İnanmak nedir? Nelere bağlıdır?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde F - Talks kategorisinde Dark Angle tarafından oluşturulan İnanmak nedir? Nelere bağlıdır? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,651 kez görüntülenmiş, 5 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı F - Talks
Konu Başlığı İnanmak nedir? Nelere bağlıdır?
Konbuyu başlatan Dark Angle
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan ls2

Dark Angle

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
7 Mar 2016
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İnanmak bence tamamen insanın kendisine değil, büyüdüğü çevreye bağlıdır. Şimdi size çocukluğunuzdan beri inandığınız bişeyi değiştirmenizi söyleseler değiştirir misiniz? Tabi değiştirmezsiniz. Neden buna inanıyorum? Acaba karşımdakinin inancı mı doğru? diye düşünmek lazım. Bu inancı size, sizi büyüten aileniz verir. Biz atamızdan öyle gördük deyip aynı şeyleri yapmak aynı şeylere inanmak mı gerek şimdi? Hayır ben size ailenizin her yaptığı şeyi yapmayın demiyorum. Araştırıp, doğruluğunu iyice kontrol edip öyle yapmak ve inanmak gerek. Yani ne anlıyoruz? Araştırın!!!:rolleyes:
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
inançlarını sorgulamaya başladıysan yolun uzun dostum :)
 

meyelan

Filozof
Yeni Üye
Katılım
25 Ağu 2013
Mesajlar
785
Tepkime puanı
26
Puanları
28
Şöyle güzel bir başlık açsakta konuşsak diyordum,bu güzel oldu.Neye inanmaktan bahsediyoruz önce ,''İnanç, bir kişiye, bir şeye, Tanrı'ya, herhangi bir öğretiye ya da görüşe duyulan bağlılıktır. İnanç kanıta dayalı olmayabilir. Kelime sıklıkla güven ya da umut yerine de kullanılır. Dinde inanç genellikle bir Tanrı, doğa ya da evrenin yapısı hakkında öğretiler içerir.'' demiş tanım.
Atalarımın dinine inanıp hayatımı bu öğreti üzerinden idame ederken,neden bilmem belki huzur topraklarına layık görülmediğimden herşey sarsılıp gitti.Sormamam gereken sorular sordum sanırım.İnsan bazı soruların cevabını aramamalı,huzur içinde olmak istiyorsa.İtaat etmeli sadece,aklımızın tamamı iki avucumuza sığacak büyüklükte,evren kocaman ve aklı aşan bir dizaynda.Yani bizi hayata ve mücadeleye bağlayan gerçeği arama /gizem avcılığı makulun dışında sadece hataya götürüyor.Evet atalardan gelen her inanışı sorgulamalısın ama bağnazca kaçsa da sorgunun sonu kendi inancını kuvvetlendirmekten öteye gitmemeli.Yani bir budist buda nın ,bir musevi Rab bın elinden tutacağı umudunu içinden çıkarmamalı.Böylece daha iyi bir insan olmanın temelini kaybetmemiş oluruz en azından.
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
Yani bizi hayata ve mücadeleye bağlayan gerçeği arama /gizem avcılığı makulun dışında sadece hataya götürüyor.Evet atalardan gelen her inanışı sorgulamalısın ama bağnazca kaçsa da sorgunun sonu kendi inancını kuvvetlendirmekten öteye gitmemeli.Yani bir budist buda nın ,bir musevi Rab bın elinden tutacağı umudunu içinden çıkarmamalı.Böylece daha iyi bir insan olmanın temelini kaybetmemiş oluruz en azından.

böylesi gerçek bir sorgulama olmaz. neden böyle düşündüğünü merak ettim ? inanç küçüklükten itibaren kendimizde kurduğumuz içsel bağdır bana göre. belli bir yaştan sonra sorgulamalarla bu bağı koparmak insanın kendiyle bağlarını koparmasına benzer. zordur elbet. inancın % 1 doğru olma ihtimali varsa inanılmaya değer. ama sorgulamalar sonunda tamamen inanılmaz bir inanca bağlanmak bence doğru değil. yeni bir içsel bağ oluşturmak daima mümkün.
 

yazzamayanyazar

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
12 May 2018
Mesajlar
15
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İNANÇ NEDİR?

İnanç, bir kimsenin günlük yaşamını, davranışlanm etkileyen, başkalarından ögrenme yoluyla kazanılan düşünce varlığıdır. Onun edinilmesinde kişinin deneme yoluna sapması, geçerliğini kendi yaşamasında seçen bir olayla tanıması gerekli değildir. İnanç denenmeden, us kurallarına, mantık ilkelerine uygulamadan benimsenen genel geçerliğini yalnızca başkalarından alınan olaylara, söylentilere borçlu olan bir düşünce ürünüdür. İnançların en genel, en yaygın olanlan bile deneyle saptanamaz. Bütün inançlar kaynaklan dışına çıktıkça, deney dışı, us dışı bir nitelik taşır. İnançla doğa olayları arasında, gerçekleştirici nitelikte, bir bazlaşım yoktur. (Burada sözü geçen günümüzdeki inançlardır). Bütün inançların özünde doğa olayları vardır, ancak bu olaylar inancın doğruluğunu, kesinligini, genel geçerliliğini gerektirmez. Inanç doğa olayları karşısında bir sanı olmaktan öteye geçemez. İnancın doga olaylarından doğmasına karşılık, doğa olayı inancın yaşanan bir gerçekle baglantılı olduğunu da göstermez. İnanç doğa olayının nedenini bilmeme yüzünden yapılan özel bir yorumdur.



Gece sokağa su atan çarpılır” diyen inancın doğuş nedeni, çok eski çağda böyle yapan bir kimsenin bir yerinin çarpılması (bir yerine inme inmesi) olabilir. Ancak bu çarpılmanın nedeni bilinmediği için su atma olayına bağlandığı açıktır. Yoksa çarpılma korkudan, sinir bozukluğundan, gövdede başka bir hastalıktan olmuştur. İşte bu nedeni bilinmeyen çarpılma olayı zamanla dilden dile aktanla akxanla bir inanç kılığına bürünmüştür. Bu nedenle inanç, ncdcni bi linmeyen, bir olayın yorumu oluyor.

Evet, inanç ikinci anlamda, bir yorumdur. Birinci anlamda sanıydı. Bir yorum, bir sanı olan inanç kişiden kişiye, çevreden çevreye toplumdan topluma, ulustan ulusa göre değişir; sanıların yorumların değiştiği gibi. Bu yüzden ulusların inançları da kendi özelliklerinî yansıtıcı nicelikler taşır. Inançlar, bir bakıma, ulusların, toplumların kimlikleridir. Topluluklara özellik. nitelik kazandıran bu inançlardır. Bir ulus uygarlık alanında, hangi aşamada ise inançları da
o orandadır. Gene bir ulusun inançlarının niteliği yapısı neyse uygarlık alanındaki başarı oranı da öyledir. İnançlar uygarlıkların ölçü taşlarıdır. Inançlarını alabildiğine soyut, doğadışı olan bir toplumda uygarlık başarıları da öylesine soyut doğadışıdır. O toplumda yaratıcı bir atılım, geliştirici bir fışkırma yoktur. Bunun en açık örneğini Islâm ülkelerinde görüyoruz. lnançların yüzde sekseni Tanrıya, din verilerine, kulsal kitaba, değişmez din kurallarına dayanan [islâm topluluğu yüzyıllar boyunca kendini kurtarıcı, komşu uygarlıkları aşıcı bir atılım gösterememiştir. İslâm toplumunun yuzgl'ya dayanan inançlan bu konuda çürütülmcz bırer kanundur. Yazgı' ya dayanan bütün inançlarda başarı tanrıdan doğaüstü bir güçten beklenir. Insanın yapacağı bütün işler, eylemler, atılımlar alınyazısı ile sınırlandırılmıştır. İnsan ancak kendine önceden belirlenerek verileni yapabilir, onun dışına çıkamaz .
Tanrı büyüktür,Tanrının dilediği olur, Kişi alnına ne yazılmışsa onu yapar; onu görür, kişi alınyazısını değiştiremez. İşte böyle bir yığın inanç insanı olduğu yere çakar, onu durgunluğa iter. Ondaki ileri atılım gücünü, yaratma çabasını engeller. Batı uygarlığının yükselişi, ulusların birbirine eklenen sayısız başarıları kendi alınyazılarını yenmelerinde (Tanrının dilediği değil, çalışan insanın istediği olur diyebilmelerindedir. En güçlü inanç, en yaratıcı, atılım sağlayıcı inanç insanın kendine inanması kendi özünü ortaya koyabilmesidir.

İnanç insanın kendi kendine koyduğu bir sınırdır. Başarılı insan o sınırı aşan, başarısız insan da o sınırın içinde sıkışıp kalandır. Batı insanı bu sınırı aşmış, Doğu insanı bu uydurma sınırın içinde sıkışıp kalmıştır. İnanç bir atılım kaynağı olduğu sürece yararlı, yere çakılıp kalmayi önerdiği, sağladığı sürece zararlıdır.

isteme sen yarat
Görme sen göster

diyen ozanın sözlerini böyle atılım yapmayı öngören bir açıdan değerlendirirsek, insan özündeki gücün önemini daha iyi kavrarız Bu dizelerde dile gelen düşünceyi boyuna başkalarından bekleyen, şunun bunun eline bakan, ondan bundan yardim uman bir kimseye yol gösterecek anlamda yorumlarsak Doğu'dan kopup ,Batı'ya yönelmiş bir anlayışın açıklanışı olarak kavrarız. lnançların en kötüsü olduğu gibi kalan, insanı durduran, en güzeli de çağın başarılarına ayak uydurarak değişeni, insanı ileriye, yeniye, güzele, doğru çekenidir.

İNANÇ TÜRLERİ

Inançlar genellikle iki türlüdür. Bir, somut varlıklarla ilgili olan inançlar öteki soyut varlıklara bağlanan inançlar. Ikinci türden olanlar daha çok Doğu inançlarıdır.

Somut varlıklara dayananlar doga olayları ile ilgili inançlardır. Bunlar ekin ekip biçmek (tarıma baglı olanlar), ev yapmak, insan yaşamına karışan,günlük yaşama olaylarına yön veren, evlenme, komşuluk, karşılıklı yardım, çalışma gibi toplum olaylarına dayanan inançlardır. Bu tür inançlar doğa olaylarını izler. Güneşin, ayın, yıldızların yörüngeleri üzerindeki devinimlerine, yellerin esişine, hava degişimlerine mevsimlere uyarak yaşamı düzenlemeye yarayan inançlar kaynak bakımından genellikle somut niteliktedir . Bunlar doğa varlıklarından doğdugu için, doğa olayları karşısında, insan davranışlarını, yaşamın gerekli kıldığı atılımları, eylemleri etkiler. Eski mısır, Sümer, Babil, Akad Anadolu inançları bu türdendir. O çağların insanları bütün davranışlarını işlemlerini, savaşlarını toplum ilişkilerini bile doğa olaylarına, adı geçen somut varlıkların durumuna göre düzenlerlerdi.

İnanç ile doğa arasında birbirini gerekli kılan sürekli bağlaşımlar vardır.

Soyut varlıklarla ilgili inançlar birtakım düşüncelerin yorumundan, sanıların açıklanışından doğan inançlardır.

Bunlar insan düşüncesinin yarattığı doğadan kopuk inançlardır. Ermiş, kutsal sayılan bir kimsenin sözü, bir düşün yorumu zamanla inanç niteligi kazanınca soyut kaynaklı inançlar doğar. Tektanrıcı dinlerin yarattığı inançlar bu niteliktedir. Gerçi ne denli soyut kaynaklı olursa olsun insan yaratması olan bir inanç belli bir yerde doğaya dayanır, onun da kaynağı doğadır. Ancak bu tür inançlar doğa olaylarıyla bağlarını büsbütün kopardıgı için soyut kaynaklılrardan ayrılıyor. Özleri, yapılan yorumları onlara pek benzemiyor. Bu soyut kaynaklı inançlara doğadan kopuk inançlar da denebilir belli bir anlamda.



İNANÇLARIN KAYNAKLARI

Anadolu inançlarının da öteki uluslardaki inançların da üç büyük kaynağı vardır. Çoktanrıcı dinler, tektanrıcı dinler, günlük yaşam olayları.Bu kaynakları birbirinden ayrı olarak inceleme gereği yoktur. Üç kaynak da birbirini gerekli kılar, öylesine içiçe, özözedir.

Çoktanrıcı dinler doğa dinleri olduğundan bu dönemle, bu kaynakla ilgili bütün inançlar doğa varlıklarına bağlıdır. Doğa varlıklarının birer tanrı, yardımcı tanrı olarak nitelendiği dönemlerde onlarla ilgili edimler, eylemler, görevler zamanlu birer inanç niteliği kazanmıştır. Güneşin, ayın, yıldızların Tanrı olduğu çağlarda onlarla bağlantılı işler de birer gerekim niteliğindeydi. Onların durumuna göre davranma görev yapma gereği vardır. Güneş tanrı olunca ona karşı saygı gösterme de bir din göreviydi. İşte bu gibi görevleri gerckıiren eylemler, davranışlar zamanla özünden, gerçek anlamından uzaklaşarak birer inanç kılığına girdi. Ay bir tanrıydı. ona karşı tükürmek, sövmek, saygısızlık etmek suçlu, uğursuzluk, cezayı gerektiren bir eylem sayılırdı. Çağların akışı içinde bunun anlamı birtakım değişikliklere uğradı. Ayla ilgili davranışlar birer inanç oldu. Halk bu inançları, özünü bilmediği için olduğu gibi benimsedi, kendi yaşamına uyguladı. Durum öteki doğa varlıkları, doğa olayları için de böyledir. Yıldırım, şimşek, rüzgar, yağmur. ırmaklar, dağlar kayalar eskiden kutsaldı, sonradan bu kutsallığı doğuran anlam unutuldu, yalnız onlarla ilgili inançlar kaldı.

Tektanrıcı dinlerle ilgili inançların özünde de bu çok tanrıcı dönem dinlerinin etkileri vardır. Zamanla çoklanrıcı dönemlerin inançları, din kurumları biçim, öz değiştirerek tektanrıcı dinlere geçti. O dinlerde birer buyruk, birer tanrı buyruğu, bir bakıma din görevi niteliği kazandı. Eskiden doğa olayı ile bağlantılı olan bir inanç sonradan kitaba geçti. Eski doğacı özünden uzaklaştı, eski dönemdeki anlamı zamanla unutuldu. Sözgelişi cami duvarınız işeyen çarpılır inancı çok eskidir. Çoktanrıcı dönemlerden kalmadır. Eski tapınaklara, kutsal varlıklara karşı işlenen saygısızlığın yıkımla sonuçlanacağını bildiren eski bir inancın zamanla değişen kalıntısıdır. Ekmeğin kutsallığı. onunla ilgili inançlar buğdayın tanrısal bir varlık olarak saygı gördüğü çağlardan kalmadır. Hitit, Urartu dinlerinde buğday kutsaldı, tanrısal bir özle donatılmıştır. Bundan dolayı ona karşı büyük bir saygı gösterilirdi. Bu inanç zamanla değişe değişe tek tanrıcı dinlere geçti. İslâm dininde büyük bir önem kazandı, nimet (yenecek kutsal varlık) olurak nitelendi. Tektanıcı dinlerde yavalçların (peygamberlerin) kutsal sayılması bile çoktanrıcı dönemlerdeki tanrı krallardan kalmadır. Yalvaçlar, tanrı kıralların birer kalıntısıdır. Çoktanrıcı dönemlerde kıral kutsaldı, tanrılık bir özü, yüce bir gücü olduğuna inanılırdı. Bu inanç sonradan tanrı adına konuştuğu, Tanrı katından gönderildiği söylenen yalvaçlara gecti. Tanrı kıralların yerlerini yalvaçlar aldı. Bunun en açık örneği İslâm dininde görülür. Muhammed, tanrının evreni düzene koymak için gönderdiği bir görevlidir, bundan dolayı onun bütün sözleri bir yasa niteliğindedir .O yalvaç olduğu oranda bir yönetici, bir devlet başkanıdır da. Onunla ilgili inançları geri geçmişe götürdükçe İsa'ya,Musa'ya, daha eski yalvaçlara sonunda tanrı kırallara varılır. Tanrı kırallar tanrı ile konuşur, tartışır, yemek yer, içki içer, yeryüzünü tanrı adına yönetir, insanları gerektiğinde cezalandırır. Hitit kıralları, Mısır Firavunları, Sümer, Asur, Akad, Babil kıralları birer tanrıydı, tanrı adına insanları yöneten birer yüce görevliydi. Zamanla onların yerlerini Davud, Süleymen, Musa, Isa, Muhammed gibi yalvaçlar aldı. Bunların da sözleri, eylemleri, davranışları uyulması, uygulanması gereken birer yasa, birer inanç oldu.

İnançların doğuşunda etkili olan üçüncü kaynak günlük yaşam olaylarıdır. Bunlar ardarda sıralanan birtakım gelişi güzel oluşların zamanla bir ilke niteliği kazanması sonucu kesinleşmiştir. İnsanın başından geçen bir olayla bir doğa olayı arasında benzerlik,bağlantı zamanla inanç olmuş. Söz gelişi cevizagacımn alimda uyuyan bir kimsenin hastalanması, meşe ağacının gölgesinde oturan bir kimsenin başının duşen kozalakla yarılması ilkel insanın düşüncesinde gizli bir gücün çıkışı diye yorumlandı. Bundan o ağaçlarla ilgili inanç doğup gelişti. Bugün Dogu Karadeniz kıyılarında, özellikle Trabzon, Maçka çevrelerinde, yaylada, köyde yayık çalkalınırken kaymak kolayca yağa dönüşmezse Zifin (zafînos ) denen agaçın ince dalından bir parça alınır, küçük bir çocuğun üreme organı boyunca kırılıp yayığa atılır. Böylece kaymak kolayca yağa dönüşür, yayık vurma işi bitermiş. Bunun kendi yaşamı süresince görenler, uygulayanlar vardır .İnançların doğuşu, gelişimi bakımından bu olay çok ilginçtir. Bunu biraz eşeleyince eski çağlara gidince erkek üreme organının kutsal bir nitelik taşıdığına inanıldığı, fallos adı altında saygı gördüğünü, ona tapıldığını anlarız. İşte bugün yaşamla yanyana yürüyen bu inancın özünde böyle bir nitelik, böyle bir anlam saklıdır. Zamanla değişen, boyası başkalaşan bu inanç insan yaşamı ile sıkı bir bağlantı içindedir.

İnançların en çok bilgisiz çevrelerde tutunduğu, geliştiği göz önünde bulundurulursa açıklanışları daha kolay olur. Bir köylünün yaşamında iki gizli güç önemlidir. iyi ile kötü. Köylüye yararı dokunan bütün olaylar onun için iyi'dir. Kötü ona yıkım getiren durumlardır. _Başkasına yararlı olan ona zararlı olursa gene kötü'dür. lyinin de kötünün de ölçüsü onun kendisidir. Köylünün bir kayadan bir bayırdan hayvanı mı yuvarlandı, orası uğursuz'dur, tekin değildir. içtiği bir soğuk sudan, yediği bir ottan, yemişleri mi hastalandığı o nesne, su uğursuz'dur. İşte tek tek deneyler zamanla genellik kazanır, yayılır. Böyle bir olay başından geçmeyen kimse bile başkalarının etkisi altında kalarak onun iyilik, ya da kötülüğüne inanır. Yöreden yöreye, dilden, dile yayılan bu olay bir süre sonra inanç oluverir.

Köylerde doğan, gelişen bir inanç zamanla kente iner. Bu iniş kente gelen, şehirde yerleşen, ya da köye giden,köy yaşamının etkisinde kalan kimselerle gerçekleşir. Bu bakımdan köy kaynaklı inançlar çokluk günlük yaşamla, köy gerçekleriyle bağlantılıdır. Kent inançları ise daha çok soyut kaynaklara dayanır. Bir bakarsınız köyde, kırda, yaylada, ağaç. dağ, taş kutsaldır, uğurludur, uğursuzdur. Kentde ise falan ermiş'in soluğu, filan hocanın okuyup üflemesi. Köyde doğadan fışkıran inançlar, kentte daha çok yazıyla yayılır.

.:
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
Batılı düşünürlere göre (özellikle rönesanstan sonra) inanç ; insanın doğasından daha çok zaaflarından kaynaklıdır. D.Humenin çok keskin sözlerini hatırlıyorum. aydınlanma filozofudur. batı yazarlarında genel kanı böle. kierkegaard tanrıya tutkuyla inanır ama onunda düşüncelerinde bu belirgindir. hatta korku,kaygı,umutsuzluk gibi duyguları felsefi bir akıma dönüştüren o dur.

İkinci görüş; toplumun doğasından çıkmıştır (toplumsal içkinlik) kolektif bilinç yani. bu görüş totemcilik ve animizm gibi inancın başlangıcı sayılan şeyleri toplumun doğasına bağlar. (toplum insanlar arası ilişkiler dersek,içi içe geçmiştir bunlar. insan toplumu,toplum insanı etkiliyor)

Üçüncü görüş; toplumsal şartlar üzerine aşkın alandan gelmiştir. yani tanrıdan veya yaratıcıdan/yaratandan ...vahiy veya sezgi(ilham) yoluyla veya isa gibi doğrudan tanrının yeryüzüne inmesi.

kabaca böyle..ancak ortaya çıkan sonuçlardan geri geri giderek kaynağa ulaşmak ve gerçek nedenleri bulmak/bilmek imkansız. ortada bilgi olmayınca da üfüren üfürene. şamanlar mı doğru söylüyor, konfüçyus mu,buda mı,peygamberler mi,yoksa isa mı,,,belkide bilim doğru söylüyordur, veya uzaylı muhendisler yaratmıştır bizi???


çoktan seçmeli bir soru amaa bazı tanrılar yanlış cevabı vereni paketleyip cehenneme atıyorlar, öyle ortaöğretim iyilik puanı, bütünleme sınavı felanda yok .

tırının nınn

korku müzigiiii

tikkatli olmak lazım.

bir dost :)
 
Son düzenleme:
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst