- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 25 Mar 2011
- Mesajlar
- 87
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 77
Dünya dışında başka yıldız ya da gezegenlerde canlılar var mı sorusu var oluş gibi nice bin yıllardır insanların zihinlerini meşgul etmiştir.
Genelde verilen cevaplar bilimin gösterdiklerinden çok derin hayal mahsulleridirler.
Bunun en büyük nedeni evrenin ölçülerimize göre büyüklüğünün yeterince fark edilmemesi, yıldızların komşu kapıları zannedilmesidir. Fakat gerçek böyle değildir.
Yıldızlar arası muazzam boşluklar varoluşun bir başka gereği ve gerçeği olarak karşımıza çıkar, bizleri şaşkınlıktan şaşkınlığa uğratır.
Güneş sisteminde ya da evrenin herhangi bir yerinde dünyamızdakilere benzeyen canlılar var mıdır?
Bu soruya henüz bilimsel bir cevap veremiyor sadece tahminlerde bulunabiliyoruz.
Bu soruyu cevaplamayı böylesine karmaşıklaştırıp güçleştiren ise yaşamsal uygunlukların çok ve kompleks olmasıdır.
Diğer ifade ile yaşamın oluşması ve devamlılığı için oluşumlarda milyarlarca bilinmeyenli bir denklemin çözülmüş (ya da bir terazinin) tam dengede olması gerekliliğidir.
Dünya dışında canlıların olup olmadığı sorusuna verilecek cevap materyalizm için çok önemlidir.
Bunun nedeni ise dünyanın özel olmadığını (rastlantılarla oluştuğunu, bu tür sistemlerin rastlantılarla oluşabileceğini) gösteren bir kanıt ya da kanıtlar olarak yorumlama çabalarıdır.
Güneş sisteminde bulunan Dünyamız dışındaki diğer gezegen ve uyduların yaşama uygun olmadıkları gözlemlenmiştir.
Mars’ta ve Jüpiter’in Europa uydusunda mikroorganizma türü canlıların olabileceği gibi zayıf iddialar varsa da doğruluğu konusunda herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.
Bu nedenle dünya dışında canlılık varsa güneş sisteminin dışında olmalıdır diyebiliriz.
Fakat güneş sistemi ile diğer yıldızlar arasında öylesine uzun mesafeler vardır ki bir canlı türünün bu mesafeleri aşarak dünyamıza ulaşması mümkün değil gibi görünmektedir. Bu konuda bir örnek verelim.
Güneş sistemine en yakın yıldız Alfa Centuari-3’tür ve ortalama dört buçuk ışık yılı uzaklıktadır.
Uzaya gönderdiğimiz Pioneer ve Voyager uzay araçları saatte seksen bin km hıza ancak ulaşabilmişledir.
Yıldızlar arası araçların daha yüksek bir hıza ulaşabilmeleri mümkün değil görünmektedir.
Biz yine de saatte yüz bin kilometre hızla giden bir uzay gemisi yapmayı başardığımızı varsayıp yola çıkarsak en yakın yıldız olan Alfpa Centauri’ye ancak elli bin senede ulaşabileceğiz.
Bu kadar uzun bir sürede gemi ve içindeki canlılar varlıklarını devam ettirebilir mi?
Serseri mayınlar gibi dolaşan göktaşlarından, süpernova patlamaları sonucu yayılan zararlı ışınlardan, mutlak sıcaklığın ancak birkaç derece üzerindeki soğuktan… Bunlara benzeyen ya da benzemeyen binlerce tehlikelerden, olumsuz şartlardan korunma mümkün olabilir mi?
Bu tür uzun süreli yolculuklarda belki de en büyük tehlike tersinim (düzen sahibi sistemlerin zaman içindeki bozumu) olgusudur.
En fazla bir kaç on sene sonra metal yorgunluğuna (tersinime) uğrayacak uzay gemisi elli bin yıl boyunca kendini nasıl yenileyip de varlığını devam ettirecektir?
Muhtemelen çok kısa bir sürede (bir kaç on yıl içinde) tersinim sonucu bozulup dağılacaktır.
Böyle bir yolculuktaki en büyük engelin tersinim olduğu açıktır.
Her türlü yaşamsal imkan sağlanmış olsa dahi bu kadar uzun süre çalışacak bir uzay gemisi yapmak mümkün değildir. Bu doğa kanunlarına aykırıdır.
Madde ötesi ışınlanma gibi bir yolculuk (transfer) mümkün olabilir mi?
Evren pek çok sırlarını bizden gizlemektedir. Bu nedenle bu sorunun cevabını bekleyip göreceğiz.
= = =
Varoluşu rastlantıların eseri olarak gören bir materyalist için eğer güneş sistemi ve dünya rastlantılarla oluşmuşsa trilyonlarca yıldızın bulunduğu evrende güneş sistemimize ve dünyamıza benzeyen yıldızlar ve gezegenler olmalıdır.
Olasılık hesapları eğer yaşamsal uygunluklar göz önüne alınmaz ise bunu mümkün görür.
Ayrıca dünyamıza benzeyen gezegenlerin olması güneş sisteminin ve dünyamızın rastlantılarla oluştuğunun kanıtı da olacaktır.
Bu nedenle evrende güneş sistemine ve dünyaya benzeyen gezegenlerin olup olmadığı sorusuna verilecek cevap materyalizm için çok önemlidir. Bu yönde çalışmalar yapılmış, yapılmaktadır ve bazı teoriler öne sürülmüştür.
1961 Yılında Franke Drake tarafından geliştirilen Drake Denklemi galaksi-mizde ne kadar zeki ve iletişim kurabilen uygarlık olabileceğinin belirlenmesiyle ilgili faktörleri içerir.
Bu denklem N= N1. fp. ne. fl. fi. fc. fL eşitliği ile ifade bulur.
Burada N uygarlık bulunma ihtimali olan gezegenlerin sayısıdır.
Denklemdeki faktörleri şöyle sıralayabiliriz.
N1- Galakside bulunan yıldızların sayısıdır. Formül sahibi Samanyolunda iki yüz milyar yıldızın olduğunu varsaymış bu rakamı almıştır.
Pek çok kaynakta Samanyolundaki mevcut yıldız sayısının iki yüz milyar değil, iki yüz milyon olduğu belirtilir. Arada bin misli gibi çok büyük bir fark vardır.
Drake denkleminde toplam yıldız sayısının belirli bir yüzdesine karşılık gelen sayı kadar gezegende (yıldız değil) canlılık olabileceği düşünülür. Bu oran fp rumuzuyla ifade bulur ve yüzde yirmidir.
Diğer ifade ile formüldeki rakama göre Samanyolunda bulunan yıldızlara ait kırk milyar gezegenin yaşama uygun şartlara sahip oldukları varsayılır.
Formüldeki ne rumuzu yaşam içeren ya da yaşama uygun olan gezegenlerin sayısıdır.
Drake bu konuda Güneş sistemini örnek alır. Venüs, Dünya ve Mars gezegenlerini yaşama uygun kabul eder. Buna göre ne=3 olur.
Formülde yaşamsal şartlara sahip olup da evrimleşmeyi mümkün kılan daha geniş olanaklara sahip gezegen sayısının yaşam olan gezegenlerin sayısıyla oranı fl harfleriyle gösterilir. Drake bunu %50 olarak kabul eder.
Formüldeki fi fl’deki gezegenler sayısında içlerinde zeki yaratıkların olabileceği yerlerin oranıdır. Bu da %20 olarak kabul edilir.
Fc fi türü gezegenlerin içinde iletişim teknolojisine sahip olabileceklerin oranıdır ki bu da %20 dir.
fL ise iletişim teknolojisine sahip medeniyetlerin yaşam sürelerinin yaşadıkları gezegenin ömrüne olan oranıdır.
Formül sahibi bu oranı milyonda bir olarak kabul etmiş; dünyamızın yaşını on milyar, medeniyetin yaşama süresini ise on bin yıl olarak almıştır.
Drake formülüne göre bulunan sonuç N = 2400dür.
Diğer ifade ile Samanyolu galaksisinde iki yüz milyar yıldızın olduğu kabul edildiğinde evrimleşip iletişim kurabilecek yeteneklere sahip canlıların bulunduğu gezegen sayısı iki bin dört yüzdür.
Dikkatli bir okuyucu formüldeki bilgilerin bilimsellikten çok zorlamayla, afakî olarak ortaya konulduğunu hemen fark eder.
Verilen bilgilerin hemen hemen hepsi bilimsel olmalarına engel olacak kadar derin ve güçlü şüpheler içerir.
Samanyolunda bulunan yıldız sayısında bile bir mutabakatın olmadığı görülür.
Hâlbuki bu sayı Drake formülünün omurgasını teşkil eder.
Canlılığın olmadığı bilinen Venüs ve Mars gezegenlerinin ölçü alınması yukarıdaki formülün bir başka açmazı ve mantıksızlığıdır. Venüs ve Mars gezegenlernin yaşama uygun omadığını biliyoruz.
Drake formülünü incelememiz sonucunda vardığımız sonuç; gerçeği arama yolunda sık sık karşılaştığımız materyalizmin canlılığın rastlantılarla oluşabileceği varsayımının temel propagandalarından biri olmasından öte bilimsel değerinin olmadığıdır.
Temel propagandadır çünkü daha önce de yazdığımız gibi evrende canlılığın başka dünyalarda da var olmasının kanıtlanması Güneş sisteminin dolaysıyla Dünyamızın özel olmadığının, rastlantılarla oluşabileceğinin kanıtlanması anlamına gelir.
Evrende Dünyamız dışında yaşama uygun gezegenler var mıdır?
Bu soruya vereceğimiz yanıt ne evet, ne de hayırdır. Vereceğimiz cevap niye olmasındır.
Bunun nedeni de evrende Dünya dışı canlıların olup olmadığı konusunda bilimsel kanıtların henüz bulunamamasıdır.
Aynı soruya yaratılış teorisi taraftarlarının vereceği yanıtta bu teorinin temel aldığı kutsal kitaplarda Var Edicinin Âlemlerin Var Edicisi olma yönündeki ilahi kelamın yorumuna bağlı olarak cevabımızla aynı diyebiliriz.
Âlemlerin Var Edicisi sıfatı Dünya dışı başka dünyaların var olduğunu gösterdiği gibi yaratılış teorisi taraftarlarının (genellikle) gönülden inandıkları Dünya ve ahreti de ifade ediyor olabilir.
Evrende canlıların yaşadığı başka dünyaların olup olmadığının tespiti konusunda hakkında en fazla bilgi sahibi olduğumuz Güneş ve sistemi örnek alınabilir.
Eğer güneş ve sistemi özel değilse (ki materyalizm Güneş ve sisteminin özel yaratılmış olduğunu şiddetle ret eder) diğerleri gibi rastlantılarla oluşması gerekir.
Evrende öylesine çok yıldız gezegen ve uydu vardır ki Güneş sistemimize ve Dünyamıza benzer pek çok sistemin olması gerekir. Güneş sisteminin de içinde bulunduğu Samanyolu galaksisine örnek alırsak:
Galakside toplam iki yüz milyon yıldız vardır. Güneşimiz de bunlardan orta büyüklükte olanlarından sadece biridir. Güneşimizin iki yüz milyon yıldız içinde orta büyüklükte olması sistem değerlerinin ortalama olarak alınmasını mümkün kılar.
Yaşam hem gezegenlerde hem de gezegenlerin uydularında (örneğin Jüpiter’in Europa uydusu gibi) olabileceğinden hem gezegenlerin hem de uyduların toplam sayılarını dikkate almak gerekir. Bu sayıyı güneş sisteminde elli olarak kabul edebiliriz. (Gerçekte elli beş) İki yüz milyon yıldızın ortalama elli gezegen ve uydusu olduğu var sayılırsa Samanyolundaki toplam gezegen ve uydu sayısı on milyar olur.
Varacağımız sonucun daha gerçekçi olması için gezegen ve uyduların içinde sadece yüzde birinin (Güneş sistemi örnek alındığında bu ellide birdir) yaşama uygun olduğu kabul edilirse Samanyolu galaksisi içinde yaşama uygun gezegen ve uydu sayısı yüz milyondur.
Bu da Samanyolu galaksisinde bulunan her iki yıldızdan birinin sisteminde yaşam barındıran bir gezegen ya da uydu var demek anlamına gelir.
Fakat biz bir tanesini bile tespit edebilmiş değiliz.
Bu rakamı abartılmış mı buldunuz?
Eğer bu rakam abartılmış ise Güneş ve sisteminin özel olduğunu kabul etmek zoruna kalırız. Çünkü aldığımız örnek güneş sistemidir.
Gerçektende en azından bir kısmını çok iyi bildiğimiz Güneş sisteminde dolaysıyla Dünyamızda mevcut yaşam için olmazsa olmazları (yaşamsal uygunlukları) dikkate alıp, araştırmaları bunlara göre yapmak; evrende güneşimize ve dünyamıza benzeyen başka güneşler ve dünyaların olup olmadığını araştırmak çok daha akılcı ve bilimsel olacaktır.
Devamı var.