İslam Dünyası’nda "Kavram Kargaşası" ya da İslami Düşüncenin "Historisizm" Problemi-I

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde lütfiakarçay tarafından oluşturulan İslam Dünyası’nda \"Kavram Kargaşası\" ya da İslami Düşüncenin \"Historisizm\" Problemi-I başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 525 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı İslam Dünyası’nda \"Kavram Kargaşası\" ya da İslami Düşüncenin \"Historisizm\" Problemi-I
Konbuyu başlatan lütfiakarçay
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan lütfiakarçay

lütfiakarçay

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
26 Ocak 2014
Mesajlar
49
Tepkime puanı
4
Puanları
8
İslam Dünyası’nda "Kavram Kargaşası" ya da İslami Düşüncenin "Historisizm" Problemi-I

Son dönem gelişen dünya olayları ve özellikle bölgesel

savaşların ve mücadelenin en acımasız

metotlarla yürütüldüğü Ortadoğu ve İslam Coğrafyası’nda

Müslümanların kafa karışıklığına

sebep olan bir “kavramlar karmaşası” yaşanıyor..

Şii..sünni..nusayri..ibadi..yezidi..ezidi..husi(zeydi)..dürzi..

Mezhep..tarikat..cemaat..hizip..parti.. vs..

Müslüman kimliğinden ve bazı temel dini bilgiler ve

dogmalardan başka elinde veri olmayan

hatta mensup olduğu mezhebin sadece adını bilen,o

mezhebin pratiğini taklidi olarak yerine

getiren bir çoğunluk veya “yığın” içinde yaşıyoruz..

Batı Dünyası’nda da var(dı) aynı sorun..

Onlarca mezhep,tarikat,cemaat..

Yıllarca süren savaşlar ve nihayetinde sekülerizmin

sağladığı konformist yaşam ve dini dogmaların

kuşattığı dünyadan kaçış..

Pragmatizme teslim oluş..

Liberalizmin“ikon” olduğu yeni bir deist-ateist karışımı

din..

Bu hengamda içlerinden bazı muhalif sesler ve “öze

dönüş” çağrıları olsa da Yahudiliğin

kendi dini kültlerini koruma,anlama ve yaşatmada

Müslümanlar ve Hıristiyanlara göre daha

bir muhafazakar olduğunu hatta bu uğurda savaşmayı ve

kan dökmeyi göze aldığını biliyoruz..

Peki son zamanlarda Müslümanların birbirlerine,bilenlere

çokça sordukları mezhep,tarikat,cemaat,

hizip ve bu kavramlar içinde tezahür eden dini akım ve

cereyanlara tam ve kamil bir manada cevap

bulabildiklerini söyleyebilir miyiz;

hayır,maalesef..

Yazılı ve görsel medyanın “bilgi bombardımanı”na tuttuğu

Müslüman çoğunluğun bu

kavramların ne epistemolojisini ne de tarihsel seyir ve

gelişmesini(historisizm) bilmedikleri malum..

Kadim “Şiizm”in Sünniliğe ve selefiliğe bakışı veya Sünnilik

ve selefiliğin şiizme bakışı nedir?

Selefilik nedir?

“Vehhabizm”i selefi bir akım olarak görmek ve

değerlendirmek doğru mudur?

Şiizmin asırlardır süregelen kendi iç çekişme ve

ayrımcılığının son asır İran şiizmine ve diğer

farklı coğrafyalardaki Şiiliğe tesirleri nelerdir?

Modern İran’ın siyasal yapısı ve hiyerarşisi içinde şiizmin

fonksiyonu nedir?

İbadilik ,”modern haricilik” olarak algılanabilir mi?..

Tasavvufi tarikatlar ve cemaatlerin Müslüman Coğrafya’da

tesirleri ve son dönem

“tekfirci selefilik”in bu akımlara karşı takındığı sert tavır ve

mücadele..

Sorular..sorular..

Öncelikle “mezheb(p)” kavramının doğru algılanması ve

İslam Ümmeti ve Coğrafyası için

hayatın pratiği ve düşüncenin statikten dinamizme geçişi

açısından zorunlu olduğunu bilmeliyiz..

Modern selefilik olarak ortaya çıkan akımların iddia ettiği

gibi “mezhepler”in gereksiz olduğu

ve Kur’an’ın anlaşılmasının İslam Toplumlarına yön

vereceği düşüncesi hayatın pratiği ve

Kur’an’ın anlaşılma gerçeğinden çok uzaktır..

Muaz b.Cebel hadisinde de müşahede ettiğimiz gibi İslam

Peygamberi(s.a.v) de toplumun idare ve

sevkinde,yeni olaylar ve gelişmeler karşısında “ictihad”

dediğimiz bireysel düşünce egzersiz ve

yorumuna icazet vererek “mezhep” adını verdiğimiz bu

ekollerin oluşmasına zemin hazırlamıştır..

Mezheplerin oluşumunda ağırlık merkezini ibadet-

muamelat-ugubat(ceza hukuku) gibi“fıkhi-hukuki”

mevzular ihtiva etse de “iman-akaid” konularında da

mezheplerin ortaya çıktığını görüyoruz..

İslam Ümmeti içinde “ayrışma-fitne”ye yol açan;

Emeviler ile Abbasiler’in bazı dönemlerinde “Mihne ” adı

verilen,şiddet ve cezalandırmaya

gidecek kadar fikrî münakaşalara yol açan “itikadî”

düşünceler ve ekoller olmuştur;

fıkhî mezhepler değil..

Dolayısıyla bugün de İslam Coğrafyası’nı kuşatan bu

ayrımcı şiddet dalgasının kaynağını fıkhî

ekollerden ziyade “itikadî ekoller” de aramak doğru

olacaktır..

Fıkhî ekollerin tohumu Peygamberimiz döneminde

“ictihad” kapısıyla atılmıştı ama itikadî

mezheplerin ortaya çıkışı ve ivme kazanması

Peygamberimiz sonrasına denk gelmektedir..

Aslında Abdullan b.Ubeyd b.Selul ile başlayan “ayrıştırma-

fitne” faaliyetleri Peygamberimiz ve

Sahabe’nin samimî mücadelesi sayesinde

bastırılmış,”mescid-i dırâr” namıyla maruf olan

fitne merkezlerinin faaliyetleri akîm bırakılmıştır.

İslam Peygamberi’nin vefatından sonra Hz.Ebubekir ve

Hz.Ömer’in Müslüman teb’anın desteğiyle

gösterdikleri dirayetli yönetim ve merkezî siyaset

Hz.Osman’ın başa geçmesiyle za’fiyet göstermeye

başlamış,hanedan-ehli beyt kavgası ve fitnesine sahne

olmuştur..Hz.Osman’ın kendi akraba ve

sülalesinden olan kimi insanları devlet idaresinde

görevlendirmesi ve buna karşı çıkan,hoşnutsuz

olan ehl-i beyte yakın isimlerin itirazları ta o zamanlar

“Emevi-Ehli Beyt” çekişmesinin ilk

kıvılcımlarını atmıştı..Medine’de yaşayan ve tarihten gelen

“fitne-anarşi” ekolünün en büyük

temsilcileri Yahudilerin Abdullah B.Sebe liderliğindeki kaos

çalışmaları Hz.Osman’ın şehadetine

muvaffak olmuş ve İslam Tarihi’ndeki siyasi-itikadi

çekişmelerin-savaşların tohumlarını ekmişti..

Sahabe-i Kiram’ı bile içine çeken ve ayrıştıran bu “fitne

operasyonu” Hz.Ali döneminde alevlenmiş

“iç savaş”a yol açmıştı..

Şia(Ali taraftarlığı) ve karşıtlarının savaşı Hz.Ali’nin şehadeti

ve sonrası

artık tüm İslam Tarihi’ni kapsayacak ve günümüze kadar

uzanacak bir sürecin-ayrışmanın da

mücadelesi ve savaşıydı..

Emeviler ile tırmanışa geçen ve İslam Coğrafyası’nı

kuşatan,tekfirci selefiliğin ataları Hariciler

ve arkasından Vasıl b. Ata gibi önderler aracılığıyla ortaya

çıkıp yayılmaya hatta kimi halifeler

tarafından korunma ve desteğe alınan Mutezile gibi itikadi

hareketler ve mezheplere karşı

“sünnetin müdafaası” olarak İslam Toplumu içinde

reaksiyoner bir akım doğmuştur..

İlginçtir ki Eşarilik akımının kurucusu ve önderi Ebul Hasen

el-Eşari,Mutezile ekolünü terk

ederek muhaddis ve müfessirlerin akaid ile ilgili

yorumlarını derleyip “kelam” ilmi

ve terminolojisi oluşturmuş ve bunu talebeleri vasıtası ile

İslam Coğrafyası’nda yaymaya

ve bir “kelam ekolü” oluşturmaya başlamıştır..

Diğer yandan daha doğuda,Türkistan Coğrafyası’nda

yaşayan İmam Maturidi ise yine

“sünnî” bir metot takip ederek daha sonra adına nispetle

“Maturidilik” olarak anılacak

bir başka bir ekolü ortaya koymuş ve bu iki itikadi akım

özellikle sünnî fıkıh ekollerinin

“akaid” ilminde başlıca tercihleri olmuştur..

Dikkat çeken husus şudur ki,Bağdat ve Hicaz “hadis

ekolleri” ile Kufe’nin “re’y ehli”

Tekfirci selefilik ve Şia’nın aksine akaid ve fıkıh(İslam

Hukuku)da sünnî metodu takip

etmişler ve öğretilerini geniş bir coğrafyaya

yaymışlardır..Hz.Ömer’in hilafetinden sonra

zuhur eden ve Emevi-Abbasi dönemlerinde kendi

görüşlerinin yayılmasına zemin bulan

hatta bazı dönemlerde “resmi ideoloji” statüsü verilen bu

aşırı ve heretik düşünceler

toplumda kaotik bir ortama,kargaşa ve fitneye yol

açmışlardı..

Gerek “akaid-itikad” ve gerekse hukukî olarak temel

umdelerde ve nassların ışığı altında

buluşan “Sünnî Ekoller” bu fitnenin zafiyete uğratılması ve

İslam Toplumu’nun idarî ve

sosyal alanda bir bütünlük arz etmesinde önemli bir

misyon üslendiler..

İlk dönemlerde “ferdî” ve bağımsız olarak ortaya çıkan bu

düşünceler daha sonra gelen

tabiileri ve salikleri sayesinde bir “disiplin” altına alınarak

“mezhepler” olarak karşımıza çıkmışlardır..

Hem devletin kurumsal hem de bireylerin şahsi hukukunu

tanzim etmede “üniter”

birer yapı oldular..İslam’ın aslî kaynaklarının anlaşılması ve

toplumda var olan kimi heretik

düşüncelerin tasfiyesinde başrol oynamışlardır..İslam

Dünyası içinde İran-Horasan,

Irak-Necef ve biraz da Güney Yemen bölgesi dışında kalan

çoğu yerlerde ağırlığı teşkil etmişlerdir..

Bugün İslam Coğrafyası’na “demografik” olarak

baktığımızda Müslüman nüfusun ¾’nün

“Sünnî mezhepler”e mensup olduğunu,sünni nüfus içinde

de “Hanefi Mezhebi”nin yoğunlukta

olduğunu müşahede etmekteyiz..

Bu noktaya gelinmesinde,şüphesiz,özellikle Hz.Osman

dönemi’nde zuhur edip Emevi-Abbasi

dönemlerinde devam eden

Hariciye,Mürcie,Kaderiye,Mutezile ve tabii Şia gibi itikadî

ekollerin şiddete kadar varan yayılmacı metotları,İslam

Toplumu içinde yol açtıkları kaotik inanç ve

düşünceler yumağı ve bu düşünceleri asılar içinde

genişletme politikalarına karşı İslam Toplumu’nun

ilmi ve fikri alanda vermiş oldukları “bütüncül refleks”

etken olmuştur..

Kısaca bu “yayılmacı heretizm” politikasına karşı İslam

Toplu’nun verdiği “bütüncül refleks”in

adıdır Sünni İslam hareketi..

Emevi ve Abbasi dönemlerinden sonra etkisi azalan ve

kaybolmaya yüz tutan bu heretik yapıların

aksine Sünni İslam’ın temsilcileri olan “fıkhi ekoller” daha

güçlenmiş,doğuda Selçuklu ve

Osmanlılar’ın,batıda ise Endülüs Emevileri’nin sayesinde

İslami Düşüncesi’nin en belirgin

karakterleri olmuşlardır..Bu gelişmeye paralel olarak bu

saydığımız yönetimler ve coğrafyalarda

tasavvufi akımlar-tarikatlar,felsefe ve pozitif

bilimler,kültürel ve sanatsal faaliyetler de zengin

bir ivme kazanmış ve kadim İslam Medeniyeti’ne sayısız

hizmetler sunmuşlardır..

Yalnız Osmanlı İmparatorluğu “Tanzimat dönemi”ne kadar

devlet otoritesini koruma ve

toplum içinde doğabilecek fikri anarşiyi önleme adına bazı

bilimsel ve felsefi çalışmalara-akımlara

karşı kademeli bir “sansür” uygulandığını söylemeden

geçersek objektif olamayız..Bu sebepden dolayı

Endülüs Emevileri ve Selçuklu’da gördüğümüz derin fikri

hoşgörü ve serbestisini,bilimsel terakkiyi

Osmanlı’da uzun bir dönem yakalayamadığımız tarihsel bir

hakikat olarak karşımızda durmaktadır..

İtikadi düşünce açısından baktığımızda dört “Sünni ekol”

olarak karakterize ettiğimiz fıkhi-hukuki

hareketlerden Hanefi ekolünün “Maturidi” akaidini,diğer üç

Sünni ekol Şafii,Maliki ve Hanbelilerin

ise “Eş’ari” akaidini benimsediğini görmekteyiz..

Orta ve Güney Irak,İran,Azerbaycan ile Güney Yemen’i

istisna tutarsak Akaid ve fıkıh(hukuk)

arasındaki bu simetri günümüze değin değişmeden

devam edegelmiştir..

Tasavvuf ve tarikatlar boyutundan bakacak olursak da tarihi

seyrin akaid ve fıkıh boyutundan

çok da farklı olmadığını gözlemleriz..Asr-ı Saadet’ten sonra

Emevi ve Abbasi dönemlerinde

“ferdi” bir riyâziyat-nefsi mücahede olarak hoca-talebe ya

da “şeyh-mürid” irtibatı,eğitim-terbiye

metodu ile devam etse de Abbasi dönemi sonlarından

itibaren hem Arap hem de Türkistan

Coğrafyaları’nda bir “ilmi disiplin” olan tarikatlar tarzında

zuhûr etmiştir..

Tabii çok sayıda mutasavvıf-mürşidlerin kendi öğretileri ve

disiplinleri olmuştur..Akaid ve fıkıhta

olduğu gibi kimi zaman“bâtınî öğretiler-hareketler” ortaya

çıkmış,tasavvufa Yunan ve eski

İran-Hind kültleri sirayet ederek onu özünden

saptırmışlardır..Fakat akaid ve fıkıhı,sünnî

öğretiler altında disipline eden ve belli ekoller oluşturan

tarihsel seyir tasavvuf-tarikatları da

“sünnî” bir renge bürüyerek çeşitli adlar altında disipline

etmiştir..Kadirilik,Nakşibendilik,Şazelilik,

Mevlevilik gibi..Hem Endülüs Emevileri hem de Selçuklu ve

Osmanlı dönemlerinde sosyo-kültürel

olarak çok önemli işlevler görmüş,İslamın Müslüman

olmayan veya yeni feth edilen topraklarda

yayılması konusunda öncülük etmişlerdir..Tasavvuf ve

tarikatların en güçlü olduğu coğrafyaların

hatta coğraftanın Orta Asya-Türkistan Coğrafyası olduğunu

söylersek mübalağa etmiş olmayız..

Hatta Selçuklu ve Osmanlı’da tasavvufi öğretilerin vücud

bulması ve yayılması bu coğrafyadan

Anadolu’ya göç eden “Erenler”in etkisi ve onların tekke ve

zaviyeleri sayesinde olmuştur..

İtikadî ve fıkhî ekollerde yaşanan ayrışma ve sapmalar

zaman zaman tasavvufî akımlar içinde de

yaşanmış ve bunun kimi olumsuz yansımaları İslam

Toplumu’nda iç barışı bozmuştur..

Gulât-i şia’nın İsmailiyye ve Karmatîlik kolları,Şeyh

Bedrettin ve Baba İshak isyanları,Bektaşi

kalkışmaları,Bahailik ve Kadıyanilik gibi akımları ilk etapta

sayabiliriz..

Her ne kadar 13. Ve 19. yüzyıllar arasında zaman zaman

İslamî akımlar arasından ayrışmalar

ve sapmalar olmuşsa da bu dönem aralığında İslam

Coğrafyası’nda hakim renk “Sünnî”

düşünce olmuştur..İtikadî olarak Maturidî ve Eş’arÎ; fıkhî

olarak Hanefî,Şafiî,Malikî ve Hanbelî;

tasavvufî olarak Kadirî,Nakşibendî,Şazelî,Mevlevî tarikatleri

“Sünnî İslam Ekolü”nün yüzleri

olarak yer almışlardır..

19.yy’a girdikten sonra ne olmuştur?

Reform ve Rönesans hareketlerinin ardından büyük bir

değişim ve gelişime imza atan Avrupa

yeni ticaret yollarının keşfiyle beraber diğer coğrafyalara

ve zenginliklerine göz dikmiş ve

emperyal bir anlayışla bunları kendi topraklarına aktarmaya

başlamıştı..Bu arada “petrol” adı verilen

çok değerli bir enerji keşfedilmişti ve bu enerjinin büyük

kısmı Osmanlı sınırları içinde kalıyordu..

Sanayi devrimini çeşitli sebeplerle yapamamış olan

Osmanlı’yı sadece askerî güçle yıkmak çok kolay

bir metot değildi ama Osmanlı içinde yaşayan ve özellikle

petrol kaynakları üzerinde oturan

azınlıkları kışkırtmak ve bir “fitne operasyonu” ile içten

çökertmek daha kolay bir strateji olarak

görünüyordu..Zaten hem Doğu’da Ruslar hem Batı’da

Balkanlar hem de Afrika Kuzeyi’nde Avrupa

ile savaşta olan,askerÎ ve ekonomik olarak yıpranmış ve

zayıf düşmüş yorgun Osmanlı’nın

karşısına bu azınlıkları dikmek..

Bunun için sadece onları silahlandırmak yetmiyordu;

Onları asırlardan beri bir arada tutan “inanç-kültür”

bağından koparmak gerekiyordu..

Ülkeler arası “diplomasi” yi asırlardan beri çok iyi bilen ve

yürüten,ajanlık faaliyetlerinin

Duayeni bu ülke için Truva atlarına “Müslüman Brütüs”

bulmak zor değildi..Ve çok geçmeden

buldular;

Muhammed bin Abdilvehhab..

Bu Arap genci klasik İslam düşünceleri ve akımlarından

rahatsız,reformist bir yapılanmadan heyecanla

bahsediyor,mezhepler ve tarikatların bunun önündeki en

büyük engel olduğunu söylüyordu..

Psikolojik harekat ustası İngiliz casus Hempher ve

yardımcısı Sophia için bulunmaz bir cevherdi..

Onlar Muhammed b.Abdilvehhab’a her türlü psikolojik ve

maddÎ desteği sağlıyorlar ve algı

operasyonuna hazır-âmâde olan Necid bedevilerini

etrafında topluyorlardı..Sophia hidayete eriyor ve

Safiye adıyla Muhammed ile izdivaç yapıyordu..Sonra Arap

yarım adasında bitmek tükenmek

bilmeyen isyanlar,Müslümanlar arasında yayılan yeni bir

“tekfir” akımı ya da diğer adıyla

“Çağdaş Hâricilik”..

Böylece Hempher’ın başlattığı bu “İhtilalci! müslümanlık”

kendi halkını ayrıştırmayı ve Osmanlı’dan

koparmayı başarıyordu..Dahası artık Arap yarımadasında

Şia’dan sonra Sünni Müslümanlığa karşı

2.büyük dalga olarak yerini alıyordu..

Şerif Hüseyin ve ailesinin İngilizler tarafından tehcir

edilmesi ile Vehhabi düşüncenin Necid

Çöllerindeki temsilcisi “Suud” ailesine kalıyordu

saltanat..Ve tabii günümüze kadar

uzanan Vehhabi ekolü..

Ortadoğu ve İslam Dünyası’nı öteden beri kendi global

çıkarlarına göre dizayn etmek isteyen

20.yy’ın en önemli “Üst Aklı” İngiltere Pakistan-Bangladeş-

Hindistan ekseninde de boş durmadı

elbette..

Kadim kolonileri olan bu topraklarda Sünni ekole alternatif

bir itikad-tarikat karışımı

Muhalif akım ortaya çıkarmakta gecikmediler..Mirza Gulam

Ahmed adında bir dini otorite

ortaya çıkarak kendine göre “Kadıyanilik” adı altında bir

“inanç felsefesi” kurdu..Yüzbinlerce

mürid-talebe topladı ve İngiliz sermayesi desteği ile

onlarca-yüzlerce okul-medrese açtı..

Daha sonra Pakistan idaresince yasaklanmasına rağmen

bugün bile milyonlarca tâbiisi,okulları

ve yayın organları bulunmaktadır..

Bunlar dışında da zaman zaman bir çok heretik mezhep ya

da tarikat ve cemaatler zuhur etmiştir..

Bahailik,Kenan Rıfai hareketi vs..

21. yy’a girdiğimiz ve yaşadığımız şu dönemde de İslam

Dünyası içinde sayısız tarikat,cemaat

hareketleri görmekteyiz..

Şunu unutmayalım ve altını çizelim ki;

Her ortaya çıkan tarikat-mezhep-cemaat oluşumlarına

mâziden aldığımız dersler ve edindiğimiz

tecrübeler ışığında “ihtiyat”la yaklaşmak ve ele almak

zorundayız..Bin dört yüz yıllık İslam Medeniyeti

ve öğretileri ışığı altında hareket etmemiz tüm bu akımlara

karşı “turnusol” işlevi görecektir..

Buraya kadar “hülasa” niteliğinde mezhep-tarikat-cemaat

kavramlarının tarihi seyri ve problemini

ele aldık..

Bundan sonraki makalemizde ise neden “mezhep”ler var

olmalıdır,

“Sünni akide ve mezheplerin önemi” ile tarikatların sosyo-

kültürel açısından varlık ve önemini ele

alacağız..

Vesselam..
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst