İndirgenemez Karmaşıklık

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kitaplardan Alıntılar kategorisinde faust tarafından oluşturulan İndirgenemez Karmaşıklık başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,474 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kitaplardan Alıntılar
Konu Başlığı İndirgenemez Karmaşıklık
Konbuyu başlatan faust
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan faust
F

faust

Ziyaretçi
Darwin ve Wallace’nin çözdüğü sorunun önemini şişirmek imkânsızdır. Yaşayan her organizmanın anatomisi, hücre yapısı, biyokimyası ve davranış özelliklerinden, ayrıntılı örnekler vererek söz edebilirim. Ancak görünürde tasarımın en dikkat çekici ve başarılı örnekleri, (bariz sebeplerden ötürü) elbette yaradılışçı yazarlar tarafından ortaya çıkarılmıştır ve benim kibar ironimi hak eden yaradılışçı kitap şudur: Yaşam – Buraya nasıl geldim? İsimsiz bir yazardır ancak Watchtower Bible and Trackt Society tarafından on altı dilde, 11 milyon kopyası basılmıştır. Ancak bu kitap bana yalnızca yayıncı firma tarafından takdir edilmiş gibi geliyor, çünkü 11 milyon adet basılan bir kitabın dünyanın dört bir yanındaki iyilikseverlerden sadece 6 kişinin, bana istemediğim bir hediye olarak göndermesi bunun en sağlam kanıtıdır.
Bu anonim ve savurganca dağıtılmış çalışmanın bir sayfasını rastgele açtığınızda, Venüs Çiçek Sepeti (Euplectella aspergillum) adıyla bilinen süngeri ve beraberindeki Sir David Attenborough alıntısından fazlasını bulamayız: ‘Venüs Çiçek sepeti adıyla bilinen ve silikon dikenlerle bezeli karmaşık bir süngerin temel çatısını incelediğiz de, hayal gücünüz şaşkına döner. Birbirinden bağımsızmış gibi görünen mikroskobik hücreler nasıl bir iş birliği yaparak milyonlarca camsı kıymığı ve bu kadar karmaşık ve güzel bir kafesi oluşturur? Bunu bilemeyiz’ The Watchtower yazarları son cümlemeyi eklemekte zaman kaybetmez: ‘Ancak bildiğimiz bir şey var: ‘Bu sünger rastlantı sonucu tasarlanmış olamaz.’ Bu gerçekten doğru, rastlantıyla tasarlanmış olamaz. Hepimizin bu konuyla ilgili hemfikir olacağımız bir durum vardır. Euplectella aspergillum iskeleti gibi fenomenlerin istatistiksel ihtimalsizlik ne kadar yüksek olursa, rastlantısallık mantıklı bir çözüm olmaya o kadar uzaklaşır: İhtimalsizlik kelimesi de zaten bu durumu tanımlar. Ancak ihtimalsizlik bilmecesiyle aday çözümler, yanlış yorumlanan tasarım ve rastlantısallık değil tasarım ve doğal seçilimdir. Rastlantısallık canlı organizmalarda gözlemlediğimiz yüksek seviyedeki ihtimalsizliklerle açıklamaya getirilen bir çözüm değildir ve aklı başında hiçbir biyolog, böyle olduğunu iddia etmemiştir. Aslında daha sonra açıklayacağım üzere tasarım da gerçek bir çözüm değildir; ancak şimdilik her yaşam teorisinin çözmek zorunda olduğu sorunu açıklamakla devam etmek isterim: raslantısallıktan kurtulma sorunu.
Watchtower’in sayfalarını çevirdikçe, Loğusa Otu (Aristolochia trilobata) adıyla bilinen şahane bitkiye rastlarız ki her parçası mükemmelce tuzağa düşürmek üzere tasarlanmış gibi görünür. Böcekler polenlerle kaplanır ve başka bir Loğusa Otu’na sevk edilirler. Çiçeğin karmaşık zaferi Watchtower’i şu soruyu sormaya iter: ‘Bunların hepsi rastlantı sonucu mu oluşmuştur? Ya da akıllı tasarımcı tarafından mı yaratılmıştır?’ Bir kez daha, hayır, elbette rastlantı sonucu oluşmamıştır. Bir kez daha, akıllı tasarım rastlantısallığın tek doğru alternatifi değildir. Doğal seçilim yalnızca sade, mantıklı ve hoş bir çözüm değildir; rastlantısallığa karşı şu ana kadar önerilmiş tek alternatifidir. Akıllı tasarımcı tıpkı rastlantısallık gibi aynı sakıncadan zarar görür. Bu açıkça anlaşılır biçimde istatistiksel ihtimalsizliğe akılcı bir çözüm getirmez. Ve ihtimalsizlik ne kadar yükselirse, akıllı tasarımcı da aynı oranda mantıksız kaçar. Akıllı tasarımcının sorunu iki katına çıkardığı çok açıktır. Sorunun artmasına bizzat tasarımcı sebep olur çünkü doğrudan doğruya kendi kökeniyle ilgili daha bir sorunu açığa çıkarır. Bir Loğusa Otu kadar olanak dışı bir canlıyı zekâsıyla tasarlama kapasitesine sahip herhangi bir varlık başlı başına en az Loğusa Otu (ya da kâinat) kadar olanak dışı olmalıdır. Bu berbat kısır döngüyü sonlandırmaktan çok uzak olarak Tanrı, döngüyü olabildiğince kötü bir hale sokar.
Watctower’in sayfalarını çevirmeye devam ettiğimizde dev kızılağacın (Sequoiadendrongiganteun) dokunaklı bir açıklamasına ulaşırız. Bahçemde bir tane var çünkü bu özellikle sevdiğim bir ağaçtır; henüz sadece bir bebek, hemen hemen yüz yaşında ancak çevredeki en kısa ağaç. ‘Kızılağacın yanında duran sıska bir adam yalnızca bakışlarını sessizce yukarı diker ve bu heybetli ağaç karşısında saygı duyar. O halde bu görkemli devin yapısı ve onu oluşturan küçük tohumların bir tasarım eseri olduğuna inanmak mantıklı değil midir?’ Bir kez daha, eğer tasarımın tek alternatifinin rastlantı olduğunu düşünürseniz, o halde hayır, mantıklı değildir. Ancak yazarlar ya zekâları yetmeyip kavrayamadıkların ya da bunu yapmayı istemediklerinden, bir kez daha gerçek alternatif doğal seçilimi ima etmeyi unuturlar.
Bitkilerin (ister küçük Farekulakları ister devasa Kaliforniya Çamları) kendilerini inşa edecek enerjiyi kazandıkları sürece fotosentez denir. Watchtower: Bir biyolog şöyle der, “Fotosentez sırasında, yaklaşık olarak yetmiş farklı kimyasal tepkime olur,”. “Bu gerçekten de mucizevî bir olaydır.” Yeşil bitkiler doğanın “fabrikaları” unvanını almışlardır; güzel, dingin, çevre kirletmeyen, oksijen üreten, bitkiler suyun geri dönüşümünü sağlar ve dünyayı besler. Bunun açıklaması rastlantısallık olabilir mi? Buna sahiden inanır mıyız?’ Hayır, buna inanmamalıyız; ancak örneğin ardından örnek tekrarlaması bizi hiçbir şeye ulaştırmaz. Yaradılışçı ‘mantığı’ hep aynıdır. Bazı doğal fenomenlerin rastlantısal olarak var olması istatistiksel olarak çok imkânsızdır ve ilaveten bu fenomenler çok karmaşık, çok güzel, çok huşu uyandırıcıdır. Bu yazarların rastlantısallığa sunabildikleri tek alternatif tasarımdır. Bunların hepsi bir tasarımcı tarafından yaratılmış olmalıdır. Ve bilimin bu hatalı mantığa yanıtı aynıdır. Rastlantısallığın tek alternatifi tasarım değildir. Doğal seçilim daha iyi bir alternatiftir. Aslında, tasarım daha en başında gerçek bir alternatif değildir çünkü çözdüğü sorudan daha büyük bir sorun doğurur: tasarımcıyı kim tasarladı? Rastlantısallık ve tasarım, her ikisi de istatistiksel ihtimalsizliğin çözümü olarak başarısızdırlar çünkü biri başka bir sorun doğurur, diğeriyse sorunu kısır döngüye çevirir. Doğal seçilim gerçek bir çözümdür. Şimdiye kadar sunulmuş yegâne işleyen çözümdür. Ve yalnızca işleyen bir çözüm değil aynı zamanda müthiş bir şıklığın ve gücün açıklamasıdır.
Doğal seçilimi ihtimalsizlik probleminin başarılı bir çözümü yapan ancak aynı anda rastlantısallık ve tasarımı daha ilk adımda başarısızlığa uğratan nedir? Yanıt doğal seçilimin ihtimalsizlik problemini küçük parçalara ayıran birikimli bir süreç olmasıdır. Bu küçük parçaların her biri belli belirsiz imkânsızdır ancak bu o kadar ket vurucu bir durum değildir. Belli belirsiz sonuçlar yüksek miktarda olup, bunlardan bir yığın oluşturulduğu takdirde, bu yığının sonuç ürünü gerçekten çok ama çok imkânsızdır, o kadar imkânsızdır ki rastlantısallığın menzili dışına çıkar. Bunlar yaradılışçının bıktırıcı biçimde geri dönüştürdüğü kanıtın ana fikrini veren sonuç ürünleridir. Yaradılışçı esas sonucu tamamen es geçer çünkü istatistiksel ihtimalsizlik oluşumunu bir kerelik, eşsiz bir sonuç olarak görmekte ısrar eder. Birikimin gücünü idrak edemez.

İhtimalsizlik Dağına Tırmanmak’ta, konuyu bir mesel yardımıyla izah ettim. Dağın bir tarafı tırmanılması imkânsız dik bir kayalıktır ancak diğer tarafta zirveye doğru yumuşak bir eğim bulunur. Dorukta karmaşık bir makine vardır, bu bir göz ya da bakterisel kamçı motoru olabilir. Böyle bir karmaşıklığın parçalarının kendiliğinden birleşebilmesi mantıksız görüşü, dağın eteğinden doruğa sadece tek bir sıçrayışıyla sembolize edilmiştir. Evrim, bunun aksine, dağın diğer tarafında bulunur ve zirveye kadar yumuşak eğimi kullanarak emekler: kolay! Doruğa bir sıçrayışla erişmek yerine yumuşak eğimi ağır ağır tırmanma prensibi oldukça yalındır, insan bir Darwin’in sahneye çıkarak bunu keşfetmesinin bu kadar uzun sürmesine şaşırmadan edemiyor. Başardığı zamanda, Newton’un annus mirabilis’inin üzerinden yaklaşık üç asır geçmişti ki Newton bu başarıyı Darwin’e göre çok daha zor koşullar altında gerçekleştirmiş gibi görünüyor.
Mutlak ihtimalsizliğe bir diğer metafor bir banka kasasındaki şifreli kilittir. Teorik olarak, bir banka soyguncusu şansı olabilir ve rastlantı eseri doğru sayı birleşimini tuşlayabilir. Bankanın şifreli kilidi pratikte bu rastlantısallığı imkânsız kılmaya yeter ihtimalsizlikte tasarlanmıştır; şifreyi çözmek hemen hemen Fred Hoyle’nin Boing 747’si kadar olanak dışıdır. Ancak, her adımda küçük ipuçları veren kötü tasarlanmış bir şifreli kilidimiz olduğunun düşünün; Tıpkı Sıcak-Soğuk oyunu oynayan çocukların ebenin konumuna göre ‘sıcak-soğuk’ diye bağırmaları gibi. (Ebe hedefe yaklaştıkça “sıcak, uzaklaştıkça “soğuk” diye tüyo verilir.) Şifreli kilidin kadran mekanizmasının hırsız her doğru rakama yaklaştığında belirleyici metalik sesler çıkardığını varsayın. Hırsız eninde sonunda büyük piyangoya ulaşır.
İhtimalsizlikten kanıtı kendi lehlerine kullanmayı deneyen yaradılışçıların biyolojik adaptasyonu daima, sonucu belli olmamış bir “ya büyük piyango, ya elde var sıfır” bulmacası olarak sayarlar. ‘Ya büyük piyango, ya elde var sıfır’ safsatasının diğer bir adı da ‘indirgenemez karmaşıklık’tır (İK). Göz görür ya da görmez. Kanat uçar ya da uçmaz. Faydasız orta ürünler oldukları zannedilse de bu açıkça hatalı bir sanıdır. Bu gibi orta ürünler pratikte boldur ki teoride de bunun tam anlamıyla böyle olmasını beklememiz gerekir. Yaşamın şifreli kilidi bir, ‘ısınıyor, soğuyor, ısınıyor’ cihazıdır. Yaradılışçılar İmkânsızlık Dağı’nın yıldırıcı dik kayalığı dışındaki her şeye kör kalırken, gerçek yaşam İmkânsızlık Dağı’nın diğer tarafındaki yumuşak eğimlerin arayışındadır.
Darwin Türlerin Kökeni’nin bütün bir bölümünü ‘Değişiklik geçiren nesil kuramındaki anlaşılmazlıklar’ konusuna ayırmıştır ve şu doğru bir ifade olacaktır ki bu kısa bölüm o zamana kadar ileri sürülmüş bu sözüm ona anlaşılmazlıkların her birini önceden kestirmiş ve günümüz için etkisiz hale getirmiştir. En zorlu sorunlar Darwin’in ‘aşırı kusursuz ve karmaşık organlarıdır’ ki bunlar bazen hatalı bir mantıkla ‘indirgenemez karmaşıklık’ olarak tnımlamıştır. Darwin gözün özel bir sorun çıkardığı belirlemiştir: ‘Gözü, farklı mesafeleri odaklanmaya, farklı miktardaki ışığı içeri almaya ve küresel ve renksel sapmaları düzeltmeye yarayan eşsiz düzeneklerin hepsiyle ele aldığımızda, bu organın doğal seçilimin etkisiyle meydana gelmiş olma olasılığı dürüstçe itiraf ederim ki bana son derece saçma geliyor.’ Yaradılışçılar bu ifadeyi sinsice tekrar tekrar vurgularlar. Darwin’in konuyla ilgili diğer yorumlarını asla vurgulamadıkları söylemeye bile gerek yoktur. Darwin’in oldukça rahat görünen bu itirafı aslında tumturaklı bir hiledir. Bu şekilde rakiplerini tam karşısına almayı ve zamanı gelip de yumruğunu attığında en güçlü etkiyi vermek istemişti. Bu yumruk, elbette ki Darwin’in gözün kademeli olarak nasıl evrim geçirdiğini basitçe izah etmesiydi. Darwin ‘indirgenemez karmaşıklık’ ya da ‘imkânsızlık dağına çıkan yumuşak eğilim’ ifadesini kullanmamış olabilirdi ancak her ikisinin de temelini açıkça anlatmıştı.
‘Yarım gözün faydası nedir?’ ve ‘Yarım kanadın faydası nedir?’ sorularının her ikisi de ‘indirgenemez karmaşıklık’ kanıtının tanımlanmasıyla ilgilidir. İşleyen bir birimin parçalarından birinin çıkarılması eğer tüm birimin işlemesini engelliyorsa, bu birimin indirgenemez karmaşıklıkta olduğu söylenir. Bunun, hem göz hem de kanatlar için bariz bir durum olduğu düşünülür. Ancak bu sanıları dikkatlice gözden geçirmeye vakit tanıdığımızda yanlışlığı hemen fark ederiz. Göz lensi ameliyatla çıkarılmış bir katarakt hastası gözlükleri olmadan net göremez ancak bir ağaca çarpmayacak kadar ya da bir uçurumdan düşmeyecek kadar iyi görür. Bir yarım kanat gerçekten de tam bir kanat kadar iyi değildir ancak hiç kanat olmamasından kuşkusuz daha iyidir. Bir yarım kanat bir ağaçtan ya da belirli bir yükseklikten düşüşünüzü hafifleterek hayatınızı kurtarabilir. Ve bir kanadın yüzde 51’lik bölümü biraz daha uzun bir ağaçtan düştüğünüzde sizi kurtarabilir. Bir kanadın hangi oranda bölümüne sahip olursanız olun, düştüğünüzde hayatınızı kurtaracağı bir yükseklik vardır ki buna göre biraz daha küçük bir kanatçık aynı düşüşte size fayda sağlamayacaktır. “İnsanların üzerinden düşebileceği farklı boylardaki ağaçlar” deneyi teorik olarak dikkate alınması gereken bir yöntemdir ve yüzde 1’den yüzde 100’e kadar olan her bir kanat kendine özgü bir yumuşak düşüş avantajı sağlamalıdır. Ormanlar havada süzülen ya da paraşüt yapan hayvanlarla doludur ve bunlar pratikte İmkânsızlık Dağı’nın özel eğiliminden yukarı tırmanan her adımda örnek teşkil ederler.
Farklı boylardaki ağaçtan düşüşe kıyasla, yarım bir göz (yüzde 50’lik) bir hayvanın hayatını kurtarabilirken, yüzde 49’luk bir gözün bunu yapamayacağı durumları akla getirmek oldukça basittir. Yumuşak düşüşlerin buradaki karşılığı, ışıklandırma şartlarındaki değişiklikler ve avınızı ya da avcınızı görebildiğiniz mesafedeki değişiklerdir. Ve kanatlar veya uçmayı elverişli bedensel yapılar gibi mantıklı orta ürünleri akla getirmek oldukça basittir: Hayvanlar âleminin her köşesinde bolca bulunurlar. Yassı solucanın, tüm mantıklı ölçümler dâhilinde, yarım insan gözünden daha düşük yetenekte bir gözü vardır. Nautilus (ve belki de soyu tükenmiş fosil kuzenleri ki Paleozoik ve Mesozoik suların hâkimiydiler) yassı kurt ve insan arasında, orta düzeyde bir göze sahiptir. Işığı ve gölgeyi fark edebilen ancak görüntüden yoksun yassı kurt gözünün aksine, Nautilus’un ‘iğne deliği kamera’ gözü gerçek bir görüntü elde eder; Ancak bizimkisine kıyasla bu, bulanık ve karanlık bir görüntüdür. Görüntü netliklerine rakamsal bir değer atamak sahte bir kesinlik olacaktır ancak aklıselim hiç kimse inkâr edemeyecektir ki omurgalıların ve birçok diğer canlının bu gibi gözlere sahip olması gözsüz olmaktan çok daha iyidir ve dolayısıyla bu varlıkların tümü İmkânsızlık Dağı’nın zincirleme ve yüzeysel yamacı boyunca uzanırlar. Bizim gözümüz ise zirveye çok yakındır; en tepede değildir ama buna çok yakındır. İmkânsızlık Dağına Tırmanmak’da, bir konuyu bütünüyle göz ve kanatlara ayırdım. Ve bunu varlıklar için yavaş ve kademeli derecelerle evrim geçirmenin ne kadar kolay olduğunu göstermek için yaptım. Şimdi başka bir konuya geçiyorum.
Böylece, gözlerin ve kanatların kesinlikle indirgenemez karmaşıklık olmadıklarını gördük; ancak bu ayrıntılı örneklerden daha ilginç olanını kazanmamız gereken genel ibrettir. Birçok kişinin bu apaçık kanıtlarla kör kalarak ölmesi bizi daha belirsiz diğer kanıt örnekleri konusunda uyarmaya hizmet etmelidir. Mesela ‘akıllı tasarım kuramcılarının’ siyasi avantajlı örtmecesinden yararlanan yaradılışçıların günümüzde çığırtkanlığını yaptıkları hücresel ve biyokimyasal kanıtlar.
Burada eğitici bir hikâyemiz vardı ve bize şu fikri verdi: Hiçbir şeyin indirgenemez karmaşıklıkta olduğunu beyan etmeyin; bununla ilgili olasılıklar şu yöndedir ki, ya ayrıntıları yeterince özenle incelememişsinizdir ya da yeterince özen gösterdiğinizi zannetmişsinizdir. Diğer taraftan biz bilim yanlıları kesin biçimde aşırı güvenli olmamalıyız. Belki de etrafımızda, doğada, hakiki indirgenemez karmaşasıyla gerçekten de İmkânsızlık Dağı’nın yumuşak eğiminin önüne geçen bir şey vardır. Yaradılışçılar, “eğer gerçek indirgenemez karmaşıklık tam anlamıyla kanıtlanabilseydi Darwin’in teorisine zarar verirdi” derken haklıydılar. Darwin bunu zaten söylemişti: ‘Eğer çok sayıda başarılı ve irili ufaklı değişiklikler sayesinde oluşturulması mümkün olmayan herhangi bir karmaşık organın varlığı kanıtlanabilseydi, teorim kesinlikle hezimete uğrardı. Ancak ben böyle bir durum göremiyorum.’ Darwin böyle bir durumu göremezdi ve tüm o gayretli, gerçekten umutsuz çabalara rağmen onun zamanından itibaren hiç kimse de göremedi. Yaradılışçılığın bu kutsal efsanesi için birçok aday çözüm getirmeye çalışmış, nitekim sunulan hiçbir çözümün savunması yapılamamıştır.
Öyle ya da böyle, indirgenemez karmaşıklığın gerçek örneklerinin keşfedilip Darwin’in teorisinin yıkılmış olduğunu düşünsek bile, bu keşiflerin beraberinde akıllı tasarım teorisini de yıkmayacağını kim söyleyebilir? Aslında, akıllı tasarım teorisi çoktan zedelendi, çünkü söylemekten usanmayacağım üzere, Tanrı hakkında her ne kadar az bilgi sahibi olsak da onun son derece karmaşık ve muhtemelen indirgenemez olduğundan emin olabiliriz!

Richard Dawkins / Tanrı Yanılgısı (Sayfa, 116–122)
Kuzey Yayınları / ISBN: 978 - 315 - 11 – 1
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst