İsmet İnönü'den fıkralar

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe.Net Arşiv kategorisinde Sunar tarafından oluşturulan İsmet İnönü'den fıkralar başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,301 kez görüntülenmiş, 7 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe.Net Arşiv
Konu Başlığı İsmet İnönü'den fıkralar
Konbuyu başlatan Sunar
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Sunar

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Fıkralarla İsmet İnönü

3 metre patiska

Vaktiyle Mecliste bir tartışma olmuştur: Milliyet Gazetesi yazarı Güneri Cıvaoğlu, “Türkiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 3 metre patiskanın bile hesabını verdi mi? “ diye konuyu dün İsmet Paşa’nın kızı Özden Toker’e sorar; olay şöyledir:
İsmet İnönü Cumhurbaşkanıdır. Malatya’daki fabrikayı ziyaret eder. Kumaşlar hediye edilir. Aradan yıllar geçer. CHP 1950 seçimlerini kaybetmiştir. İsmet İnönü artık sadece CHP Genel Başkanıdır.
Meclisin tartışmalı oturumlarından birinde iktidardaki DP siyasette arkeoloji kazısı yapmış ve hazine bulmuş gibi Malatya fabrikasından hediye edilen o kumaşlar söylentisini kürsüye getirir; olayı menfaat temini gibi sunar.
İsmet Paşa hemen eve telefon ettirir. Yıllar önce hediye olarak sunulan o kumaşların bedelini ödediğini faturasıyla kanıtlar. CHP sıralarından alkışlar yükselir.
Özden Toker’le konuşmasına devam devam ediyor...
İsmet İnönü ve ailenin tümünün harcamaları kaydedilir; makbuzlar, faturalar dosyalanıp saklanırmış.
Hediyelerin listeleri de öyle.
Pembe Köşk’e gidin, orada İngiltere kralının İsmet Paşa’ya hediye ettiği kravat bile gösterilir.
İnönü vakfı Ankara’da “Lozan’dan Cumhuriyete İsmet İnönü” sergisini açtı. Sergi şimdi de Antalya’da.
Serginin küratörü Zafer Toprak şöyle diyor: Sergide İsmet İnönü’nün Lozan’da otele ödediği bütün bedeller, içtiği su dahil, faturalarıyla gösterilmiş; otelde yıkattığı, ütülettiği çamaşırın faturası bile.

Güneri Cıvaoğlu ( Milliyet gazetesi, 1 şubat 2014 )
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
bu kadar mı...:( buna olsa olsa anekdot denir ne fıkrası..
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Babamın muhalefet yıllarında, sanırım 1953 de, bir akşam Pakistan Büyükelçisi bizim eve geldi. Yabancılarla konuşurken, parti genel merkezinden gelen ve yabancı dil bilen bir görevli genellikle babamın yanında olurdu. Ama o akşam bu görevi yapacak kimse bulunamamıştı. Onun üzerine babam görüşme süresince benim yanında olmamı istedi. Aslında görüşmeyi çok kez doğrudan doğruya kendisi yürütürdü. Ancak konuğun sesini iyi duyamadığı zaman yanındaki arkadaşından yardım isterdi.
Pakistan Büyükelçisi yüksek sesle konuşabiliyordu. Babamla rahatça görüştüler. Benim yardımıma hiç gereksinim duymadı. Bağımsızlıklarını kazandıklarından beri Pakistan’la aramızda sağlam bir dostluk, hatta kardeşlik ilişkisi kurulmuş olduğu için görüşmenin tamamı, içtenlikli bir havada, karşılıklı sevgi ve dayanışma ifadeleriyle geçti.
Büyükelçi gittikten sonra, babam her zamanki yöntemini uygulayarak bana görüşme hakkındaki izlenimlerimi sordu. Ben Büyükelçinin fikirlerini ve davranışlarını olumlu bulduğumu söyledim. Bu arada bir tutumunun dikkatimi çektiğini de ekledim: herhangi bir konudaki düşüncesini açıklamadan önce Kuran’dan bir sureyi, ya da Peygamberin bir sözünü hatırlatıyor, bu şekilde fikrini kuvvetlendirmeye çalışıyordu. 'Bu tutum tuhafıma gitti’ dedim. Babam güldü. ‘Biz de eskiden öyleydik. Her düşüncemize Kuran’dan destek arardık. Ancak Cumhuriyetten sonra bu tutumu değiştirdik ve yalnız aklımızdan güç alarak konuşmaya başladık’ dedi. Babam bu kadar söylemekle yetindi ama ben kendi kendime: demek kardeş Pakistan siyasal planda bağımsızlığını kazanmasına karşın fikir alanında bağımsızlığını henüz kazanamamış diye düşündüm.

