İslam Alimlerine Göre İlmin Yolları Ve Bilgi Vasıtalarımız

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kitaplardan Alıntılar kategorisinde Prens Ernak tarafından oluşturulan İslam Alimlerine Göre İlmin Yolları Ve Bilgi Vasıtalarımız başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 978 kez görüntülenmiş, 11 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kitaplardan Alıntılar
Konu Başlığı İslam Alimlerine Göre İlmin Yolları Ve Bilgi Vasıtalarımız
Konbuyu başlatan Prens Ernak
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Prens Ernak

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
İSLAM ALİMLERİNE GÖRE İLMİN YOLLARI VE BİLGİ VASITALARIMIZ

İlmin yollan üçtür:

1-) Havass-ı selime
2-) Haber-i sâdık
3-) Akıl


İşte biz insanlar bu üç şeyden biri vasıtasıyla bir şeyin varlığını, hakikatini anlayabiliriz. Bunlar vasıtasıyla hâsıl olan bilgi, zaruri, kat i bir bilgidir. Çünkü şek ve şüphe ihtimâli yoktur. Bunlarla hâsıl olan bilgi bedihiyyat ile hissiyat gibidir. Şimdi bunları izah edelim.

1-) Hâvass-ı Selime:

Varlığından şüphe olunmayan sağlam hisler, duygu vâsıtalarıdır ki, beştir: Bâsıra (görme), sâmia (işitme), zâika (tatma), lâmise (dokunma), şâmme (koklama) vâsıtaları.

Biz bu vâsıtalarla görülecek bir şeyi görürüz, işitilecek şeyi işitiriz, bir şeyin katı ve yumuşak, acı veya tatlı olduğunu, iyi veya fena koktuğunu anlarız. İşte hârici şeylerin tesirini biz bunlarla idrak ederiz.

2-) Haber i Sâdık:

Vâkı’a mutabık olan bir habere, Haber-i Sâdık denir. Bu da iki kısımdır: Haber-i Mütevâtir, Haber-i Resul.

a-) Haber-i Mütevâtir

Yalan söylemek üzerine birleşmelerini aklın almayacağı birçok kimselerden mürekkep bir cemaatin, birçok insanların söylemiş oldukları şeydir. Bu öyle bir haberdir ki, bundan asla şüphe edilmez.

Meselâ: Bugün görmediğimiz birçok memleketler var ki, biz bunların var olduklarında hiç şüphe etmiyoruz. Çünkü o memleketlerin varlığını bir iki adam değil, birçok fertler haber vermişler ki, onların bu hususta yalan söylemekte ittifak etmiş olmalarını akıl kabul edemez. Bunun içindir ki tevatüren sabit olan bilgiler zaruridir. Böyle olan bir şeye inanıp iman etmemek, zaruri olan bir bilgiyi kabul etmemek, onu söyleyenlerin yalancı olduklarına hükmetmek demektir. Bu ise câiz değildir. İşte Kur ân-ı Kerim in Peygambere ne suretle geldiği ve namazların kaçar rekât oldukları ve daha birçok dini meseleler bize bu suretle vasıl olmuştur. Biz onları tevatüren gelen haberlerle biliyoruz.

Maamâfih, Haber-i Mütevâtir’in zaruri bir bilgi ifade edebilmesi için iki şartın tahakkuk etmiş olması lâzımdır:

I. Verilen haber, hisse veya müşahedeye dayanmalı, delile müstenit olmamalı; yâni haber veren kimseler, haber verdikleri şeyi bizzat gözleriyle görmüş yahut işitmiş veyahut diğer his vâsıtalarından biri ile anlamış olmaları gerektir.

II. Söylenen şey aklen muhal olmayıp mümkünattan olmalıdır. İki kere dört on eder gibi aklen muhal ve mütenakız bir şeyi söylemek, söyleyen ne kadar çok olursa olsun, zaruri bir bilgiyi ifade etmez.

İslâm ilimlerinde bunun çok kıymeti vardır. İslâm uleması İslâmî olan nakilleri yukarıda söylediğimiz usullerle tetkik ederek onları Mütevâtir, Meşhur, Âhâd diye üç kısma ayırmışlar ve her birinin kıymetini buna göre takdir etmişlerdir. İslâm’da bir naklin tevatür derecesini bulabilmesi için sahabe devri olan birinci asır ile Tâbiîn ve Etbâ-i Tâbiîn devirleri olan ikinci ve üçüncü asırlarda, yalan söylemelerini aklın tecviz edemeyeceği bir cemâatin onu haber vermeleri lâzımdır. Peygamberden böyle bir cemâat nakledecek, bundan da yine böyle cemâatler üçüncü asra kadar nakletmiş olacaklardı. Mütevâtir diye, bu derece kuvvetli olan bir habere denir. İşte Kur'ân-ı Kerim’in bütün âyetleri ve Cenâb-ı Hak’dan nasıl tebliğ olunmuş ise Peygamberin huzurunda öylece yazılıp ezber edilmiş olduğu, beş vakit namaz ve onların kaçar rekat oldukları ve daha birçok dinî meseleler bu suretle sabit olmuştur. Bu derece kuvvetli olmayan bir şeye Mütevâtir denemez. Bu derece kuvvetli ve sabit bir şey şüphe yok ki, zaruri bir bilgi husûle getirir ve ona iman ve muktezâsiyle amel etmek farz olur.

Kur’ân-ı Kerîm in Allah kelâmı olduğunda şüphe etmek câiz olmaması ve bunu inkâr etmek küfür olduğu da bundandır. Öğle, İkindi, Yatsı namazlarının farzları dörder rekat; Sabah namazının iki. Akşamın üç rekat olması da yine Sünnet-i Mütevâtire ile sabittir. Bin üç yüz küsur sene evvel Mekke’de Muhammed Aleyhisselâm adlı bir Peygamberin geldiği ne kadar kat i ise bunlar da o kadar kat idir. Onun varlığında şüpheye düşmek câiz olmadığı gibi, Onun tebliğ eylemiş olduğu bu ahkâmdan şüphe etmek de câiz değildir. Her ikisi de tevatüren sabittir. Muhammed Aleyhisselam’ın vücûdunu inkâr edenler - eğer bulunursa - hakkında ne hüküm verilirse, tebliğ eylediği tevatüren sabit olan ahkâmı inkâr edenler hakkında da aynı hükmü vermek lâzım gelir.

b-) Haber-i Resûl

Haber-i Resûl; kendisinin Peygamber olduğu sabit ve mucizelerle kuvvet bulmuş olan bir Peygamberin verdiği haberler, söylediği şeylerdir. Peygamber olduğu sabit olan zâtın geçmişe âit veya gelecek hakkında, her ne suretle olursa olsun, söylemiş olduğu şeyler kat'iyyet ifade eden bir haberdir. Havâss-ı selime veya haber-i mütevâtir ile sabit olan bir şeyde şüphe etmek nasıl câiz değilse, bu da öyledir. Onların oldu dedikleri herhalde olmuş, olacak dedikleri de olacaktır.

3-) Akıl

Mahsusatta, yâni havâs vasıtasıyla bilinecek şeylerde Havâs; mâkulâtda, yâni akıl ile bilinecek şeylerde Akıl; nakil ile bilinecek şeylerde Haber-i Sâdık umdedir. Binâenaleyh, Mahsûsattan olan bir şeyi akıl ile mâkulâttan olan bir şeyi de havâs ile ispat etmeye kalkışmak doğru olmaz. Aklen veya hissen ispat veya inkârı mümkün olmayan şeyler metâlib-i sem’iyyeden olduğu için bunlarda ancak nakli delil, yâni doğru bir muhbirin haberi lâzımdır.

Meselâ: Allah’a iman etmek, metâlib-i akliyyedendir. Bunun içindir ki, her insan Allah-u Teâla’nın varlığını, birliğini aklı ile bulmakla mükelleftir. Bir insan bunları aklı ile bulup ispat edebilir. Fakat ahiret meseleleri, Cennet ve Cehennem ahvâli gibi ahkâm-ı dîniyye, metâlib-i nakliyyedendir. Bunların imkân-ı zâtileri aklen ispat olunabilirse de sübutları ve ne suretle tahakkuk edebilecekleri, peygamber oldukları sâbit olan zâtların verdikleri haberlerle bilinmiştir. Binâenaleyh, burada hâkim olan his ve akıl değil, nakildir; Peygamberin sözüdür. Ahiret meselelerinde Peygamber ne söylemiş ise onu kabul etmek zaruridir. Ahiret ve orada cereyan eden ahkâm, buradakilere benzemeyeceği cihetle, buraya âit kanunlar ve esaslarla onları tahlil etmek ve anlamak mümkün değildir. Onlar hakkında Peygamber nasıl söylemiş ise, o suretle kabul olunur. Tarihî meselelerde hâkim olan da yine nakildir. Binâenaleyh, her meselenin ispat veya inkârında ona âit vâsıta ve delili kullanmak gerektir.

a-) Aklın Hükümleri

Bu münasebetle aklın hükümlerini de beyan etmek muvafık olacaktır. Herhangi bir şey hakkında aklın vereceği hüküm, üçten hâli değildir. Vücub (gereklik), imtinâ' (olamamak), cevaz (olabilme).

I. Vücûb-ı akli

Bir hükmün sübûtu zaruri olup hilafı olamaz ise böyle olan hükme Aklen vâcib denir. (İki, dördün yarısıdır) dediğimiz zaman, bu hüküm zaruri, gerekli olarak sabittir. Başka türlü olamaz. Bu âlemin bir yaratıcısı olmak da böyledir. O da aklen vâcibdir. Şu kadar ki, birinci hüküm bedîhîdir, düşünmeye muhtaç değildir. İkinci hüküm ise herkes için bedîhî olmadığından biraz düşünmeye ve muhakemeye muhtaçtır.

II. Aklen mümteni’

Bir hükmün olmaması zaruri ise, ona aklen mümteni’ ve muhal” denir, hiç olamaz demektir. Dört adedi, on adedinin yarısı olmak, müsellesin dört dili bulunmak, âlemi yaratan Allâhu Teâla’nın bir arkadaşı olmak gibi... Bunların hadd-i zâtında imkân ve ihtimâli olmadığı aklen sabittir. Böyle olan hükümlere Muhal (olamaz) denir.

III.

Bir hükmün olmasında ve olmamasında bir zaruret yoksa böyle olan hükme aklen câiz denir. Havanın durup dururken bulutlanıp yağmur yağması gibi... Bunun olmasında da, olmamasında da bir zaruret yoktur, olabilir.

Bir şeyde ki, izah ettiğimiz şekilde vücub veya imtinâ yoktur, onun olması da olmaması da câizdir. Olamaz gibi sandığımız birçok şeyler vardır ki, onlar hep bu kabil şeylerdir. Peygamberlerin gösterdikleri mucizeler de hep aklen câiz ve olağan şeylerdir. Binâenaleyh, bir şeyin vücûdu ilk bakışta ne kadar garip görünürse görünsün, onu inkâra kalkışmak doğru olmaz. Dünya’da ne garip şeyler vardır ki, her gün olup duruyor. Fakat biz onları her gün gördüğümüz için alelâde bir şey sanıyoruz. Bir damla sudan bu kadar mükemmel bir insan vücûda geldiğini her gün görüp duruyoruz, bu az garip bir şey midir?

Feyz ve İlham Bilgi Kaynağı mıdır?

Delilsiz olarak, yâni bilgi vâsıtalarımızdan birine dayanmayarak kalbe doğan manaya "İlham” denir. Yahut şöyle de deriz : “ilham, feyiz tarikiyle kalbe bir mana ilkaa olunmaktır." Böyle bir şey peygamberden başka, her kime vâki olursa, yalnız kendisi hakkında - Allah tarafından olduğuna yakîn hâsıl etmek şartıyla - bilgi ifade edebilirse de başkalarına bilgi ifade edemez. Çünkü başkaları için ilham, bir delil olamaz. Enbiyaya vuku’ bulan ilham, hem kendilerine, hem de başkalarına delil ve hüccettir. Enbiyadan başkası için ilhamın membaını, kimin tarafından olduğunu, tayin etmek müşkildir. Binâenaleyh bazı mutasavvıfın, “Bize şöyle ilham vâki' oldu, biz bunu keşfen anladık." dedikleri şeyler. Kitap ve Sünnet e muhalif değilse kabul edilebilir. Muhalif ise kabul edilmez. Velev ki o söz, en büyük tanınmış biri tarafından söylenmiş de olsa... Bu hususta tam ölçü, Kitap ile Sünnettir. Bunlara uygun olan alır, aykırı düşeni de sâhibine reddederiz. O gibi şeyleri kabul etmeye borçlu değiliz. Sofiyye feyz ve ilhamı da ilmin sebeplerinden ve belki de en kuvvetli bir sebep olarak kabul ediyorlarsa da her şahsa göre değişebilecek olan bir şey kat'î bir bilgi ifade edemez. Hele başkası hakkında hiç de delil olamaz. Bunun içindir ki ilham esbâb-ı ilimden (ilim yollarından) sayılmamıştır. Ehl-i Sünnet itikadı budur. (Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini, s. 27-32)

Bedihiyyat : Delil ve ispatına lüzum olmayan sarih ve açık şeyler.
Umde: İlke, prensip
Mahsusat: Gözle görülen, hisle anlaşılan şeyler.
 
Son düzenleme:

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
İmam Hatip Lisesinde okurken bu kitaptaki bu bölümü beğenerek okumuştum, şimdi paylaşmak istedim.
 

Citrus

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
28 Eki 2021
Mesajlar
49
Tepkime puanı
13
Puanları
8
Konum
Vaesrade
1-) Hâvass-ı Selime:

Varlığından şüphe olunmayan sağlam hisler, duygu vâsıtalarıdır ki, beştir: Bâsıra (görme), sâmia (işitme), zâika (tatma), lâmise (dokunma), şâmme (koklama) vâsıtaları.

Biz bu vâsıtalarla görülecek bir şeyi görürüz, işitilecek şeyi işitiriz, bir şeyin katı ve yumuşak, acı veya tatlı olduğunu, iyi veya fena koktuğunu anlarız. İşte hârici şeylerin tesirini biz bunlarla idrak ederiz.

Beş duyuyla harici şeyleri kendi yapımıza göre deneyimleriz fakat onların ne olduğunu idrak etmeyiz. Örneğin uzaktan gördüğünüz bir şey hakkında ürettiğiniz fikir onu yakından gördüğünüzde daha fazla detay algılayacağınız için değişebilir. Ya da tükettiğiniz bir şeyin tadı iyi olabilir fakat sağlığınıza zararlıdır, siz onun zararını önceden biliyor değilsinizdir, dolayısıyla size olan tesirini idrak etmezsiniz. Demek ki harici şeylerin doğası hakkında idrak dolaysız olarak duyularla değil, verilerin zamanla beyninizde işlenmesiyle oluşur.

Bunun içindir ki tevatüren sabit olan bilgiler zaruridir.

Bu da doğru değil, çünkü milyonlarca kişi bir konuda yanılıyor olabilir. Söylem bilgi demek değildir.

Söylenen şey aklen muhal olmayıp mümkünattan olmalıdır. İki kere dört on eder gibi aklen muhal ve mütenakız bir şeyi söylemek, söyleyen ne kadar çok olursa olsun, zaruri bir bilgiyi ifade etmez.

Neyin mümkünattan olup olmadığını akıl doğrudan bilemez, çünkü akıl her zaman kendi bilgisiyle sınırlıdır. Tabiatta, özellikle fizik bilimlerinde iki kere ikinin dört etmediği olgular gözlemlenir. Siz somut varlığı olan bir olguyu onu anlayamayacak bir akla anlatmak istediğinizde bu ona muhal ve mütenakız gelebilir, fakat bu o olgunun somutluğunu etkilemez.

Peygamber kısmına girmiyorum, bu tür şeyler zaten inançtır, bilgi ya da bilgi kaynağı değildir.

Selamlar.
 
Son düzenleme:

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
Beş duyuyla harici şeyleri kendi yapımıza göre deneyimleriz fakat onların ne olduğunu idrak etmeyiz. Örneğin uzaktan gördüğünüz bir şey hakkında ürettiğiniz fikir onu yakından gördüğünüzde daha fazla detay algılayacağınız için değişebilir. Ya da tükettiğiniz bir şeyin tadı iyi olabilir fakat sağlığınıza zararlıdır, siz onun zararını önceden biliyor değilsinizdir, dolayısıyla size olan tesirini idrak etmezsiniz. Demek ki harici şeylerin doğası hakkında idrak dolaysız olarak duyularla değil, verilerin zamanla beyninizde işlenmesiyle oluşur.



Bu da doğru değil, çünkü milyonlarca kişi bir konuda yanılıyor olabilir. Söylem bilgi demek değildir.



Neyin mümkünattan olup olmadığını akıl doğrudan bilemez, çünkü akıl her zaman kendi bilgisiyle sınırlıdır. Tabiatta, özellikle fizik bilimlerinde iki kere ikinin dört etmediği olgular gözlemlenir. Siz somut varlığı olan bir olguyu onu anlayamayacak bir akla anlatmak istediğinizde bu ona muhal ve mütenakız gelebilir, fakat bu o olgunun somutluğunu etkilemez.

Peygamber kısmına girmiyorum, bu tür şeyler zaten inançtır, bilgi ya da bilgi kaynağı değildir.

Selamlar.
Alıntıladığım bilgileri okumak ve üzerinde düşünmek ve bu bilgilerden birşeyler çıkarmak beni hem aklen hem de ruhen tatmin etmişti, İslam alimlerinin binlerce yıllık bilgi birikimi hakkında yanlışlama yapabildin, taktir ettim seni, cevap vermek isterdim sana, ama ben bu bilgiler üzerinde kritik edecek seviyede kendimi görmüyorum ve edemiyorum da belki size cevap verecek başka arkadaş çıkar, zaten sizin ne demek istediğinizi de anlamadım, belki de sizin anlattıklarınızı anlayacak kapasitede değilimdir:unsure:

Sadece size şunu söylemek isterim, daha doğrusu anlattıklarınızdan orayı yakalayabildim, peygamber sözü Müslümana göre bilgi kaynağıdır. Ama unutmayın siz de her nakili inkar edemezsiniz, çünkü tarihte nakildir ve bilim ve bilgidir.
 

Citrus

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
28 Eki 2021
Mesajlar
49
Tepkime puanı
13
Puanları
8
Konum
Vaesrade
Alıntıladığım bilgileri okumak ve üzerinde düşünmek ve bu bilgilerden birşeyler çıkarmak beni hem aklen hem de ruhen tatmin etmişti, İslam alimlerinin binlerce yıllık bilgi birikimi hakkında yanlışlama yapabildin, taktir ettim seni, cevap vermek isterdim sana, ama ben bu bilgiler üzerinde kritik edecek seviyede kendimi görmüyorum ve edemiyorum da belki size cevap verecek başka arkadaş çıkar, zaten sizin ne demek istediğinizi de anlamadım, belki de sizin anlattıklarınızı anlayacak kapasitede değilimdir:unsure:

Sadece size şunu söylemek isterim, daha doğrusu anlattıklarınızdan orayı yakalayabildim, peygamber sözü Müslümana göre bilgi kaynağıdır. Ama unutmayın siz de her nakili inkar edemezsiniz, çünkü tarihte nakildir ve bilim ve bilgidir.

Anlamadığınız kısım hangisi?

Peygamber sözünü bilgi kabul etmek ya da peygamber kavramının kendisi dediğim gibi inanca girer. Bunlar sadece bir toplumun aklında kültüründe vardır. Bu yüzden insanların doğup büyüdükleri, yetiştirildikleri çevreye göre inançları da değişir.

Tarih bilimi ve din çok farklı şeyler. Din inançtır, kültürdür. Tarih bilimiyle, toplum genelinde tarih olarak kabul edilen şeyleri de karıştırmamak gerekir. Kayıt altına alınmış tarih, yaşanmış tarihin %0,00001'i bile değildir. Bilimsel yaklaşıyorsanız her türlü veri de bilinen bu minik tarihin yeniden yazılmasına sebep olur. Ama örneğin bir topluma milliyetçilik aşılamak istiyorsanız tarihi buna göre aktarırsınız, bu durumda da öğretilen şey tarih değil ideoloji olur.

Selamlar.
 

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
Anlamadığınız kısım hangisi?

Peygamber sözünü bilgi kabul etmek ya da peygamber kavramının kendisi dediğim gibi inanca girer. Bunlar sadece bir toplumun aklında kültüründe vardır. Bu yüzden insanların doğup büyüdükleri, yetiştirildikleri çevreye göre inançları da değişir.

Tarih bilimi ve din çok farklı şeyler. Din inançtır, kültürdür. Tarih bilimiyle, toplum genelinde tarih olarak kabul edilen şeyleri de karıştırmamak gerekir. Kayıt altına alınmış tarih, yaşanmış tarihin %0,00001'i bile değildir. Bilimsel yaklaşıyorsanız her türlü veri de bilinen bu minik tarihin yeniden yazılmasına sebep olur. Ama örneğin bir topluma milliyetçilik aşılamak istiyorsanız tarihi buna göre aktarırsınız, bu durumda da öğretilen şey tarih değil ideoloji olur.

Selamlar.
Siz tevatür haberi kabul etmiyorsunuz, ben de tarih de nakille gelmiştir diyorum, nasıl tarih bilgi ise naklen gelen dinde bilgi olmalıdır sizin için.
 

Citrus

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
28 Eki 2021
Mesajlar
49
Tepkime puanı
13
Puanları
8
Konum
Vaesrade
Siz tevatür haberi kabul etmiyorsunuz, ben de tarih de nakille gelmiştir diyorum, nasıl tarih bilgi ise naklen gelen dinde bilgi olmalıdır sizin için.

Tevatür söylenti demektir. Her söylenti doğrudur diye bir şey olabilir mi?

Burada bilginin bir tanımını yapalım; nesnel olarak hakikati olmayan şeylere dair söylemler ya da inançlar bilgi değildir. Neyin nesnel olarak hakiki olduğunu ya da bir önermenin doğru (hakiki) olup olmadığını öğrenmek ise belirli yöntemlerle mümkün olur. Demek ki bilmek ve bildiğini düşünmek farklı şeylerdir.

Tarih nakille gelmiştir ne demek bilemiyorum. Bilim olan tarihten bahsediyorsanız bu sosyal bilimlere ait bir araştırma alanıdır, kendi içinde de onlarca farklı dalı vardır. Her dal kendi araştırmalarından elde ettiği verilerini sunar ve bunlar birlikte yorumlanarak bir genel çerçeve yaratılır. Her yeni veri de tarihin tekrardan ve daha kapsamlı şekilde anlaşılmasına sebep olur.

Dediğim gibi din bilgi değil yerel bir kültürdür. Din kültürel tarihin parçası olduğu için de doğal olarak antropolojinin konusudur.

Selamlar.
 

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
Tevatür söylenti demektir. Her söylenti doğrudur diye bir şey olabilir mi?

Burada bilginin bir tanımını yapalım; nesnel olarak hakikati olmayan şeylere dair söylemler ya da inançlar bilgi değildir. Neyin nesnel olarak hakiki olduğunu ya da bir önermenin doğru (hakiki) olup olmadığını öğrenmek ise belirli yöntemlerle mümkün olur. Demek ki bilmek ve bildiğini düşünmek farklı şeylerdir.

Tarih nakille gelmiştir ne demek bilemiyorum. Bilim olan tarihten bahsediyorsanız bu sosyal bilimlere ait bir araştırma alanıdır, kendi içinde de onlarca farklı dalı vardır. Her dal kendi araştırmalarından elde ettiği verilerini sunar ve bunlar birlikte yorumlanarak bir genel çerçeve yaratılır. Her yeni veri de tarihin tekrardan ve daha kapsamlı şekilde anlaşılmasına sebep olur.

Dediğim gibi din bilgi değil yerel bir kültürdür. Din kültürel tarihin parçası olduğu için de doğal olarak antropolojinin konusudur.

Selamlar.
Tabiki de tarih fizik gibi bir bilim değildir dolayısıyla ölçülemez, ben seni tarihi bilim olarak kabul ediyor zannetmiştim, tarihin bilgi kaynağı arşivler, kitaplar, anlaşmalar, fermanlar vs dir, yani yazılı kaynaklardır, bu da tarih nakille yazı ile geliyor demektir, din de yazı ile gelir, bu durumda tarihi bilgiyi kabul edip dini metinleri kabul etmemek samimi olmaz.
 

Citrus

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
28 Eki 2021
Mesajlar
49
Tepkime puanı
13
Puanları
8
Konum
Vaesrade
Tabiki de tarih fizik gibi bir bilim değildir dolayısıyla ölçülemez, ben seni tarihi bilim olarak kabul ediyor zannetmiştim, tarihin bilgi kaynağı arşivler, kitaplar, anlaşmalar, fermanlar vs dir, yani yazılı kaynaklardır, bu da tarih nakille yazı ile geliyor demektir, din de yazı ile gelir, bu durumda tarihi bilgiyi kabul edip dini metinleri kabul etmemek samimi olmaz.

Bilim zaten ölçümdür. Aklımızdaki fikirlerin tabiatla uyumunu ölçen bilimdir.

Tarih bilimi de bir bilim olması nedeniyle yapılan gözlemlere, dediğim gibi farklı araştırma dallarından elde edilen verilerin ilişkilerine dayanır.

Tarihi bilim olarak kabul ediyorum.

Tarihi bilginin kaynağı sadece yazılı kaynaklar değildir. Arkeolojiden tarıma, genetikten bir bölgenin iklimine, sanattan lehçelerin başkalaşım süreçlerine kadar bir sürü bilgi sahası tarihin anlaşılmasını sağlar. Dilbilimde fonoloji gibi farklı bilgi kaynakları söz konusudur. Keza ekonomi tarihi denen bir şey de var ki toplumsal süreçleri anlamak açısından fazlasıyla önemlidir.

Din yazı ile değil endoktrinasyon ile gelir. Toplum yetiştirdiği çocuklara kendi yaşayış tarzları olan dini aşılar ve bu böyle süregider.

Dini metinleri kabul etmiyorum gibi bir ifade kullanmadım. Din ve dini metinlerdeki şeyler bilgi değildir, inançtır diyorum.

Selamlar.
 

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
Bilim zaten ölçümdür. Aklımızdaki fikirlerin tabiatla uyumunu ölçen bilimdir.

Tarih bilimi de bir bilim olması nedeniyle yapılan gözlemlere, dediğim gibi farklı araştırma dallarından elde edilen verilerin ilişkilerine dayanır.

Tarihi bilim olarak kabul ediyorum.

Tarihi bilginin kaynağı sadece yazılı kaynaklar değildir. Arkeolojiden tarıma, genetikten bir bölgenin iklimine, sanattan lehçelerin başkalaşım süreçlerine kadar bir sürü bilgi sahası tarihin anlaşılmasını sağlar. Dilbilimde fonoloji gibi farklı bilgi kaynakları söz konusudur. Keza ekonomi tarihi denen bir şey de var ki toplumsal süreçleri anlamak açısından fazlasıyla önemlidir.

Din yazı ile değil endoktrinasyon ile gelir. Toplum yetiştirdiği çocuklara kendi yaşayış tarzları olan dini aşılar ve bu böyle süregider.

Dini metinleri kabul etmiyorum gibi bir ifade kullanmadım. Din ve dini metinlerdeki şeyler bilgi değildir, inançtır diyorum.

Selamlar.
Yaşayış tarzını din oluşturur, yaşayış tarzı dini oluşturmaz, peygamberliği mucizelerle ve ahlakı ile sabit olan bir şahıs vardır, ve bunun söyledikleri yazıya aktarılır, daha sonra da mütevatir ve hadisler yoluyla yani yazı ile din gelir, senin kafan nasıl anlamadım, bu durum yazı değil de ne oluyor,

Elbette arkeoloji tarihin kaynaklarındandır, ama yazı da tarihin kaynaklarındandır, bence sen tarihin bütün kaynaklarını kabul etmiyorsun sana göre antropoloji, arkeoloji bilimdir, tarih değil.
 

Citrus

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
28 Eki 2021
Mesajlar
49
Tepkime puanı
13
Puanları
8
Konum
Vaesrade
Yaşayış tarzını din oluşturur, yaşayış tarzı dini oluşturmaz, peygamberliği mucizelerle ve ahlakı ile sabit olan bir şahıs vardır, ve bunun söyledikleri yazıya aktarılır, daha sonra da mütevatir ve hadisler yoluyla yani yazı ile din gelir, senin kafan nasıl anlamadım, bu durum yazı değil de ne oluyor,

Elbette arkeoloji tarihin kaynaklarındandır, ama yazı da tarihin kaynaklarındandır, bence sen tarihin bütün kaynaklarını kabul etmiyorsun sana göre antropoloji, arkeoloji bilimdir, tarih değil.

Ne yaşayış tarzı dini ne de din yaşayış tarzını oluşturur. Bunların ikisini de tabiat şartlarına bağlı olarak bir toplumun ekonomik durumu ve bilgi seviyesi oluşturur. Hepsi paralel olarak gelişir.

Peygamber şahsı da bir şahsın peygamberliği de bilgi değildir, inançtır. Yazıya aktarılanın ne olduğu, hangi şartlarda nasıl ve kimler tarafından aktarıldığı da bilgi değildir. Bunlar metnin kendisini aşmayan totolojiler, yani kısır kabullerdir. Dolayısıyla tarih olarak okunamazlar, ama tarihi aydınlatırlar. Kendi çalıp kendi oynayan din alimlerini saymazsak dini metinlerin kökenlerine dair bilimsel bir uzlaşı zaten yoktur. Ahlak ise göreceli bir şey, sana ahlaklı gelen bana ahlaksız gelebilir.

Dinin yazılı kaynakları toplumun geneli tarafından okunmaz. Azınlıkta yüzeysel olarak okunsa bile bilimsel olarak araştırılmaz ve anlaşılmaz. Anlaşılsa bile ortak bir uzlaşı olmaz. Yoruma açıktır, bu yüzden mezhepler, fırkalar türer. Toplum, tüm bunlara rağmen yine de o dinin mensubu olarak bilinir ve görünür. Bunun sebebi kültürel endoktrinasyondur. Din okunup anlaşılarak değil endoktrinasyon ile var olan bir sosyal olgudur. Endoktrinasyon (beyin yıkama) olmazsa, metinleri olsa bile dinin kendisi pratikte var olamaz.

Yazı tarihin kaynaklarından değildir diye bir şey yazmadım. Tarihi bilginin kaynağı sadece yazılı kaynaklar değildir dedim. Okuduğunu anlamakta sıkıntı çekiyor olabilir misin?

Selamlar.
 

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
Selamlar.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst