek uzun hayatında birçok sevdiklerinin matemini tuttuktan sonra dostlarına ve belki bütün insanlara eserinden sonra kendi acı matemini de bırakmış ve gitmişti.
Ölümüne kadar pek sevdiği hayata güçlükle giren ve 83 sene sonra hâlâ çalışmak üzere hazırlanırken o hayattan kolaylıkla çıkan Goethe’nin bugün dünyanın her tarafında iki yüzüncü yıl dönümü tesid olunuyor. Bilhassa kendi vatanı olan Almanya’da “Goethe yılı” ismi verilen bütün bu sene Goethe üzerine dersler, konferanslar tertibediliyor. Biz de burada birkaç makale içinde Goethe’yi okuyucuların gözünde bazı karakterleri ve bazı fikirleriyle belirtmeye uğraşacağız. Bu teşebbüs belki büyük cehidlerle birçak sütun içinde bir muvaffakiyete varmıyacak bir uğraşmadır. Şanında kütüphaneler dolusu kitaplar yazılan bu büyük adam hakkında bir doğru hükme varmak o kadar kolay bir iş değildir.
Goethe’nin etvarına, fikirlerine ve hayatına dair söylenecek çok şeyler vardır. Şairin hal ve tavrı o kadar canlı, sesi o kadar kuvvetli ve ahenktar iid ki kendisiyle uzun uzadıya görüşmelerini neşreden Eskermann eserinin 3nücü kısmının mukaddemesinde “yazıdğım notları okurken Goethe’yi karşımda görüyorum, başka hiçbir kimseninkine benzemiyen sesinin ahengini hemen kulaklarımda duyar gibi oluyorum” diyor. Akşamları Goethe siyah redingotu, açık güzel havalarda araba içinde kahverengi paltosu ve lâcivert kasketiyle görünürdü. Geceleri beyaz fanile robdöşambrlarını giyer ve mumların yumuşak ziyası altında çalışırdı. Yaradan, Goethe’yi hakikaten özenerek yaratmıştı. Gözleri, başı ve açık alnı ölümüne kadar güzelliğini muhafaza etmişti. Tıpkı eserleri gibi konuşması da türlü türlü idi. “O her vakit aynı adam; her vakit başka adam idi”[ii] Onun sohbeti ilkbaharda çiçekleri açmış bir bahçe gibi idi. İnsan o çiçeklerin gözleri kamaştıran ihtişamı karşısında onlardan toplıyarak bir demet yapmaktan çekinirdi. İşte böyle demlerinde şiir okuduğu vakit insan en kuvvetli bir musiki dinliyormuş gibi sesinin perdesi ve tatlı ahengi karşısında susar dururdu. (Bu satırları yazarken, Paul Valery, Tevfik Fikret ve Yahya Kemal’in şiir okuyuşlarını hatırlıyorum) Fakat bazı zamanlarda bu güzel çiçekli bahçe yerine soğuk karlarla örtülü bir bahçe gelirdi. O vakit Goethe’nin ruhunda esen buz gibi bir soğuk rüzgâr ve onu ancak tek heceli kelimelerle konuşmaya icbar eden bir sis tabakası görülürdü.
Onun ruhunda ihtiyarlık ile gençlik, ebedî bir cidal halinde idi. Fakat şu muhakkak idi ki, seksen yaşını geçinceye kadar onda gençlik daima ilkbahar güneşi gibi parlamış, sonbahar, kış âdeta bir istisna gibi edvir devir gelmişti. Zaten Goethe bazı dâhi tabiatte insanalrın birkaç kere bülûğ yaşına vararak gençleştiklerini bir konuşmasında söylemiştir. Evet, Goethe, Abdülhak Hâmid’den çok evvel “Karlar altında nevbaharın ben” mısraını aynen söylemiş olmasa bile tamamiyle yaşamıştır.
Velhasıl ruhunda ilkbahar başçeleri açtığı zaman Goethe’nin sohbeti o kadar harikulâdeydi ki, onunbirçok eski dostları “Goethe’nin sohbetleri yazılı eserlerinden daha iyidir.” demeye kadar varmışlardı.
Goethe’nin oturduğu ev hakkındaki fikirleri de şayanı dikakttir: “Süslü binalar, geniş odalar, bunlar prensler ve zenginler içindir. Böyle yerlered oturanlar kendi kendilerinden memnun olurlar ve başka bir şey istemezler. Halbuki ben böyle müzeyyen bir evde Karlsbadda oturdum; derhal tembel ve bir işe yaramaz hale geldim. Burada şu oturudğumuz kötü ev alelâde intizamsız, belki de biraz bohemvaridir, fakat benim asıl yerimdir. Böyle bir oda bende tabiat ilhamlarına serbest cereyan veriyor ve bana bir yaratıcılık kuvveti bahşediyor” demektedir. O, odasında mükellef döşemelerden de hoşlanmazdı. Oturduğu koltuk tahtadan idi, ancak son zamanlarda başını dayamak için bir aralık ilâve ettirmişti. Bir müzayedede görüp pek beğendiği bir kolduğu satın almış ve fakat çok rahat olduğu için bir kere bile oturmayacağını söylemiştir.
Goethe’nin ruhî hayatından bahsetmek ayırca ve uzun bir iştir. İlk aşkı bir otel hizmetçisi ile on beş yaşında başlamış ve fakat bu aşktan dolayı çıkan bir muhakemede kızın “ben Goethe’ye karşı bir büyük ablanın şefkatini hissediyordum” demesi üzerien küçük Goethe’nin kalbindeki büyük aşk onu kahretmişti. Bundan sonra geçirdiği aşk maceralarının bir çoğu eserlerinde aşk sergüzeşti şeklini almış ve ahttâ Goethe’nin yalnız aşklarından bahis eserlere zemin olmuştur. İlk gençliği esnasında teşhisi bugün hâlâ esrarengiz kalan uzun bir de hastalık geçirmişti. Maddi hastalıktan aşka türlü türlü kalb ağrıları geçiren bu büyük şairin işlerinde görülen intzama mukabil sözlerinde her vakit bir mantık ve insicam aramak güçtür. Meselâ 37 yaşında birdenbire her şeyden ayrı bir sükûn içinde yaşamayı tercih ettiğini ve hattâ estafına çevirdiği yalnızlık duvarının her gün biraz daha yükseldiğini ve kendisinin bir balık gibi dilsiz olduğunu söyler ve o zamanlar yalancı dostluk tezahürlerinin, heyecanlı hulûs ve muhabbet dalgalarının kendi üzerinde köpeklerin yaygaraları tesiri yaptığını, 1781’de Jacobi’ye yazıdğı bir mektupta ifade eder. Goethe’nin bir Bohem veyahut her işinde bir idealist olduğunu da iddia etmek mümkün değildir. Onun tâbiriyle olan münakaşa ve pazarlıklarında tam manasiyle pekâlâ bir burjuva olduğunu görülüyor. Rahat koltuk, büyük bir ev, mükemmel döşemeler istemediğini söyliyen Goethe, Weimar Dukalığının nazırı olarak yerleştikten sonra biraz daha burjuva olmuş, dört hizmetçi tutmuş ve kendi tâbiriyle biraz ferah hayata kavuşmuştur. Bu hayatı, Weimar Dukalığından aldığı aylık ona temin edemezdi. Bir taraftan eserlerini mümkün mertebe pahalı satarekn diğer taraftan da hayattaki büyük şansına güvenerek piyango bileti satın alırdı.
A. Adnan ADIVAR
