İman-Şüphe İlişkisi / Kierkegaard

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde Pyramos tarafından oluşturulan İman-Şüphe İlişkisi \/ Kierkegaard başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 4,151 kez görüntülenmiş, 8 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı İman-Şüphe İlişkisi \/ Kierkegaard
Konbuyu başlatan Pyramos
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan UpBot
P

Pyramos

Ziyaretçi
İmandaki şüphe unsuru, Kierkegaard’ın sisteminde varoluşsal bir değere sahiptir.
Dinamik bir iman anlayışını benimseyen Kierkegaard için şüphe, insanın imanın objesiyle
sürekli ve canlı bir ilişkiye girmesini sağlamaktadır. Şüphe, cesaret, risk ve gerilim öğelerini
de içinde barındırmaktadır. Genel anlamda Kierkegaard sisteminde iman önermelerinin
yapısının da getirdiği bir zorunlulukla dinamik iman anlayışını benimsemiştir.

İmanın iki ucu vardır. Bir tarafta imanın objesi olan Tanrı, diğer taraftan bu ilişkiyi
gerçekleştiren insan. Bu iki uçlu ilişki hem kesinlik taşımakta hem de içinde bir şüpheyi
barındırmaktadır. Tillich’e göre, “imanın ilişkide olduğu Sonsuz, bir sonlu varlık tarafından
tecrübe edildiği sürece iman kesin değildir.. Suje tarafından idrak edilen Sonsuz, kesindir.
Bunda bir şüphe yoktur. Şüphe, onu idrak eden sujeden kaynaklanmaktadır. Sujenin sınırlı
kapasitesiyle iman objesini tüm gerçekliği içinde idrak etmesi mümkün değildir. Bundan
dolayı iman ilişkisinde bir taraf hep sınırlı olacağından şüphe de onun ayrılmaz bir parçası
olacaktır.

İman, geçici yaradılışlı insanın eylemidir. İnsanın fâni özellikleri dolayısıyla bir takım
sınırlamaları vardır. Bu sınırlamalar, iman eyleminde şüphe öğesinin doğmasına neden
olmaktadır. İman, hem kesinlik öğesini hem de şüphe öğesini içinde barındırır.
Kişinin, görünmeyen Aşkın Varlık ile girdiği ilişki var olan her şeye bir meydan
okumadır. Meydan okuma bir cesarettir. Ve onda başarısızlık imkanı da vardır. Meydan
okuma, alınan bir risktir. Bu eylemin sonunda kişi, umutsuzluğa düşebilir. İman eyleminin
başarısızlıkla sonuçlanması insan için büyük bir yıkımdır. Meydan okuma ile kişi büyük bir
risk almıştır. Alınan riskin artması imanın derecesini yükseltmektedir. İmanın yapısında
sürekli bir tetikte olma vardır. “Ne kadar çok risk alınırsa o kadar yoğun iman olur. Ne kadar
nesnel güvenlik varsa o kadar az içsellik olur...

Sürekli bir ihtimal durumunun devam
etmesi söz konusudur. İman elinizde duran kumların, parmaklarınızı fazla açtığınızda
elinizden kayması halidir. İman, kumların elinizden kaymaması için sürekli harcanan bir çaba
halidir. “Kesinlik imanın, en kötü düşmanıdır.. Kesinliğin, iman alanında işlevsellik
kazanması imanın yapısı itibariyle mümkün değildir.


Kierkegaard’ın sisteminde iman, sürekli bir oluş halidir. Her adımın varoluşsal bir
önemi vardır. Bunun için yapılan her hamle alınan bir risktir. Bu riskin imana yönelip
yönelmeyeceği konusunda bir kesinlik yoktur. “Risksiz iman olmaz. İman özellikle nesnel
belirsizlik ve bireyin içindeki sonsuz tutku arasındaki zıtlıktır..
İmanın objesinden değil de
imana yönelen sujeden kaynaklanan risk, imandan ayrı düşünülemez. Kierkegaard’da
bilinmeze yapılan hamle değerlidir. İnsan, bilmediği bir alana yalnızca Tanrı’ya duyduğu
güvenle hamle yapmaktadır; ancak bu adımın imanla sonuçlanacağı yönünde bir garanti
yoktur.

Kierkegaard’ın iman anlayışında cesaret, önemli bir yer tutmaktadır. Cesaret, iman
riskiyle ilişkili olan bir unsurdur. İmanda mevcut bulunan risk, cesareti de beraberinde
gerektirmektedir. Cesaret olmaksızın şüphe imanda bulunmaz. Şüpheyi iman unsuru olarak
kabul edebilmek için mutlaka cesaretin bulunması gerekmektedir. İmandaki cesaret, şüpheye
rağmen iman önermelerinin kabul edilebilmesidir. Bir anlamda büyük bir risk alınarak imanın
objesine teslim olmaktır. Yani bu kişinin, “Tanrı olamaz, bütün deliller onun aleyhine; fakat
ben yine de inanıyorum diyerek risk alması ve Tanrı’ya teslim olmasıdır.
Kierkegaard için alınan risk, imanın bir göstergesidir. “En büyük risk en büyük
imandır.

Böylesi bir iman anlayışı iman önermelerinin makul zeminde izahının
yapılamıyor olmasından kaynaklanmaktadır.

İmanın yapısında olan şüpheyi hem Descartes’in ortaya koyduğu metodik şüpheden
hem de septiklerin ortaya koyduğu şüpheden ayırmak gereklidir. Metodik şüphe bilimsel
araştırmalar için gereklidir ve Kierkegaard’ın sisteminde benimsediği şüpheden farklıdır.
Septik şüphe ise mantık örüntüsüyle çürütülemeyecek olan bir tavır alıştır. Bu şüphenin temel
özelliği, “fark ettirici” olmasıdır. “Her iman eyleminde zımni (olarak var) olan şüphe ne
metodolojik ne de septik şüphedir. O, her riske eşlik eden şüphedir.
kadar götürebilmektedir.
Kierkegaard’ın kullandığı şüphe ise egzistansiyalist şüphedir. Bu,
mahiyetin içindeki şüphedir. Yani iman önermelerinin bünyesinde taşıdığı, onun asli unsuru
olan şüphedir.

Bu şüphe, yani egzistansiyalist şüphe, imanın mahiyetinde bulunduğu için zihin,
sürekli bir gerilim halindedir. Kierkegaard’a göre bu durum zihnin her an tetikte olmasını
sağladığı için yararlıdır. devamlı yaşamasını sağlar. Şüphenin, iman önermelerinin içinde bulunması iman eyleminde
her zaman var olan bir öğe olarak düşünülmelidir….
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
. Bir anlamda büyük bir risk alınarak imanın
objesine teslim olmaktır. Yani bu kişinin, “Tanrı olamaz, bütün deliller onun aleyhine; fakat
ben yine de inanıyorum diyerek risk alması ve Tanrı’ya teslim olmasıdır.
Kierkegaard için alınan risk, imanın bir göstergesidir. “En büyük risk en büyük
imandır.

Oldukça kafa karıştırıcı..Risk,umulan bir beklentinin karşılığında göze alınan kaybetme olasılığıdır.İmanın/imansızlığın ,varoluşçu bir şüpheyi içinde barındırıyor olması, varoluşun (insan yaşamının) her aşamasında hatta her anında yeniden güncellenmesi demek oluyor ki, bu da imanı bir çeşit deneme-yanılma eylemine indirgiyor.Risk nedir(Kirkegaard'a göre) ona da bakmak lazım...Eğer risk, imanı yitirme ise, tartışma bu alanda bambaşka açılımları da beraberinde getirecektir.
 
P

Pyramos

Ziyaretçi
Oldukça kafa karıştırıcı..Risk,umulan bir beklentinin karşılığında göze alınan kaybetme olasılığıdır.İmanın/imansızlığın ,varoluşçu bir şüpheyi içinde barındırıyor olması, varoluşun (insan yaşamının) her aşamasında hatta her anında yeniden güncellenmesi demek oluyor ki, bu da imanı bir çeşit deneme-yanılma eylemine indirgiyor.Risk nedir(Kirkegaard'a göre) ona da bakmak lazım...Eğer risk, imanı yitirme ise, tartışma bu alanda bambaşka açılımları da beraberinde getirecektir.

B şıkkı Sevgili glsezinrs :) İmanını yitirme riski...Kirkegaard; nesnel belirsizlik ve bireyin içindeki sonsuz
tutku arasındaki zıtlık olarak tanımlıyor imanı...ona göre iman ve şüphe bir arada bulunduğu için şüphe dengeyi kendi lehine bozarsa İmanını geri dönmemek üzere kaybedebilirsiniz
diyor..imanın sürekli kontrol
altında tutulması gereken risk alanı olarak tanımladığı içinde en büyük risk en büyük imandır diyor benim anladığım kadarıyla..ayrıca Varoluşsal şüphe, imanın olmadığını göstermez aksine imanın var olduğunun bir anlamda tastikidir diyor.. kesinlikle deneme /yanılmayı kasdetmiyor..

İman etmiş Ahirete inanan birinin neden günahta ısrar ettiği (ısrardan kastım anlık şartlar ve duygularla işlenmiş günahlar değil günahta ısrar) gerçekten incelenmesi gereken bir konu..insanın karmaşıklığını ortaya koyan durum bu bana göre..benim gözlemlediğim kadarıyla insanlar bu durumla yüzleşmekten kaçıyorlar..kendilerine bile cevap vermek istemiyorlar..her insanın oldukça özel bir zihne sahip olması bu duruma psikolojik cevaplar verilmesinide imkansızlaştırabilir sanırım..
 
P

Pyramos

Ziyaretçi
..ayrıca;

Aklın bu alana, yani iman alanına girmesi onun paradoks içine girmesine neden
olmaktadır. Aklın metafizik herhangi bir konu için ortaya attığı tez bir antitez tarafından
cevap bulmaktadır. Empirik olarak kanıtlamak da mümkün olmadığından akıl, birbirine aynı
derecede eşit iki doğru arasında kalmaktadır. Aslında radikal fideistlerin ortaya koymuş
oldukları fikirler aklı, bu iki doğru arasında kalmaktan kurtarmaktadır. Bu şekilde ‘Tanrı
vardır’ şeklindeki önermenin “Tanrı yoktur” şeklindeki antitezinin hangisinin doğru olduğu
konusunda akıl çaba sarf etmeden geri çekilmektedir ve bu alanı irade ve sezginin ön planda
olduğu imana bırakmaktadır...

daha önce varoluşçuluk başlığı altında Kierkegaard ile ilgili bir yüksek lisans teznin linkini vermiştim gene vereyim efenim..ben henüz bitiremedim ara ara okuyorum.. pdf formatında olup kolay bir üyelik işlemi ile bilgisayarınıza indirebilirsiniz..(bu tezdeki ilgimi çeken bir bölümüde bu başlığı açarak paylaştım)

 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Bence konu "imani yitirmek" ten ziyade imanin verdigi inancin ya bilgi ile ya da inanan aklin supheye dusmesi ile yasadigi calkantidir.

Sonucta bir hipotez bilimsel olarak ne ise, bir iman da odur. Hipotez ya gozlemsel ya da akilci teoriye donusurken, iman da uygulamali yonlendirim ve yaptirimli dusunce ve davranisa donusmektedir.

Nasil bilimsel bir teori olgu olamadiginda teori olarak kalirsa, inanc ta dogrulanmadikca uygulamaya gecememektedir.

Iste tam bu temelde iman degil, supheye yonelen ve genelde bilincalti zorlamasiyla gelen "acaba" yi doguran iman degil, onun inancidir.

Gerci konu tamamen metafizik uzerinedir. Ama unutmamak gerekir ki, akil kendince kendine dogrulamadigi ve genelde de bir fenomenal icerik vermedigi imani inanca tasiyamaz.
 
P

Pyramos

Ziyaretçi
Bence konu "imani yitirmek" ten ziyade imanin verdigi inancin ya bilgi ile ya da inanan aklin supheye dusmesi ile yasadigi calkantidir.

Sonucta bir hipotez bilimsel olarak ne ise, bir iman da odur. Hipotez ya gozlemsel ya da akilci teoriye donusurken, iman da uygulamali yonlendirim ve yaptirimli dusunce ve davranisa donusmektedir.

Nasil bilimsel bir teori olgu olamadiginda teori olarak kalirsa, inanc ta dogrulanmadikca uygulamaya gecememektedir.

Iste tam bu temelde iman degil, supheye yonelen ve genelde bilincalti zorlamasiyla gelen "acaba" yi doguran iman degil, onun inancidir.

Gerci konu tamamen metafizik uzerinedir. Ama unutmamak gerekir ki, akil kendince kendine dogrulamadigi ve genelde de bir fenomenal icerik vermedigi imani inanca tasiyamaz.

ya metafiizk olsun nolcek üstad, ötelemeyin bu kadar yani metafiziği oda bizden sonuçta:) sizinn deyiminzde metafizigin belirleyici ve belirticisi de biziz:) yabancı mıyız ? :)

ha işte ! Kierkegaard bu çalgantıyı İmanın bir parçası sayıyor zaten üstad..çok iyi bir hristiyan eğitimi almış bir filozof ve oldukçada inançlı.. din kurallarının rasyonelizm ile düşünülürse yanlış sonuçlar vereceğini inancın, bilgiden (sahip oldumuz,olabilecegimiz bilgi- insansı yapımızda hesaba katılarak) farkını belirtmeye çalışıyor benim anladığım kadarıyla..tabi bu benim 2 satırla özetlediğim gibi basitçe değil.. oldukça sağlam bir zemin kurmuş Kierkegaard..
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
ya metafiizk olsun nolcek üstad, ötelemeyin bu kadar yani metafiziği oda bizden sonuçta:) sizinn deyiminzde metafizigin belirleyici ve belirticisi de biziz:) yabancı mıyız ? :)

ha işte ! Kierkegaard bu çalgantıyı İmanın bir parçası sayıyor zaten üstad..çok iyi bir hristiyan eğitimi almış bir filozof ve oldukçada inançlı.. din kurallarının rasyonelizm ile düşünülürse yanlış sonuçlar vereceğini inancın, bilgiden (sahip oldumuz,olabilecegimiz bilgi- insansı yapımızda hesaba katılarak) farkını belirtmeye çalışıyor benim anladığım kadarıyla..tabi bu benim 2 satırla özetlediğim gibi basitçe değil.. oldukça sağlam bir zemin kurmuş Kierkegaard..

Nedir sence bu "saglam zemin" ve bu zeminin saglamligini saglayan nedir/kimdir? Sen neden ben metafizigin bilimsel olmayan ve insanoglunu tartisma olarak biribirine dusuren sorunlarini "otelemek" olarak algiliyorsun?

Aslinda konu "otelemek degil, neyin ne olarak ortaya kondugunun bilinc ve farkinda oldugunun algisinin getirdigi, icsellestirmektir. Zaten bir seyi ancak icsellestirebilirsen, onu sorgulayabilirsin, otekilestirmek ise tam da dogal zihniyetin ayrimciligidir. Anti ayrimcilik ise bilincli ve farkinda algi olarak icsellestirmeyi getirir.
 
P

Pyramos

Ziyaretçi
Nedir sence bu "saglam zemin" ve bu zeminin saglamligini saglayan nedir/kimdir? Sen neden ben metafizigin bilimsel olmayan ve insanoglunu tartisma olarak biribirine dusuren sorunlarini "otelemek" olarak algiliyorsun?

Aslinda konu "otelemek degil, neyin ne olarak ortaya kondugunun bilinc ve farkinda oldugunun algisinin getirdigi, icsellestirmektir. Zaten bir seyi ancak icsellestirebilirsen, onu sorgulayabilirsin, otekilestirmek ise tam da dogal zihniyetin ayrimciligidir. Anti ayrimcilik ise bilincli ve farkinda algi olarak icsellestirmeyi getirir.

Kierkegaard insanı temel alarak ''öznellliğe'''' özel'liğine 'dikkat çekmiştir ..evet bu çok önemli...insanlar topluluklar/gruplar/milletler vs şeklinde Tanrının karşısına çıkmayacaktır..herkes tek başınadır ve özeldir ... ortak inançlar, ortak akıl,evrensel değerler, vs hesap vermez..insan tek olarak hesap verecektir ve tek başınadır..tüm kalabalık nafiledir...insan kendine ne verilmişse/ne verilmemişse tüm şartları ile ve ne istenmişse/yapmışsa/yapmamışsa onunla sorumludur..Kierkegaard uzak tutulann bu noktayı ortaya koymuştur..nesnellik önemsizdir önemli olan insanın kendisidir..herkes kendiyle ve Tanrıyla birebir yüzleşecektir...işte dikkat çekilen bu zemin bana göre oldukça sağlamdır..
 

UpBot

Kahin
Yeni Üye
Katılım
14 Ocak 2021
Mesajlar
1,017
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Konu kaldığı yerden devam edebilir.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst