Dilde Gericilik ve Günümüz Şiiri

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Şairler kategorisinde Mühendis tarafından oluşturulan Dilde Gericilik ve Günümüz Şiiri başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,053 kez görüntülenmiş, 2 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Şairler
Konu Başlığı Dilde Gericilik ve Günümüz Şiiri
Konbuyu başlatan Mühendis
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Mühendis

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
[FONT=&quot]Başını kuma gömerek, yaşamı “siyaset, ideoloji ve felsefe de dahil olmak üzere” tüm yönleriyle göremeyenler “Dilde Gericilik ve Günümüz Şiiri” başlığımı duyunca, başlarını kumdan yine çıkaramayıp “Sanatta yine mi siyaset, yine mi ideoloji? ” diyerek beni suçlayacaklardır. Bildirimi, bunu bilerek hazırladığımı önceden belirtmek istiyorum.

Günümüzde adım adım ilerleyen “dilde gericilik” düşüncesine gelmeden önce, tarih boyunca Türk dilinin kullanımı açısından şiirimize kısaca bakmak istiyorum.

Eski Türk şiirinde, yabancı sözcük sayısının çok az olduğunu, Farsça ve Arapça kurallarla, daha geniş bir anlatımla söyleyecek olursak, yabancı dil kurallarıyla tamlama yapılmadığını biliyoruz.

İslamiyet’in benimsenmesinden sonra, yaklaşık 5 yüzyıl, bölgede Farsçanın edebiyat dili, Arapçanın da bilim ve eğitim dili olarak benimsenmesi nedeniyle aydınlarımız, Osmanlıca adıyla sadece yazı dilinde kullanılan halkın anlamadığı yapay bir dil oluşturmuşlardır. Doğaldır ki bunda İslamiyet’in de etkisi olmuştur. Bu dil, yabancı dil kuralları yanında, zaman zaman yüzde 95’e varan Arapça, Farsça sözcüklerle doluydu. Halkımız Osmanlıcayı hiçbir zaman anlamamıştır. Osmanlıca sadece aydın zümrenin yazı dilidir; bilinmelidir ki bu dil aydın zümrenin konuşma dili de değildir. Özellikle Divan edebiyatımız döneminde bazı şairlerimizin Türkçeyi aşağıladıkları görülür. Şu anda örnek vermek istediğim bunlardan sadece biri olan 14. yüzyılda yaşamış Şeyhoğlu Mustafa’dır. Şairin 1387 yılında yazdığı Hurşidname’deki şu beyte dikkat edelim:

“Kuru vü sulb ü serd ü Türk’e benzer
Ter ü nazik dil andan özge benzer”

Günümüz Türkçesiyle söyleyecek olursak, Türk diline şöyle yakıştırmalarda bulunmuş Şeyhoğlu Mustafa:

“Kuru, katı, sert ve Türk gibi
Tatlılık ve incelik ondan çok uzak gibi”

Halk şairimiz şiirini konuşma dili olan Türkçeyle söylerken, Cumhuriyet öncesinde Divan şairi ve aydınımız, sadece yazı dilinde kullandığı Osmanlıca ile yazıyordu. 19. yüzyılın ilk yarısında Tanzimat edebiyatımızda bu yanlışlığa değinmeler olduğu halde, genel anlamda başarılı olunamadı. Milli edebiyatçılarımız dil konusunda daha duyarlı olup Türkçeden yana epeyce yol aldılar. Bu da yeterli değildi. Sonunda, Mustafa Kemal Atatürk’ün Dil Devrimi’yle, dilimizin yanında yer alma düşüncesi devlet politikasına dönüştü; Türkçe dil kuralları ve Türkçe sözcükler öne çıkarıldı…

Türetmecilik ve dilde arılaşma çabaları o denli sonuç verdi ki artık okuma yazma bilen her yurttaş, okuduğu kitapları anlamaya başladı, çünkü Osmanlıca terk edildi ve böylece konuşma dili ile yazı dili arasındaki uçurum giderilmiş oldu.

Ancak, şimdi benim dikkat çekmek istediğim, 21. yüzyıl Türkiye’sinde dilde gericiliğin hortlatılmaya başlandığıdır. Kuşkusuz, bunda bir amaç var; açıkça söylüyorum ki Cumhuriyet’in kazanımlarını tüketmek isteyen bir amaç bu.

Son yıllarda şiirde kullanılan sözcük ve tamlamalarda zaman zaman Osmanlıca özentisinin varlığı dikkat çekiyor. Yoz ve yobaz düşünceyi savunanların Türkçe sözlüklerde bulunmayan, ancak Osmanlıca sözlüklerde bulabileceğimiz sözcükleri diriltme çabası, Farsça tamlamaları önemsemesi dünya görüşlerinin ürünü sayılabilir belki. Ancak, durum sadece o değil. Kendini aydın sanan bazı şairler de bu yoz ve yobaz düşüncenin, bilinçli ya da bilinçsiz, savunuculuğunu yaparak, sadece Osmanlıca sözlüklerde bulabileceğimiz sözcükleri kullanmanın yanında, sanki Türkçe tamlama yapılamazmış gibi, Farsça kurallara göre tamlama yapmaya başladılar. Bu yaklaşımın arkasında, Osmanlıcada olduğu gibi, yazı diliyle konuşma dilini ayırmak düşüncesi vardır ve bu durum büyük bir tehlikedir; çünkü halk bu yolla daha hızlı cahilleştirilir. Ulus birliğini yıkma yollarından biri de budur Gördüğüm o ki dil birliğimizi bozmak istiyor birileri…

Sadece Mortaka dergisinin 1. sayısı ile internet ortamındaki bazı şiirleri okuduğumuzda bile, bakınız nasıl sözcük ve tamlamalar çıkıyor karşımıza. İşte birkaçı: musahip, aşk-ı mecaz, huruc, fasl-ı mecaz, haşiye, ilm-i simya, sıla-yı rahm, misafirhane-i dünya, har, dun, medar-ı izzet, müyesser, gayya, mülaki, nezr, şaki, ati, şehristan, ufunet, gülnar, şehbal, şem, şivaz, ehl-i nar.

Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Biriminin 12 yıldır düzenlediği Gençlik şiir yarışmasına bir gencin gönderdiği şiirleri, seçici kurul üyesi olarak okuduğumda inanamadım: şaşırdım ve üzüldüm. Bu gencin kullandığı Osmanlıca sözcük ve tamlamalardan sadece birkaçını belirtmek istiyorum: azm-i reh-i gülşen, sine-çak, çeşm, hançer-i aşk, zahir-i hale, dü, gülşen-i hüsn, nar-ı hicran, perde-i zulmet, müstenkif, visal, âlem-i perva, bendegân.

Bu genç ve benzerleri, kuşkusuz bir yerden, bir ideolojiden beslenmektedirler. Kasıtlı olarak Türk şiir diline, dolayısıyla Türkçemize saldırı başlatılmıştır.

Kendini aydın görenlerin bu tuzağın içinde olmaması gerekirdi. Şairin amacı, şiire “eskilik” mi “yenilik” mi getirmek olmalıdır? Bu sorunun yanıtını vermeden şiir yazanlar, dil tutumları konusunda aldanıyorlar… Şu da bilinmelidir: Özellikle yazı dilimiz, Dil Devrimi’ni öylesine benimsemiştir ki kimsenin Türkçeyi savurmaya gücü yetemeyecektir. Olsa olsa bu güzel dil, kendisine karşı olanları savuracaktır.

Bir önerim var: “Dilde Gericilik ve Günümüz Şiiri” konusunda üniversitelerde yükseklisans tezleri yaptırılabilir. Bence böyle bir çalışma, ivedilikle başlatılmalıdır. Bu konunun incelenmesini, tarihsel sorumluluklarımız içinde görüyorum.

Ayrıca, Türkçemiz konusunda alarma geçilmeli; bu yoz düşünceye karşı duruş, dil sevdalılarınca her yerde anlatılmalıdır.

Şiirde yenilik yaptıklarını sanıyorlar. Eskinin yinelenmesiyle yenilik yapıldığı nerede görülmüştür? Şiirde yenilik o kadar kolay mı? Bunu yapabilmek için taklit değil, zekânın yaratıcılığıdır söz konusu olan. Lütfen, ucuz ve kolay yollara girmeyin; çünkü zor iştir şiir.

Bu kişiler, gelenekten yararlandıklarını sanıyorlarsa, onlara töre cinayetlerini gelenek diye sürdürenleri anımsatmak isterim. Biri töre cinayeti, diğeri dil. Kim neresinden bakarsa baksın, dilde gericilik yapanlar bir kuyuda debelenmektedirler.

Çocuğa yeni giysi olarak üstünde olan giysinin aynısından alıp giydirmek isterseniz, çocuk mızmızlanır, onu istemez. Çocuğu mutlu edecek olan yeni, ama farklı olan giysidir. Şiir de böyledir işte. Şiire bu giysileri zamanında giydirmeye çalışan çok şair olmuş, şimdiyse başınıza fırlatacaktır sizin yenilik diye ortaya attığınız yutturmacaları.

Dilimizi bugün bile yetersiz bulanlar, pırıl pırıl Türkçeyle yazılmış Halk şiirimiz ile Cumhuriyet sonrası şiirimiz için ne diyeceklerdir? Yetersiz bir dille o güzelim şiirler yazılabilir miydi? Bu sorunun doğru yanıtını bulduğumuzda, dilimize haksızlık etmeyi bırakabiliriz ancak.

Dil bilinci gelişmemiş şairi kınıyorum. Dilde gericiliği benimseyerek, ulus bilincini yıkmayı amaçlayanlar, edebiyat tarihinin şamarını yiyeceklerdir. Bizi biz yapan dilimizi sahiplenmek, en önemli görevlerimiz içinde olmalı değil mi? Başka dillerin kuyrukçuluğunda, bağımsızlığımızın simgelerinden biri olan dilimizi bayrak gibi dalgalandıramayız.

Önce, böyle bir isteğinizin olup olmadığı konusunda kendinizi sorgulamalısınız. Gerisi sizin bileceğiniz iş…

NOT: Bu yazı 16.05.2007 tarihinde, Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimi tarafından 12. Geleneksel Şiir Bayramı’nda gerçekleştirilen [/FONT]
[FONT=&quot]1. Ulusal Şiir Kongresi’nde bildiri olarak sunulmuştur.
İhsan Topçu[/FONT]
 

oz

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
22 Mar 2009
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
2023
dilde ilericilik yapma iddiasında olanlar sayesinde bugün doğru dürüst bir felsefe dilimiz yok. örneğin töz kelimesini ele alalım: substance karşılığı olan bu kelimenin yerine osmanlıcada cevher kelimesi kullanılmış. cevher kelimesinin bir tarihi, yaşayan dilde bir anlamı var. töz ise tarihi olmayan, uydurulmuş bir kelime. Üstelik her yazar bu tür uydurulmuş kelimeleri benimsemiyor, aynı kavram için farklı kelimeler kullanıyor. Kişisel olarak, bu anlayışla çevrilmiş felsefe kitaplarını okumaktan hoşlanmıyorum. Örneğin diyalektik maddecilik yerine birinin aniden aklına esip eytişimsel özdekçilik demesine gıcık oluyorum. :S Herkes aklına esen kelimeleri türetme hakkını kendinde görünce kavramlar oturmuyor. Hele edebiyatta uydurulmuş kelimelerle yazmak, saçmalıktan ibaret. (Bu arada, neden şiire şiir dediniz, dilde gericilik yapmayın, yır ya da koşuk demelisiniz. :)
".......Türetmecilik ve dilde arılaşma çabaları o denli sonuç verdi ki artık okuma yazma bilen her yurttaş, okuduğu kitapları anlamaya başladı, çünkü Osmanlıca terk edildi ve böylece konuşma dili ile yazı dili arasındaki uçurum giderilmiş oldu....."
Hayal görmeye devam edin diyorum. :)) Mükemmel talim terbiye sistemimiz sayesinde okuma yazma bilen yurttaşların çoğu, değil kitap, bir kaç satırdan uzun bir yazıyı okumaktan bile tiksinir oldu. Konuşma dilini tanımak içinse televizyon ve radyoya bir bakın. Ne kadar büyük bir uçurum olduğunu göreceksiniz. Bunun nedeni dilde Osmanlıca veya Göktürkçe kelimelerin kullanılması değil, sadece eğitim sistemi.
 

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
[FONT=&quot]Düşün bilim tarihinde ‘’Töz’’ , cevher (Arapça) kelimesinin eş anlamlısı olarak değil kavramsal olarak farklı tanım ve tartışmalara neden olmuş ve Hegel ‘de son bulmuş (bana göre) bir tanım(insan/öge/alt ,tanrıya dayanması)/sorun olduğunu söyleyebilirim.[/FONT]
[FONT=&quot](Yanlış , eksik biliyor da olabilirim.)[/FONT]

[FONT=&quot]Türkçemiz hakkında ; [/FONT]

[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]
linkini ziyaret ederseniz daha ayrıntılı bilgilere ulaşacağınızı sanıyorum.[/FONT]
[FONT=&quot]
Benim söyleyebileceklerim ise ;[/FONT]
[FONT=&quot]600 küsur sene[/FONT][FONT=&quot] dilsiz kalmışız yani Türkçesiz. Diğer tüm dünya ülkeleri dillerinin gelişim sürecini yaşarken bizim Türkçemiz sadece babası ölmüş ana kucağında ekmeksiz,susuz,çaresiz bir dil olarak saray dışında yoksulluğuyla pençeleşen Türk halkının dilinde kabataslak dolaşıp durmuş.[/FONT]
Ne Bilimde ne de sanatta kullanılmış.
Ne de ilahi olarak Tanrı ile iletişimde yani ibadette kullanılmış.
600 küsur yıl. Dilimiz incelenmemiş,dilimizin kuralları belirlenmemiş.
Burada bize düşen görev ; Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün başlattığı Dil Devrimi’ni daha da ileriye götürmektir.

[FONT=&quot]Sanırım aşağıda alıntısını yaptığım yazı buna güzel bir örnek olmaktadır.[/FONT]

[FONT=&quot]Türkçe Bilim Dili Olamaz Diyenlere [/FONT]
[FONT=&quot]
Türk dilini incelerken; insan zekâsının dilde başardığı büyük şaşırtıcılığı(tansığı-mucizeyi) görürüz.
Maks Müler

Türkçenin evrensel boyutta bilim ve sanat dili olamayacağı, dağarcığının İngilizce, Fransızca, Almanca vb. gibi yaygın, etkin dillerin anlamsal boyutunu karşılayamayacak denli yoksul olduğu söylenir. Bu hem aşağılık duygusunun ve Batı yüceltmeciliğinin bir göstergesidir hem de Türkçeye haksızlık, saygısızlıktır. Bu söylem bilinçli ve tasarlanmış yani kasıtlı değilse bilgisizliğin, en azından aşağıladığı, küçümsediği kendi dilini tanımamanın, bilmemenin göstergesidir; çünkü bu söylem her şeyden önce dilbilime aykırıdır.
Dil, insanın yaşamsal deneyiminin, göstergelerle anlamlandırılmış dizgesi olduğuna göre, bir toplumun(insanın) yaşamındaki her deneyimin(olgunun) de bir dilsel(göstergesel) karşılığı olacaktır. Bu karşılıkların, toplumların kendi ekinlerinden oluşturulması, toplumların dillerine olan ilgisini gösterir. Bu da kendilerine olan güvene ve saygıya bağlıdır. [/FONT]
[FONT=&quot]“Dil, bir ulusun aynasıdır. Bu aynaya baktığımız zaman, orada kendimizin en gerçek yankısını buluruz.” der Schiller. [/FONT]
[FONT=&quot]Yüzlerce yıllık baskıya karşın Türkçe bu görevini yılmadan yerine getirmiş bir dildir. İlginçtir, Türkçenin güzelliğini ve gücünü, onu koruması gerekenler değil, özlemle bakan Batılı aydınlar ayırt etmiştir. Jean Cocteau, yeryüzü sömürgeciliğine (emperyalizme) karşı bağımsızlık savaşı kazanmış bu topluma şöyle seslenir: [/FONT]
[FONT=&quot]“Siz Türklerin, şimdi yapacağı en büyük olay, en büyük yenilik, dil yeniliği olacaktır. Elinizde fonetik(sesbilgisine uygun) bir dil var; insanı şaşırtan, coşturan bir dil...” [/FONT]
[FONT=&quot]Türkçenin özleşmesi konusunda en etkin ateşi yakan M. Kemal için de bu böyledir ve bu düşüncelerle gerçekleştirir Dil Devrimi’ni: [/FONT]
[FONT=&quot]“Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Türk dili dillerin en varsıllarındandır. Yeter ki bu dil, bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. Dil Devrimi’nin amacı; Türk dilinin kısırlaştırılması değil, yenileştirilmesidir.”

[/FONT][FONT=&quot]Bir toplumun yaşamına giren yeni olgu, kavram ve nesnelere terimce genişletilerek dilsel karşılıklar üretilebilir ya da bir başka deyişle üretilen karşılıklarla terimce genişletilebilir. Bunun da aktarma, öyküntü, anlamsal kaydırma, açımlama vb. yollarla türetme hatta uydurma gibi hiç de olanaksız olmayan yöntemleri vardır. Hele bu kavram, olgu ve nesneler yabancı kaynaklı ise, yani yabancı dilde karşılıkları varsa çok daha kolaylaşır. Çağdaş dilbilimcilere göre en gelişmiş dillerdeki en karmaşık ya da özgün anlamlar içeren terimler bile en ilkel, dilbilgisel ulamları(katagorileri) en cılız olan dillere çevrilebilir. Eğer çevrilmesi istenen terimlerin, çevrilecek dilde onu karşılayan sözcükleri yoksa, o dilin olanakları kullanılarak, açımlama yoluyla gösterge kaydırmaları gerçekleştirilebilir. [/FONT]
[FONT=&quot]
Örneğin; çağdaş dilbilim ve çeviri bilimin öncülerinden olan Roman Jakobson’un örneklerinden yola çıkarsak; “bekâr” sözcüğü, ilkel bir başka dile “evlenmemiş erkek” ya da “evlenmemiş kadın”; “vida” sözcüğü de “dönen çivi” olarak çevrilebilir.
Bir dilin özgün terimce genişletme konusundaki kolaylığı, o dilin kıvraklığına yani dilbilgisel ulamlarım varsıllığına, terimce genişletme yöntemlerinin tümünün uygulanabilir olmasına bağlıdır. Türkçe, gerek kuralları gerek sözcüklerinin kök, gövde ve özellikle de ek yapısı açısından varsıl diye bilinen dillerin çoğundan çok daha kıvrak bir dildir. Terimce genişletme yöntemlerinin tümünü kullanarak yeni sözcükler oluşturulabilir, yabancı sözcüklere karşılıklar üretilebilir. [/FONT]
[FONT=&quot]“Fonetiklerini bildiğim, Batı ve Doğu uygarlıklarının en gelişmiş dilleri sayılan İngilizce, Fransızca, Arapça ve Farsça arasında ses zenginliği bakımından Türkçe en elverişli dildir; zira bu dillerin her birinin iki misli sese sahiptir; hem bu seslerden hiçbiri gırtlak sesi olmamak şartıyla. (Nurettin Sevin; Kompozisyon- Seyit K. Karaalioğlu; syf. 13) ” [/FONT]
[FONT=&quot]Türkçedeki bu ses varsıllığının, terimce genişletme konusundaki yetisi yanında Nurettin Sevin’in sözünü ettiği bu varsıl ses kaynağının hiçbirinin gırtlak sesi olmayışı sıradan bir özellik değildir. Bir dilin gırtlak seslerinden oluşmaması ve ünlü sayısının çokluğu, o dilin ses uyumunun, ezgiselliğinin göstergesidir. Bu da o dilin iyi bir sanat, yazın, özellikle de şiir dili olduğunu gösterir. [/FONT]
[FONT=&quot]
İngilizce, Fransızca gibi varsıl saydığımız, evrensel dil olarak kakalanan diller, varsıllıklarını yabancı dillerden aldıkları sözcükleri kendi dilbilgisi kurallarına uydurarak kullanmalarına borçludurlar. Bu dillerdeki sözcüklerin çoğunluğu Latince kökenlidir ve Latince başta olmak üzere Yunanca ve Arapça gibi dillerden beslenmişlerdir. [/FONT]
[FONT=&quot]Oktay Sinanoğlu, İngilizcedeki özgün sözcük sayısının on ikiyi geçmediğini söyler. Oysa bin yılı aşkın süredir kuşatılan, unutturulan, hırpalanan, kıyımdan geçirilen Türkçe, bütün bu olumsuzluklara karşın bugün bu dillerden hiç de geri kalmayacak denli özgün sözcüğe sahiptir. Sözcük dağarcığının diğer dillere göre yoksul gibi görünmesinin suçlusu Türkçe değil, onu kullananlar daha doğrusu kullanamayanlardır.

[/FONT][FONT=&quot]Spor dilinde yaygın kullanılan “hattrick” yerine “üçleme”, teknoloji alanında da “compüter, deep friitz ve frigider” yerine “bilgisayar, derindondurucu, buzdolabı” terimleri, Türkçenin hem kök, gövde ve ek yoluyla hem de “açımlama, benzeştirme” yoluyla türetilen yüzlerce, binlerce örnekten yalnız birkaçıdır.[/FONT]
[FONT=&quot]Başta İngilizce olmak üzere yaygın birçok Batılı dil gerek günlük yaşama girmiş yeni birçok kavram ve nesneye gerekse yabancı dil kaynaklı sözcüklere genellikle açomlama ve benzeştirme yoluyla karşılıklar üretirler; “foot ball(ayak topu) , basket ball(sepet topu) , turntable(dönen masa) , hotdog(sıcak köpek) vb. gibi.” Oysa Türkçe, kök, gövde ve ek kullanılarak çok daha özgün, kısa karşılıklar üretme kıvraklığına ve yetisine sahiptir. Amerikalıların yeryüzüne dayattıkları bir yemek ekini(kültürü) olan “fast food”, “hızlı yemek” gibi hiç de özgün olmayan, açımlamalı bir yöntemle, iki sözcükten oluşan bir sözcükler bütünüyle karşılık bulurken; Türkçe bu kavramı “atıştırma” gibi çok daha sevimli, kısa bir şekilde karşılayabilmektedir. Ancak ne var ki özenti, özgünlüğün önüne geçebilmekte ve Türkçe bugün “atıştırma” yerine “fast food” yeğlenebilmektedir. [/FONT]
[FONT=&quot]Ne var ki özenti ve aşağılık duygusu “turist” yerine “gezgin”, “tolk show” yerine “söyleşi”, “plaza” yerine “gökdelen” gibi karşılıkları bulunmuş yüzlerce terimin yaşatılmasını bile engellemektedir. [/FONT]
[FONT=&quot]“Türk dilinin çekim şekillerindeki hiç bozulmaz düzgünlük ve düzenlilik, bütün dil yapısının kolayca görülüp kavranabilmesi, dil denilen varlıkta beliren olağanüstü insan kudretini anlayabilmeleri coşkuya sürükler. Türkçede en ustalıklı yapı, fiil(eylem) yapısıdır. Hiçbir dilin anlatamadığı , ancak birçok sözcükle anlatmaya çalıştığı anlam inceliklerini Türk dili tek bir sözcükle anlatabilir (Maks Müler; Kompozisyon-Seyit K. Karaalioğlu; syf.7) .”[/FONT]
[FONT=&quot]Türkçenin evrensel bilim ve sanat dili olmadığı ya da olamayacağı düşüncesi, toplumsal aşağılık duygusunun ürünüdür ve doğru değildir. Daha önce de dile getirdiğim gibi bugün sözcük dağarcığı diğer gelişmiş dillere göre yoksul gözüküyorsa bunun suçlusu Türkçe değil, onu yeterince anlamayan, tanımayan, sahiplenmeyen, özentiyle diğer dillerin altında hırpalanmasına neden olan insanlardır. Bunu değiştirmenin yolu da toplumsal anadili bilincinin geliştirilmesidir. Bu konuda temel görev de yazarlara ve yaygınlaşmasını sağlayacak olan, çalıştıkları alana yine özentiyle “medya” diyen basın-yayın kuruluşlarının çalışanlarına düşmektedir.

[/FONT][FONT=&quot]Bugün Türkçenin, özellikle dayatılan İngilizce sözcüklerin karşılığını bulmaya yetmediğini söyleyen ve ısrarla her alanda İngilizce sözcük kullanmayı yeğleyenlere en doğru yanıtı yine dilbilim vermektedir. Çağdaş dilbilimin temsilcilerinden Jakobson, bu düşüncelere karşı, en ilkel diller için bile böyle bir şey söylenemeyeceğini şu sözlerle anlatır: [/FONT]
[FONT=&quot]“Belli dilbilgisel işlemlerin erek dilde bulunmaması, kaynak dilde var olan kavramsal bilginin çevirisini olanaksız kılmaz.(...) Belli bir dilde dilbilgisel bir ulam yoksa, bunun anlamı bu dilde sözcük birimlerle verilir.” [/FONT]
[FONT=&quot]Ve şu örneklerle destekler düşüncesini: [/FONT]
[FONT=&quot]“Bütün deneyimler ve bunların sınıflandırılması var olan her dilde dile getirilebilir. Yetersizlik görüldüğünde terimce daha iyi belirlenir ya da genişletilir. Terimceyi genişletme işlemi aktarma, öyküntü, yeni sözcükler türetme, anlamsal kaydırma, bir de açımlama yoluyla olabilir. [/FONT]
[FONT=&quot]Sibirya’nın kuzey doğusunda konuşulan Çakçi dilinin çok yeni olan yazı dilinde, örneğin vida sözcüğü ‘dönen çivi’, çelik ‘sert demir’, teneke ‘ince demir’, tebeşir ‘yazı sabunu’, saat ‘çekiç gibi vuran kalp’ olarak dile getirilmektedir. Rusçada atsız tramvaylara verile ilk ad elektriceskaya konka (elektrikli at arabası) ya da uçağın Koryakçadaki adı jena paragot (uçan gemi) türünden açımlamalar ilk bakışta bir karşıtlık içeriyor gibi görünse de, temelde yalnızca at arabasının elektrikli benzeriyle geminin uçan benzerini dile getirmekte ve bildirişimde hiçbir engele yol açmamaktadır(YAZKO ÇEVİRİ, sayı 1, syf. 141) .” [/FONT]
[FONT=&quot]
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi Türkçe, bu anlam kaydırmaları, benzeştirmeler, açımlamalar yanında kendi özgün terimlerini oluşturacak her türlü dilbilgisel ulama sahip bir bilim ve sanat dilidir. Bundan sonrası dille değil, o dili konuşan toplumun, insanların kişiliğiyle ilgilidir.
[/FONT]
[FONT=&quot]“İspanyolca âşıkların, İtalyanca türkülerin, Fransızca diplomatların, Almanca atların, İngilizce kazların dilidir der bir İspanyol atasözü. [/FONT]

[FONT=&quot]Belli ki İspanyol ataları bu sözü söylerken Türkçeyle tanışmamışlar. Türkçeyle tanışmış bir Batılının, yazının başında alıntısını yaptığım Maks Müller’in görüşünden yola çıkarak bu atasözüne Türkçeyi eklemek de bize düşsün; “Türkçe zekânın dilidir.” [/FONT]
[FONT=&quot]
“Başka dile uymaz annenin sesi
Her sözün ararsan vardır Türkçesi” Ziya Gökalp

[/FONT]ADNAN ACAR
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst