İdealizm

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe Akımları kategorisinde mavimor tarafından oluşturulan İdealizm başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 14,167 kez görüntülenmiş, 48 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe Akımları
Konu Başlığı İdealizm
Konbuyu başlatan mavimor
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan evrensel-insan

mavimor

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,456
Tepkime puanı
3
Puanları
38
Yaş
44
İDEALİZM


(İng. idealizm; Fr. idéalizme, Alm. idealismus, es. t. mefkürecilik, iftikâıiyye]

Felsefede, en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savlayan tüm Felsefe öğretilerini içerecek biçimde kullanılan "idealizm" terimi, varolan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin varolduğunu, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddenin (maddî gerçekliğin) bulunduğunu yadsıyan felsefe akımını niteler. y

Felsefede tüm varlığı düşünceye indirgeyen bir öğreti; gerçekliğin maddî güçlerden değil de idealardan (fikirlerden, düşüncelerden, kavramlardan, tasarımlardan vb.) ya da bunları kuran uslardan, zihinlerden, benlerden vb. oluştuğunu öne süren bir kuram; varlığın gerçekte fıziksel bir nitelik taşımadığım dillendiren bir duruş; her türden maddî varlığın tinsel ya da zihinsel bir temele indirgenebileceğini savunan bir görüş olarak "idealizm", varlığın düşünceden bağımsız olarak varolduğunu kabul eden "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalcılık" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır.

Felsefece düşünmenin tarihinde pek çok türü bulunmakla birlikte idealizm genel olarak ilkin ikiye ayrılır: Bir yanda, varlığı bireyin düşüncesine bağlayıp ondan türeten, gerçekliği öznenin zihinsel içeriklerine indirgeyen öznel idealizm; öte yanda, varlığı en geniş anlamıyla "düşünce"ye, tinsel bir varlığa ya da tanrısal bir usa, başka bir deyişle maddî olmayan bir töze ya da ilkeye bağlayıp bundan türeten, gerçekliğin özneden bağımsız nesnel idealardan oluştuğunu savunan nesnel idealizm. Yine metafızik ya da bilgikuramsal yaklaşımı odağa koyması bakımından iki ana idealizm anlayışından söz açılabilir: Bir yanda, metafiziği remel alıp gerçeği idealara dayandıran, gerçekliğin özünü birer "görünüş" olarak gördüğü nesneler dünyasında değil de maddî olmayan varlıkta arayan metafizik idealizm; öte yanda, bilgi edinme sürecinde özneyi nesne karşısında belirleyici sayan, "nesneyi özneye, bilineni bilene bağli kılan", insan zihninin yalnızca tinsel olanı kavrayabileceğini öne süren bilgikuramsal idealizm.

Idealizmin neliğini, felsefe tarihi içinde nasıl biçimlendiğini ve nereye oturtulması gerektiğini kavramak için yürünebilecek en iyi yol, kimi filozoflarca "ilk felsefe" olarak adlandırılıp felsefeyle bir tutulan, kimilerince de felsefenin omurgasını oluşturduğu düşünülen metafıziğin tam ortasından geçmektedir. Bu bağlamda, bir bütün olarak gerçekliğin doğasıyla ilgilenen metafızik araştırmaların çok büyük bir bölümünün Eelsefe tarihi boyunca üç ana gerçeklik tasarımı doğrultusunda, dolayısıyla da üç ana metafizik düşünme kipi çevresinde kümelendikleri görülmektedir.

Bunlar en yalın anlamlarıyla şu biçimde sıralanabilirler:

(ı) zihin ya da bilinç temelli metafizik;

(ıı) madde ya da fiziksel varlık temelli metafizik;

(ııı) hem zihni hem de maddeyi aşan en yüksek varlık temelli metafizik.

Bu metafizik düşünme üçlemesi, felsefe tarihinde İdealizm, Maddecilik ve Aşkıncılık diye anılan üç ana metafızik düşünce okulunun ana öğretilerinin oluşumuna da kaynaklık etmeleri bakımından ayrıca önemlidir. Felsefede İdealizm, dünyanın temellendirilmesinde en önemli görevin, bilince ya da maddi olmayan zihne yönelik bir gerçeklik kuramı geliştirmek olduğu düşüncesi üstüne kurulmuştur. İdealizm anlayışının temelleri ilkin Platon'un "Idealar Dünyası Kuramı" yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra çeşitli Fılozoflarca ussal düşünceye yönelik olarak sunulan metafızik savunularla iyiden iyiye güçlendirilmiştir. Buna karşı metafizikte idealizm, bütün fıziksel nesnelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu, onların bilincinde olan bir zihin olmaksızın metafızik anlamda hiçbir varlıkları olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle, metafızik idealizme göre gerçeklik her durumda zihne bağımlı olduğu için gerçekliğin gerçek bilgisi ancak tinsel bir bilinç kaynağına başvurularak elde edilebilirdir. Buna karşı, idealizm ile taban tabana zıt bir konuma yerleştirilip temellendirilen Maddecilik, zihnin ya da bilincin bütün bütün fiziksel öğeler ile süreçlere indirgenebileceğini savunmaktadır.

Felsefede maddecilik, bütün varlığın maddeyle, maddenin bir yüklemi ya da etkisiyle açıklanıp temellendirilebilir olduğu anlayışı üstüne kurulmuştur. Maddeciliğin ana öğretisine göre, kendisi dışında ya da kendisinin ötesinde bir başka varlık bulunmayan madde enson anlamda gerçekliktir. Bu yüzden idealizmin savunduğu gibi bilinç görüngüsü maddi olmayan kaynaklara gidilerek değil, ancak sinir sistemindeki birtakım fızyo-kimyasal süreçlere odaklanmak yoluyla açıklanabilirdir. Metafizikte maddecilik, açıkça görülebileceği gibi, her durumda zihnin üstünlüğünü ve önceliğini savunan, buna karşı maddeyi zihnin bir yansıtımı ya da bilinç yaşantısında gerçekleşen nesnelleştirmenin sonucu olarak gören idealizmin karşısavıdır. Dolayısıyla metafizik maddecilikte, fıziksel nesneler ile bunların birbirleri arasındaki değişik ilişkilerinden meydana gelen dünya bütünüyle zihinden bağımsızdır. Metafizikte, bütün gerçekliği tek bir maddesel tözden türeten sonuna dek götürülmüş saltıkçı maddecilik çoğunlukla "maddeci bircilik" diye adlandırılmaktadır.

Öte yanda bircilik anlayışı içinde yer alan zihin-madde birlikteliği kuramı, zihin ile maddenin eşdeğer varlık kategorileri olduğunu, birinin ötekinin yalnızca bir görünümü olduğunu ileri sürmektedir. Yakın dönemlere gelindiğinde, modern felsefe döneminde metafızik maddeciliğin çok büyük ölçüde Darvin'in "evrim öğretisi"nin etkisi al- ana girerek bu kuram içinde özümsenmiş olduğu söylenebilir. Bu iki anlayışa (Idealizm ile Maddecilik) seçenek olarak ortaya atılan bir üçüncü metafızik yaklaşım olan Aşkıncılık (transendentalizm; deneyüstücülük) , felsefede genel anlamıyla, hem duyulara dayalı deneyimden elde edilen gerçeklikten hem de insan usuyla ulaşılabilir olduğu öngörülen gerçekliğin bilgisinden çok daha yüce ve yüksek bir gerçeklik olduğunu öne sürmektedir. Bu anlamda neredeyse bütün aşkınsalcı öğretilerin tinsel alan ile maddesel alan ayrımı üstüne temellendirildikleri söylenebilir. Yalnızca düşünsel sezgi yoluyla gerçek anlamda bilinebilir bir nitelik taşıyan "Saltık İyi"nin deneyötesi varlığını kesinleyerek, "aşkınlık" kavramını bir felsefe kavramı olarak ilk Platon geliştirmiştir. Daha sonraları ise tanrıbilim yönelimli ortaçağ fılozofları aşkınlık kavramını tanrısallığa uygulayarak, Tanrı'nın deneyden elde edilmiş tasarımlar yoluyla ne betimlenebilir ne de anlaşılabilir olduğu düşüncesi doğrultusunda "olumsuzlamacı tanrıbilim" yaklaşımını temellendirmişlerdir. Nitekim Tanrı'nın doğanın dışında varolması anlamında aşkın olması düşüncesi Hıristiyanlık, Yahudilik ve Müslümanlik dinlerinin, özellikle de bu dinlerin ortodoks anlayışlarının en temel ilkesidir. Modern felsefenin başlarındaki aşkınsalcılık yaklaşımı, bütün gerçekliğin tümüyle saltık tinin ya da istencin dışavurumu olduğunu zaman XIX. yüzyılın egemen felsefe akımı "saltık idealizm"in doğmasına da zemin hazırlamıştır.

Metafızik çerçevenin dışına çıktığımızda, özellikle "ideal" (ülkü) ile "idealist" (ülkücü) sözcüklerine gündelik dilde yüklenen anlamlar doğrultusunda "idealizm" (ülkücülük) terimi ahlâk bağlamında farkli kullanımlara sahiptir. Kimi düşünürler felsefi idealizm ile ahlâki idealizm arasında bir ayrıma giderek, felsefı idealizmin düşünce ile varlık arasındaki ilişki üzerine ortaya konan belli bir öğreti olduğunu, buna karşı ahlâki idealizmin ise davranışlarımıza yön veren, eylemelerimizin altyapısını oluşturan, tüm yapıp etmelerimizi belirleyen etik bir tutum ya da duruş olduğunu dillendirmişlerdir. Başka bir deyişle, bu düşünürler için ahlâki idealizm en genel anlamda bir ülküye, bir yüce ereğe çıkar gözetmeden bağlanmış yaşam biçimine ya da dünya görüşüne karşılık gelmektedir. Bununla birlikte hiç kuşku yok ki, ilkin Platon tarafından savunulan, "İyi İdeası"nın yeryüzünün (ve ötesinin) kralı ilan eden ya da tek tek değerleri en yüksek şey olarak olurlayan öğreti; Kant tarafindan ortaya konduğu biçimiyle ahlâk felsefesinde mutçuluk ile yararcılığın karşı kutbunda yer alan, her türden mutluluk, yarar ya da başarıya aldırmaksızın her durumda kayıtsız koşulsuz ona uyulması beklenen saltık zorunluluğu ya da gerekliliği ("koşulsuz buyruk'~ tek eyleme ölçütü olarak getiren görüş ("ödev ahlâkı ve Kant 'la başlatılıp Hegel 'le zirveye çıktığı düşünülen Alman idealizminin Schelling, Fichte gibi düşünürlerince ortaya konan ahlâk anlayışları da ahlâksal açıdan birer idealizmdir.

Yine, felsefenin estetik dalına geldiğimizdeyse, idealizm sanat alanında savunulan "gerçekçilik" anlayışının karşısına dikilen, sanatın enson amacını doğada ya da dünyada bulunduğu varsayılan gerçekliklerin öykünme yoluyla yeniden yaratılmasında değil de ideaların, öncesiz sonrasız varlıkların yetkinliğinin ve güzelliğinin ülküselleştirme yoluyla gövdelenmesinde ya da yaşama geçirilmesinde bulan görüşe karşılik gelmektedir.

Doğadaki şeyleri ya da nesneleri, her şeyin özünü oluşturan tek bir saltık gücün ya da enerjinin geçici görünümleri olarak gören; varlığın tüm görünüşlerinde tek bir anlamın yattığını düşünen; varoluşu bedeni doğa, ruhu Tanrı olan tek bir birlik olarak algılayan; evrenin usa bağımlı olduğunu savlayıp ltiçbir olgunun amaçsız, karmaşık ve de bizim için bütünüyle bilinemez olmadığını savunan; usun sağladıklarının dışında gerçekliğe ulaşmanın olanaksız olduğunu öne süren; gerçekliği "idea", "us", "tin" olarak belirleyip maddeyi tinin bir görünüşü sayan ve "Saltık" olanı bulgulamaya yönelen bit öğreti olarak idealizmin başlangıcı I..Ö. VI. yüzyıla, ilkçağ Yunan felsefesinde Ksenophanes'e değin uzanır. Ksenophanes , çok olanı Bir'e indirgemiş ve bu Bir'i "tüm düşünme" olarak belirlemiştir. Ksenophanes'in öğretisi günümüzde metafıziğin kurucusu olarak gösterilen öğrencisi Parmenides 'in kurduğu Elea Okulu eliyle daha bir gelişim göstermiştir: "Varlık, değişmez ve birdir; özne ve nesne bir ve aynıdır."

M.Ö. V. yüzyılda Anaksagoras , kaos'tan (karmaşa) kosmos'u (düzen) oluşturan ve belli bir telos (erek) taşıyan nous (düşünce gücü) kavramını birincil töz, yani arkhe olarak öne sürmüştür. Ona göre maddeyi yaratan Nous düzenleyici ilkedir. Böylece felsefe tarihinde ilk kez Anaksagoras maddenin (hyle) karşısına usu (noııs) koymuş; usun "yaratan", maddeninse "yaratılan" olduğunu dillendirmiştir.

Yine de, felsefede pek çok konuda olduğu üzere, idealizmin ük dizgeli biçimini Platon 'da görürüz. Buna göre "gerçek varlik idea, `düşünce varliğı'dır." Platon "düşünülür dünya" (idealar dünyası) ile "duyulur dünya" (görüngüler dünyası) ayrımına gitmiş; duyulur dünyayı gölgelerden ibaret bir görünüşler dünyası olarak betimlerken, düşünülür dünyayı değişmez gerçeklikler diye gördüğü idealardan oluşan gerçek dünya olarak ilan etmiştir. İdealizmin felsefede izlenebilecek daha sonraki gelişim serüveni bir anlamda Platon'a düşülen bir dipnottan ibarettir.

Felsefe tarihinde maddecilik ile idealizm ayrımına giden ilk filozof usçu Leibniz olmasına karşın, bu ayrımın belirginleştirilmesinde İngiliz deneyci fılozof Berkeley 'in katkıları çok daha önemlidir. Nitekim çoğu Felsefe tarihçisi idealizmi bölümlendirirken Berkeley'in öznel idealizmini, Kant 'ın transendental (deneyüstü) idealizmi ve Hegel 'in saltık idealizmiyle birlikte üç temel idealizm biçiminden biri olarak anar. Kendi felsefesini "madde tanımazcılık" diye adlandıran Berkeley 'e göre iki tür gerçek varlık -tinler (zihinler) ve idealar- söz konusudur; fıziksel nesneler ise duyusal ideaların toplamıdırlar. Dolayısıyla, Berkeley'e göre, bir elmayı algıladığımızı söylediğimizde doğrudan farkına vardığımız duyusal görünüşlerin bir toplamıdır. Bundan dolayı sınırlı bir zihin tarafından algılanmayan şeyler yokturlar; şeyler zihnimize sınırli zihin tarafindan algılandıklarında ulaşırlar: "varolmak algılanmış olmaktır." Berkeley şeyleri, onlara atfettiğimiz niteliklere ilişkin duyu deneyimimizden soyutlayarak kavrayamayacağı düşüncesinden hareket ederek, fiziksel nesnelerin varoluşunun algılanmak olduğunu, fıziksel nesnelerin yalnızca idealar olarak varolduklarını ileri sürer. Berkeley 'in fızıksel şeylerin, onları algılayan kimse olmadığında da var gözükmeleri sorununa yanıtı, onların Tanrı'nın zihninde varolduklarıdır.

Düşüncemizde şeylerin varlığını yaratan aşkın güç Tanrı' dır. Berkeley'in fıziksel dünyanın idealardan oluştuğunu düşünmesinin iki temel nedeni vardır: (i) fiziksel nesneleri deneyimde bir bütün oluşturan ideaların toplamı olarak kavrarsak varoluşlarına ilişkin deneysel kanıta sahip olabiliriz; (ii) Eıziksel şeylerin ikincil nitelikleri zihnimizde idealar olarak varolurlar.

Her ne kadar Berkeley idealist düşünceye önemli katkılarda bulunduysa da, idealist düşünce asıl gelişimini Kant 'la birlikte göstermiştir. Kant'ın idealizmi, bilgikuramında temellenen uzamsal ve zamansal her şey yalnızca görünüştür uslamlamasına dayanır. Kant 'a göre, dünya hakkındaki bilgimize ilişkin yalnızca transendental idealizmin açıklayabileceği iki çarpıcı gerçek söz konusudur. Birincisi dünyaya ilişkin çok miktarda "sentetik a priori" bilgiye sahibizdir. Nitekim, aritmetik ve geometri ilksavları bir bütün olarak dünyaya uygulandığım, her fıziksel ya da zihinsel sürecin evrensel nedensel yasalarla uyum içinde olduğunu ve değişimin niceliksel olarak ayrı kalan sürekli bir öze gereksinimi olduğunu biliriz.

Ikincisi ne a priori (önsel) ne de a posteriori (sonsal) bilgi, insanın yazgısına ve geleceğine ilişkin, Tanrı var mıdır yok mudur ya da ölümden sonra yaşam var mı yok mu türünden "büyük" sorulara yanıt verebilir. Fiziksel hatta zihinsel dünyalar konusundaki sentetik a prioribilgimizin tek olanaklı açıklaması, gerçekte kendi bilişsel doğamıza ilişkin bilgimiz olduğudur. Algısal sezgimizin formları uzay ve zaman ile nedensellik, töz, ilinek gibi kategoriler; daima bilgisiz kaldığımız şeylerden (`noumena ben'e ulaşan, bilinçsiz uyarandan doğan gerçek ya da olanaklı deneyim dünyamızın birliğini oluşturduğumuz kategorilerdir. Kant şeylere ilişkin a priori bilgimizi, yalnızca zihnimizin şeylere uymak zorunda oldukları bir yapı yüklediğini varsayarak açıklaya- bileceğimizi savunur. İnsan zihni gerçeklere değil, yalnızca görünüşlere bir yapı yükleyebildiğinden bilgimiz görünüşlerle sınırlıdır. Görünüşler, gerçek ya da olanaklı deneyimimizin nesneleri olarak varolduklarından zihnimizin yüklediği koşullara uymak zorundadırlar yoksa bize görünmezler. Kant bu nedenden ötürü töz ve neden gibi kategorileri fıziksel dünyaya uyguladığımızı, bunun da metafıziğe yönelmemizi ve bu kategorileri insan deneyiminin ötesine uygulamamızı engellediğini düşünür. Kant bunun bilimi şüpheli duruma düşürmediğini, aksi- ne bilimi kuşkuculuktan korumanın tek yolunun bu olduğunu savunur. Bilim bize doğrulan ama yalnızca görünüşlere ilişkin doğrulan söyler. Bilimin işlevinin bize gerçeklik hakkındaki doğroyu söylemek olduğunu iddia edersek, onun bütünüyle aldancı olduğunu kabul etmemiz gerekir. Ayrıca Kant , gerçekliğin uzay ve zamanda olduğunu söylersek, belirli bir biçimde kendi içimizde çelişkiye düşeceğimizi savunur. Kant bu durumda uzay ve zamandaki dünyanın ya sonlu ya da sonsuz olduğunu iddia etmemiz gerektiğini ve her iki durum da bizi kendisiyle çelişen sonuçlara götürdüğünden tek çözümün gerçekliğin uzay ve zamanda olmadığını söylemek olduğunu savunur. Kendisini bir yandan "deneysel gerçekçi" öte yandan da "transendental idealist" diye adlandıran Karıt, son çözümlemede duyuların ve deneyin verdiği bilginin yanıltıcı olduğunu; gerçeğin usun tasarımlarında yattığını; duyuların getirdiği verilerin ancak usun önsel (a priori) verileriyle biçimlendikten sonra bilgi haline gelebileceğini düşünmektedir. Kant ' tan sonra Alman İdealizmi üç koldan ilerler: Fichte 'nin öznel idealizmi; Schelling 'in nesnel idealizmi; Hegel'in saltık idealizmi. XIX. yüzyılın önde gelen idealistleri Fichte, Schelling ve Hegel, Kant 'tan oldukça etkilendiyseler de bir yandan da onun felsefesini bütünüyle dönüştürmeye çalişmışlardır. Fichte , dış dünyayı ve zihin durumlarım bir kenara bırakır; doğrudan doğruya, hem zihindışı nesneleri hem zihinsel durumları kavrayan saltık, aşkınsal "ben" üstüne odaklanır. Bireysel, tek tek gözlemlenebilir benler bu aşkınsal ben'in sayısız öznelere bölünmesidir. Ona göre "Ben", bir şey ya da cisim değil salt etkinlik, "kendini ortaya koyma" (ya da kendinin farkına varma, kendi üstüne düşünme) etkinliğidir. Ben, kendi kendinin farkına/bilincine varması sayesinde vardır: "Ben, Ben'im (varım)." Ben'in bu kendini ortaya koyması "sav"dır. Bu ortaya koymanın belli koşulları, dolayısıyla belli içermeleri vardır. Ben'in kendini ortaya koyuşunu kabul eder, fakat koşulları ve içermeleri reddedersek bir çelişkiye düşeriz. Ben bu çelişkileri ortadan kaldırarak ilerler. Ben kendinin bilincine vararak çalışır ve böyle yaparak kendini sınırlar, bunu kendinden başka bir şeyi, kendi olmayan'ı, Ben- olmayan'ı ("karşısav' ortaya koyarak yapabilir: "Ben, Ben-olmayan değilim." Bu aşamada Ben, yeni bir çelişkiye düşer: "Kendini hem evetler hem yadsır." Bu çelişki de bir bireşim ile çözülür: Ben, bedenin tinin bir görünüşü olduğunu düşündüğü kesin olsa da algılanmayan nesnelerin değergesi hakkındaki düşünceleri pek açık değildir. Hegel 'in felsefesi, bütün kavramların en soyutu ve en boşu "varlık"tan başlayarak düşüncenin a priori süreciyle tinsel yaşamın en yüksek mantıksal kategorilerine dek ulaşabileceğimizi göstermeye çalıştığı diyalektiğe dayanır. Bu uslamlama kipinin en ayırt edici özelliği üçlemeler halinde başlayıp aynı biçimde de sürüp gitmesidir. İlk önce uygun bir kavram alınır, tutarsızlığı onun karşıtıyla değiştirilmesine yol açsa da ikincisi de temelde benzer eksiklikler gösterir ve tek sağalnm yolu bu ikisinin iyi noktalarım bir üçüncü kavramda bireştirmektir. Çeşitli sorunları çözse ve bizi doğruya yaklaştırsa da bu bireşim de tutarsızlıklar gösterdiğinden yeni bir sav ve karşısav doğar ve ikisinin arasındaki çatışkı yeni bir bireşim tara8ndan çözülür. Bizler temel "saltık idea" kategorisine ulaşana ve bütün gerçekliğin tinin ifadesi olduğunu ispatlayana dek sav, karşısav ve bireşim üçlemesi süreci yoluna devam eder.

Hegel bu düşünce sürecini ya da düşünme yordamını hem mantıkta hem de etik ve siyasetin daha somut konularında başarıyla Inıllanır. Diyalektik yalnızca bir uslamlama olarak değil, düşüncenin ve uygarlığın gelişiminin bir açıklaması olarak da kavranır. Hegel 'de "saltık" tarih ve toplumsal kurumlar yoluyla kendini açığa vurur. Böylece bireysel hak ve değerler, toplumun ve devletin değerleri yanında ikincil kalır. Hegel'e göre "idea", us, tin ve diğer tüm varolanların temelinde bulunan ilkedir; varlik, bu idea'nın kendini açması, belli bir ereğe doğru gelişmesidir.

Fichte, Schelling ve Hegel farklı biçimlerle de olsa dünyanın ancak ve ancak uygun yeri zihin olan kavramların somut gerçekleşimi olduğu kavranarak anlaşılabileceğini savunurlar. Bu onları Kant'a bağlasa da, oalar ilgili kategorilerin niçin oldukları gibi olduklarını ve görünüşte farkli zihinler için ortak bir deneyim bütünlüğünün niçin söz konusu olduğunu açıklayarak-sonuçta dünya evrensel zihin ya da usun inşasıdır- Kant'ı aşmaya çalışırlar. Bu saltıkçı idealistlerden oldukça ayrı duran, yalnız ama etkili düşünür Arthur Schopenhauer ise "kendinde şeyleı"i kendisini bir öznenin nesnesi olarak gösteren tekil bir evrensel istencin boyudan olarak kavrayarak, kendinde şeyler alarurun doğasıru keşfettiğini iddia eder.

XIX. yüzyılın ikinci yansında Alman felsefeciler idealizmden uzaklaşırken, idealizmin temelde saltıkçı bir türü İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nde başat hale geldi. Bu dönemin en önemli özgün idealist felsefecileri arasında T. H. Green (1836-1882) ile F. H. Bradley (1846-1924) sayılabilir.

Green insan yaşamınıgelişiminin Darwin'in dogal ayıklanma kuramı aracılığıyla, hatta doğalcı bir biçimde bile açıklanamayacağına inanmaktadır. Green'e göre, insan yaşamının gelişiminin evrensel bir tinin yaşamının aşamalı bir açılişı olarak kavranması gerekir. Ne deneycilik ne de doğalcılık dünyanın bağlantıWığıru ve insan zihninin farkli zamanlardaki olaylan bütünsel bir tarihte birleştirmesini açıklayabilir. Bu yalnızca her birimizin onda vücud bulduğumuz tekil bir evrensel tinin (Tann'run) kendini dışavumıasıyla olanakhdır. Green şeylerin ancak zihinle bağlantıli olarak kavranabileceklerini öne sürmüş; Kant ve Hegel gibi düşüncenin algıdaki yeri üzerinde durmuştur.

Bradley ise Görünür ve Gerçklik'te (Appearance and Reality, 1893) bütün sıradan kavramlarımızuı, özellikle de "ilişki" kavramımızın, kendi içinde çelişkili olduğunu göstermeye çalışır. Yıne de beklenebileceği üzere bu tarutlama çabası Bradley'i kuşkuculuğa değil, bütün bu çelişkilerin ortadan kaldırıldığı yetkin bir düşüncenin, yani aşkınsal saltığın varolduğunu varsaymamız gerektiği sonucuna götürür. Bradley 'in bu düşüncesi iki temel sava dayanır: (çeşitli tarzları ve içerikleriyle deneyim dışında hiçbir şey I kavranabilir değildir (iı) farkli şeyler olarak betimlediğimiz şeyler daha yüksek bir birlikten soyutlamalar olarak kavranabilirler. Dolayısıyla Bradley 'e göre her şeyin rekil bir "kozmik deneyim"den soyutlamalar yoluyla çıkması gerekir.

Buna karşı, İngilizce konuşulan dünyanın birçok idealist düşünürü "birey ya da "kişi" kavramının saltık idealizm tarafından önemsizleştirilmesini engellemeye çatışmıştır. (Platoncu ve Hegelci idealizm anlayışlarının tersine çoğu idealist -Descartes ile Leibniz 'den çağdaş kişiselcilere değin- "kişi" ile "birey'in bilincini önemle vurgulamış; insanı değerler oluşturma yetisine sahip özgür, ahlâksal birimler olarak görmüştür.) Bunların arasında çokçu idealizmin oldukça bireyci bir biçimini savunan J. M. E. Mc- Taggart (1866-1925) adı daha bir öne çıkmaktadır. McTaggart'ın geliştirdiği idealizm biçimine göre, yüce kutsal zihin ya da salak söz konusu olmasa da, "gerçeklik" sayısız tinin olağanüstü bir uyumda birleşmesinden oluşur. McTaggart insan deneyiminin zaman ile kurduğu dolayımli ve doyurucu olmayan ilişkilerin hemen tümünün yalnızca görünüş olduğunu, gerçeklikte birbirlerini seven tinlerden başka bir şeyin söz konusu olmadığını, ölümsüz olduğumuzu ve zaman içerisindeki şeyleri deneyimlemeyi keserek zamansız doğamızı gerçekleştirmeyi istediğimizi ve bunun da kavrayabileceğimiz her şeyden daha büyük bir mutluluğa sahip olmayı gerektirdiğini savunur.

Son olarak Hegel 'in felsefe kalıtına sahip çıkarak felsefece düşünmenin tarihinde yer almaya hak kazanmış iki İtalyan idealist fılozofun adını anmamız yerinde olur: Benedetto Croce (1866-1952) ile Giovanni Gentile (1875-1944). (özellikle Croce ortaya koyduğu estetik kuramıyla "güzel felsefesi"nin son büyük fılozofu sayılmaktadır. Ana hatlarıyla resmetmeye çalıştığımız idealizmin bu "kaba" özetinin sonucunda, temel varsayımlarının şunlar olduklarını söyleyebiliriz. I-insanların gördüğü ve duyumsadığı doğa dünyası bir görünüşler dünyasıdır. Doğa dünyasının "içinde ya da dışında zihinsel güçler vardır. Evrenin yasaları, insanın zihinsel ve ahlâksal doğasının istemleriyle uyum içindedir ve insanda maddeye indirgenemeyen bir şeyin bulunması anlamında insan tinsel bir varlıktır. II- İnsan, yalnızca bilinçle olanı bilebilir. Dış dünyayı bilmek, dünyanın bir bakıma zihinsel ya t da zihne bağli olduğunu söylemek demektir. III-Tanrı, yaşam ilkesidir. Saltık’çı idealistler Tanrı,yı sonsuz ve tüm varlığın temeli olarak düşünür. İdealizme yöneltilen eleştirilerin çoğu terimcesinin belirsiz ve soyut olduğu ya da bilimsel bakış açısından yoksun olduğu konusuna odaklanmaktadır.

En temel eleştirilerden biri, idealistlerin nesnelerin ilineksel özellikleriyle zorunlu özelliklerini birbirine karıştırdıkları yönündedir. Gerçekçiler de `algılanmış olma'nın bir nesnenin ilineksel özelliği olduğunu söyleyerek, varoluşun usa bağımlı olduğunu ileri süren idealisfleri eleştirirler. Onlara göre, düşüncesine sahip olmadan bir nesneye gönderme yapamayacağımız savı, söz konusu nesnenin, algı eylemiyle değişime uğrasa bile, bir düşünce ya da ustan ayrı olarak var olmadığı anlamına gelmez. Idealizm, salt düşünce ile varliğı, çevreyle bu çevreye ilişkin düşünen usu özdeşleştirme yanlişına düşmektedir Özetle, `Us'un doğanın dışına ya da ötesine yerleşip yerleşmediği (saltık idealizm) ; doğayı kapsayan bir güç olup olmadığı (kosmik idealizm) ; insanların kolektif toplumsal uslarının oluşturup oluşmadığı (toplumsal idealizm) ; bireysel usların bir toplamı olup olmadığı (kişiselci idealizm) sorularının her biri tartışmalidır; tartışılmıştır, tartışılacaktır. Süreç içerisinde idealist kuramın daha az gösterişli yorumları öne çıkarken, öte yanda son zamanlarda hemen hemen tüm idealistler, kuramlarında `us'u toplumsal kaynaklarla donanımlı ayrı bireysel uslar olarak yorumlamaktadırlar. Günümüzde kendilerini tam anlamıyla "idealist" olarak adlandıran felsefecilere rastlamak epeyce güçtür. Aslında fıziksel nesnelerin deneyimden ve düşünceden bağımsız olarak varolan kendilikler olarak kavranması gerektiği görüşünü yadsıyan birçok felsefeci bulunmaktadır. Ancak bu felsefeciler, başka açılardan idealist düşünceden ayrıldıklarından ötürü, onları "idealist" diye nitelemek pek olanaklı görünmemektedir. Bu Eelsefeciler kuramlarım deneyci bilgi kuramında temellendirmekte ve metafıziği reddetmektedirler.

Kaynak: Felsefe Sözlüğü- Bilim ve Sanat Yayınları

Idealizm Nedir?

Ruh maddeyi yaratır

Bu, idealist felsefenin ilk biçimidir ve evrenin ruh tarafından yaratıldığını kabul eden bütün dinlerde kendini gösterir.

Evren, düşüncemizin dışında var olamaz

İşte özelliklerin ancak zihnimizde var olduklarını, ve böyleyken onları şeylerin kendilerine atfetmekle yanılgıya düştüğümüzü kabul eden idealistlerin ispatlamaya çalıştığı şey budur. İdealistler için, şu masa ve sıralar vardır elbette, ama sadece düşüncemizde. Çünkü şeyleri yaratan fikirlerimizdir.

Başka bir deyişle, düşüncemizin yansısıdır şeyler. Gerçekten de, madem ki zihnimiz tarafından yaratılmaktadır bizdeki madde fiksiyonu, madem ki madde kavramı zihnimiz tarafından bize verilmektedir; ve madem ki şeylerden aldığımız duyunun nedeni düşüncemizdir, öyleyse bizi çevreleyen şeylerin hiçbirinin bizim zihnimizin dışında bir varlığı yoktur. Ve de bunlar, düşüncemizin yansıları olmaktan öteye geçemezler.

Demek oluyor ki, ruhumuzun yaratıcısı olan ve bize evren hakkındaki bütün fikirleri empoze eden daha üstün bir ruh vardır. Buysa, kendiliğinden de anlaşılabileceği gibi Tanrıdır.
 

rainbow64

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Şub 2010
Mesajlar
331
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
36
içeriğin temeline düşünmek yatan bu felsefe aslında nerdeyse felsefeye kaynaklık eden bir akımdır . Düşünmeyle başlayan felsede akım olarak ilk adımını idea yani düşünceyle atmıştır.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Öznel İdealizm

Varlığı kişisel bilince indirgeyen öğretilerin genel adı…Özne idealizm (subjektif idealizm) dış dünyadaki bütün varlıkları bireyin bilincine indirger. Bu açıdan öznel idealizm, varlıkları genel bilince indirgeyen nesnel idealizmle (objektif idealizm) saltık bilince indirgeyen saltık idealizm (mutlak idealizm) arasında yer alır. Nesneleri açıkça kişisel bilincin ürünü sayan öğretiler bulunduğu gibi, bunu kapalı bir biçimde yapan öğretiler de vardır. Açık öznel idealizme immateryalizm; kapalı öznel idealizme pozitivizm, personalizm, egzistansiyalizm gibi öğretiler örnek gösterilebilirler. Öznel idealizm, zorunlu olarak tek benciliğe (solipsizm) varır. Çünkü bütün varlıklar kişinin bilincine indirgendiğine göre kişi, kendinden başka her şeyin tek ölçüsü olmak durumundadır. Buysa tekben’in kendinden başka her şeyin tek ölçüsü olmak durumundadır. Buysa tekben’in kendinden başka bütün ben’leri zorunlu olarak yadsıması demektir. Öznel idealizmin en açık örneği olan maddesizci Berkeley’e göre madde diye bir şey yoktur, nesneleri varlıklaştıran kişinin bilincidir. Kırmızı bir kumaşın kırmızılığı, kumaşta değil, kişinin gözünde ve bilincindedir. Çünkü sarılık hastalığına tutulanlar o kumaşı sarı renkli görürler. Berkeley, bu konuda şöyle demektedir: “””Onları gördüğümüz ve dokunduğumuz için nesnelerin var olduklarını sanıyoruz. Oysa duyumlarımız aklımızdaki düşüncelerden başka bir şey değildirler. Düşünceler ise aklımızın dışında ve ötesinde var olamazlar. Belli bir renk, bir biçim, bir koku, bir tat gözleriz. Kafamız bütün bunları birleştirerek elma adında bir nesne yapar; gerçekteyse elma ağaçta değil bilincimizdedir, çünkü onu bilincimiz var etmiştir…””””öznel idealizmin belli örneklerinden biri de Alman düşünürü Johann Gottlieb Fitche’nin öğretisidir. Fitche öğretisi, Almna düşünürü Immanuel Kant’a bir tepki olarak ileri sürülmüştür. Fitche’ye göre Kant’ın düşünenle düşünülen (numen ve fenomen)ikiliği bir kuruntudur. Düşünen de düşünülen gibi tek düşüncenin ürünüdür. Ben olmasaydı ben dışı da olmazdı. Bensiz hiç bir şey var olamaz. Ben dışını yaratarak da beni sınırlayan da gene ben’den başkası değildir. Ben’i kaldırınız, evren de yok olur. Bütün görünenler, objeler, maddeler, sınırlar hep aklın yaratısıdır. Tek yaratıcı akıldır, bendir. Fitche bu konuda şöyle demektedir: “”””ben olmayandan (obje) yola çıkarsam, ben olmayanın içinde nasıl olup da bir ben (suje) bulunduğunu açıklamam gerekir. Oysa bunu hiçbir zaman açıklayamam. Çünkü bu bilinemez. Tersine, benden yola çıkarsam bütün ben olmayanları açıklayabilirim. Ben olmayanın beni nasıl düşündüğünü bilemem ama, benim ben olmayanları nasıl düşündüğüm pek açıktır…”””” Her bilme, bir eylemle başlar. Ben, ben olmayanı kavrayabilmek için bir eylemde bulunacak, önce kendini ortaya koyacaktır. Benin kendi kendini düşünmesi bile bir eylemde bulunmasıdır. Hiçbir eylemde bulunmayan ben, ben olamaz. Öyleyse ben, ben olabilmek için, bir ödevi yerine getirmeliyim. Bu ödev her şeyden önce benliğimi ortaya koyma ödevimdir.

Orhan Hançerlioğlu Felsefe Sözlüğünden..
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
Cevap: Öznel İdealizm

bu anlayışın kökenleri, sofistlerdedir... onlar, ''panton metron antrapos'' dediler; ama ben onları ve hatta piskopos'u da geçtim ve neredeyse, ''panton metron (evrensel-insan)'' diyesim geliyor...
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Cevap: Öznel İdealizm

bu anlayışın kökenleri, sofistlerdedir... onlar, ''panton metron antrapos'' dediler; ama ben onları ve hatta piskopos'u da geçtim ve neredeyse, ''panton metron (evrensel-insan)'' diyesim geliyor...

Demeseydin sasardim. Sonucta beynin ufku metafizik ile sinirli kalirsa ve dile gelenler kendi inandigin dogrulara uymazsa, demen gayet dogal.

Yoksa akil rahat edemiyor, illa kendince bir etiket bulacak.

O yuzden de sizlerin ufkunuzun elverdigi sekilde ve sartlanmisligin getirdigi temelde yaptiginiz bu benzetmeler, nedense beni hic sasirtmiyor. Cunku kurulu plak gibi, ayni ufuk sinirliligi ve ayni sartlanmislik hep ayni plagi caliyor. Bunu mesajlara gelen duygusal ve akilci temeldeki tesekkur mesajlarindan da algilamak mumkun.

Hatta bu o kadar net gozlem veriyorki, hangi konu ve kavramda; kimin hep ayni plagi caldigini ayni ufuk sinirliligini lakap lakap olarak siralayabilirim.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
Cevap: Öznel İdealizm

oldu olacak, sıralayın gitsin... evet, akıl dediğiniz, o çok sevdiğiniz könisberglinin deyişiyle : hüküm melekesidir ve duyular aracılığıyla algıladığını, bilincin (zeka, bellek, vb.) diğer ögelerinden de yararlanarak, düşünce süreci aracılığıyla bir hükme, bir yargıya bağlamadan rahat edemez... acaba kim ''kurulu plak gibi'' her türlü konuyu/ tartışmayı (ilgili ilgisiz olduğuna bakmadan) evrensel tarafından çarpıtılamadan önceki orjinal haliyle ''ding an sich'' kavramına bağlayarak, çürütüyor... hangimiz könisbergliye tapınıyor...
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Cevap: Öznel İdealizm

oldu olacak, sıralayın gitsin... evet, akıl dediğiniz, o çok sevdiğiniz könisberglinin deyişiyle : hüküm melekesidir ve duyular aracılığıyla algıladığını, bilincin (zeka, bellek, vb.) diğer ögelerinden de yararlanarak, düşünce süreci aracılığıyla bir hükme, bir yargıya bağlamadan rahat edemez... acaba kim ''kurulu plak gibi'' her türlü konuyu/ tartışmayı (ilgili ilgisiz olduğuna bakmadan) evrensel tarafından çarpıtılamadan önceki orjinal haliyle ''ding an sich'' kavramına bağlayarak, çürütüyor... hangimiz könisbergliye tapınıyor...

Sizi rahatlatacak yanit ne ise, siz benim adima onu verin. Boylece polemige de girmemis oluruz.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
Cevap: Öznel İdealizm

sürekli olarak gerçekliğin bir parçası olan ''nesne'' ile, onun kendisini dışavurumu anlamına gelen ''fenomeni'' ve insan bilincindeki ''nesnenin bilgisini'' birbirine karıştırıyorsunuz...; ı.kant'ın 'ding an sich' dediği ve asla bilinemez olarak ilan ettiği 'kendinde şey' i yani nesnenin kendini dışa vurmayan özünü ifade eden, noumenon (numen) kavramını (bilinç) yerine kullanarak hem nesnenin, hem fenomenin hem de nesnenin bilgisinin karşısına koyuyorsunuz... kavramlar, yalnız felsefenin değil ama aynı zamanda insan bilincinin de araçları olduğu için, önemlidir...
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Cevap: Öznel İdealizm

sürekli olarak gerçekliğin bir parçası olan ''nesne'' ile, onun kendisini dışavurumu anlamına gelen ''fenomeni'' ve insan bilincindeki ''nesnenin bilgisini'' birbirine karıştırıyorsunuz...; ı.kant'ın 'ding an sich' dediği ve asla bilinemez olarak ilan ettiği 'kendinde şey' i yani nesnenin kendini dışa vurmayan özünü ifade eden, noumenon (numen) kavramını (bilinç) yerine kullanarak hem nesnenin, hem fenomenin hem de nesnenin bilgisinin karşısına koyuyorsunuz... kavramlar, yalnız felsefenin değil ama aynı zamanda insan bilincinin de araçları olduğu için, önemlidir...

Evet sizin alginizda "karistiriyorumdur/koyuyorumdur" dedim ya sizlerin bana ihtiyaciniz yok. Ne yazdigimi sizler bir guzel kendi alginizla, degerlendiriyorsunuz.

Yalniz "benim verdigim algi bu mu?" diye sorarsan, maalesef "bu degil" derim.

Cunku ben bu sitede numeni yeteri kadar ve farkli basliklarda Kant'tan bu yana olan gelisimini acikladim.

O yuzden Kant'in tanrisina bahsettigi numenin anlam ve icerigi ile, benim dile getirdigimin uzaktan yakindan bir ilgisi yok. Ama dedim ya siz verileni algilamak yerine, kendi anladiginiz gibi yorumluyor ve bir de lakabim adina konusuyorsunuz.

Ne yapalim "alismis kudurmustan beterdir."
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
Cevap: Öznel İdealizm

sizin algınızda kudurmuşdan beter olduğumu görmek/okumak/ algılamak, benim için hüzün vericidir... ama sabah kalkıp işe gitmeme sadece üç saat kaldı, sonra devam etmek üzere iyi geceler diliyorum...
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Cevap: Öznel İdealizm

sizin algınızda kudurmuşdan beter olduğumu görmek/okumak/ algılamak, benim için hüzün vericidir... ama sabah kalkıp işe gitmeme sadece üç saat kaldı, sonra devam etmek üzere iyi geceler diliyorum...

Lakabim adina yorum yapmak yerine, denileni algilayamadiginizi lakabima sorsaniz; hic bunlar olmayacak. Ben en azindan okudugumu yorumlamak yerine, sorular ile verilenin ne oldugunu algilamaya calisiyorum.

Bu olmadigi zaman, tek tarafli bir degerlendirme oluyor. Eger ben de buna katilirsam, iste boyle istenmeyen polemikler ortaya cikiyor.

Cogu zaman katilmamaya gayret ediyorum, ama bazan hakkimi korumak ve cevap hakkini kullanmak istegi agir basiyor.
 

İpar

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
22 Tem 2012
Mesajlar
33
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Diyalektik İdealizm

Hegel’in idealizmine diyalektik idealizm denir.

Hegel tarihin ve düşüncenin diyalektik bir süreç içinde geliştiğini savunmuş dinden siyasete mantıktan estetiğe kadar bütün alanlar için geçerli gördüğü bu sürecin Mutlak Tin’e ya da zihne (geist) varılmasıyla son bulacağını ileri sürmüştür. Düşüncenin özünde gerçeğin ancak bir bütün olarak kavranabileceği yatar. Diyalektik görünürdeki bütün farklılıkların birliğe kavuştuğu metafizik bir süreç “mutlak” ise var olan her şeyi kendinde toplayandır.

Varlığın diyalektik gelişim süreci Hegel’in tin ya da zihin bazen de idea dediği Geist’ın kendini belli bir amaca doğru geliştirmesi özgürleşmesi sürecidir.Bu süreç içinde “idea” diyalektiğin üçlü aşamasından geçer.İlk aşamada “idea” kendi içindedir ve henüz bir olanaktır. Kendini gerçekleştirmesi için ikinci bir alan gerekir bu da doğadır. Ama “idea” doğada kendi özüne aykırı bir duruma düşer kendine yabancılaşır. Bu aykırılıktan üçüncü aşama olan kültür dünyasında kurtulabilir.


Doğada “idea”yı yönlendiren yasa olan zorunluluğun yerini üçüncü aşamada özgürlük alır; özgürlük tinin devlet sanatfelsefe ve din gibi bireylerin üstündeki bazı kurumlarda ve o kurumlarla kendini gerçekleştirmesidir. Bu son aşamada da tin üç basamak içinde kendini geliştirir. İlk basamak “öznel tin” dir ve tek tek insanların yaşamındaki henüz tamamlanmamış idedir. İkinci basamak “nesnel tin”dir ve burada kendini toplum tarih devlet olarak gerçekleştirir. Üçüncü basamak ise “mutlak tin” dir ve burada tam bilincine ulaşarak kendini sanat din ve felsefe ile ölümsüz kılar.

Diyalektik idealizm yani Hegelci diyalektik nesneleri soyutlayarak her birini kendi başına ve değişmez özellikleri olan birimler olarak gören “metafizik” düşünce biçiminin tersine nesneleri hareket ve değişimleri karşılıklı ilişkileri ve etkileşimleri içinde ele alır. Her şey sürekli bir oluş ve yok oluş süreci içindedir.

Bu süreç içinde hiçbir şey sürekli değildir; her şey değişir ve yerini başka bir şeye bırakır. Bütün şeyler çelişkili yanlar ya da yönler içerir. Bu yönler arasındaki çatışma değişimin itici gücüdür ve sonunda şeylerin değişime uğramasına ya da ortadan kalkmasına yol açar. Hegel değişme ve gelişmeyi doğada ve toplumda somutlaşan “mutlak tin”in ya da ideanın bir dışavurumu olarak görür.


Alıntı
 

ideaswonderland

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
18 Tem 2012
Mesajlar
37
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
28
Cevap: Diyalektik İdealizm

Idealizmin doruk noktalarından biridir. Birçok felsefeye ilham kaynağı olmuştur. Hatta Karl Marx ın çıkış noktalarından biridir.
 

ideaswonderland

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
18 Tem 2012
Mesajlar
37
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
28
Cevap: Diyalektik İdealizm

Ve ben hala geliştirilebileceğini düşünüyorum. Özellikle geist konusu tartışmaya açık bir konu.
 

İpar

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
22 Tem 2012
Mesajlar
33
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Cevap: Diyalektik İdealizm

Yorumlarınız ve paylaşımınız için teşekkürler.
Hegel'deki rasyonel metafizik düşünce tarihinde büyük bir evre,haklısınız..
Gerek diyalektik yöntem, gerekse idealizm onunla bir basamak katetmiştir
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
evrende her şey düşüncedir demekle evrende her şey maddedir demek arasında hiç bir değişme-bir fark görmüyoruz bu durumda ne olur, kim oluruz ya da

her şey sestir
her şey ışıktır
her şey atomdur
her şey bir diğerdir ya da aynısıdır biridir ya da bir diğeridir ve birinin diğeri- birbiri ve aynısı ve bir diğeridir
ya da

ve tinsel olmak -burada bizim ölçütümüz örneğin- varoluşu daha eterik/akışkan ve uçucu ve katısız düşünmek iyidir önermesi -geliş zaman için-

madde serttir ve düş uçucudur her şeye özdeşleştirmek ama algı olarak
farklı varoluş biçimleri türetmek
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
evrende her şey düşüncedir demekle evrende her şey maddedir demek arasında hiç bir değişme-bir fark görmüyoruz bu durumda ne olur, kim oluruz ya da

her şey sestir
her şey ışıktır
her şey atomdur
her şey bir diğerdir ya da aynısıdır biridir ya da bir diğeridir ve birinin diğeri- birbiri ve aynısı ve bir diğeridir
ya da

ve tinsel olmak -burada bizim ölçütümüz örneğin- varoluşu daha eterik/akışkan ve uçucu ve katısız düşünmek iyidir önermesi -geliş zaman için-

madde serttir ve düş uçucudur her şeye özdeşleştirmek ama algı olarak
farklı varoluş biçimleri türetmek

Fark sadece aklin hangi temele kendini inandirdiginda ve hangi temeli varlik olarak kendine dogruladiginda.

O yuzden varliksal temel ve taban tartismasinin metafizik monizmi ve dualizmi sadece indirgemeci ve determinist bir cikmaz ve kisir dongudur.

Ustelik bu kisir dongulu tartismayi yapan insanoglunda her iki taban ve temel de zaten vardir.

Birinin digerini Kabul etmemesi ise sadece mantik disidir.

Ustelikher ikisi de pozitivizmi algilayamaz.

Dolayisi ile kavrami.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
yav yemişim pozitivizmi dicem ama alınma bana ne' ki
ben varoluşu uçan-uçuşan bir balon gibi düşünüyorum
düşünmeyi yeğlerim ya da -farketmez ki
siz öyle -
katılık bir algıdır değil mi?
bu sizin geçerli
siz farkındasınız
ama katıyı katı algılamak (ve gerçekten katı sanmak) ve değişmez algılamak ve herşeyi katı sanmak diye bi şey de var-vardır-olmalı değil mi?

bir bilgisayar oyunu grafiğinin gerçek olduğunu ve bir oyun içinde algı canlandığını düşünelim -ki bize göre gerçektir;
bize göre akışkandır ve geçişken ve sert değidir- sadece görüntüdür;
gerçeklik böyledir
dört boyutlu yapı -varsa- bizi akışkan ve geçişken izler
herkes bunun farkında mı?
bu kavramlar kaçbinyıllık sorarım size şimdi ve bunlar biliniyor muydu diyorum ben
-daha dünyanın dönüşünü dün algıladık gerçekte yuvarlaklığını ve herşeyinde --ve ikiboyutluluk ve diklik kavramı yeni yıkıldı-
katı katı algılanmamalı bazen ve algı bükülmeli
ve tin kavramı ve diğer uçuşkan kavramlar bunu sağlıyor (berlki-nedir)
niye uğraşıp durayım onlarla diyeyim ben de
farklı ve üst aşamalı bir (örneğin dört yoğun bir gerçek kurgusu/unsuru düşünün) gerçeklikte ya da başka bir gerçeklik kurgusu ve olgusunda bu yapı değişebilir
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
hayır madde kendine göre katı mıdır?
iki boyutluluk bize göre bir çizime ve grafiğe göre yansırsa ne olur ya da
atom altına indiğimiz de ne olur? sadece enerji ve ceryan mı görürüz diyorum ben
varolan her şeyi bir kezde enerji olarak düşünün ya da farklı diyorum ben ne var bunda

"tüm gerçeği bir kez dalgalı ve saydam" düşünün ve yerle bir edin onu ve biz de izleyelim sizi burdan şimdi
boşluğu titreşen dalgalarla- gerçek etki-the paradoks ve the kelebek-

gerçeğin ne olduğunu açıklamak saçmalık
gerçeğin ne olduğu kimin umrunda benim uçuşumda uçuş umurumda ön koltukta yüzüşkenli
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst