Düşünce tarzımızın biçimlenmesi: İnsanın Doğası (Prof.Dr.Ali Demirsoy)

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Bilimsel Makaleler kategorisinde faust tarafından oluşturulan Düşünce tarzımızın biçimlenmesi: İnsanın Doğası (Prof.Dr.Ali Demirsoy) başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,436 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Bilimsel Makaleler
Konu Başlığı Düşünce tarzımızın biçimlenmesi: İnsanın Doğası (Prof.Dr.Ali Demirsoy)
Konbuyu başlatan faust
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan faust
F

faust

Ziyaretçi
Gerek insan (gerekse sinir sistemi olan canlıların tümü), evrimleşme süreci içerisinde, gerek başka türlere karşı, gerekse kendi türünün diğer bireylerine karşı varlığını koruyabilmek için kendi benlik duygusunu merkeze alma zorunluluğunu duymuştur. Bu davranış şekli, örtmeye ya da saklamaya çalışsak da çalışmasak da kendini şu ya da bu şekilde gösterir. Örneğin, şu anda mantığınızı zorlamadan, doğaçlama düşünmeye devam ederseniz, dünyadaki en önemli konunun burada okumakta olduğunuz sanısına kapılırsınız; mantıklı düşünseniz dahi bu duyguyu sürdürürsünüz; ancak açık açık dile getirmekten çeşitli nedenlerle kaçınırsınız. Özünde bu davranış şekli, insan soyunun tüm düşünce tarzını ve yaşam stratejisini etkilemiştir.

Bu davranış şeklinin etkisi altında, geçmişte, insanlar, dünyayı güneş sisteminin hatta evrenin merkezi olarak kabul etmişlerdir. Çünkü bulundukları yer, doğaları gereği merkez olmalıydı. Bu nedenle bu kadar güzel bir manzarayı dünyada hiçbir yerde göremezsiniz; dünyanın en güzel suyu bu sudur ve buna benzer ifadeler kullanırız. Çünkü biz oradayız…

Bu düşünme tarzı, davranışlarımızın şekillenmesine de egemen olmuştu. İnsanoğlu, bu örtüyü, gerçek doğa bilimlerine sahip olmadan, evrenin, galaksilerin, güneş sisteminin değişimini, jeolojik evrimi, dünyanın ve canlıların geçtiği yolun ayrıntılarını öğrenmeden kaldıramazlardı. Nitekim insan soyu, çağlar boyu evrenin gerçek fiziksel yapısına ulaşamadığı için, bu örtüyü kaldıramadı; rahatlayabilmek için yerine mitler yarattı. Ama sorun çözülmedi.

Soyut düşünceye geçmiş insan soyunda, bireyin ilk deneyimi, anımsasa da anımsamasa da doğumudur. En azından bu olayı bir başkasında gözlemiştir. O halde, kendinin bir başlangıcı olduğuna göre, her şeyin bir başlangıcı olmalıydı. Hiç bir insan ölümü tatmamıştır; ama bir başkasında gözlemiştir. O halde her şeyin bir de sonu olmalıydı. Bu merkezi (bencil) düşünce, evrenin yapısını anlamaya da uygulanmalıydı. Soyut düşünmeye ve merak duygusuna ilk ulaşan varlığı (bundan sonra bunu insan soyu olarak adlandıracağız), hayvandan ayıran en önemli özellik "Merak" duygusu olduğuna göre, doğal olarak kendi evrimsel sürecinin etkisi altında da kalarak, evrenin bir başı, bir de sonu olacağı mitini yaratmakta gecikmedi. Yerleşik düzene geçtiği ve tanımlanabilir bulgular bıraktığı günden beri, insan soyunun, insanoğlunun bu merakını ve duyusunu tatmin için, değişik yaratılış mitleri uydurduğuna tanık olmaktayız.

Böylece, toplumlar birbirinden yalıtılmış olsalar bile, benzer biyolojik yapıya sahip olmaları nedeniyle, anlatımları ya da yaklaşımları farklı; ancak özü bakımından benzer yaratılış modelleri üretmeye başlamışlardır. Böylece kaba bir tahminle 5.000 üzerinde tanrı, 200'ün üzerinde belirgin kuralları olan din tanımlanmıştır. Hepsinde bir başlangıç, bir de son vardır. Doğumu gören bir insanın "Yaratılışı Kurgulaması" doğal geliyor da, ölümü tatmamış olan bir insanın "Kıyameti Tanımlaması" garip kaçıyor! Yaratılışta, diyelim ki, ortaya çıkan olayların izlerini sürerek kaynağa ulaştınız, pekâlâ, yaşanmamış bir olayın, yani kıyametin izlerini nasıl bularak varsayımda bulunuyorsunuz? Bunun yanıtı basit. Ben yok olacağıma göre, evren de yok olmalı. Bu benim doğal algılama tarzım. Yeterince bilgim yoksa bu evrensel ilkel sanıma boyun eğmeliyim. Yani Kıyamete de inanmalıyım.

Neden bu kadar çok sayıda insan, bu kadar bilimsel bilgiye ve açıklamaya karşın, hala yaratılış ve kıyamet kurgularından vazgeçemiyor?

İnsanoğlunun tarihi yukarıdan aşağıya haksızlıklarla doludur. Çok az insan, özellikle dinlerin temelinin atıldığı dönemlerde ya da daha önceki tarihlerde hakkını bu dünyada alabilmiştir. Ezilmiştir, horlanmıştır, aşağılanmıştır... Bu dünyada hakkını alamayan kişi, hıncını öbür tarafta alacağını söyleyen düşüncelere adeta tapmıştır. İşte dinleri ayakta tutan, insanoğlunun bu hıncı olmuştur. Hele, bu haksızlıkları yapanların öbür tarafta "Sümer inancıyla cehennemde" eza-ceza-cefa göreceğini, kendisi gibi horlananların ve aşağılananların ise "Sümer inancıyla cennete" hayal ettiği gibi lüks bir yaşamı süreceğini söyleyenlere düşünmeden biat etmiştir. Bu nedenle tarihin her döneminde, her toplum cennetini ve cehennemini, isteklerine, arzularına ve korkularına göre tarif etmiştir. Tanrısal bir cennettin ve cehennemin yapısı ve işleyiş tarzı değişmeyeceğine göre, toplumlara göre cennet ve cehennem tanımının değişmesi, sizce neye işaret eder? İdare sistemine ve toplumsal sorunlarına bilimsel çözüm bulamayan insanoğlu, bu nedenle hakkının alınmasını Tanrı'ya havale ederek rahatlamıştır. Bu nedenle "seni Allaha havale ediyorum" deriz...

Tüm canlılar ve bunların doğal bir uzantısı olan insan, evrendeki bir zaman diliminin ya da sürecinin ürünüdür. Evrendeki yapıların hemen hepsi, bir sürecin ürünüdür, yansımasıdır. Siz bu yapıyı bir bütün olarak tanımaz ve anlayamaz iseniz, yanılgıya düşersiniz. İşte bu yetiye ulaşamayanlar "evrim gerçeğini" göremezler ve çıkmaza düşerler. Bir defa ilkel duygularınızdan sıyrılarak, yani kendinizi olayların her zaman merkezinde varsayan düşünceden arındırmış olarak, olayları evrensel gözle, kuşbakışı değerlendirebilecek yetiyi kazanmış, bu zaman dilimi içerisinde gelinebilecek son aşamaya varmış bir insan olarak, bir düşünce tarzına kendinizi alıştırmaya çalışın:

Evren yaratılmamıştır; hep vardı; hep var olan bir şeyin yaratılmasını kurgulamak da anlamsızdır.

Evrendeki tüm mimari, özünde, evrenin enerji düzeyinin değişimi ile ilgilidir. Bunu anlayabilmek için bilimsel mantık ve araştırma gerek, merak gerek. Evren bundan böyle de hep var olacaktır. Fakat çeşitli şekillere, kimliklere bürünerek. Evren, evrimleşmektedir; her an mimarisini değiştiren bir evrende, onu oluşturan öğelerin, hatta bir tek tanım hariç, kavramların değişmeden kaldığını savunmak söz konusu değildir. Paris, New-York ve Moskova Bilimler Akademisi, evrende değişmez kuramın ya da tanımın sadece "Evrim Kuramı" olduğunu beyan etmişlerdir. Bu kavramın diğerlerinden ayrıcalığı, içeriği tümüyle değişse dahi, anlamının değişmez kalmasıdır; çünkü kuramın zaten kendisi değişimin ilkelerini incelemeyi amaçlamaktadır.

Olaylara çeşitli açılardan ve bir bütün olarak bakarsanız kuş bakışı bakarsınız, dogmanızın etkisi altında dar bir aralıktan bakarsanız kuş gibi bakarsınız.

Prof.Dr. Ali Demirsoy
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst