Hücre Aile Ulus Konuya Genel giriş

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde turko29 tarafından oluşturulan Hücre Aile Ulus Konuya Genel giriş başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 959 kez görüntülenmiş, 3 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Hücre Aile Ulus Konuya Genel giriş
Konbuyu başlatan turko29
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan UpBot

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
Hücre dediğimizde ilk akla gelen hapishanelerdeki tecritli küçük odalar olacaktır, konumuzla hiç ilintisi yok gibi görünse de, özüne indiğimizde ilinti kurabileceğimizi de biliyoruz. Bizim işleyeceğimiz yönü, canlı yaşamının oluşumunun bir anlamda da tohumunu oluşturan en küçük canlı organizma olması halidir. Hücrenin incelenmesi neden önemlidir diye sorabiliriz, yada inceleme nedir, ne amaç güdeceğiz diye de, şunu unutmamalıyız, amaç, gerekli gördüğünüz bir ihtiyacın ortaya çıkması ile başlar, amacımız kitabım isminde durması nedeniyle bunun detaylarına girmeden, inceleme ile ilgili sözlüksel tanımla başlayalım.
İnceleme “ İng. study 1. Ele alınan bir konu ya da olayın özelliklerini ve ayrıntılarını inceden inceye anlamaya çalışmak, ilgili yasa ve kuralları ortaya çıkarmak ve birtakım sonuçlar elde etmek için yapılan yöntemli çalışma.”*

İnceleme kavramının, sözlüksel anlamın içerisine girdiğimizde, hüküm verme değil bilimsel yollarla mevcut durumun ortaya çıkarılarak sunum oluşturma olduğunu görüyoruz. Peki neden sözlüksel açıklamalara sık sık baş vurmak zorundayız, bununda açıklamasını yine sözlük tanımının içerisinde olduğunu göreceğiz.

sözlük İng. dictionary
“Bir dildeki kelimeleri esas alarak, onların temel anlamlarını, kazandıkları yan anlamlar ile başka kelimelerle kurdukları ifadelerdeki anlam inceliklerini, değişik kullanımlarını, deyimlerini gösteren ve o dilin bütün söz varlığını içine alan kitap.”*

Yine bu tanımın da sözlük kavramının içerisine girdiğimizde, konumuzun içerisinde de sık sık karşılaşacağımız gibi, bilgi alış verişinde bilginin algılanabilip, diğer bilgilerle bağdaşlığını koparmadan, değerlendirilebilinmesi ve sürekliliğin devamı için uyum zorunluluğundan kaynaklanmakta olduğunu göreceğiz, bir birimizi anlayabilmek için kavramlarda ortak mutabakat tanımlamalarına ihtiyaç duyduğumuzdandır, bu konu ilerledikçe, tek hücrelilikten çok hücreliliğe geçişte, farklı bir biçimde karşımıza çıktığında, farklı çağrışımlara neden olacağını göreceğiz.

Bilgi:
“nesnenin kendisinden başlar. Duyularla algılanır. İnsan bilincinde çeşitli soyutlamalara ve bireşimlere uğrar. Kavramlaşır, ulamlaşır, yasalaşır. Sonra yeniden doğaya, nesneye döner ve kendini pratikte denetler, doğrular. İnsan bilincinde kavramlaşan, ulamlaşan, yasalaşan yansı yeniden doğaya dönerek pratikte doğrulanmadıkça bilgi olmaz.”
“…Bilgi, her zaman tam’lığın doğrultusunda ilerleyen eksik ve tamamlanmamış bir süreçtir.”
“…doğa sonsuz olduğu içindir ki bilgi sürecide sonsuzdur.”
“…ilkin o insan pratik’iyle üretilir. Bu üretme iki aşamada gerçekleşir. Her ikiside pratikte temellenmiş olarak birinci aşama duyumsal aşama, ikinci aşama mantıksal aşama’dır. Bilgi üretiminin denetimi de gene pratiğe dönüp bilgiyi doğrulamakla yapılır. Bilgi süreci böylelikle tamamlanır. ‘canlı algılamadan soyut düşünceye ve buradan pratiğe: İşte gerçeği tanımanın, bilgi edinmenin diyalektik yolu budur.’” Felsefe Sözlüğü O.Hançerlioğlu sf;30

Buraya kadar olan kısımda basite indirgenmiş bir örneklemeyle gidecek olursak, masanın üzerine konmuş siyah bir nesnenin üzerindeki, siyah rengi herkes aynı siyah olarak mı görür, sorusunun arasında, renk algısının ne olduğu ve oluşum aşamaları, ne deme istediğimize rehberlik yapacaktır.

“renk Far. reng 1. Cisimler tarafından yansılanan ışığın gözde oluşturduğu duyum.” *

Burada kilit kelime yansıma, ardındaki açı, duyumsamayı sağlayan gözdeki tabakaların yapısı, ve duyumları değerlendiren beyindeki işlevsellik mantığı, hepside bize diyor ki, aynı görmez, aynı algılamaz ve değerlendirmez, peki buna rağmen neden hepimiz siyah diye tanımlarız, burada devreye uyumun neden gerekliliği giriyor…

Sözlükler; kavramlar karşısında ortak mutabakatları sağlar, farlı bir dış etmenden gelen etkinin algılanıp, yorumlanıp, gerekli tepkinin verilebilmesi için, ihtiyaç olan, ortak nokta, bu bilgi alış verişinin sürekliliği ve gelişimi için zorunlu olan bir nokta, toplumsal yapılanmaların ayakta kalabilmesi için, bu nedenle gerekli olmasından kaynaklanan ihtiyaç, kavramlarda ortak mutabakatı zorlamıştır. Ortak mutabakat, uyum, anlaşabilme kolektif hareket edebilmenin, iş bölümünün toplumsal yaşamdaki nasıl olmazsa olmazlarındansa, bu zorunluluk gökten de inme değildir, bunu yaşamın inşasındaki her aşamada görmemiz mümkündür. Kısaca şu şekilde söyleyebiliriz, canlılar toplumsal yaşama geçtikçe oluşturmuş oldukları dil yapısı doğanın yasaları gereğidir, yaşama tutunmanın ve yaşam inşasının kaçınılmaz neticesidir. İş paylaşımı ortak üretim ve dayanışma için gerekli olan dilin ortaya çıkışı 14 milyar yıllık yaşam boyunca yaşamın kendi içerisinde kendi alfabetik kurallarında her zaman var olduğunu ileriki konularda işleyeceğiz. Dil etkiye tepki vermenin planlanması ve etki yapan ile tepki veren arasındaki uyumun sağlanması için yapılanmaların şifrelendirme yöntemleridir.

dil İng. language
“Simgeler ve sözcükler oluşturmak için tanımlanmış bir damga takımı ve bunların, anlamlı bir iletişim aracı olarak deyimler ve tümceler (ya da bir örü) oluşturmak üzere kullanımım yöneten söz dizim kuralları takımı,”*

Yani özet hali ile iletişim için gerekli kurallar takımı.

Bu mutabakatların içerisinde yer alıp almamak, kurala bağlı kalıp kalmamak elbette sizin tercihinize kalmıştır, bu durumda doğanın yaptığı, doğal ayıklama işlemidir, uyum dışı davranış kaçınılmaz olarak ortam dışına iter. Uyum bir başka deyişle zorunluluk değil, yaşamda almanın gereksinimliliğidir. Mutabakatın yada bir başka deyişle dengenin her bozuluşu, mutasyona uğrama, yeni bir ortam, oluşuma kapı açmaktır. Bu durum her zaman olumsuz netice doğuracak diye doğa kuralı yoktur. Bozulan dengenin yeniden kendi içerisindeki yapılanması ve gelişime açık olması, sağlıklı bir alt yapı kurup kuramaması, aykırı durumdakinin kendisini kabul ettirmesi veya ettirememesi ile ilintilidir. Her durumda yaşamın varlığını sürdürmesi, doğanın yasaları çerçevesinde denge ile gerçekleşirken, gelişimi ise bu dengelerin bozulup, yeni dengelerin oluşması temelinde devam etmektedir, dengelerin gerek oluşumu, gerekse de bozuluşu, yine bu kurallara bağlı olarak sürmektedir.

Bilimde bana göre diye bir kavram yoktur, konuma göre, zamana göre ve oluşumuna göre farklı algılama değerlendirme mevcuttur, renk örneğimizde olduğu gibi, maddenin ışığı emiş ve yansıtış miktarı bilimsel olarak sabittir, değerlendirme kısmında, algılayan yapının değişkenliği ve bu yapının değerlendirme yapabilmesi için oluşturmuş olduğu birikimi ile ilgili, soyutlanmasında değişkenlikler mevcuttur, bu algılanmanın farklılığı bu niteliği değiştirmez, bu nedenle maddeyi tanımak için algılamadan çok, bilimsel olarak irdelenmesi, konunun bilimsel -matematiksel - değerlere dökülmesi, yanılgıyı azaltacak olan unsurdur, bu nedenle bir konuya girerken, o konunun sadece mevcut duyularımız yolu ile algılanması yetmez, mutlaka bilimsel temellerde de, doğa yasalarının süzgecinden geçirmek gereklidir. Bu durum gerçekleri öğrenme bağlamında, bu biçimde olsa da, sosyal yaşam da, esneklik sınırları, toplumsal mutabakatlar çerçevesinde genişletilerek, en yakın değerler üzerinden gerçekleşir, bilimselliğin katılığı, sosyal yaşam dokusunun esnekliğinde harmanlanır. Canlı yaşamının monotonluktan renkliliğe geçişi, birazda basit hatalar sayesindedir.

Bu bağlamda; duyu organlarımızın algılamaları akılda oluşturduğu kavramlar, yaşamımızın rehberlik görevini üstlenirler, bu rehberlik aklımızın gözle görülene hakim olma, üstün olma güdüsünü oluşturur, bu güdülerle yaptığımız hareketler, yanlışlarımızı ve doğrularımızı şekillendirir, ta ki algıladıklarımızın, algılarımızdaki yanılgılara neden olan etmenin değişimi, yanılgılarımızın madde ile olan temas sonrası farklılaştırma yoluna gidişi, algılamalar ve deneme yanılma yöntemi ile gittiği süreçte oluşan, ön yargı (ön bilgi) çıkmazları içerisinde, yön, yöntem bulmada gelişim sürecimizi yavaşlatır, bu nedenle konumuza girmeden önce, ön yargıya da göz atmamızda fayda olacaktır. Sadece bunla kalmayıp ön bilginin derinlerine, tarihsel sürecine inip, içgüdüyü de ele almamızda fayda var, ön yargının temelinde yatan en önemli unsur, bilincin gelişmediği süreçlerde yaşama tutunmak için geçmiş kalıtsal deneyimlerin önemi çoktur.
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
2

Bir bakımdan konumuz içerisinde ön yargı veya iç güdüden bahsederken, bunları birbirlerinden keskin hatlarla koparmamamız gerektiğinin de bilincinde hareket etme zorunluluğunu fark edeceğiz.

“İçgüdü” bilim insanlarının, doğuştan gelen belli başlı davranış biçimlerini ortak ad altında toplamak için üzerinde uzlaştıkları bir kavramdan başka bir şey değildir.

“…Besbelli ki akıl(zeka), bu dünyada ilk kez bir insanla birlikte gelmemiştir…Belli bir amaca ve hedefe ulaşmaya çalışmak, ortam ile uyum sağlamak, öğrenmek, öğrendiğini sınamak, deneyimleri bellekte toplamak, hayal gücünü kullanmak ve yaratıcı buluşlar yapmak; bütün bu beceriler ve yetenekler,… beyinler ortaya çıkmadan öncede vardılar.”
Başlangıçta hidrojen vardı sf 38 homar v.ditfurth

Gerek sözlüksel anlamı ile gerekse de bilimsel literatürde aklın tanımlamasında kullanılan temel açıklama amaca ulaşmak için, ortamla uyumlu olabilmek için, öğrenme, öğrendiğini sınama, deneyimleri bellekleştirme ve bunları ilerde kullanma temellerinde yapılmaktadır, bu açıdan girildiğinde konuya, beyin ile aklın farklı kategorilerde, ama bir birinden koparmadan ele alınması gerekliliği ortaya çıkar, bu durum beynin oluşumu ve işlevlerini de ele almamızın gerekliliğini ortaya kor. Burada Ditfurth’un tanımlamasında ki “ belli bir amaca ve hedefe ulaşmaya çalışmak” kısmının altını çiziyorum, gerek doğa yasalarının işleyişi, gerekse de, evrimsel sürecin işleyiş safhalarında, kendi içerisinde çelişkiler oluştuğu varsayımlarına gide biliriz, konunun ileri aşamalarında daha fazla belirgin bir hal alması kaçınılmaz olacak, kısaca burada şu soruyla toparlaya biliriz, “doğanın önüne koyduğu bir hedef yada amaç oluşumumudur?” “Hedef ve amaç anlık kategoriye alınabilinir mi?” bu soruların neden sorulduğu ise tamamen bilincin hücrenin oluşum öncesinden, yada insanın insan olma özelliğinden bahsedeceğimiz zaman gündeme gelecektir.

“ Akıl(zeka) , hayal gücü, tasarlama, amaca yönelme becerisi, evrenin başlangıcında, evren ile var oldukları için doğa yalnızca hayatı değil, beyni ve nihayet insan bilincini de yaratabilmiştir.” “bu tayin edici noktadır: Genelde hiç tereddüt etmeden ‘psişik’ alana soktuğumuz ve sadece bu alana ayırdığımız ilkelerin aslında bilinç-öncesi bir alanda, hatta cansız dünyada da etkili olduğunu kanıtlamıştır.” Başlangıçta hidrojen vardı sf 38 homar v.ditfurth

“Tasarlama” tanımlara bulaştığında, yeni bir kaosunda başlangıcı ortaya çıkar, tasarlamanın olduğu yerde tasarımcının da olması gerekir, bu konunun incelenmesindeki en karmaşık ve kritik olan noktadır.
“tasarlamak
(-i) 1. Bir şeyin nasıl gerçekleşebileceğini düşünmek, zihinde hazırlamak:”

Oysa doğa önceden hiçbir şeyi tasarlamaz, kendi kanunlarına uygun fiziksel, kimyasal, biyolojik sürekli reaksiyonlar zinciri içerisindedir. Tasarlama var ise, tasarlayanında olması gerekmektedir, Ditfurth ile Davkins in ayrıldıkları nokta burada başlar. Bazen basit gibi görünen kavram, ileriye yönelik, özünde bir çok karmaşıklığa da gebedir.

Daha ilerde açılacak olan bu konu, bu anlamda ne demek oluyor, akıldan tasarlamayı çıkardığımızda, neler değişir, basitçe söyleyecek olursak, aklın canlı yaşamdan önce olup olmadığı. Böyle bir konu kapsamında, bu durum üzerinde fazla durulmaması gereken bir şey gibi görünebilir, önemi ileriki aşamalarda daha da net bir hal aldığında, göreceğiz ki, bir çok konu, bu tip detayların içerisinde niteliksel yapıya bürünmektedir. Aklın evrenin başlangıcında da varlığından söz etmek, doğanın hayal ederek tasarlama yapabilirliğinden de söz etmek olacağı varsayımı, doğa yasalarının da işlevselliğini sorgulatmaya gideceğini kaçınılmaz hale getirir. Bu nedenlerle dil ve kavramlar bunların getirdiği detaylar önem kazanmaktadır.

Burada ortak mutabakat tanımlarına girersek bilinç nasıl tanımlanmış ;

“bilinç, -ci
a. 1. İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği, şuur. 2. Bir toplumdaki ruhsal etkinliklerin veya ruhsal durumların bütünü. 3. Dimağ. 4. mec. Temel bilgi, temel görüş. 5. ruh b. Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci, şuur
Güncel Türkçe Sözlük
bilinç İng. conscience
1. Duyum, heyecan, düşünme ya da başka bir ruh etkinliğiyle nitelenen durum, 2. Ben'in kendi etkinlik ve duygulanmalarını sezebilmesi. 3. Geniş anlamda zihin. 4. Bir topluluktaki ruhsal etkinliğin ya da ruhsal durumların tümü.
bilinç İng. consciousness
(Yun. syn-eidesis = birlikte bilme) : 1. İnsanın kendisi, yaşantıları ve dünya üzerindeki bilgisi; aynı zamanda da düşünme ve kendini tanıma yeteneği, a. Benle ilgili bütün yaşantıların tümü olarak bilinç; her türlü içten yaşamalar; kendi üzerinde bilinç, b. Bir şey üzerinde bilinç; nesnel bilinç; düşünme, algılama, duyma, isteme, bekleme gibi bir ereği olan, bir şeye yönelen, (intentional) edimleri olanaklı kılan (şey).

Görüyoruz ki; bilincin tanımlanmasında, esneklik çerçevesinde; tasarlamadan çok, kullanılan ;kendini ve çevresini tanıma ve algılamalarının soyutlanması ve yansıtılırken de türevleştirilmesi olayı. Konu ilerledikçe bu basitten başlayarak karmaşıklığa geçiş, olayların akışı ile daha anlaşılır biçime inecektir. Bu konuya yüzeyselde olsa konunun başında dokunmamız, kavramların önemini, basit gibi gördüğümüz, bir çok algılama ve sonrası soyutlamalardaki farklılıkların, gerçeklerle yakınlaşma ve uzaklaşma açısından önemini göstermek içindir.

“Bilim bugün evrenin öyküsünün nasıl geliştiğini, belli başlı kaba çizgileri ile de olsa modelleştirebilmekte, gelişmeyi yeniden kura bilmektedir. O güçlü, milyarlarca yıl süregelmiş çehresi belirginleştikçe, öğrenme yeteneği, deneyimlerin biriktirilmesi, hayal gücü, yoklayarak deneme ve sınama, spontane buluş yapma ve bunlara benzer kategorilerin, gelişmenin seyrine başlangıçtan itibaren hükmedip onu yönlendirdikleri iyice belli olmaktadır. Ama bu, söz konusu gelişmenin alabildiğine karmaşık seyrinin, onu gözlemleyen kişide her defasında amaçlı, anlamlı, mantıklı ve hayal gücü buluşlarıyla doluymuş gibi bir izlenim ve etki bıraktığı anlamında alınmamalı. Söylemek istenen, bugüne kadar hiç üzerinde durulmamış olgudur: Burada sayıp döktüğümüz ilkelerin tanımlanmasına yarayan bütün ayrıntıların varlığını, bu gelişmelerin tarihi içinde somut olarak kanıtlayabilmekteyiz.” Başlangıçta hidrojen vardı sf 40 Homar V.Ditfurth

Bu yaklaşım birçoğumuz için yeni ve ters gelebilir, bu ilgi alanımızın ve bilgilenme sürecimizin, almış olduğumuz eğitimin, içinde yaşadığımız toplumsal sistemin vermiş olduğu ve vermekte olduğu yönlendirmelerden ötürüdür, her ne kadar, görünürde belirgin bir yönetici görünmese de, bu konu sistemsel, soyut kavramsal bir tanımlamadan olsa gerek, kavramın içerisine ve oluşumuna inmediğimizde, ön yargılardan bilincimizin ayıkladığını düşünürüz, oysa ön yargısız bir değerlendirme yapmamızın mümkün olmadığı da ortadadır. Oluşumumuz başladığı andan itibaren sürekli olarak yaşama tutunmak için algılarımızı açar ve değerlendirmeler yaparız, bu süreç içerisinde oluşan ön yargılar, bizim gelecekteki yolumuzu şekillendirir, bu nedenledir ki, algılarımızın sağlıklı süzgeçlerden geçmesi, bilgilenmemizin yapısıyla ilintilidir.

Bu konuda Prof Dr Ali Demirsoy’un da ortaya koyduğu tespite katılmamak mümkün değildir.
“Maddenin değişik enerji düzeyleri, daha bilimsel tanımla değişik frekanslı dalgalar, bizde değişik algılar uyandırmaktadır. Ama gerçekte evrende ne gördüğümüz gibi ışık, ne işittiğimiz gibi ses ve nede algıladığımız gibi sıcaklık mevcuttur. Yani duyu organlarımız dış çevre ile beyin arasında bizi yanıltmakta ve beyinde gerçekle ilişkisi olmayan yorumlara neden olmaktadır. Eğer biz, ileride evrenin sırlarına gerçek anlamda hakim olmak istiyorsak, ne gariptir ki, beş duyunun dışarısında, en azından onların koşullandırılmasından meydana gelen yanlış anlaşılmalardan kurtulmuş olmamız gerekecektir.” Kalıtım ve Evrim sf-4 Prof Dr Ali Demirsoy

Elbette ki bu tespit Prof Dr Ali Demirsoyun kişisel görüşleri olmayıp bilim tarihinin ortak mutabakata vardığı ve konuları ele alırken bu temel prensipler göz ardı edilmemiştir.

Evrenin oluşumunu ve yaşamın tarihsel sürecini anlayabilmek için Eınstein’in dediği gibi “onsekiz yaşına kadar sağduyu diye yerleşmiş peşin hükümlerin tortusundan kurtulmak gereklidir.” Kalıtım ve Evrim sf-4 Prof Dr Ali Demirsoy

Daha çarpıcı olarakta, Eınstein “ön yargıları kırmak atomun çekirdeğini parçalamaktan daha zor” olduğunu söyler, bu konu, kendimizle değil ama karşımızdaki tartıştığımız insanların çoğunda algıladığımız gerçek, olduğunun farkındayızdır, kendimizin de öyle olduğunu ise kabullenmeyiz, ta ki yanılgıya düşene kadar.
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
Bu durumda gerek ulusu gerekse de aileyi ele almak için maddenin oluşumunda bir yolculuk yapmamız gerekir; Maddenin içerisinde yolculuk için günümüze kadar gelen tarihsel süreç içerisine girip, kesintisiz oluşumun tüm evrelerindeki boşlukların doldurulabilmesi, ön yargıların (ön bilgi) her seferinde yok sayılmasını ve ön koşulsuz bilimsel temellerde, doğanın kendi oluşturmuş olduğu değişmez yasaların eşliğinde gerçekleştirmemiz gerekmektedir.

14 Milyar yaşında olan dünyamızın bu günkü koşullarına bakarak yaşamın gelişimini ve oluşumunu araştırmak, son 50 yılın koşullarına bakarak değerlendirme yapıldığında bile kolay olmasa gerek, milyar yıl süren katılaşma süreci, milyar yıl süren ayrışma ve kimyasal reaksiyonların oluşumu, 4 milyar yıl gibi bir süreden sonra biyolojik reaksiyonların başlaması ve ilk bireyin oluşumunu sağlayan zar tabakasının inşasını tamamlaması ile biyolojik evrimin başlaması ve günümüze gelen boşluksuz doğanın yasalarının tam uyum içerisinde her geçen süreç biraz daha çeşitliliğin çoğalarak karmaşık yapılanmaların, yeni oluşumlara gebelikleri ile sürmesi, gelişimi irdelememizde bir çok zorluklar oluşturmakta. Bunlar yetmiyormuş gibi bir çok oluşumunda doğal ayıklanma ile bu günkü olanaklarla izlerini takip etme imkanlarımızın sınırlılığı evrenin tam ayrıntıları ile çözümünün yine evrim süreci içerisinde devam edeceğini ortaya net biçimde koymaktadır.

İşin başında da belirttiğimiz gibi, bu konuya birde binlerce yıllık kalıtsal ön yargıları eklediğimizde işimiz biraz daha zorlaşmakta, her yeni bilginin süzgeçten geçmesi, Einstein in belirttiği gibi, atomun tekrar tekrar parçacıklara ayrıştırılmasından daha güç olmaktadır.

Evet burada hepimizin aklına gelmesi gereken önemli soru ne olması gerekir. Bunları bilmek bize ne sağlayacak, hangi sorunumuza çözüm olacak? Elbette ki yerinde ve her bilinçli düşünen canlının sorması gereken bir soru. Bu kitabın amacıda bu sorunun yanıtı olacaktır.

Toplum tarihinin ilk gününden günümüze kadar gelindiğinde, Tarihin her aşamasında hangi nedenlerle tanımlarsak tanımlayalım, üretim ve paylaşım temellerinde çok kanlı süreçler yaşanmış ve yaşanmaya devamda etmektedir. Bu süreçlerin yaşanmaması için toplumsal yaşam kurallarının en üst düzeye çıkarılması için oluşturulmaya çalışılan sistem çalışmaları, sorunların köklü çözümüne çare olamamıştır. Bu kitap bir çözüm kitabı olmaktan çok, doğanın bu sorunlarını en aza indirmede, milyarlarca yıllık deneyiminin bize ne denli ışık tutacağı ile ilgilidir. Bu nedenle de konular ilerledikçe göreceğiz ki bu konuları öğrenmek, bizlere çok şey katacaktır.
 

UpBot

Kahin
Yeni Üye
Katılım
14 Ocak 2021
Mesajlar
1,017
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Faydalı bir konu olmuş fikri olan var mı? :)
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst