- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 26 Ocak 2014
- Mesajlar
- 49
- Tepkime puanı
- 4
- Puanları
- 8
Yaşadığımız dünya ve kendi topraklarımızda sosyo-kültürel alanda
sergilediğimiz akîm adımlar ve bitmeyen tartışmaların temelinde yatan
hastalığımız bu ;
irfansız ilim veya ilimsiz irfan..
Salt sayısal ve sözel verilerin ışığı altında kendini bilimsel alana hapseden ve
aklın mutlak rehberliğine teslim olmuş ‘ego’ ile..
esoterik öğretilerin kucağında menkıbelerle emzirilmiş, dogmatik teorilerle
ruhunu beslemiş, inancın pratiğine teslim olmuş ama akla ve bilime kendini
kapatmış bir irade...
İlki, sınırsız ukalalık ve doyumsuz bir narsizmin kölesi,
İkincisi, biteviye bir körlük ve kırılmaz bir inadın mümessilidir..
O halde ‘Salt bilim ve akıl’ diyenler ile ‘Mutlak irşad ve ahlak’ diyenler
arasında süregelip duran sosyo-kültürel alandaki ‘taht kavgası’ndan nasıl
kurtulmalıyız?..
Bunun cevabı ve şifâsı asırlar öncesi zaten Kutsal Kitabımız’da verilmiş ve
değişmez bir ‘metot’ olarak bize sunulmuş ;
‘Vasat Ümmet’ veya Dengeli Toplum !..
‘Vasat’ bizim günlük dilimize yanlış aksettirilmiş ve çevrilmiş bir kavram
aslında..
Sıradan,basit gibi bir anlamı ihtiva etmez ; aksine ortayı bulmak ve tutmak demektir..
İfrad ve tefrid çılgınlığını bırakıp insan ve yaşadığı toplumun ihtiyaçlarını
dengeli bir biçimde karşılama metodudur..Bir “Psiko-teknik / Sosyo-teknik aşı”dır ve bu
aşıyı ihtiyacı dozunda zerk etmeyi öğretir..
Madem İnsan ‘ruh ve beden’ ile mürekkep bir varlıktır ve madem evrenin bu
en mükemmel varlığı ‘toplu yaşam’ gibi bir külte mecbur bırakılmıştır,
o takdirde insanın ontolojik ve antropolojik araştırmalarında ve sorularında
bulması gereken cevapların kaynağı hem akıl ve bilimsel hem de manevi ve
irfanî temelli olmalıdır ki o cevaplar nâkıs ve sakat kalmasın..
Bu konuda en beğendiğim tanımlardan ve yorumlardan biri miladi 8.asırda
yaşamış olan Malikî ekolünün kurucusu İmam Mâlik’e aittir..
Der ki o Büyük İmam :
-‘Tasavvufsuz fıkıh (hukuk ilmi ve araştırmaları) insanı sapkın,
Fıkıhsız tasavvuf da inkarcı yapar..’
Gerek İslam’dan önce gerekse İslam Tarihi boyunca artık bir ‘klasik /
gelenek’ hale gelen bu kavgaları / çekişmeleri hep yaşadık..
Peygamberler ve Hikmet Ehli ortaya çıkıp hakikati dile getirdiklerinde
Kuran’da da geçen hep o klasik itirazı ve isyanın sesini duyduk :
-Biz atalarımızdan böyle öğrendik, Siz bizi babalarımızın yolundan geri mi
çevireceksiniz?..
Dogmatik teoriler, ezberlenmiş öğretiler ve anlamsız pratiklerin kölesi
ruhların akıl ve mantık yoksunu karşı çıkışları ile..
İnsanın tüm soruları ve cevaplarını sadece gördüğü madde ve eşya ile
ilişkisi ve o ilişkiden ortaya çıkan normlar ve formüllerle çözeceğine inanan
mutlak akılcı pozitivist ve maddeci anlayış..
İslam Tarihi içinde yaşamış olduğumuz fikrî kavga ise ‘Gelenek’ ile ‘Yeilik (Islahat)’
ya da ‘Otorite’ ile ‘Reformizm’in kavgasıdır..
Buna en güzel örbeği Fatih döneminden verebiliriz..
Gazali – İbni Rüşd çekişmesinin Hocazâde – Alaaattin etTûsi ile devam
ettirilmesi ve bunun Hükümdar huzurunda bir münazara tarzında tartışılmasıdır..
Ve bu tartışma İlim heyetinin Hocazâde’yi haklı bulmasıyla Alaattin et
Tusi’nin Osmanlı topraklarından hicret etmesi ve manevi sürgüne mahkum edilmesiyle son bulmuştur..
Buna benzer olaylar, tartışmalar hatta savaşa varan iç isyanlar ve
ayrışmalarla doludur İslam Tarihi..
Öyle ki bu tartışma ve çekişmelerden nice mezhepler, tarikatlar, cemaatler ve
partiler dahi zuhûr etmişlerdir..
Avrupa / Batı’da insanı ve yaşadığı toplumu dün ve bugün sermaye ve
teknolojinin bir ‘aparatı’ ve ‘sömürü aracı’ haline getiren salt akıl ve pozitivist yaklaşım..
İslam Dünyası’nda ise ‘Gelenek ile Modernite’nin çatışması sonucunda
yaşanan toplumsal enerji kaybı, akîm kalan sosyo-kültürel gelişim ve dağılan sosyal bütünlük..
Bugün Avrupa / Batı, sermaye ve teknolojinin peşinde koşarken kaybettikleri
insanî ve toplumsal değerlerin..
İslam Dünyası da kendi içindeki kavgadan dolayı kaçırdığı sermaye ve
teknolojinin pişmanlığını yaşamaktalar..
Günümüzde İslamî çevrelerin – İlahiyat Câmiâsı’nın kendi içlerindeki ‘games
of thrones’ ya da taht ve otorite kavgalarını ‘Mektep – Medrese / Akademisyen – İhvan’
başlığı altında sürdürmeleri nin ne kendilerine ne de yaşadıkları câmia ve topluma faydası
vardır..
Geçmişimizdeki pişmanlıkların yeniden ihyası,
Enerji ve zaman kaybı,
İlmî ve kültürel gelişimin hebâ olmasıdır..
Yapılması gereken narsist ve egoist yaklaşımlardan ve taht kavgalarından
vazgeçerek Kuranî ve Peygamberî metoda dönüş yaparak ‘Vasat’ı esas almak, orta yolu
tutmaktır..
Salt bilimsel metot ve öğretim, ahlaki terbiye ve irfan temelli eğitim ile harmanlanmadıkça
‘İnsan-ı Kamil’i bulamayız ve yetiştiremeyiz..
İlmî ve akli metodu dışlayarak sadece dogmatik teorilerden mürekkep bir
eğitim ile de yönümüzü tayin edemeyiz..
O halde yapmamız gereken Gazali ile İbni Rüşd’ü veya
Hocazâzade ile Alaattin et Tusi’yi barıştırmak ve aynı çatı altında
buluşturmak,
‘Ben’i bırakıp ‘Biz’de buluşmaktır…
Bizim zikrimiz de fikrimiz de budur ;
-İrfansız İlim, İlimsiz İrfan olmaz,
Vesselam…
sergilediğimiz akîm adımlar ve bitmeyen tartışmaların temelinde yatan
hastalığımız bu ;
irfansız ilim veya ilimsiz irfan..
Salt sayısal ve sözel verilerin ışığı altında kendini bilimsel alana hapseden ve
aklın mutlak rehberliğine teslim olmuş ‘ego’ ile..
esoterik öğretilerin kucağında menkıbelerle emzirilmiş, dogmatik teorilerle
ruhunu beslemiş, inancın pratiğine teslim olmuş ama akla ve bilime kendini
kapatmış bir irade...
İlki, sınırsız ukalalık ve doyumsuz bir narsizmin kölesi,
İkincisi, biteviye bir körlük ve kırılmaz bir inadın mümessilidir..
O halde ‘Salt bilim ve akıl’ diyenler ile ‘Mutlak irşad ve ahlak’ diyenler
arasında süregelip duran sosyo-kültürel alandaki ‘taht kavgası’ndan nasıl
kurtulmalıyız?..
Bunun cevabı ve şifâsı asırlar öncesi zaten Kutsal Kitabımız’da verilmiş ve
değişmez bir ‘metot’ olarak bize sunulmuş ;
‘Vasat Ümmet’ veya Dengeli Toplum !..
‘Vasat’ bizim günlük dilimize yanlış aksettirilmiş ve çevrilmiş bir kavram
aslında..
Sıradan,basit gibi bir anlamı ihtiva etmez ; aksine ortayı bulmak ve tutmak demektir..
İfrad ve tefrid çılgınlığını bırakıp insan ve yaşadığı toplumun ihtiyaçlarını
dengeli bir biçimde karşılama metodudur..Bir “Psiko-teknik / Sosyo-teknik aşı”dır ve bu
aşıyı ihtiyacı dozunda zerk etmeyi öğretir..
Madem İnsan ‘ruh ve beden’ ile mürekkep bir varlıktır ve madem evrenin bu
en mükemmel varlığı ‘toplu yaşam’ gibi bir külte mecbur bırakılmıştır,
o takdirde insanın ontolojik ve antropolojik araştırmalarında ve sorularında
bulması gereken cevapların kaynağı hem akıl ve bilimsel hem de manevi ve
irfanî temelli olmalıdır ki o cevaplar nâkıs ve sakat kalmasın..
Bu konuda en beğendiğim tanımlardan ve yorumlardan biri miladi 8.asırda
yaşamış olan Malikî ekolünün kurucusu İmam Mâlik’e aittir..
Der ki o Büyük İmam :
-‘Tasavvufsuz fıkıh (hukuk ilmi ve araştırmaları) insanı sapkın,
Fıkıhsız tasavvuf da inkarcı yapar..’
Gerek İslam’dan önce gerekse İslam Tarihi boyunca artık bir ‘klasik /
gelenek’ hale gelen bu kavgaları / çekişmeleri hep yaşadık..
Peygamberler ve Hikmet Ehli ortaya çıkıp hakikati dile getirdiklerinde
Kuran’da da geçen hep o klasik itirazı ve isyanın sesini duyduk :
-Biz atalarımızdan böyle öğrendik, Siz bizi babalarımızın yolundan geri mi
çevireceksiniz?..
Dogmatik teoriler, ezberlenmiş öğretiler ve anlamsız pratiklerin kölesi
ruhların akıl ve mantık yoksunu karşı çıkışları ile..
İnsanın tüm soruları ve cevaplarını sadece gördüğü madde ve eşya ile
ilişkisi ve o ilişkiden ortaya çıkan normlar ve formüllerle çözeceğine inanan
mutlak akılcı pozitivist ve maddeci anlayış..
İslam Tarihi içinde yaşamış olduğumuz fikrî kavga ise ‘Gelenek’ ile ‘Yeilik (Islahat)’
ya da ‘Otorite’ ile ‘Reformizm’in kavgasıdır..
Buna en güzel örbeği Fatih döneminden verebiliriz..
Gazali – İbni Rüşd çekişmesinin Hocazâde – Alaaattin etTûsi ile devam
ettirilmesi ve bunun Hükümdar huzurunda bir münazara tarzında tartışılmasıdır..
Ve bu tartışma İlim heyetinin Hocazâde’yi haklı bulmasıyla Alaattin et
Tusi’nin Osmanlı topraklarından hicret etmesi ve manevi sürgüne mahkum edilmesiyle son bulmuştur..
Buna benzer olaylar, tartışmalar hatta savaşa varan iç isyanlar ve
ayrışmalarla doludur İslam Tarihi..
Öyle ki bu tartışma ve çekişmelerden nice mezhepler, tarikatlar, cemaatler ve
partiler dahi zuhûr etmişlerdir..
Avrupa / Batı’da insanı ve yaşadığı toplumu dün ve bugün sermaye ve
teknolojinin bir ‘aparatı’ ve ‘sömürü aracı’ haline getiren salt akıl ve pozitivist yaklaşım..
İslam Dünyası’nda ise ‘Gelenek ile Modernite’nin çatışması sonucunda
yaşanan toplumsal enerji kaybı, akîm kalan sosyo-kültürel gelişim ve dağılan sosyal bütünlük..
Bugün Avrupa / Batı, sermaye ve teknolojinin peşinde koşarken kaybettikleri
insanî ve toplumsal değerlerin..
İslam Dünyası da kendi içindeki kavgadan dolayı kaçırdığı sermaye ve
teknolojinin pişmanlığını yaşamaktalar..
Günümüzde İslamî çevrelerin – İlahiyat Câmiâsı’nın kendi içlerindeki ‘games
of thrones’ ya da taht ve otorite kavgalarını ‘Mektep – Medrese / Akademisyen – İhvan’
başlığı altında sürdürmeleri nin ne kendilerine ne de yaşadıkları câmia ve topluma faydası
vardır..
Geçmişimizdeki pişmanlıkların yeniden ihyası,
Enerji ve zaman kaybı,
İlmî ve kültürel gelişimin hebâ olmasıdır..
Yapılması gereken narsist ve egoist yaklaşımlardan ve taht kavgalarından
vazgeçerek Kuranî ve Peygamberî metoda dönüş yaparak ‘Vasat’ı esas almak, orta yolu
tutmaktır..
Salt bilimsel metot ve öğretim, ahlaki terbiye ve irfan temelli eğitim ile harmanlanmadıkça
‘İnsan-ı Kamil’i bulamayız ve yetiştiremeyiz..
İlmî ve akli metodu dışlayarak sadece dogmatik teorilerden mürekkep bir
eğitim ile de yönümüzü tayin edemeyiz..
O halde yapmamız gereken Gazali ile İbni Rüşd’ü veya
Hocazâzade ile Alaattin et Tusi’yi barıştırmak ve aynı çatı altında
buluşturmak,
‘Ben’i bırakıp ‘Biz’de buluşmaktır…
Bizim zikrimiz de fikrimiz de budur ;
-İrfansız İlim, İlimsiz İrfan olmaz,
Vesselam…