Hun Türkleri'nin tarihinden bir kesit.

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Tarih Kulübü kategorisinde Prens Ernak tarafından oluşturulan Hun Türkleri'nin tarihinden bir kesit. başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 316 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Tarih Kulübü
Konu Başlığı Hun Türkleri'nin tarihinden bir kesit.
Konbuyu başlatan Prens Ernak
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Prens Ernak

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
Mete’nin orduda onlu sistemi tatbik etmek suretiyle toplumdaki kabilecilik gayretlerini kırıp devlete milli bir karakter kazandırmasından on yıllar sonra m.ö. 55’de Asya Hun Devleti ikiye ayrıldı:İktisadi darlık ve askeri güçsüzlüğü gerekçe gösteren Tanhu Hohonyeh Toyda Çin himayesine girilmesini teklif etmiş, bu teklif kardeşi Çiçi ve taraftarlarınca “gülünç ve utanç verici” ve kendilerinden ülkenin devralındığı atalarına karşı hürmetsizlik olarak telakki edilmişti. Kardeşler arasında baş gösteren mücadeleyi kazanıp Tanhu olan Çiçi hükümetinin Kuzey Moğolistan’daki ağırlık merkezini etrafını surlarla çevirerek bir şehir inşa ettiği Çu-Talas nehirleri arasına nakletti; fakat Çiçi’nin hâkimiyeti uzun sürmedi. Çinliler Hun başkentini tamamıyla tahrip etti.(M.Ö. 36) Başkentte hayrete değer bir mücadele yapılmış sokaklarda kanlı savaşlar verilmiş, hatta Tanhuluk sarayı içinde oda oda çarpışılmış ve Çiçi, oğlu ve hatunlar dâhil saray mensuplarından 1518 kişi ellerinde kılıç devletleri uğruna hayatlarını feda etmişlerdir. Asya’da Hun devletleri birer birer inkıraza uğrarken Hunlar’ın bir kısmı İtil-Kuma nehirleri mecrasından toplanmaya başlamışlardı. Geçen 400 yılda İtil boyundaki otlaklar Hunlar’a dar gelmeye başlamıştı,370’li yıllara gelindiğinde Hunlar’a enerjik ve cesur başbuğların nezaret ettiği muhakkak, işte bu başbuğlardan biri olan ve muhtemelen aşina sülalesine mensup(Türkler’de kutlu sülalelerden biri) Balamir öncülüğünde Hunlar İtil Nehrini geçtiler(370-375). Karadeniz’in kuzeyinde bir devlet kurmuş olan Ostrogotları(Almanlar) ve Vizigotlar mağlup edip devletlerini yıktılar.Hunlar’ın artık Orta Avrupa’da görüldüğü 5.yüzyılın başında yine aşina sülalesinden gelen aileye mensup başbuğların Hun kabilelerini birleştirerek kuvvetli bir devlet düzeni kurmaya muvaffak oldukları görülüyor.

… 451 başlarında Orta Macaristan’dan batıya harekete geçen Hun kuvvetlerinin mevcudu 80-100 bini Türk, bir o kadarı da yardımcı Germen ve Slav olmak üzere 200 bin kişi civarında idi. Hun orduları Mart ayı ortalarına doğru Ren nehrini üç koldan aşarak Galya’ya girdiği sırada, İtalya’dan yola çıktıktan sonra Hun düşmanı “barbar”ların sağladığı takviyeler ile sayısı yine 200 bine yükselen Aetius kumandasındaki Roma ordusu Galya’da kuzeye doğru hızla ilerliyor; Hun orduları Mettis’i ve Durocortorum’u zapt ederek Paris yakınındaki Aurelianum şehrine ulaştığı zaman, Aetius ’da oraya yetişmiş bulunuyordu. Fakat karşılaşma Atilla’nın Türk taktiğine daha uygun gördüğü Katalaunum (veya Campus Mauriacus veya Katalon)’da oldu (20 Haziran 451). Batı dünyasının iki yarısının birbirinin üzerine yüklendiği, nihayet 24 saat süren ve iki tarafın çok ağır kayıplar verdiği(Jordanes’e göre 165 bin ölü) muhakkak olan bu büyük savaşta kimin galip geldiği hala münakaşa edilmektedir. Avrupalı tarihçiler, tâ A.Thierry’den beri (1856) Atilla’nın yenildiğini söylerler ve buna Roma kuvvetlerinin imha edilmeden Atilla’nın çekildiğini delil gösterirler. Ancak son araştırmalar meseleye biraz daha ışık tutmuş görünmektedir: Anlaşılmıştır ki savaş gününün akşamı Roma ordusu dağılmış, birlikleri arasında irtibatı kaybeden başkomutan Aetius bile yanlışlıkla düştüğü hun kıtaları arasından güçlükle kurtulmuş, ertesi gün erken saatlerde, Roma’ya bağlı Batı Got ordusu, savaşta ölen kral Theodorikh’in oğlu Thorismund idaresinde, muharebe meydanından uzaklaşmış, ağır kayıplara uğrayan Frank ordusu da onları takip etmişti. Ayrıca bu savaşta Atilla’nın da gayesine ulaştığı aşikârdı. Batı’yı hâkimiyetine alabilmek için Roma İmparatorluğu’nun asker ve insan deposu durumunda olan Galya barbarlarını saf dışı etmek isteği ile önce Galya’ya yürümüş olan Atilla, Roma’nın bu tabi müttefiklerinin savaş gücünü kırarak Roma'yı desteksiz bırakmaya muvaffak olmuştu. Ünlü Aetius ’un Roma’da gözden düşmesi bunun neticesiydi. Ordularını Galya ortasından oldukça sağlam ve disiplin içinde 20 gün kadar bir zamanda kendi başkenti bölgesine getirebilen Atilla kudret ve “korkunçluğunu” muhafaza ettiğine göre Kampus Mauriakus’ta Roma imparatorluğunun ne kazandığı, o sırada Roma’da sık sık sorulan suallerdendi. Nitekim daha bir yıl geçmeden Atilla İtalya seferine başladığı zaman Roma’nın Hunlar’a karşı çıkaracak kuvveti kalmamıştı. Hadiselere çağdaş Prosper Tiro(Papa Leo I in kâtibi) nun kaydettiğine göre Aetius mukavemet imkânsızlığı dolayısıyla, imparator Valentinianus’un İtalya’dan ayrılmasını tavsiye etmekte idi.

Attila 452 baharında çekirdeğini süvari kuvvetlerinin teşkil ettiği 100 bin kişilik ordusunu Julia Alpleri’nden geçirerek bugünkü Venedik düzlüğüne indirdi. Oradaki meşhur Aquileia kalesini zaptettikten sonra Po Ovası’na girdi. Aemillia bölgesini işgale başlayıp Roma İmparatorluğu’nun o zamanki başkenti Ravenna’yı tehdit etmesi meselenin nihayete erdirilmesine kâfi geldi. Roma sarayı endişeli, halk telaşlı, senato ne olursa olsun barış yapmak kararında idi. Kilise de bu arzuya katıldı. Süratle bir heyet hazırlandı. Hitabeti ile meşhur Papa Leo I (“Büyük Leo”) başkanlığında konsül G. Avianus ve eski “praefecture” Trygetius’dan kurulu bu heyet, Mincio Irmağı’nın Po Nehri’ne döküldüğü düzlükte ordugâhını kurmuş olan Atilla tarafından kabul edildi (452 Temmuz ortası). Papa, imparator ve bütün Hristiyan dünyası adına, büyük Türk başbuğundan Roma’yı esirgemesini rica etti. Beş yıl kadar önce kahir bir kuvvetle Çekmece ’ye kadar geldiği halde nasıl İstanbul’u tahrip etmekten kaçınmış ise Papa’nın ağzından Roma’nın teslim olduğunu öğrendikten sonra bu eski medeniyet merkezini korumayı da vazife sayan Atilla, muzaffer ordusu ile başkentine dönerken, şüphesiz tıpkı Bizans gibi, Batı Roma İmparatorluğu’nun da kendi iradesine bağlandığı kanaatinde idi. Priskos’un, 448’de Hun başkentinde Batı Roma elçisi Romulus’dan duyurarak belirttiği üzere şimdi sıra Ortadoğu’daki Sasanilerde idi. Oranın da himayeye alınması ile “dünya hâkimiyeti” gerçekleşecekti; fakat bu Atilla’ya nasip olmadı. İtalya seferinden dönüşte rivayete göre Alman prensesi ile evlendiği günün gecesinde prenses tarafından zehirlenmiş ve ağzından burnundan kan boşalmak suretiyle ölmüştür(453). Yaşı 60 civarında idi.

Atilla milletlerin hafızalarında ölümsüzlüğe ulaşmış tarihin nadir simalarından biridir. Hatırası etrafından İtalya’da Galya’da Germen memleketlerinde, Britanya’da İskandinavya’da ve bütün Orta Avrupa’da asırlarca ağızdan ağıza dolaşan efsaneler türemiş, romancılara, ressamlara, heykeltıraşlara konu olmuş, hakkında en çok kitap yazılan şahsiyetlerden biri durumuna yükselmiş, tiyatro yazarlarına, kompozitörlere ilham vermiş, adına bir düzineye yakın opera bestelenmiştir. Son yarım asırda yapılan tarafsız tarih araştırmaları onun Hristiyan Ortaçağı’nın taassup kokulu uydurmaları ile ilgisi bulunmadığını, Nibelungen (Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücadelelerinden meydana gelir. Bu hikâyelerde Attila, Etzel adında büyük otoriteye sahip, barışsever ve yalnız asilere karşı kılıç kuşanan asil ruhlu bir hükümdardır.) destanları başta olmak üzere, çağdaşı kayıtları onu iyiliksever, babacan, çok yüksek vasıfta bir hükümdar olarak tanıdığını ortaya koymuştur.

Attila’nın ölümünden sonra, hatunu Arıg-kan’dan doğan üç oğlu; sırasıyla İlek, Dengizik, İrnek babalarının yerini tutamadılar. İmparator olan İlek ayaklanan Germen kavimleri ile yaptığı Nedao (Avusturya’da) savaşında hayatını kaybetti (454). Çok cesur fakat siyasi zekâdan mahrum Dengizik imparatorluk birliğini yeniden kurmak için neticesiz mücadeleler içinde çırpına çırpına nihayet bir Bizanslı’nın kılıcı ile can verdi (469). İrnek ise büyük kardeşlerinin ölümünden sonra artık Orta Avrupa’da tutunmanın zorluğunu anlayarak savaşlarda yorgun düşen Hunlar’ın büyük kısmı ile Karadeniz’in batı kıyılarına döndü.

İrnek idaresindeki Hunlar’ın, önce Güney Rusya düzlüklerinde görünen, sonra Balkanlar’da ve Orta Avrupa’da birer devlet kuran Bulgarlar ile Macarlar’ın teşekkülünde büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Tarihi kayıtlarda Bulgar- Türk Devleti’nin hükümdar ailesi olan Dulo(Duolo) sülalesine mensup gösterilen İrnek, Macar geleneklerinde, Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada yerleştiren Arpad hanedanı tarafından ata tanınmaktadır.(Yazı Derlemedir)

Hun imparatoru, kendisini bizzat gören Bizans tarihçisi Priskos'un tasvirine de uygun olarak, kısa boylu, hafif çekik gözlü ve yanık tenli olarak resmedilmiştir.
Atli.jpg
 
Son düzenleme:
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst