Emperyalizmin yeni gözdeleri: STK'lar

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde Mühendis tarafından oluşturulan Emperyalizmin yeni gözdeleri: STK'lar başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,425 kez görüntülenmiş, 4 yorum ve 1 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Emperyalizmin yeni gözdeleri: STK'lar
Konbuyu başlatan Mühendis
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan ignostik üye

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Sömürü, baskı, zulüm, toplumsal eşitsizlik, adaletsizlik, ekseri sanıldığı gibi sadece zora, çıplak şiddete dayanmaz. Egemenlik esas itibariyle 'gönüllü köleliğe' veya 'gönüllü kabullenmeye dayanır. En azından sömürü ve baskı düzeninin sürdürülmesinde 'gönüllü köleliğin' başat işlev gördüğünü söylemek mümkündür. Gönüllü kölelik de ezilen ve sömürülenlerin egemen (veya resmi) ideolojiyi içselleştirmeleri demektir. Başka türlü söylersek, egemen ideolojiyle insanların bilinci sömürgeleştiriliyor. Bilindiği gibi egemen ideoloji, kavramlar, sözcükler, söylemler ve kurumlarla oluşturuluyor. Bilincin sömürgeleştirilmesi için de 'aydın' denilenler, yazarlar, uzmanlar, bilim erbabı, şimdilerde think tank kuruluşları ve Nobel ödüllü iktisat profesörleri seferber ediliyor. Bir bütün olarak bu taifenin misyonu, yalanı gerçek, yanlışı doğru, kötüyü iyi, vb. 'gibi' göstermektir. Velhasıl bunların misyonu marksist anlamda 'yanlış bilinç' yaratmaktır.



Tam da neoliberal saldırıyla sivil toplumun etkisizleştirilmek istendiği bir dönemde bizde Sivil Toplum Kuruluşları (STK) denilen kuruluşların yüceltilmesi boşuna değildir. Neoliberal saldırı her seferinde daha çok insanı işsiz, aç, korumasız bırakıp dışlıyor, marjinalleştiriyor. Neoliberal devlet insanların yaşamına dair hiçbir sorumluluk almaya yanaşmıyor. Zabıta işi hariç neredeyse herşeyden elini çekiyor. 'Herkes başının çaresine baksın' anlayışıyla hareket ediyor. Gerçek anlamda sivil toplum örgütü sayılması gereken kurum ve kuruluşları yıpratmak, etkisizleştirmek üzere sinsi ve/veya açık bir saldırı söz konusuyken, sivil toplum söyleminin ön plana çıkarılması ve içi boş kuruluşlara milyonlarca, milyarlarca dolar aktarılması boşuna değildir. Neoliberal ekonomik ve sosyal politikalarla her geçen gün yoksulların sayısı artarken, yoksullukla mücadele eden NGO'lara milyarlarca dolar aktarılıyor. Artık Dünya Bankası literatüründe kalkınma kavramı kullanılmıyor, onun yerini yoksullukla mücadele almış görünüyor. İnsanlar içine sürüklendikleri çaresizliğin asıl nedenini anlamasınlar diye bilimsel dedikleri çalışmalar finanse ediliyor. Tartışılması gerekenin tartışılmasını engelleyen kurum, kuruluş ve kişiler muteber sayılıp ödüllendiriliyor. Sistemi aşmaya yönelik kurum ve kuruluşlar da parasal desteklerle 'ehlileştirilip' içleri boşaltılıyor veya doğrudan yenileri kurduruluyor. Her gün bir taraftan insan haklarının, sivil hakların daha çok ihlâl edilmesine uygun bir ortam yaratılırken insan haklarından çok söz ediliyor. Bu amaçla STK'lar kurduruluyor, bunlar destekleniyor. Bu durum yoksulluğun 'hayır kurumlarına' ihale edilmesine benziyor.



XIX'uncu yüzyılda kapitalist patronlar işçileri, kadınları, çocukları akıl almaz bir vahşetle sömürürken, eşleri kibar hanımefendiler kimsesiz çocukları koruma dernekleri kurarlardı. Bu tür girişimler arttıkça sokağa atılan çocuk sayısı daha hızlı artıyordu elbette. Bizde 'Yardım Sevenler Derneği' gibi kuruluşların şimdilerde yaptığı gibi... Gerçek anlamda eleştirel çabaların önünü kesmek için yeni bir 'araştırmacılar', 'proje yöneticileri' katmanı türetilmiş durumda. Projelerin neye dair olacağına, nasıl yapılacağına emperyalist ülkelerdeki vakıflar, dernekler, kurumlar, vb. karar veriyor. Bu amaç için milyonlarca, milyarlarca dolar harcanıyor ama bir şartla: Olup-bitenlerin kimin için ne anlama geldiğini tartışmamak, tartıştırmamak... Söz konusu STK'lar veya NGO'lar siyasete karışmadıklarını söylüyorlar. Aslında siyasete karışmamak diye bir şey olamayacağına göre, bununla söylenmek istenen şu: Bizim misyonumuz olup-biteni meşrulaştırmaktır... Neoliberal barbarlığı ve vahşeti normal, olağan, zorunlu bir şey olarak sunmaktır. Velhasıl söylenmek istenen şu: Küreselleşme önüne geçilemez bir süreçtir, çokuluslu şirketlerin gücüne karşı durulamaz, öyleyse 'gerçekçi olmak gerekir'. Olup-bitene itiraz etmek yerine ona 'uyum sağlamalıyız', öyle boyumuzdan büyük işlere burnumuzu sokmamalıyız. 'Mikro projelere' yönelmekten başka seçenek yoktur... O zaman yapılacak şey de netleşiyor. Bir taraftan emperyalist sistem her seferinde açların sayısını artırıp, açlıkla değil açlarla mücadele ederken, diğer yandan da STK'lar, NGO'lar şu köye su götürüyor, sağlık kliniği açıyor, bu semtte dokuma tezgahları açıyor, ötede 'yeni tarımsal ürünlerin' denemesi yapılıyor. Bunlara cafcaflı isimler de bulunuyor: Alternatif tarım gibi... Bir NGO sokak çocukları için 'projeler geliştirirken' bir Think tank (ki ben bunlara yalan üretme dükkanları demeyi yeğliyorum) da şu önemli sorun üzerine 'derin bilimsel araştırmalar' yürütüyor... Tabii hepsinin parası da aynı kaynaktan veya kaynaklardan gelmek kaydıyla



'Gerçekçi olmak' denilen aslında gerici olduğunu gizlemek içindir. Oysa, Murray Bookcin bu konuda aynı fikirde değil ve şöyle diyor: ' Geçekçi olun ve imkansızı gerçekleştirin, çünkü imkansızı gerçekleştiremezsek düşünülemez olanla karşı karşıya geleceğiz.' Aslında politikaya karışmıyoruz diyenler bal gibi birilerinin politikasının aracıdırlar.
Şimdilerde açlıkla mücadele ettiklerini söyleyen ve açlıktan beslenen oldukça geniş bir 'açlıkla mücadele bürokrasisi' oluşmuş durumda. Aynı Hıristiyan misyonerlerin vaktiyle yaptıkları gibi... Bunlar aç bırakılan insanlara onları aç bırakanlar tarafından verilen paraları dağıtıyorlar ama kendi durumları açlarınkinden farklı. Lüks bir yaşam sürüyorlar, lüks otellerde konaklıyorlar, çok yüksek ücret alıyorlar... Ve açlık kazandırıyor...



Bu aşamada Ghandi'yi hatırlamamak olmaz. Ghandi: ' Yoksulları rahat bırakın'...demişti. Ne yapmalarını isterdiniz? Onlar işlerini yapıyorlar. Meslekleri bu... Bir de bunlara 'gönüllü kuruluşlar' diyorlar... Başta emperyalist devletler olmak üzere, devlet ve büyük sermaye (çokuluslu şirketler) insanların kapitalist yağma düzenine yönelik öfkesini, kinini ve tabii mücadele azmini ve şevkini kırmak, sistemin mantığının ve işleyişinin tartışılmasını ve anlaşılmasını önlemek için milyonlarca, milyarlarca dolar harcıyorlar ama bu paralar doğrudan şu devletten bu STK'ya (NGO'ya) verilmiyor. Devletin yapmak istediği bir şeyi sözde 'bağımsız', 'özerk' bir kuruluşa yaptırması oldukça yaygın bir durumdur. Devlet veya çokuluslu şirket paraları önce bir vakfa, derneğe veya enstitüye aktarıyor. Bunlar da katı kurallar koyarak paraları kimi projelerde kullanılmak üzere Üçüncü Dünya ülkelerindeki NGO'lara (STK'lara) aktarıyor. Böylece toplum 'apolitize edilmek', 'depolitize edilmek' isteniyor.



Parayı verenin yönetmesi kuraldır ve Fransızca bir deyim: finanse eden yönetir şeklindedir. 1980'lerin ortalarından bu yana, başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler kapitalizme ve emperyalizme yönelik mücadeleyi etkisizleştirmek üzere önemli miktarda finansman sağlıyorlar. Yazık ki, bu konuda oldukça başarılı oldukları da bir vakıadır...



James Petras, sol örgütlerin bu yolla nasıl 'ehlileştirilip' sömürü düzeninin bir parçası haline getirildiklerine dair Latin Amerikayla ilgili bir anektot naklediyor:


' Santiago Araştırma Enstitüsünün direktörü taşradan gelmekte olan annesini karşılıyor. Yeni Peugot'suyla annesini hava alanından alınca annesi soruyor: ' Bu güzel arabayı nereden aldın? ' ' Enstitü ödedi, diktatörlüğü yıkmak için arabaya ihtiyacım var'. Villalarla dolu bir bölgedeki oğlunun evine yaklaşınca anne soruyor: 'Bu güzel evi nerden aldın? ' Oğlu cevap veriyor: ' Enstitü ödedi, diktatörlüğü yıkmak için yaptığım araştırmada bu eve ihtiyacım var'. Yemek odasına giriyorlar ve anne deniz ürünleri, tavuk, salatalar ve iyi bir kadeh şarapla donatılmış sofrayı görünce şaşırıyor, ' Pekâlâ bu yemeğe nasıl ulaştın? ' Cevap: 'Enstitü ödedi, diktatörlüğü yıkmak için bu yemeğe ihtiyacım var.' Bunun üzerine anne kafasını kaşıyor ve şu nasihati veriyor: ' Dikkat et ki, kimse diktatörlüğü yıkmasın, yoksa sen bütün bunları kaybedersin...'*



Gerçek anlamda 'sivil toplumdan' söz edebilmek için canlı bir siyasal-ideolojik-entellektüel mücadele ortamı gereklidir. Oysa, yapılanlar ve yapılmak istenenler tam da toplumu siyasetten 'yalıtma girişimidir'. Bu yüzden içi boş örgütler ve içi boş kavramlar piyasaya sürülüyor. Amaç insanları kolay güdülsünler diye sürüleştirmektir. Eğer insanlar başkaldırıyorlarsa tarihin öznesidirler ve tarihi yapabilirler. Elbette bu çabalar son tahlilde başarılı olamayacak. Aksi halde insanlığın bir geleceği olduğundan söz etmek mümkün olmazdı...

20 Mayıs 2003 * Petras'ın Brecha'da (Uruguay) yayınlanan yazısı Türkçe'de 'Gerilla Bilanço Çıkarıyor' adlı kitapta yer alıyor. Yukardaki alıntı Türkçe baskıdan yapılmıştır
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
içselleştirme konusunda Frantz Fanon'un "yeryüzünün lanetlileri" adlı eseri sanırsam tartışmasız bir yapıt niteliğindedir.
 

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Çok haklısınız.
''Avrupa düşüncesi'' nin içselleştirilmesi.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Egemenlik esas itibariyle 'gönüllü köleliğe' veya 'gönüllü kabullenmeye dayanır.

Gerçek anlamda 'sivil toplumdan' söz edebilmek için canlı bir siyasal-ideolojik-entellektüel mücadele ortamı gereklidir.
Denir ki; Fransız ihtilalinde Efendiler, kölelerin sahiplerini seçtiklerinde daha iyi kölelik yaptığını keşfetti.

Huxley bir röportajında Distopya ve totaliterizmi (zorunlu itaati) seçeceğimizi ve bunun bizim seçimimizmiş gibi olacağını söyler...

Bugün örneği aşıya itaat yarı zorunlu ve şöyle bir kavram türedi. (sözde!) zorla aşı yok, seçmelerini sağlayalım ama bu seçim sorunlu..

Toplum sivil değilse evet sivil özgürlük, sivil başkaldırı, sivil kuram ve kuruluş üretemez.

Sivil kavramı için açılım. Bu kavram resmi kavramının karşıtı, üniformanın karşıtı. Otoritenin karşıtı.
Asker de sivil de görüşelim, bar da çıkışta görüşelim denir. Polisle kavga edersek üniformayı çıkar deriz. Bunu sivil kavramını anlamak isteyenler için yazdım.
Resmi-yet (otoriteleşme hiyeralşik otorite ve yetkiler/yetkililer olması ve onların farklı olmaıs anlayışı) otoritenin bizi yozlaştırması sivil/doğal olanın tersidir. Dili, iletişimi, insan ilişkilerini her şeyi bozar ve yozlaştırır.
 

ignostik üye

Filozof
Uzaklaştırılmış
Katılım
1 Ocak 2021
Mesajlar
969
Tepkime puanı
131
Puanları
43
Yaş
57
Konum
Mars gezegeni.
Üniversite Bölümü
felsefe
Bana ilginc
Gelen cok sey ama içlerinden biri varki.
Gercekten ilgnc.
Ne olduda 10.000 yıl oncec sex kolesi olan kadinlar.
Gunumuzde.
150 yillik kapital yasalarla.
Degerlendi ve kadin erkekten ustun oldu.
Bir kadin kotu niyetli
Ise bir erkegin hayatini mahfedebilir.
Bu yasalar bence cok tehlikeli.
Su an icerde binlerce masum erkek yatiyor.
Kadinin beyani ispattir.yan ispattir.
Trajikomik bir adalet.
Bir kere adalet olgusun yerle bir eden bjr tck uygulamasi.
Asil meslegim bu benim ben hukukcuyum..
Yanii je olduda ewrimsel sureclerde erkek bu kadar zavalli hale düştü??
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst