- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 9 Nis 2012
- Mesajlar
- 2
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
İnsan son derece kompleks bir varlık, beynine giden binlerce elektrik akımı ile hareket ediyor, görüyor, konuşuyor, yürüyor, dokunuyor. Bu sinyaller sayesinde yaşamını sürdürüyor. Yine bu sinyaller sayesinde beyninin bir yerinde hafızası oluşuyor, adını, ailesini, anılarını hatırlıyor. Sonuçta bilinçle, akılla ve mükemmel donatılmış bir vücutla çok uzun yıllar bu dünyada yaşamını sürdürüyor. Yıllar akıp giderken bu sinyaller bir an bile kopmuyor, beyinde kapkaranlık yerde oluşan görüntü kesilmiyor. Peki insanın sahip olduğu bilincin kaynağı milyonlarca elektrik sinyali alan beyin mi, yani cansız bir et parçası mı yoksa, ruh mu?
Bunun için önce beynin nasıl çalıştığına tekrar bakalım:
Yaklaşık 1350-1400 gram ağırlığında olan insan beyni 100 süper bilgisayarın bilgisini içerebilecek kapasitedir.Bu özelliği ile insan beyni dünyanın en kompleks yapılarından biridir. Yeni doğmuş bir bebeğin beyni 100 milyar sinir hücresine sahiptir. Bu miktar, bir beynin sahip olabileceği en fazla nöron (sinir hücresi) sayısıdır. İnsan beyninde nöron sayısı hiçbir zaman artmaz, zaman ilerledikçe sadece azalır. Nöronlar sinir sisteminin en temel ve işlevsel yapı birimleridir. Her nöron diğer nöronlarla binden on bine kadar bağlantı yapar. Bunların birleştiği noktalara ise sinaps adı verilir. Bu noktalar, bilgi alışverişinin yapıldığı yerlerdir. Sinir sisteminin ana işini yürüten hücreler olan nöronlar, bir gövde, ağaç gibi yan dallar (dendrit) ve bir de, bazen dallanabilen ve hücrenin “kararlarını” diğerlerine ileten, tek bir uzantıdan (akson) oluşurlar. Sinir hücreleri birbirleri ile ilişki halindedirler.
Bu sıkı ilişki, sinirsel işlevin temelini oluşturan bilgi akışını sağlar. Hücreler arası bu bilgi geçiş noktalarına sinaps adı verilir. Sinapslar, değişik tip ve özelliklerde olmalarına karşın, hemen hepsi bilginin iletimi işlevinden sorumludur. Kısacası, nöronlar kendi aralarında bağlantılar kurarak, elektrik devrelerine benzer yollarla iletişim sağlayıp, beyin işlevlerinin ortaya çıkmasını sağlayan ana elemanlardır. Yeni bilgilerin öğrenilmesi nöronlar arasında kurulan sinaptik bağlarla olur.
Peki madde, mekan, zaman, renk, ses, şekil ve tecrübe ettiğimiz diğer tüm özelliklerin nöronlar ve sinaptik bağlar denen bilinçsiz yapılarla oluşabilmesi mümkün müdür?Bu soru, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bilim adamlarının halen cevabını aradıkları, üzerine kitaplar yazdıkları, konferanslar düzenledikleri, çözmeye çalıştıkları ama ısrarla çözüm getirmekten kaçındıkları bir sorudur. İnsanın sahip olduğu bilincin kaynağının ne olduğu sorusu üzerine yazılmış yüzlerce kitap ve makale ve birçok bilim adamının yorumu bu konuda beklenen açıklamayı vermemiştir.
Bilinç konusu, kuşkusuz ki açıklamasız değildir. Beynin içindeki görüntüyü “görüyorum” diyen, beyninin içindeki sesleri “duyuyorum” diyen, kendi varlığının şuurunda olan bilinç sahibi varlık, Allah’ın insana vermiş olduğu ruhtur. Materyalist zihniyet, işte bu gerçeğin bilinmesinden, bu gerçeğin fark edilmesinden çekinmektedir. Materyalist bilim adamlarının “hala çözümlenemeyen bilinç” iddialarının temel sebebi budur. Ruhun mutlak varlığı, ruhu insana verenin Allah olduğu gerçeği, onların tüm materyalist inançlarını ve iddialarını altüst etmektedir. Her ne kadar “açıklamasız” damgası vurmaya çalışsalar da, bilincin kaynağının ruh olduğu, insana ait gerçekliğin, “ben benim” diyen varlığın ruhuna ait olduğu, açık ve tartışılmaz bir gerçektir. Allah, Kuran’da, insanı önce bedenen yarattığını, sonra da ona “Ruhundan üflediğini” bildirmiştir:
“Hani Rabbin meleklere demişti: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın.””(Hicr Suresi, 28-29)
Kaynak:
Bunun için önce beynin nasıl çalıştığına tekrar bakalım:
Yaklaşık 1350-1400 gram ağırlığında olan insan beyni 100 süper bilgisayarın bilgisini içerebilecek kapasitedir.Bu özelliği ile insan beyni dünyanın en kompleks yapılarından biridir. Yeni doğmuş bir bebeğin beyni 100 milyar sinir hücresine sahiptir. Bu miktar, bir beynin sahip olabileceği en fazla nöron (sinir hücresi) sayısıdır. İnsan beyninde nöron sayısı hiçbir zaman artmaz, zaman ilerledikçe sadece azalır. Nöronlar sinir sisteminin en temel ve işlevsel yapı birimleridir. Her nöron diğer nöronlarla binden on bine kadar bağlantı yapar. Bunların birleştiği noktalara ise sinaps adı verilir. Bu noktalar, bilgi alışverişinin yapıldığı yerlerdir. Sinir sisteminin ana işini yürüten hücreler olan nöronlar, bir gövde, ağaç gibi yan dallar (dendrit) ve bir de, bazen dallanabilen ve hücrenin “kararlarını” diğerlerine ileten, tek bir uzantıdan (akson) oluşurlar. Sinir hücreleri birbirleri ile ilişki halindedirler.
Bu sıkı ilişki, sinirsel işlevin temelini oluşturan bilgi akışını sağlar. Hücreler arası bu bilgi geçiş noktalarına sinaps adı verilir. Sinapslar, değişik tip ve özelliklerde olmalarına karşın, hemen hepsi bilginin iletimi işlevinden sorumludur. Kısacası, nöronlar kendi aralarında bağlantılar kurarak, elektrik devrelerine benzer yollarla iletişim sağlayıp, beyin işlevlerinin ortaya çıkmasını sağlayan ana elemanlardır. Yeni bilgilerin öğrenilmesi nöronlar arasında kurulan sinaptik bağlarla olur.
Peki madde, mekan, zaman, renk, ses, şekil ve tecrübe ettiğimiz diğer tüm özelliklerin nöronlar ve sinaptik bağlar denen bilinçsiz yapılarla oluşabilmesi mümkün müdür?Bu soru, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bilim adamlarının halen cevabını aradıkları, üzerine kitaplar yazdıkları, konferanslar düzenledikleri, çözmeye çalıştıkları ama ısrarla çözüm getirmekten kaçındıkları bir sorudur. İnsanın sahip olduğu bilincin kaynağının ne olduğu sorusu üzerine yazılmış yüzlerce kitap ve makale ve birçok bilim adamının yorumu bu konuda beklenen açıklamayı vermemiştir.
Bilinç konusu, kuşkusuz ki açıklamasız değildir. Beynin içindeki görüntüyü “görüyorum” diyen, beyninin içindeki sesleri “duyuyorum” diyen, kendi varlığının şuurunda olan bilinç sahibi varlık, Allah’ın insana vermiş olduğu ruhtur. Materyalist zihniyet, işte bu gerçeğin bilinmesinden, bu gerçeğin fark edilmesinden çekinmektedir. Materyalist bilim adamlarının “hala çözümlenemeyen bilinç” iddialarının temel sebebi budur. Ruhun mutlak varlığı, ruhu insana verenin Allah olduğu gerçeği, onların tüm materyalist inançlarını ve iddialarını altüst etmektedir. Her ne kadar “açıklamasız” damgası vurmaya çalışsalar da, bilincin kaynağının ruh olduğu, insana ait gerçekliğin, “ben benim” diyen varlığın ruhuna ait olduğu, açık ve tartışılmaz bir gerçektir. Allah, Kuran’da, insanı önce bedenen yarattığını, sonra da ona “Ruhundan üflediğini” bildirmiştir:
“Hani Rabbin meleklere demişti: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın.””(Hicr Suresi, 28-29)
Kaynak:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.