Erdal İnönü
Fikirler ve eylemler adlı kitabından
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
İkinci anı, gene babamın evinde, daha eski dönemde, 1940 dan önce, henüz ortaokul öğrencisi olduğum yıllarda, bir öğleden sonra, babam ağabeyimle benim odamıza uğradı ve yanımızda biraz oturarak bizimle konuştu. Nasıl olduğunu bilmiyorum, konu laikliğe geldi. Babam “İlk Anayasamızda, devletin dini İslam’dır diye bir hüküm vardır. O zamanki şartlarda bunu koymak gerekmişti. Ama sonradan ilk fırsatta bunu kaldırdık”, dedi. Sonra şöyle devam etti :”Bizim gençliğimizde, din ve devlet ilişkileri konusuna yaklaşımımız şimdiki gibi değildi. O zamanki şeyhülislamın, öteki din büyüklerinin bazı davranışlarını, verdikleri fetvaları yanlış, uygar bir toplumun çıkarlarına aykırı buluyorduk. Bu, din mevkilerine makul düşünceli insanlar seçilseler, devlet işlerine karışmaları bir sakınca doğurmaz sanıyorduk. Ancak daha sonra, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşındaki deneyimlerimiz bize bu tutumun yanlışlığını öğretti. Çünkü din kurumlarının başına geçecek insanları, bu kurumlar kendilerine, kendi anlayışlarına göre seçiyorlar, bize makul görünmeyen davranışlar onlara çok makul olabiliyor. Eğer din ile devlet işleri ayrılmamışsa, din adamlarına da devlet yönetimi hakkında karar verme yetkisi tanınıyor. Bu yetkinin verilmesiyle birlikte bize göre makul kararlar verilmesini sağlama olağanımız da kalmıyor. Onun için tek çare din ile devlet işlerini kesin olarak ayırmak, Devlet yönetiminde ulusun egemenliğine hiçbir ortak kabul etmemektir. Bu günkü laiklik anlayışımıza böyle geldik.”
Babamın bu gözlemi bence bu gün yaşadığımız tartışmaların önündeki siyasal isteği açığa çıkarıyor. Amaç, milletin ve dolayısıyla TBMM nin eğemenliğine ortak olmak.

Erdal İnönü
Fikirler ve eylemler adlı kitabından
 

alpine

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
11 Nis 2009
Mesajlar
480
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Bu memleketi kuran adamlara herseyleri soylediler, ama bir tek sey soyleyemediler; HIRSIZ!
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Onlar aldılar da NATO’ya biz mi girmedik?


1945- 1946 yıllarındaki Sovyet tehdidinden sonra İsmet Paşa Sovyet yayılmacılığına karşı Amerika Birleşik Devletleri ile batı Avrupa Devletleri tarafından kurulmuş olan NATO savunma teşkilatına girmek için sondajlar yapmış ise de olumlu bir cevap alamadığı için Türkiye’yi bu teşkilata sokma imkânı bulamamıştı. O günlerin gelişmelerini III. Cumhurbaşkanı Bayar şöyle anlatır:

“Ben Cumhurbaşkanı seçildikten sonra İsmet Paşa ziyaretime gelip tebrik etti. Ben de iade-i ziyaret için evine gittim. Beni kapıda karşıladı. Bu vesileyle kendisinden öğrenmek istediğim hususları da sormak istiyordum. II. Dünya Harbi sonunda Sovyetler, Kars ve Ardahan’ı istemişler ve Boğazları da müştereken kontrol edelim diye nota vermişlerdi. Bugün hâlâ Hariciye Vekâletimizde bulunan bu notayı Ruslar geri almamışlardır. Bu düşmanlığa karşı emniyetimizi sağlama almak mecburiyetindeydim... Biraz hasbihalde bulunduktan sonra İsmet Paşa’ya dedim ki : “Paşam, buraya gelmişken bir hususu öğrenmek istiyorum. NATO’ya niçin girmediniz? Bu sorum karşısında canı sıkıldı, adeta şoke oldu. Onun canı sıkıldığı zaman sesi boğuk çıkardı. O boğuk sesiyle dedi ki, Celal bey, Celal bey! Onlar aldılar da NATO’ya biz mi girmedik? Mesele şudur: Benim bu meseleyi sormakla başarısızlıklarını yüzlerine vuruyorum zannettiler. Öyle bir şey yapmazdım. İsmet Paşa’ya dedim ki, Sizin aklınıza geldiği gibi sormadım, yanılıyorsunuz. Sizin bu meselede fikrinizi almak istiyorum. Bu, dışarıya karşı büyük bir angajmandır. Bu angajmana muvafık-muhalif hep beraber girmemizde yarar görüyorum, NATO’ya girmemiz lazım mıdır, değil midir, bunu soruyorum. Sonra devletin öyle sırları vardır ki onları çelik kasalara dahi emanet edemezsiniz. Bana ne devrediyorsunuz? İsmet Paşa yalnız eski Cumhurbaşkanı değil 1938 den 1950 ye kadar 12 yıl devletin iç ve dış politikasını avuçları içinde tutmuş bir devlet adamı idi. Bu politikanın elbette açık ve kapalı yanları vardır. Onun için bu soruyu sormuştum. Bunun üzerine İsmet Paşa, itiraf edeyim, dış politikamız hakkında güzel bir açıklama yaptı. İzlenen siyasi politikamızın esas hatlarını çizdi. Netice olarak dedi ki, “NATO’ya girmemiz emniyetimiz ve salahiyetimiz için şarttır”. Bunu açıklıkla ifade etti. Esasen benim görüş ve kanaatim de bu yolda olduğu için huzur duydum. Kendisine teşekkür ettim”.

Türkiye’nin NATO’ya girişi adlı kitaptan


Demek o küçük millici sendin?


İnönü, yanında Türk murahhas üyeleri ve Fransız delegesi M. Mojen olduğu halde Ankara’dan İstanbul’a geçerken, kendisini Arifiye İstasyonunda karşılayanlar arasında, Hikmet Bil’in, Kurtuluş savaşı boyunca Sakarya Müdafaayı Hukuk Örgütü kurucusu ve başkanı olan babası da vardı. Hikmet Bil o zamanlar 5 yaşındaydı.
Gece bir gaz lambasının aydınlattığı karanlık istasyona İsmet Paşa’nın treni girdiği zaman, babası küçük Hikmet Bil’i kapıda bir yaverin kucağında bırakarak İnönü’nün delegelerle beraber oturdukları salonlu vagona girmişti. İnönü, İstanbul’dan yeni dönmüş olan Sakarya Müdafaayı Hukuk başkanının verdiği bilgileri herhalde ilginç bulmuş olmalıydı ki, “Bizimle beraber İzmit’e kadar geliniz” demişti. İşte o sırada Hikmet Bil, salonun camlı kapısı dışında bir yaverin kucağında salona getirildi. Dizine oturttuğu küçüğe İnönü: “Sen ne olacaksın bakalım?” diye sordu. Adapazarı’ndaki evinin önünde o günler akşama kadar arkadaşlarıyla millicilik oyunu oynayan Küçük Hikmet Bil’in cevabı ilginçti. “Millici olacağım” demişti. Bu cevap Paşa’yı duygulandırdı. Fransız delegesine dönerek bu sözleri ona tercüme etti: “Bakınız yedisinden yetmişine kadar bu millet ne diyor, duydunuz...”
Yıllar sonra bu hatırayı rahmetli İnönü’ye Hikmet Bil naklettiğinde, İnönü, “Demek o küçük millici sendin?” demişti.

Hikmet Bil (Atatürk’ün sofrası)



Büyükelçi Şefik Fenmen anlatıyor

Lozandaki hukuk öğrenciliğim sırasında bir gün bir kahvede otururken yaşlı bir kişiyle konuşmaya başladım. İsviçreli olan kişi benim Türk olduğunu öğrenmekten mutlu olduğunu söyledi ve nedenini şöyle açıkladı: “ Lozan Konferansı sırasında Vichy’ deki otelde koruma görevlisi olarak kapıda duruyordum. Müttefik devletlerin ünlü temsilcileri kapıdan geçerken hepsine selam verirdik. Büyük bir azametle girip çıkan bu diplomatların hiçbiri selamımızı almazdı. Yalnız İsmet Paşa geçerken bizi farkeder, dikkatle selamımızı alırdı. İşte o zamandan beri Türkleri severim” .


Yargıçlık sanatı

“Benim kanaatimce yargıçlık sanatı, muhariplik vasfı gibi, Türk milletinin tabii kabiliyetlerindendir. Mütareke ve işgal sırasında İstanbul'da hepimizin işleri olurdu ve orada ailemiz efradı bulunurdu. Aylardan beri maaş almamış zaruret içindeki hakimler, bizim ailemizi Kuvayı Milliyeci akrabası diye mahkum ettirmek için hakimi tesir altında bulundurmak isteyen davacı şirketlere karşı adaleti yerine getirmekte tereddüt etmezlerdi”.

İsmet İnönü



Milletimiz din savaşına sürüklenmek isteniyor


“Başbakan bunları mı söylüyor? Söylesin millete. Bu kafa ile millet en kısa yoldan tarihimizin gördüğü müthiş bir din savaşına doğru sürüklenmek isteniyor. Aciz kalmışlardır. Planlamayı bilmezler, kalkınma fikirleri yoktur. Mutlak bir hakimiyet istiyorlar. Bunun çaresi olarak bir tek vasıta ellerindedir. Saidi Nursi tarikatına sapacaklar, ondan sonra görürsün sen ne yapacaklar. Ne fikir hürriyeti, ne insanlık haysiyeti, ne insan hakları, ne Türk cemiyeti, ne Türk devleti hiç bir şey kalmayacaktır. Biz, Milli Mücadeleye başladığımız zaman da vatan böyle idi. Bu kafada olanlara ihtar ediyorum, hiçbir zaman bu milleti bu kadar iptidai bir hale getiremiyeceklerdir…”

İsmet İnönü’nün Eskişehir’de yaptığı konuşmadan

Ulus Gazetesi 02.06.1966
(İsmet İnönü, Konuşma, demeç, makale, mesaj ve söylevleri- İlhan Turan)


Nurcu yetiştiriyorlar

Diyanet işleri başkanı nurcu yetiştiriyor. Nurcu, Türk Devleti istemez. Türkiye’nin Arap devletine bağlanmasını ister. Bu devlet olukla kan aka aka kurulmuştur. Bunlarda Türk vatanperverliğinden, insan vasıflarından eser var mı? Nurcu tarikatı bu. Pazar günü seçim ne olursa olsun makbulümdür benim. Sandık başına mutlaka gideceksiniz. Demokrat Parti Adalet Partisi iktidarı olarak devam edecektir. Bu tartışmalardan ne istifade ettiklerini göreceğiz. Siyasi Partiler doğru yolda olursa yardımcısı; aksi yolda olursa tenkitcisi olacağız.”

(İsmet İnönü, Konuşma, demeç, makale, mesaj ve söylevleri- İlhan Turan)
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Tarih tekerrürden ibarettir derler; ders alınsa hiç tekerrür eder miydi?


İnönü’nün Diyarbakır’daki konuşmasından:
Sevgili Diyarbakırlılar,
Diyarbakır’da din istismarı hastalık halinde yaygındır. AP iktidarının din istismarcıları, dini bütün vatandaşlara dinsizlik iftirasını büyük ölçüde nurcular vasıtası ile yapıyorlar. Diyarbakır’da nurcular azgın haldedirler.
Tarikatın başı Saidi Nursi müstakil Türk Devleti’nin düşmanıdır. Bu gerçeği bilmeyen nurcular, bu tarikata hizmet etmemelidir. Yoksa vatanla ilişkilerini kaybederler. Diyarbakırlılar bu gerçeği hiçbir zaman göz önünden ayırmamalıdırlar.
Nurcularla işbirliği yapmakta olan AP iktidarına oy vermek haksız ve isabetsiz bir hatalı yoldur.
Saidi Nursi bütün Türk milletinin ve dini bütün Türk Müslümanlarının düşmanıdır. Saidi Nursi’nin ve tarikatının Cumhuriyet ve vatan düşmanı olduğunu Temyiz Mahkemesi hükme bağlamıştır, ilam vermiştir. Başbakan benden nurcular hakkında kanuni muamele yapmak için delil istiyor, ispat istiyor. Kendisine Temyiz Mahkemesinin ilamını gösteriyorum; bunu delil saymıyor. Devlet Şurasının kararlarını da, böyle, saymıyorlar. Adalet anlayışları acınacak kadar iptidaidir.
Diyarbakırlılar, sözümü iyi dinleyiniz. Başbakan Demirel’i kaç gündür nurcularla beraber olmadığını ilan etmeye davet ediyorum. Çekiniyor…Çekiniyor… Çünkü, kendisi Laik Cumhuriyet’i dinsizlik sayıyor ve bunu yayıyor. Nurcular, Başbakana ve Başbakanın laik cumhuriyet anlayışına candan yardımcıdırlar ve kendisine oy hazırlayan makinedirler. Siyasi çıkar için din istismarına yaklaşan insanlara, zararlı mürteciler denir. Saidi Nursi tarikatından oy makinası olarak istifade etmek istiyenlerin adına mürteci denir. Mürteciler vicdanlara, Anayasa’nın dediği din ve inanç hürriyetini değil, Saidi Nursi’nin istediği kilitleri takarlar.

(İsmet İnönü, Konuşma, demeç, makale, mesaj ve söylevleri, 1965-1967- sayfa 268, İlhan Turan)



Gazi Ömer eski kumandanı ile görüşüp köye döndü…


Paşa, Ortanın solundan yana olan bildirilerden kafasını kaldırdı, bir zamanlar kumanda ettiği ordulardaki eski bir neferi, Sıvalı Omar’I gördü..Nicelerini görmüştü yıllar yılı, nice Omarları.. Bakıştılar ilkin, bakıştılar, şöyle bir kımıldandı yerinden..Bizim Gazi Omar’ın, Kumandanı İsmet bildiğim, gördüğüm kadarıyla keyifsizdi… Eski İsmet değildi, biraz keyifsiz soluk alıp veriyordu. Mendilini arıyordu ve de tüm cepleri yokluyordu nerede diye. Gözleri İzmir CHP örgütünün, Ortanın solunda ve Ecevit’ten yana olan bildirisindeydi..Masanın yanına gelince bu kez gözleri Gazi Ömer’e takıldı, yeniden bakıştılar …
-Hoş geldiiin, Hoş geldiiin. Gel bakalım, deyiverdi içten. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Garp Cephesi Komutanı İsmet oluvermişti…Gazi Ömer, Kumandanı İsmet’in ellerine atıldı, sıkıca tutu ve dudaklarına götürdü, sonra:
-Hoş bulduk kumandanım, diyen bir ses duyduk…Sonra mı? Sonra öpülen candan, öpülen ellerden ve dudaklardan çıkan bir takım sesler…Gazi Ömer Baba, dudaklarından uzaklaştırdığı elleri sıkı sıkıya tutmuş, konuşuyordu :
-Seni dünya gözüyle bir kez daha gördüm kumandanım. İnönü şöyle dedi :
-Memnun oldum...Memnun oldum…Afiyettesin inşallah ?
-Sağ olasın efendim, seni bir kez daha gördüm dünya gözüynen…
-Bu akşam gidiyormuşsun ha ?
- Evet gidiyor Paşam, dedik biz.
-Kıyafeti Milli Savunma mı düzdü ?
-Çok iyi gördüm seni kumandanım.
-Torunların var mı, torunların ?
-Bir kızım var.
-Torunların var mı ?
-Var kumandanım…Çok şükürler olsun, seni bir kez daha gördüm, görüştük…
Keyifsizdi İnönü, ara sıra İzmir CHP örgütünden gelen bildiriye dalıyordu…İznini istedik…
-Haydi bakalım, dedi…Yeniden öpüştü eski ve yeni savaşçılar.

Fikret Otyam
Cumhuriyet Gazetesi , 16.01.1967
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
İnönü İstiklal savaşından anısını anlatırken şöyle dedi:

“Ankara’da o zaman devlet arabası olarak 2 tane otomobil vardı. Birisi Atatürk’ün öbürü de benim arabaydı. İzzet Paşa görüşmeler yapmak üzere Ankara’ya geldiği zaman, arabasını bana bıraktı. Atatürk’ün arabası külüstürdü. Garp cephesi komutanı olarak İzzet Paşa’nın bıraktığı arabaya ben binerdim. Ancak, Atatürk, cepheye geldiğinde, arabayı Atatürk’e bırakırdım. O gittikten sonra araba benim emrimde olurdu.”

Barış Gazetesi, 16.12.1971
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst