Hawking "Zamanda Yolculuk Mumkun"

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Güncel ve Son Dakika Haberler kategorisinde phi tarafından oluşturulan Hawking \"Zamanda Yolculuk Mumkun\" başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 6,776 kez görüntülenmiş, 37 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Güncel ve Son Dakika Haberler
Konu Başlığı Hawking \"Zamanda Yolculuk Mumkun\"
Konbuyu başlatan phi
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan sakal

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Yorumlarda ne var anlayamadım, herkes bir katkı sağlıyor işte siz onu yapmaya cesaret edemediğiniz için başkalarını alaya almak kolayınıza gidiyor. Karikatür güzel düşünülmüş o ayrı konu...


Yani bana "Katkı sağlamaya cesaret edemiyorsun" demek, sizin gözlemleme ve bilgiyi kullanma konusunda pek becerikli olmadığınızı gösteriyor. Ya da kin güttüğünüz için duygularınıza hakim olamıyorsunuz. Özetle "Mevlana" demekle olmuyor. Bence, O'nun adını sıkça kullanarak adama haksızlık etmeyin, rahat bırakın garibi.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Yani bana "Katkı sağlamaya cesaret edemiyorsun" demek, sizin gözlemleme ve bilgiyi kullanma konusunda pek becerikli olmadığınızı gösteriyor. Ya da kin güttüğünüz için duygularınıza hakim olamıyorsunuz. Özetle "Mevlana" demekle olmuyor. Bence, O'nun adını sıkça kullanarak adama haksızlık etmeyin, rahat bırakın garibi.

Mevlana nereden çıktı anlamadım. Konu ile ne alakası var? Zamanda yolculuktan konu Mevlana'ya nasıl geldi? Bu konu hakkında fikir üretemiyorsunuz bari yazılanları alaya almayın demek istedim fakat yine nerelere çektiniz?

Tamam Mevlana'yı çıkarttırım avatar ve imzadan sizi çok rahatsız etti anlaşılan yazıları gördükçe rahatsız oluyorsunuz madem sizi mi kıracağım...
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Benim bir karikatür paylaşmam ile konu hakkında fikir üretemediğim gibi bir bağıntı kurduktan sonra, "Mevlana'nın konu ile ne alakası var?" gibi bir soru size çok yakıştı. Bir de "Nerelere çektiniz" demişsiniz, sizi tebrik ediyorum.Yazıları görünce rahatsız olmuyorum, eksik ifade etmişsiniz. Kişiler, imzalarının ağırlığını taşıyamadığında rahatsız oluyorum ki elbette benim kişisel görüşümdür.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Konu dışı yorumlar yapıyorsunuz hem de bir mod olarak...Konuyu dağıttınız ben de sizi bunun için tebrik ediyorum. Görüşleriniz beni çok ilgilendirmiyor fakat yine de teşekkür ederim değerli yorumlarınız için.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Benim için "Konu hakıkında fikir üretemiyorsunuz" demeniz, konu ile doğrudan alakalı mıdır? Cevap hakkı doğurulursa, bunu ister kullanırım ister, kullanmam. Herkesin de böyle bir hakkı vardır.
 

flzf

Filozof
Yeni Üye
Katılım
12 Mar 2009
Mesajlar
850
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
Yorumlarda ne var anlayamadım, herkes bir katkı sağlıyor işte siz onu yapmaya cesaret edemediğiniz için başkalarını alaya almak kolayınıza gidiyor. Karikatür güzel düşünülmüş o ayrı konu...

Dijital bu konuda enazından bu iletinde haksızsın yorumlarda şu var

Herhangi bir ayet ile zaman hareket yada herhangi bir fiziksel kavramı açıklamak kadar mantıksız alakasız birşey olamaz o karikatür güzel olmuş diyorsunuzya o karikatürde Stephen Hawking i delirten ayaklandıran insanlar sizlersiniz işte :)
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Dijital bu konuda enazından bu iletinde haksızsın yorumlarda şu var

Herhangi bir ayet ile zaman hareket yada herhangi bir fiziksel kavramı açıklamak kadar mantıksız alakasız birşey olamaz o karikatür güzel olmuş diyorsunuzya o karikatürde Stephen Hawking i delirten ayaklandıran insanlar sizlersiniz işte :)

Zamanda Yolculuk konusunda bilimsel yorumlar yapmak sizin gibi değerli bilim insanları varken bize düşmez. Sn.Prof Ferdinand ve siz bilimde tek otorite olduğunuz için boş boş yazmak ya da karikatür eklemek yerine keşke bilimsel bir yorum yapsaydınız da bizler de aydınlansaydık... Zamanda yolculuk konusunda hiç bir fikriniz yok ise o zaman susacaksınız, boş yere bu başlığı mahvetmenize gerek yoktu. Çocukça yaklaşımlar bunlar ne yapalım siz olgunlaşana kadar büyüklük bizde kalacak yapacak başka birşey yok...
 

istanbul

Üye
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
213
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Bu yazı severek okuduğum Lütfi FİLİZ' in NOKTANIN SONSUZLUĞU eserinden alınmıştır..İlgilenenlerin beğeneceğini ümit ediyorum..

Ân: Şah-ı Velâyet'in: Ben bâ'nın aldındaki noktayım dediği, on sekiz bin âlemi kendinde toplayan noktadır. Bu noktanın açılıp, kapanması zamanı meydana getirir. Ân bir noktadır. Bu nokta uzatıldığında sonsuza ulaşan bir hat meydana gelir. Bu hat üzerinde bir nokta esas alınır ve o nokta merkez olmak üzere bir daire çizilecek olursa, bu dairenin çapına zaman adı verilir. Dakikanın altmışta birine saniye, saniyenin altmışta birine de salise denir. Salise insan tarafından hissedilemez. Ancak kronometre dediğimiz aletle tespit edilebilir. Bunlar zamanın âna en yakın uzaklıklarıdır. Arayı biraz daha daraltırsak zaman kavramı hemen hemen yok olacaktır. Bu küçük zaman parçası çok daha iyi geliştirilmiş modern aletlerle tespit edilebilir, fakat çap sıfırlanıp, pergelin iki ucu birleştirilirse, zaman kavramı ortadan kalkar ve görünmezlik âlemine girilmiş olur. İşte, Ân denen, bu merkez noktasıdır ve Ân-ı daim diye adlandırılır. Burada: Zaman-ı daim değil, Ân-ı daim dendiğine dikkat etmek lazımdır. Çünkü ân sabit, zaman ise müteharrik (hareketli)dir. Zaman: Bir bacağı ânda duran pergelle çizilen dairenin, bu hat üzerinde meydana getirdiği çaptır. Çap ne kadar büyük olursa olsun, daire daima 360 derecedir. Bunun ne ifade ettiğini ileride, sıfat bahsinde göreceğiz. Ân noktası hem zamanın, hem de dairenin merkezidir. Her şey o merkezde birleşir. O halde ân ve zaman bir pergelin iki bacağı gibidir. Bir ayağı merkezde, yani ânda durur, diğer ayağı ise hareketlidir ve zamanı gösterir. Sema' yapanların bir ayaklarını sabit tutup, diğer bacaklarıyla bu sabit duran ayaklarının etrafında dönmeleri ân-zaman ilişkisini sembolize eder. Allah ândadır. Öyle olduğu için de verdiği: kün (Ol) emri ân-ı vahitte gerçekleşiverir. Merkezden uzakta olan kulun da aynı şekilde, Ol emri vermesi mümkündür. Bir kulun ev yaptırmak üzere "Kün" dediğini düşünelim: Bu emri verdikten sonra, önce bir mühendise plan yaptırmak, sonra o plan için belediyeden ruhsat çıkartmak, daha sonra da sırasıyla: müteahhit bulup, işi ona vermek, malzemeleri temin etmek, gerekirse işçi ve ustaların çalışmalarını kontrol etmek, ev bittikten sonra oturma ruhsatı almak, suyunu, elektriğini bağlatmak ve nihayet içine taşınmak, o kişinin en az bir yılını alacaktır. Ama aynı Kün emrini Allah verdiğinde bu süre sadece bir ân olacaktır. O'nun kâinatı yaratması da böyledir. Yaratılış süresi bizim zamanımıza göre milyarlarca yıl sürmüş olabilir, ama bu süre O'nun için sadece bir ândır. Rüyalarımız ân ile zaman arasındaki farkı bize, bir ilâ iki saniyelik süre içinde bir kaç yıllık serüvenler yaşatarak anlatmaktadır. Ân ile zaman ilişkisi bizim algılama kabiliyetimizle bağlantılıdır. Ân devamlıdır, zaman ise; o devamlı olan ândan bizim algılayabildiğimiz kadarıdır. Bunu daha iyi anlatabilmek için bizim ışık ve ses algılamalarımızı örnek vermek faydalı olacaktır. Biz, ışık hüzmelerini bir yere kadar takip edebiliriz. Daha sonra ışık görünmez olur. Ama bizim göremiyor olmamız o ışık hüzmelerinin yok olması demek değildir. Onlar, biz göremesek bile, sonsuzlukta yoluna devam eder. Aynı durum ses için de geçerlidir. Kulağımızın duyabildiği ses frekansları ve ses şiddeti bellidir. Ses belirli bir frekans aralığının dışına çıkar veya belirli bir şiddetin altına inerse, biz o sesi duyamayız. Ama o ses dalgaları, biz duyamasak bile, yayılmaya devam etmektedir. Bizim Kayboldu dediğimiz ışık hüzmeleri ve ses dalgaları aslında kaybolmamakta, ânda toplanmaktadır. Bizim onlar için Kayboldu deyişimiz, onların, zamandaki algılama kapasitemizin dışına çıkmış oluşundandır. Allah'ta ise böyle bir tahdit olmadığı için, bizim Kayboldu dediğimiz şeylerin hiç biri O'nda kaybolmaz. Allah, insanların algılama kapasitesini orta düzeyde kalacak şekilde ayarlamıştır. İnsan ânda yaratılmıştır. Bu nedenle bir ayağı anda, yani nokta-yı kübrada, diğer ayağı ise zamandadır. Allah, Kur'an'da bir yerde: O semadan arza doğru her işi tedbir eder sonra o iş O'nun indinde sizin bin yılınıza tekabül eden bir günde çıkar <32-5> , bir başka yerde ise: Melekler ve ruh O'na müddeti elli bin yıl olan bir günde çıkarlar <70-4> demekle aradaki uzaklığın farklı olabileceğine işaret etmiştir. Keza: Görmüyor musun rabbin gölgeyi nasıl uzatmıştır <25-45> deyişi de bizi ânda yaratıp, zamana attığını ima etmektedir. Onun için insanda ân da vardır, zaman da... Ân gönül âlemidir, akıl âlemidir. Zamansa, bu dünya âlemindeki yaşamımızdır. Biz insan olarak zaman açısından kulluğa, ân açısındansa Ulûhiyete bağlanmış durumdayız demektir ki, bu da Allah'la bağlantımızın en güzel ispatıdır. Kaç yaşında olursak olalım, gözümüzü kapattığımız anda tüm hayatımızın gözümüzün önünden geçivermesi, aklımızın ve gönlümüzün ânda oluşunun delilidir. Ayrıca reflekslerimiz de ân ile bağlantımızı gösterir. Aklın ânda oluşu, Allah'ın Ben önce aklı yarattım deyişi ile sabittir. Ahirette de zaman değil, ân-ı daim geçerlidir. Allah, insanın ânla bağlantısını: Âdem'e tüm esmaları öğretti <2-31> âyetiyle bildirmekte ve bu âyetle bizde hem zaman, hem de ân olduğuna işaret etmektedir. Bunu anlamamızı sağlamak için de haccı farz kılmıştır. Hac'ta Kâbe tavaf edilirken, Kâbe'ye yakın olanların, turlarını kısa sürede, Kâbe'den uzakta olanların, uzaklıklarıyla orantılı olarak daha uzun zamanda tamamlamaları, ân-zaman farkını en iyi anlatacak örneklerden biridir. Kâbe'ye yakın olanlar âna yaklaşmış, diğerleri ise zamanın değişik uzaklıklarında kalmış gibi olurlar. Bu noktada işin içine istidat meselesi girmektedir. İstidat, âna yakınlıkla çok yakın ilişkilidir. Âna yakın olanların kavrama ve anlama kapasitesi yüksektir. Bir insanın anlama ve kavrama kapasitesi ne kadar kısıtlıysa, o kişi ândan o kadar uzakta demektir. Zamanda, mazi (geçmiş), hal, ve istikbal (gelecek) adeta birbirinden ayrılıp, ayrı anlamlar kazanmıştır. Ândaysa bunların hepsi bir noktada toplanmıştır. Böyle olduğu için de zamanda yaşayan biz, ancak yaşadığımız süre içinde kalan geçmişle, içinde yaşadığımız hali bilebiliriz. Daha önceki zamanlar hakkındaki bilgimiz ancak bize anlatıldığı kadar olur. Lakin, geleceği bilemeyiz. Ândaysa bizim bilemediklerimizin hepsi var olduğu için, Allah tümünü bilir, yani her şey O'nun ilminde mevcuttur. Bu mevcudiyet tıpkı yumurta içinde tavuk bulunması gibi, yani istidat halindedir. İstidat kademe kademe tenezzül ettikçe biz de görüp, anlayabiliriz. Biz, zamanda yaşadığımız için, ânda olanları bilemeyiz. Burada çok incelikler vardır. Biz: Allah yazdıysa bozsun deriz. Allah yazdığını bozmaz, ama hedef değiştirebilir. Bunu şöyle anlatabiliriz. Bir ok, yaydan çıktıktan sonra bir daha dönüp yaya girmez, mutlaka atıldığı istikamete doğru ilerleyecektir. Ama o okun hedefi vurması istenmiyorsa, hedefi biraz kenara çekmek mümkündür. O zaman, ok atıldığı istikamette gittiği halde hedefe isabet etmemiş olur ki, buna tasavvuf dilinde: Şahadet âleminden gayb âlemine çekilme denir. Şahadet âlemi: elle tutulup, gözle görülür, kısacası beş duyu ile algılanabilir âlem, gayb âlemi ise: beş duyu ile algılanamayan âlemdir. Rüyalar, kendine göre bir görüntüsü olmasına rağmen, gayb âleminin malıdır. Bir olayın şahadet âleminden gayb âlemine kaydırılması hedefin biraz çekilivermesi demektir ki, bunu ilerde bir hikaye ile daha kolay anlaşılır hale getireceğiz. Zaman ve âna örnek olarak bir saatin yelkovanını göstermek te mümkündür. Yelkovanın bir ucu merkezde olduğu için yerinden hiç kımıldamıyormuş gibidir. Sabit intibaını verir. Diğer ucu ise, yelkovanın büyüklüğüne göre gözle de farkedilebilir bir hızla o merkez etrafında döner. Merkezdeki ucu da hareketlidir ama, hareketli olduğu farkedilmez. Allah isterse zamanı âna çeviriverir ki, bunun en basit ve anlaşılabilir örneği; bazen insana bir saatin bir gün veya bir günün bir yıl gibi gelmesi ve bir türlü geçmek bilmemesidir. Aynı şekilde, bazen kısa bir mesafe insana yürümekle bitmeyecekmiş gibi gelebilir. Ama, bazen de bunun tam tersi olur. Eski tabirle Bast-ı zaman (Zamanın uzamış gibi olması) ve Tayy-i zaman (Zamanın kısalmış gibi olması) denen haller bunlardır. Bu durumlar tamamen Allah'ın kontrolünde olduğu için, O, bu süreleri çok kısaltabilir veya çok uzatabilir. İnsan olarak biz, zamanda ân için yaşıyoruz. Zaman, bu güne gelinceye kadar geçirdiğimiz tüm safhalardır. Zamanda ân ise: şu kadar yıllık ömrümüzde görüp geçirdiklerimizin bir anda gözümüzün önünden geçivermesidir. Bu geçiş bir saniye bile sürmez. Âna geliş insan noktasıdır. Bu gelişte insan, kâinattaki her şeyi kendinde toplamış ve kendisi ân, kâinat zaman olmuştur. Tasavvuf öğretisinde: Kâinat insan etrafında döner denişinin nedeni budur. Ânda yaşam; kıyametiyle, ahiretiyle ân-ı daimde olmak demektir. Ânda doğmayan, dolanmayan bir güneş vardır. Orada doğmak, doğurmak yoktur. Orası: De ki: O Allah bir'dir, Allah sameddir, doğmamış, doğurmamıştır ve O'nun hiç bir eşi de yoktur <112-1,2,3,4> dediği yerdir. İnsan noktasına geldiğimizde (tabii gelebilirsek) bizim vücudumuzdakiler yine kendimizden zahir olacaktır. Herkes sevdiğine ayna olacak, tüm aza ve kuvasının her zerresi birer âlem olarak intişar edecek ve kâinatı oluşturacaktır. Nasıl burada her şey atomlardan oluşmuş ve her atom da, çekirdeği ve ona bağlı partikülleriyle bir bütün teşkil etmişse, biz de onun gibi sonsuz âlemler teşkil edeceğiz. İşte ahiret âlemi dediğimiz âlem, çok özet olarak budur. Bu konuya ilerki bölümlerde geniş olarak temas edeceğiz. Günümüzdeki teknolojik gelişim zamandan âna doğru bir yakınlaşma içindedir. Mesela: Eskiden sesler plaklara alınıp, saklanırken, bugün daha net ve aslına daha uygun şekilde kasetlere ve kompakt disklere alınmakta, yıllar boyunca da bozulmadan saklanabilmektedir. Belki bir gün gelecek, geliştirilmiş, son derece hassas cihazlarla yıllar önceki sesleri de tespit etmek mümkün olabilecektir. Aynı şeyin görüntü cihazları için gerçekleşemeyeceğini kim iddia edebilir ? Çünkü, bu söylediklerimizin hepsi ânda mevcuttur. Kaybolma zamana has bir keyfiyettir. Dem bu demdir sözü, âfakı enfüse, yahut ânı zamana getirmek demektir. Neşe-i Ulâ bu demdir. Kalû-belâ'da: Ben sizin Rabb'iniz değil miyim <7-172> sorusuna Evet Rabbimiz'sin <7-172> diyen ruhların afaktaki o anını bu güne getirmek, Dem bu demdir i yaşamak demektir ki, bunun adı da: El tutmak tır. El tutmak, ândaki: Ben sizin Rabb'iniz değil miyim sorusuna Evet cevabını vermek demektir. O'nu uzakta aramaya gerek yoktur. O devirde evet diyenlerin mümin, demeyenlerin kâfir olduğu söylenir. Eğer Kalû-belâ bugüne getirilirse, o zaman bu kural bu gün ve bu âlemde de geçerli olur. Âfak ve enfüs, Furkan ve Kur'an gibidir. Furkan fark âleminde görülen, Kur'an ise iç âlemde okunan demektir. Onun için insan, gözünü yumduğunda tahakkuk ederse, kendini kendinde bulmuş olur. Aynı şekilde gözünü yumup âfakı gözünün önüne getirirse, onu kendinde bulmuş olur. Gözünü açıp kâinatı gördüğündeyse, o gördüğü de kendinden gayrı değildir. Bu durumda içindeki dışına çıkmış, içi dış olmuş demektir ki, bu bir mısır tanesinin patlamasına benzer.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
yalnız fiziğin değil, aynı zamanda felsefenin de zaman ve mekan kategorilerini kavrama, ele alma biçimini değiştiren, rölativite kuramlarıdır... mekanın biçimi ve zamanın akış hızı, eskiden homojen (monoton, tekdüze, her yerde aynı...) olarak tasarlanırdı; oysa 20.yy başındaki gelişmeler gösterdi ki, uzayın biçiminin eğriselliği o bölgedeki madde kitlelerinin miktarına, yoğunluğuna ve dağılımına; ve benzer şekilde zamanın akış hızı da, söz konusu maddenin hızına bağlı olarak değişmektedir... teorinin basitleştirilmiş sonuçlarından, anlaşılabileceği gibi, ışık hızına yakın hızlarda seyreden cisimlerin boyları 'kısalmakta' ve o cisim için geçen zaman 'yavaşlamaktadır' ... bu durum, yaygın olarak bilinen bir baba-oğul paradoksuna olanak vermektedir... söz gelişi dünyada 20 yaşında olan ve henüz yeni doğmuş bir çocuğun babası olan kozmonot, ışık hızına yakın hızlarda yol alan bir gemiye biner de, uzayda dünya zamanıyla, örneğin otuz yıl boyunca yol alır (geminin ışık hızına ne kadar yaklaştığına bağlı olarak, gemideki saatler yavaşlayacağı için -ama yalnızca saatler değil de fizikokimyasal ve biyolojik süreçler de yavaşlayacağı için-) ve geri dönerse, örneğin yirmi üç yaşında yani oğlundan daha genç olabilir... bu da zamanda yirmi yedi yıllık bir sıçrama sayılabilir... bu başlıkta, sn. macavity'nin yaklaşımını değerli bulduğumu eklemeliyim...
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Zaman hıza ve mekana bağlı olarak değişiyor. Işık hızına yakın hareket eden varlıklar için zaman daha yavaş akacak...

Zamanda durugörü ise farklı bir durum. Yaşanmamış bir geleceğin görüntülerini alıyorlar. Bu görüntüler dünya yaşamına ait yani 80 yaşında ne yaşayacağınız mesela bu görüntüleri çok net görüyorlar sanki o an yaşanmış gibi bu durumda bunu nasıl başarıyorlar ben bunu çözemiyorum. Gören kişi de dünyada olduğuna göre bu görüntüleri nasıl alıyorlar. Yaşanmamış bir gelecek nasıl görülebilir. Bu durumda Allah Katı'ndan bilgi transferi mi oluyor?
 

flzf

Filozof
Yeni Üye
Katılım
12 Mar 2009
Mesajlar
850
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
Zamanda Yolculuk konusunda bilimsel yorumlar yapmak sizin gibi değerli bilim insanları varken bize düşmez. Sn.Prof Ferdinand ve siz bilimde tek otorite olduğunuz için boş boş yazmak ya da karikatür eklemek yerine keşke bilimsel bir yorum yapsaydınız da bizler de aydınlansaydık... Zamanda yolculuk konusunda hiç bir fikriniz yok ise o zaman susacaksınız, boş yere bu başlığı mahvetmenize gerek yoktu. Çocukça yaklaşımlar bunlar ne yapalım siz olgunlaşana kadar büyüklük bizde kalacak yapacak başka birşey yok...

Hayır hayır kesinlikle yapmıycam kesinlikle olmaz bunun ne denli sinir bozucu birşey olduğunu bilemezsiniz bu konunun 2. sayfasında yazılanlar kadar cahilce ve alakasız yorumlar olduğu sürece bu konu hakında yorum yapmayı gereksiz buluyorum siz alın elinize bir din kitabı gidin fizik dersi verin bu asla hoşgörülemez.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
Zaman hıza ve mekana bağlı olarak değişiyor. Işık hızına yakın hareket eden varlıklar için zaman daha yavaş akacak...

Zamanda durugörü ise farklı bir durum. Yaşanmamış bir geleceğin görüntülerini alıyorlar. Bu görüntüler dünya yaşamına ait yani 80 yaşında ne yaşayacağınız mesela bu görüntüleri çok net görüyorlar sanki o an yaşanmış gibi bu durumda bunu nasıl başarıyorlar ben bunu çözemiyorum. Gören kişi de dünyada olduğuna göre bu görüntüleri nasıl alıyorlar. Yaşanmamış bir gelecek nasıl görülebilir. Bu durumda Allah Katı'ndan bilgi transferi mi oluyor?

allah katından herhangi bir bireye bilgi transferi olacağı / olabileceği ne bilim, ne din, ne de felsefe açından 'hiç bir şekilde ve asla' kabul edilebilir değildir... rölativite kuramlarının, durugörü yeteneği iddiasında bulunanlarla herhangi bir ilgisi yoktur... durugörü dediğiniz süreç, eğer bir olgu haline getirilebilirse, bilimin ilgi alanı içine girebilir...
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
ne "an" olanın gerisine ne de ilerisine gidilemez; devinim an ve olgu ile birlikte gerçekleşir ve her "an" olan diğerinden ayrı bir özelliğe sahiptir. Herakleitos'un dediği bigi "akan bir suda iki kez yıkanılamaz" düşüncenin sınırsızlığı onun zamandan bağsız olarak yaşanmış geşmişe ve yaşanmamış geleceğe fiktif/meta-fizik-düşünsel yolculuğa çıkmasını sağlayabilir ve fakat bu dahi "zamanda yolculuk" olarak değerlendirilemez. yaşanmışlıkların gözlenmesi sonucunda varılan bir takım değerlendirmeler ışığında geleceğe dair olası durumları öngörmek mümkündür, ancak bu da geleceğe yolculuk sayılamaz. doğmuş bir canlı doğmamışlığına nasıl geri dönemiyorsa ölmüşlüğüne de ilerleyemez.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Zaman An'dan ibaret ise geçmiş-gelecek tek bir An'dan oluşuyor ise herşey aynı An'da mevcuttur. Dünya yaşamında bizler zamanı geçmişten geleceğe doğru algılıyor olabiliriz fakat zaman dairesel ilerliyor ise ve biz yavaş çekimde bir filmi izler gibi olayları algılıyorsak aslında herşey aynı An'da yaratıldı ve yaşandı.

Zamanda Durugörü ile gelecekten haber verdiği düşünülen kişiler de bu durumda An'da hareket ederek bize göre yaşanacakların fakat gerçekte zaten An'da mevcut olanların görüntüsünü bize önceden haber vermiş oluyorlar.

Geçmiş şu An'da mevcut ise o An'a gitmek de mümkün olabilir fakat nasıl onu bilmiyorum. Yazdıklarım sadece birer yorum.
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
zamanda yolculuğu düşünebiliriz,zamanda yolculuğa inanabiliriz,bilimsel verilerden yola çıkarak böyle bir şeyi kurgulayabiliriz..fakat bunun gerçekleşmesi için başka bir boyuta geçmemiz gerekir ki bu mümkün görünmüyor..olabilirliği ışık hızına ulaşılması ve buna benzer yorumlarla açıklanmaya çalışılıyor..tamda burada akla gelen ilk soru şu olmalı bence,bu hıza erişecek bir teknoloji olsa bile insan bedeni bu hızla hareket etmeye elverişli mi..olmadığına göre zamanda ileri yada geri gitmek bizler için mümkün değildir,atom saati ile yapılan denemeler filan vardır ama bunlar ışık hızı ile kıyas edilemeyecek kadar küçük ölçektedir..bizler canlı birer organizmayız,ne kimyamız nede fiziki boyutumuz bu hıza elverişli değildir..her ne kadar kulağa hoş gelse de zamanda yolculuk hayalden öte bir şey değil,hayallerimizin sınırı yok ama her yönümüzle sınırlı birer varlığız..
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst