- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 18 Kas 2009
- Mesajlar
- 531
- Tepkime puanı
- 2
- Puanları
- 18
- Yaş
- 33
Biyolojide ve bütün bilimlerde devrim yapan Charles Darwin 200 yıl önce 12 Şubat'ta doğdu. Darwin'in "Türlerin Kökeni" adlı eserinin ilk kez yayımlanmasından bu yana 150 yıl geçmesine rağmen, birçok insan evrim teorisine hâlâ kuşkuyla yaklaşmakta. Ancak, bütün bilimsel araştırmalar durmadan, Darwin'in temel tezlerini doğrulayan yeni yeni bulgulara ulaşıyor. Nature dergisi Darwin yılı nedeniyle şimdi evrim teorisini kanıtlayan 15 makaleyi bir araya getirdi. Dünyamızın, Güneş’in etrafındaki dönüşü ne kadar gerçekse, türlerin ayıklanma ve türleşmeyle ortaya çıktığı da o kadar gerçektir deniyor önsözde.
Biyolojide ve bütün bilimlerde devrim yapan Charles Darwin 200 yıl önce 12 Şubat'ta doğdu. Darwin'in "Türlerin Kökeni" adlı eserinin ilk kez yayımlanmasından bu yana 150 yıl geçmesine rağmen, birçok insan evrim teorisine hâlâ kuşkuyla yaklaşmakta. Ancak, bütün bilimsel araştırmalar durmadan, Darwin'in temel tezlerini doğrulayan yeni yeni bulgulara ulaşıyor.
Nature dergisi Darwin yılı nedeniyle şimdi evrim teorisini kanıtlayan 15 makaleyi bir araya getirdi. Dünyamızın, Güneş’in etrafındaki dönüşü ne kadar gerçekse, türlerin ayıklanma ve türleşmeyle ortaya çıktığı da o kadar gerçektir deniyor önsözde. On beş makale üç temel konuya göre alt sınıflara ayrılmış. Fosil buluntuları, yaşam alanlarının incelenmesi ve moleküler süreçler.
Fosil buluntularıyla elde edilen kanıtlar
1- Balinaların karada yaşayan atası
Balinaların memeli oldukları ve memelilerin de karada geliştikleri bilindiği için, biyologlar karadan yeniden suya geçen bir hayvan türünü arıyorlardı. 2007’de bu arayışın hiç de boş olmadığı görüldü. Aday hayvan Indohyus bulundu.
Northwestern Ohio Üniversitesi Tıp ve Eczacılık Koleji’nden Hans Thewissen tarafından gerçekleştirilen ayrıntılı inceleme, rakun büyüklüğündeki bu hayvanın çift toynaklı olduğunu bu nedenle de inek, koyun ve geyik gibi av hayvanlarıyla akraba olduğunu gösterdi. Indohyus’un kulak ve diş yapısı, kemiklerin kalınlığı ve dişlerin kimyasal bileşimi de balinalarla benzerlik gösterdiği için bilim insanları bu türün balinaların öncüsü olduğunu düşünüyorlar. Indohyus’un kalıntıları bir türden diğerine gelişimi gösteren birçok hayvan türünün geçiş biçimi için bir kanıt olarak kabul edilmekte. Bu tür buluntuların eksik olması evrim teorisinin eleştiri nedenlerinden biriydi. (Kaynak: Thewissen, J. G. M., Cooper, L. N., Clementz, M. T., Bajpai, S. & Tiwari, B. N. Nature 450, 1190–1194 (2007).)
2- Sudan karaya geçiş
Tetrapodlar insana yakın olan hayvanlardır, omurgalılar sınıfından olan bu hayvanlar aynı zamanda karada yaşarlar. Bu gruba insanlar, tüm evcil hayvanlar, yabani hayvanların birçoğu yani her çocuğun memeli, kuş, kurbağagiller ve sürüngen olarak bildikleri canlılar dahildir. Fakat omurgalılar arasında çoğunlukta olan tetrapodlar değil balıklardır. Gerçekte, tüm tetrapod türlerinin toplamından daha fazla balık türü vardır. Ancak evrimin merceğinden bakıldığında tetrapodlar, suyun dışındaki yaşama da ayak uydurabilen balık soyunun tek dalıdır.
Sudan karaya ilk geçiş 360 milyon yılı aşkın bir süre önce gerçekleşmiştir. Doğu Grönland’da yaklaşık olarak 365 milyon yıl önce yaşayan Acanthostega gibi ilk tetrapodların, gelişimini tamamlamış parmaklı ayakları vardı. Ama öte yandan solungaçları da olduğu için yaşamlarını daha çok suda sürdürüyorlardı. Anlaşıldığı üzere gelişimlerini karaya çıktıktan çok sonra tamamlamışlardı. Araştırmacılar tetrapodların, elpistostegid olarak isimlendirilen canlılardan türediklerini düşünüyorlardı. Sığ su balığı olan bu çok büyük etçil, timsaha veya büyük semendere benziyordu. Birçok açıdan tetrapodlara benzemelerine rağmen yüzgeçleri bulunuyordu. Ne var ki elpistostegidlerle ilgili bilgiler çok kötü korunagelen küçük kalıntılara dayanıyordu, bu nedenle de görüntüleri hakkında tüm bir resim elde etmek çok zordu. Fakat 2006 yılında Kanada’ya bağlı Ellesmere adasında çok iyi korunagelmiş bir elpistostegid fosili bulundu. Edward Daeschler ve arkadaşları Tiktaalik olarak isimlendirdikleri bu fosili ayrıntılı olarak inceleyerek, esnek boyun yapısı ve uzva benzeyen yüzgeç yapısıyla sudan karaya geçişin en güzel tablosunu oluşturdular. (Daeschler, E. B., Shubin, N. H. & Jenkins, F A. Nature 440, 757–763 (2006). Shubin, N. H., Daeschler, E. B., & Jenkins, F A. Nature 440, 764–771 (2006).)
3- Türlerin kökeni
Darwin’in evrim teorisiyle ilgili itirazlardan biri de fosil buluntuları arasında büyük bir hayvan grubunun başka bir gruba gelişimini gösteren “geçiş biçimlerinin” eksikliğiydi.
Ancak Türlerin Kökeni adlı eserin yayımlanmasından bir yıl kadar sonra Baverya’daki Solnhofen kireçtaşı kayalıklarında geç Jura devrine ait (yaklaşık 150 milyon yıllık) ilk Archaeopteryx fosili bulundu. Dişler, uzun kemikli kuyruk gibi ilkel sürüngen özellikleriyle birlikte kuş gibi kanatlara ve tüylere sahip bir canlı ilk kuş türü olarak tanımlandıysa da birçok uzman tüylü dinozor olarak kabul etti. Darwin’in bir arkadaşı olan Thomas Henry Huxley böylece dinozorlar ve kuşlar arasındaki evrim halkasını tartışmaya açtı ve paleontologlar günün birinde tüylü dinozor fosilinin bulunacağına inandılar.
Ve araştırmacılar 1980’li yıllarda haklı çıktılar. Çin’deki Nanjing Jeoloji ve Paleontoloji Enstitüsü’nden Pei-ji Chen, küçük bir teropod olan Sinosauropteryx’in tüylü olduğunu keşfetti. 2008 yılında Çin Bilimler Akademisi’nden Fucheng Zhang tarafından incelenen fosil daha ilginçti. Bedeni tüylerle kaplı olan küçük dinozor Epidexipteryx’in kuyruğunda da uzun tüyler bulunuyordu. Bununla birlikte tüylü dinozorlar uçma yetisine sahip değildi, tüyler sadece kızışma döneminde kullanılıyordu. Tüylerin uçmak için de işe yarayacağını doğa daha sonraları keşfetmişti. (Chen, P.-J., Dong, Z.-M. & Zhen, S.-N. Nature 391, 147–152 (1998 ). Zhang, F., Zhou, Z., Xu, X., Wang, X. & Sullivan, C. Nature 455, 1105–1008 (2008 ).)
4- Dişlerin evrimsel geçmişi
Gelişimle ilgili araştırmalara yön veren diğer bir alan da evrimsel değişimi yansıtan mekanizmaların keşfidir. Helsinki Üniversitesi’nden Kathryn Kavanagh ve ekibi bu mekanizmayı farelerin azı dişlerinin büyüklüğünü ve sayısını inceleyerek araştırdı. 2007 yılında yayımlanan bu araştırma dişlerin gelişimini gösteren gen ekspresyonu (gen ifadesi) için bir örneği ortaya koydu. Azı dişleri önden arkaya doğru gelişiyorlar ve her diş sonrakinden daha küçük. Farenin çene yapısındaki model, farklı şekillerde beslenen kemirgenlerin evrim sürecinde değişen çevre koşullarına uyum sağladığını gösteren bir örnektir. (Kavanagh, K. D., Evans, A. R. & Jernvall, J. Nature 449, 427–432 (2007).)
5- Omurgalı iskeletin kökeni
Bizi insan yapan önemli dokulardan biri de yalnızca embriyolarda görülen nöral kresttir. (neural crest). Nöral krest hücreleri sırt omuriliğin gelişimi sırasında oluşarak tüm bedene yayılır. Nörol krest olmasaydı yüzümüzde ve boynumuzdaki birçok kemiğe kavuşamaz ya da cilt veya duyu organlarındaki birçok işleve sahip olamazdık. Varlığı sadece embriyolarda bilinen nöral krest, omurgalıların niçin farklı kafa ve yüz yapısına sahip olduklarını açıklamakta. Fakat nöral krestin evrimsel geçmişini fosil kalıntılarıyla göstermek embriyonik verilerin eksikliği yüzünden olanaksız gibidir. En önemli sorulardan biri omurgalı kafatasının ne kadarının nöral krest hücreleriyle ve ne kadarının derin doku tabakalarıyla oluştuğudur.
Yeni teknikler araştırmacılara embriyodaki hücrelerin ne şekilde geliştiğini görmelerine izin verdi. Bu şekilde kemik çevresinin nöral krestten geliştikten sonra tek hücre tabakası olarak boyun ve omuza bağlandığını açıkladılar. Nöral krestten gelişen doku, omuz kemerinin önünü kaplayarak kafayla bağlanır. Burada iskelet mezoderm olarak bilinen dokunun daha derinindeki tabakayla enseyi ve omuzu biçimlendirir.
Canlı hayvanlar üzerinde yapılan bu tür ayrıntılı incelemeler, soyları tükenmiş hayvanlara ait cilt ve kas gibi yumuşak dokusu bulunmayan kalıntıların da kafa ve boyun yapısının gelişimini aydınlatmakta. Örneğin kara omurgalıların atalarındaki büyük omuz kemiği (cleithrum), günümüz memelilerinde kürek kemiği (scapula) olarak varlığını sürdürmektedir. Londra’daki Wolfson Biyotıp Araştırmaları Enstitüsü’nden Toshiyuki Matsuoka tarafından gerçekleştirilen bu araştırma, canlı hayvanlar üzerinde yapılan morfolojik analizin, soyları tükenmiş hayvanların evrimsel gelişimini aydınlatması açısından önemlidir. (Matsuoka, T. et al. Nature 436, 347–355 (2005).)
Yaşam alanlarından elde edilen kanıtlar
6- Ayıklamaya dayalı türleşme
Evrim teorisine göre doğal ayıklanmanın türleşmede önemli bir rolü bulunur. Wisconsin Üniversitesi’nden Jeffrey McKinnon, 2004 yılında dikenli balıklarla (Gasterosteus aculeatus) gerçekleştirdiği deneyler sonucunda, reprodüktif izolasyonun beden boyu üzerinde etkili olduğunu gösterdi. Araştırma Alaska, British Columbia, İzlanda, İngiltere, Norveç ve Japonya sularındaki balıkların çiftleşmelerine dayanıyor.
Moleküler analizlerle denizlerde yaşayan öncülerinden gelişen akarsu balıkları veya okyanusta yaşayan ama yumurtlamak için tatlı sulara geçen balıklar incelenmiş. Bu tür göçer balıkların bedenleri akarsularda yaşayanlardan daha büyük. Balıklar aynı boyda balıklarla çiftleşmeyi tercih ediyorlar. Bu da farklı akarsu tipleri ve bunları yakınları arasındaki reprodüktif izolasyon üzerinde olumlu etki yapmakta. Farklı dikenli balık türlerinin incelenmesi sonucunda ister akarsularda ister denizde yaşayanlar olsun, farklı çevrelere uyum sonucunda reprodüktif izolasyonun gerçekleştiği görülmüş. (McKinnon, J. S. et al. Nature 429, 294–298 (2004).)
7- Kertenkelelerde doğal ayıklama
Popüler bir evrim hipotezine göre yeni çevrelerdeki davranışsal değişimler doğal ayıklanmayı reddetmekte. Fakat Harvard Üniversitesi’nden Jonathan Losos ve arkadaşlarının 2003 yılında gerçekleştirdikleri araştırma bu teoriyi pek desteklemedi. Losos ve arkadaşları deneylerini altı küçük Bahama adasında gerçekleştirirken ilk önce küçük Anolis kertenkelelerini (Anolis sagrei) toplamış ve ölçüp işaretledikten sonra serbest bırakmışlar. Daha sonra ise yırtıcı Leiocephalus carinatus kertenkelelerini de bu adalara bırakmışlar. Altı ila on iki ay sonra kaç tane Anolis kertenkelesinin hayatta kaldığı araştırılmış. Bu şekilde av durumundaki kertenkelelerin ilk önce uzun bacaklara sahip oldukları ancak daha sonraları bacakların kısaldığı görülmüş. Sonuçlar davranışların çevreye uyum esnasında evrimsel değişimi göstermesi açısından önem taşıyor. (Losos, J. B., Schoener, T. W. & Spiller, D. A. Nature 432, 505–508 (2004).)
8- Birlikte evrimleşme için şık bir örnek
Türler rekabet içinde birlikte gelişirler. Darwin’in “Var olma Savaşı”na göre yırtıcı hayvanlar avlarına hep daha öldürücü yetenekler ve donanımlarla saldırarak rekabeti sürdürüyorlar. Biyolog Leigh van Valen 1973 yılında “A new evolutionary law” ilkesini formüle ederek, evrimin parazitler ve konakçıları arasındaki donanım rekabetiyle tetiklendiğini öne sürmüştü. Valen’in bu hipotezi ses getirdiyse de kanıtları yeterli değildi. Böyle bir şeyi kanıtlamak için parazitleri kuşaklar boyu takip etmek gerekiyordu. Evrimi tetikleyen donanım rekabeti örneğin su pirelerinde ve bakterilerde (Pasteuria ramosa) izlenebilmekte. Bunların özel bir yaşam biçimleri var. Nitekim acil durumlarda “durgunluk evresine” girerek gelişimlerini durduruyorlar, koşullar uygun olduğunda ise “uyanıyorlar”. Leuven Üniversitesi’nden Ellen Decaestecker bu özelliklerden yararlanarak tortulları kazmış. Burada “durgunluk evresindeki” kuşaklar üst üste bulunuyordu. Bunları uyandırmak ve birbirleriyle çarpıştırmak mümkündü. Parazitlerin saldırma gücü çağdaş oldukları zaman doruk noktasına ulaşıyordu.
Daha sonraki konakçılar ise ancak daha sonraki parazitlerce aşılabilecek donanımlar geliştiriyordu. Toplam bilanço hep aynı kalıyordu ama bakteriler hep daha saldırgan oluyordu. Araştırma, birlikte evrimleşme süreci için şık bir örnek sunmuştu. Nitekim parazitlerin ve konakçıların etkileşimleri, evrim teorisini, doğal ayıklanmaya bağlı dinamik donanım rekabetinin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla kanıtlıyor. (Decaestecker, E. et al. Nature 450, 870–873 (2007).)
Biyolojide ve bütün bilimlerde devrim yapan Charles Darwin 200 yıl önce 12 Şubat'ta doğdu. Darwin'in "Türlerin Kökeni" adlı eserinin ilk kez yayımlanmasından bu yana 150 yıl geçmesine rağmen, birçok insan evrim teorisine hâlâ kuşkuyla yaklaşmakta. Ancak, bütün bilimsel araştırmalar durmadan, Darwin'in temel tezlerini doğrulayan yeni yeni bulgulara ulaşıyor.
Nature dergisi Darwin yılı nedeniyle şimdi evrim teorisini kanıtlayan 15 makaleyi bir araya getirdi. Dünyamızın, Güneş’in etrafındaki dönüşü ne kadar gerçekse, türlerin ayıklanma ve türleşmeyle ortaya çıktığı da o kadar gerçektir deniyor önsözde. On beş makale üç temel konuya göre alt sınıflara ayrılmış. Fosil buluntuları, yaşam alanlarının incelenmesi ve moleküler süreçler.
Fosil buluntularıyla elde edilen kanıtlar
1- Balinaların karada yaşayan atası
Balinaların memeli oldukları ve memelilerin de karada geliştikleri bilindiği için, biyologlar karadan yeniden suya geçen bir hayvan türünü arıyorlardı. 2007’de bu arayışın hiç de boş olmadığı görüldü. Aday hayvan Indohyus bulundu.
Northwestern Ohio Üniversitesi Tıp ve Eczacılık Koleji’nden Hans Thewissen tarafından gerçekleştirilen ayrıntılı inceleme, rakun büyüklüğündeki bu hayvanın çift toynaklı olduğunu bu nedenle de inek, koyun ve geyik gibi av hayvanlarıyla akraba olduğunu gösterdi. Indohyus’un kulak ve diş yapısı, kemiklerin kalınlığı ve dişlerin kimyasal bileşimi de balinalarla benzerlik gösterdiği için bilim insanları bu türün balinaların öncüsü olduğunu düşünüyorlar. Indohyus’un kalıntıları bir türden diğerine gelişimi gösteren birçok hayvan türünün geçiş biçimi için bir kanıt olarak kabul edilmekte. Bu tür buluntuların eksik olması evrim teorisinin eleştiri nedenlerinden biriydi. (Kaynak: Thewissen, J. G. M., Cooper, L. N., Clementz, M. T., Bajpai, S. & Tiwari, B. N. Nature 450, 1190–1194 (2007).)
2- Sudan karaya geçiş
Tetrapodlar insana yakın olan hayvanlardır, omurgalılar sınıfından olan bu hayvanlar aynı zamanda karada yaşarlar. Bu gruba insanlar, tüm evcil hayvanlar, yabani hayvanların birçoğu yani her çocuğun memeli, kuş, kurbağagiller ve sürüngen olarak bildikleri canlılar dahildir. Fakat omurgalılar arasında çoğunlukta olan tetrapodlar değil balıklardır. Gerçekte, tüm tetrapod türlerinin toplamından daha fazla balık türü vardır. Ancak evrimin merceğinden bakıldığında tetrapodlar, suyun dışındaki yaşama da ayak uydurabilen balık soyunun tek dalıdır.
Sudan karaya ilk geçiş 360 milyon yılı aşkın bir süre önce gerçekleşmiştir. Doğu Grönland’da yaklaşık olarak 365 milyon yıl önce yaşayan Acanthostega gibi ilk tetrapodların, gelişimini tamamlamış parmaklı ayakları vardı. Ama öte yandan solungaçları da olduğu için yaşamlarını daha çok suda sürdürüyorlardı. Anlaşıldığı üzere gelişimlerini karaya çıktıktan çok sonra tamamlamışlardı. Araştırmacılar tetrapodların, elpistostegid olarak isimlendirilen canlılardan türediklerini düşünüyorlardı. Sığ su balığı olan bu çok büyük etçil, timsaha veya büyük semendere benziyordu. Birçok açıdan tetrapodlara benzemelerine rağmen yüzgeçleri bulunuyordu. Ne var ki elpistostegidlerle ilgili bilgiler çok kötü korunagelen küçük kalıntılara dayanıyordu, bu nedenle de görüntüleri hakkında tüm bir resim elde etmek çok zordu. Fakat 2006 yılında Kanada’ya bağlı Ellesmere adasında çok iyi korunagelmiş bir elpistostegid fosili bulundu. Edward Daeschler ve arkadaşları Tiktaalik olarak isimlendirdikleri bu fosili ayrıntılı olarak inceleyerek, esnek boyun yapısı ve uzva benzeyen yüzgeç yapısıyla sudan karaya geçişin en güzel tablosunu oluşturdular. (Daeschler, E. B., Shubin, N. H. & Jenkins, F A. Nature 440, 757–763 (2006). Shubin, N. H., Daeschler, E. B., & Jenkins, F A. Nature 440, 764–771 (2006).)
3- Türlerin kökeni
Darwin’in evrim teorisiyle ilgili itirazlardan biri de fosil buluntuları arasında büyük bir hayvan grubunun başka bir gruba gelişimini gösteren “geçiş biçimlerinin” eksikliğiydi.
Ancak Türlerin Kökeni adlı eserin yayımlanmasından bir yıl kadar sonra Baverya’daki Solnhofen kireçtaşı kayalıklarında geç Jura devrine ait (yaklaşık 150 milyon yıllık) ilk Archaeopteryx fosili bulundu. Dişler, uzun kemikli kuyruk gibi ilkel sürüngen özellikleriyle birlikte kuş gibi kanatlara ve tüylere sahip bir canlı ilk kuş türü olarak tanımlandıysa da birçok uzman tüylü dinozor olarak kabul etti. Darwin’in bir arkadaşı olan Thomas Henry Huxley böylece dinozorlar ve kuşlar arasındaki evrim halkasını tartışmaya açtı ve paleontologlar günün birinde tüylü dinozor fosilinin bulunacağına inandılar.
Ve araştırmacılar 1980’li yıllarda haklı çıktılar. Çin’deki Nanjing Jeoloji ve Paleontoloji Enstitüsü’nden Pei-ji Chen, küçük bir teropod olan Sinosauropteryx’in tüylü olduğunu keşfetti. 2008 yılında Çin Bilimler Akademisi’nden Fucheng Zhang tarafından incelenen fosil daha ilginçti. Bedeni tüylerle kaplı olan küçük dinozor Epidexipteryx’in kuyruğunda da uzun tüyler bulunuyordu. Bununla birlikte tüylü dinozorlar uçma yetisine sahip değildi, tüyler sadece kızışma döneminde kullanılıyordu. Tüylerin uçmak için de işe yarayacağını doğa daha sonraları keşfetmişti. (Chen, P.-J., Dong, Z.-M. & Zhen, S.-N. Nature 391, 147–152 (1998 ). Zhang, F., Zhou, Z., Xu, X., Wang, X. & Sullivan, C. Nature 455, 1105–1008 (2008 ).)
4- Dişlerin evrimsel geçmişi
Gelişimle ilgili araştırmalara yön veren diğer bir alan da evrimsel değişimi yansıtan mekanizmaların keşfidir. Helsinki Üniversitesi’nden Kathryn Kavanagh ve ekibi bu mekanizmayı farelerin azı dişlerinin büyüklüğünü ve sayısını inceleyerek araştırdı. 2007 yılında yayımlanan bu araştırma dişlerin gelişimini gösteren gen ekspresyonu (gen ifadesi) için bir örneği ortaya koydu. Azı dişleri önden arkaya doğru gelişiyorlar ve her diş sonrakinden daha küçük. Farenin çene yapısındaki model, farklı şekillerde beslenen kemirgenlerin evrim sürecinde değişen çevre koşullarına uyum sağladığını gösteren bir örnektir. (Kavanagh, K. D., Evans, A. R. & Jernvall, J. Nature 449, 427–432 (2007).)
5- Omurgalı iskeletin kökeni
Bizi insan yapan önemli dokulardan biri de yalnızca embriyolarda görülen nöral kresttir. (neural crest). Nöral krest hücreleri sırt omuriliğin gelişimi sırasında oluşarak tüm bedene yayılır. Nörol krest olmasaydı yüzümüzde ve boynumuzdaki birçok kemiğe kavuşamaz ya da cilt veya duyu organlarındaki birçok işleve sahip olamazdık. Varlığı sadece embriyolarda bilinen nöral krest, omurgalıların niçin farklı kafa ve yüz yapısına sahip olduklarını açıklamakta. Fakat nöral krestin evrimsel geçmişini fosil kalıntılarıyla göstermek embriyonik verilerin eksikliği yüzünden olanaksız gibidir. En önemli sorulardan biri omurgalı kafatasının ne kadarının nöral krest hücreleriyle ve ne kadarının derin doku tabakalarıyla oluştuğudur.
Yeni teknikler araştırmacılara embriyodaki hücrelerin ne şekilde geliştiğini görmelerine izin verdi. Bu şekilde kemik çevresinin nöral krestten geliştikten sonra tek hücre tabakası olarak boyun ve omuza bağlandığını açıkladılar. Nöral krestten gelişen doku, omuz kemerinin önünü kaplayarak kafayla bağlanır. Burada iskelet mezoderm olarak bilinen dokunun daha derinindeki tabakayla enseyi ve omuzu biçimlendirir.
Canlı hayvanlar üzerinde yapılan bu tür ayrıntılı incelemeler, soyları tükenmiş hayvanlara ait cilt ve kas gibi yumuşak dokusu bulunmayan kalıntıların da kafa ve boyun yapısının gelişimini aydınlatmakta. Örneğin kara omurgalıların atalarındaki büyük omuz kemiği (cleithrum), günümüz memelilerinde kürek kemiği (scapula) olarak varlığını sürdürmektedir. Londra’daki Wolfson Biyotıp Araştırmaları Enstitüsü’nden Toshiyuki Matsuoka tarafından gerçekleştirilen bu araştırma, canlı hayvanlar üzerinde yapılan morfolojik analizin, soyları tükenmiş hayvanların evrimsel gelişimini aydınlatması açısından önemlidir. (Matsuoka, T. et al. Nature 436, 347–355 (2005).)
Yaşam alanlarından elde edilen kanıtlar
6- Ayıklamaya dayalı türleşme
Evrim teorisine göre doğal ayıklanmanın türleşmede önemli bir rolü bulunur. Wisconsin Üniversitesi’nden Jeffrey McKinnon, 2004 yılında dikenli balıklarla (Gasterosteus aculeatus) gerçekleştirdiği deneyler sonucunda, reprodüktif izolasyonun beden boyu üzerinde etkili olduğunu gösterdi. Araştırma Alaska, British Columbia, İzlanda, İngiltere, Norveç ve Japonya sularındaki balıkların çiftleşmelerine dayanıyor.
Moleküler analizlerle denizlerde yaşayan öncülerinden gelişen akarsu balıkları veya okyanusta yaşayan ama yumurtlamak için tatlı sulara geçen balıklar incelenmiş. Bu tür göçer balıkların bedenleri akarsularda yaşayanlardan daha büyük. Balıklar aynı boyda balıklarla çiftleşmeyi tercih ediyorlar. Bu da farklı akarsu tipleri ve bunları yakınları arasındaki reprodüktif izolasyon üzerinde olumlu etki yapmakta. Farklı dikenli balık türlerinin incelenmesi sonucunda ister akarsularda ister denizde yaşayanlar olsun, farklı çevrelere uyum sonucunda reprodüktif izolasyonun gerçekleştiği görülmüş. (McKinnon, J. S. et al. Nature 429, 294–298 (2004).)
7- Kertenkelelerde doğal ayıklama
Popüler bir evrim hipotezine göre yeni çevrelerdeki davranışsal değişimler doğal ayıklanmayı reddetmekte. Fakat Harvard Üniversitesi’nden Jonathan Losos ve arkadaşlarının 2003 yılında gerçekleştirdikleri araştırma bu teoriyi pek desteklemedi. Losos ve arkadaşları deneylerini altı küçük Bahama adasında gerçekleştirirken ilk önce küçük Anolis kertenkelelerini (Anolis sagrei) toplamış ve ölçüp işaretledikten sonra serbest bırakmışlar. Daha sonra ise yırtıcı Leiocephalus carinatus kertenkelelerini de bu adalara bırakmışlar. Altı ila on iki ay sonra kaç tane Anolis kertenkelesinin hayatta kaldığı araştırılmış. Bu şekilde av durumundaki kertenkelelerin ilk önce uzun bacaklara sahip oldukları ancak daha sonraları bacakların kısaldığı görülmüş. Sonuçlar davranışların çevreye uyum esnasında evrimsel değişimi göstermesi açısından önem taşıyor. (Losos, J. B., Schoener, T. W. & Spiller, D. A. Nature 432, 505–508 (2004).)
8- Birlikte evrimleşme için şık bir örnek
Türler rekabet içinde birlikte gelişirler. Darwin’in “Var olma Savaşı”na göre yırtıcı hayvanlar avlarına hep daha öldürücü yetenekler ve donanımlarla saldırarak rekabeti sürdürüyorlar. Biyolog Leigh van Valen 1973 yılında “A new evolutionary law” ilkesini formüle ederek, evrimin parazitler ve konakçıları arasındaki donanım rekabetiyle tetiklendiğini öne sürmüştü. Valen’in bu hipotezi ses getirdiyse de kanıtları yeterli değildi. Böyle bir şeyi kanıtlamak için parazitleri kuşaklar boyu takip etmek gerekiyordu. Evrimi tetikleyen donanım rekabeti örneğin su pirelerinde ve bakterilerde (Pasteuria ramosa) izlenebilmekte. Bunların özel bir yaşam biçimleri var. Nitekim acil durumlarda “durgunluk evresine” girerek gelişimlerini durduruyorlar, koşullar uygun olduğunda ise “uyanıyorlar”. Leuven Üniversitesi’nden Ellen Decaestecker bu özelliklerden yararlanarak tortulları kazmış. Burada “durgunluk evresindeki” kuşaklar üst üste bulunuyordu. Bunları uyandırmak ve birbirleriyle çarpıştırmak mümkündü. Parazitlerin saldırma gücü çağdaş oldukları zaman doruk noktasına ulaşıyordu.
Daha sonraki konakçılar ise ancak daha sonraki parazitlerce aşılabilecek donanımlar geliştiriyordu. Toplam bilanço hep aynı kalıyordu ama bakteriler hep daha saldırgan oluyordu. Araştırma, birlikte evrimleşme süreci için şık bir örnek sunmuştu. Nitekim parazitlerin ve konakçıların etkileşimleri, evrim teorisini, doğal ayıklanmaya bağlı dinamik donanım rekabetinin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla kanıtlıyor. (Decaestecker, E. et al. Nature 450, 870–873 (2007).)