- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 15 Şub 2011
- Mesajlar
- 13
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 34
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Sanatı klasik tanımlardan sıyırırsak ona her şeyden önce bir "dil" diyebiliriz.. eğer sanatçının amacı bir modeli belirli anlamlar taşıyan imgeler bütünüyle tasvir etmeye çalışmaksa sanatı bir dil olarak ifade etmemde hiç bir sakınca yoktur.. peki bu "dil"in temeli nedir?.. Claude Levi Straus: "sanatçı kullandığı malzemeye ve uygulamalarına hiç biz zaman hakim değildir, eğer öyle olsaydı doğanın salt taklidine ulaşırdı" diyerek bize bir sanat eserinin şekillenirken ilkin neyden etkilendiğini göstermiştir.. sanatın temeli doğadır.. sanat tıpkı felsefede olduğu gibi doğayı, insanı, insanın varlığının niçin ve neden olduğunu, ne için yaşadığını belirleyen ussal ve duygusal ürünlerin toplamıdır.. sanatın insanı hem evrene uydurabildiğini hem de evrenden uzaklaştırdığını görüyoruz.. sanat her zaman doğaya eklenir.. ama bu tamamlanma öznellik yönünde olduğu gibi nesnellik yönünde de olabilir.. sanat her zaman aynı anda realist ve idealisttir.. çünkü dünyanın başka bir yanını onaylamak için diğer yanını yok etmekle işe başlar.. aynı anda hem dünyayı ele geçirmek ister hemde ondan kaçar; dünyanın üzerine içine gücünün yanılsamasını koyduğu başka bir dünya koyar.. işte bu açıdan felsefe ve sanat belli kesimleri birbirinin içine geçmiş iki ayrı, buna karşın birbirlerinden soyutlanmayan iki daireyi ortaya koyar.. başka bir deyişle felsefenin ve sanatın öğeleri ister istemez birbirlerinin alanlarında da yer alırlar.. çünkü felsefe sanatı anlamak, çözümlemek, yargılamak ve değiştirmek ister.. eğer bu böyle olmasaydı sanat tümüyle ve sürekli olarak aynı kalırdı.. örneğin bir sanat eleştirmeni bugün resim sanatı üzerine belli görüşler ve düşünceleri biçimlendiriyorsa bu kendi kendine olmaz, doğrudan doğruya onun felsefi bir dünya görüşü çerçevesinde olur.. demekki sanatçı yapıtlarını somut bir biçimde ortya koyduktan sonra onlar üzerinden çözümlemelere ve yargılamalara ulaşıp toplumsal nesnek değerlendirmelere gitmek, sanatçıyı aşan ama buna karşın düşünürleri harekete geçiren ve bunlarla ilgili kavramlar oluşturan felsefenin işidir.. peki ama sanatın rolu sadece bizleri düşündürmek, bilgilendirmek yada estetik güzelliğiyle bizi büyülemek ve heyecanımızı uyandırmak mıdır?.. sanat eserinin işlevi nedir?.. sanatın işlevi bireyin ve toplulukların kendini ifade etme yolunu yani iletişim yolunu açmasıdır.. sanatı tarihöncesi çağlardan günümüze kadar bireyin topluma kendini ifade etmesi, toplumların kendilerini kendilerine ifade etmeleri, ve son olarak da toplumların toplumlara kendilerini ifade etmesini sağlayan bir araç olarak görebiliriz.. işte bu noktada ise devreye giren bilim dalı arkeolojidir.. bugün birçok sanat eseriyle en yakın ilişkide bukunan bilim dalı arkeolojidir.. bir arkeologun sanattan iyi anlaması gerekir.. bulduğu bir sanat eserini iyi bir şekilde yorumlayabilmeli ki o eseri yapan sanatçı, o sanatçının yaşadığı toplum ve o toplumun diğer toplumlarla olan ilişkilerini düzgün bir biçimde yorumlayıp bizlere aktarabilsin.. herhangi bir sanat eserini "kültürel mirası" korumak, anlamak ve geleceğe aktarmak; insanlığı korumak, anlamak geleceğe aktarmak ve anlaşılır kılınması için bir şeyler yapabilmektir.. işte bu yüzden arkeologun bu sorumluluğun getirdiği yükün altından kalkması ve bunun içinde çok donanımlı olması gerekmektedir..kullanılan kaynaklar : denri delacroix - yaratıcı sanat, h.ibrahim yılmaz - sanat ve arkeoloji, şahin yenişehirlioğlu - felsefe ve sanat/düşünce kozmosu