Çerkes Efsaneleri

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Mythos kategorisinde kalliope tarafından oluşturulan Çerkes Efsaneleri başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 5,072 kez görüntülenmiş, 2 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Mythos
Konu Başlığı Çerkes Efsaneleri
Konbuyu başlatan kalliope
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan kalliope

kalliope

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
23 Ara 2008
Mesajlar
727
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
ATLANTİS EFSANESİ

Efsane şöyle başlar; zamanımızdan 11.500 yıl kadar önce, bir çoklarının Atlas Okyanusu olduğunu iddia ettikleri bir kıta varmış. Bu ülke, insanlığın, özellikle beyaz-Ari ırkın doğduğu ve çok üstün bir uygarlığa yükseldiği bir adaymış. Büyüklüğü Libya ve Asya’nın (Anadolu) toplam alanından daha genişmiş. Burada güneşe tapan bir dini ve teknolojide çok gelişmiş bir ilmi benimsemiş, çok yüksek kültüre sahip ve çok uygar bir millet yaşarmış... Atlantisliler, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz, Hazar Denizi ve Orta Amerika kıyılarına yaptıkları seferler ile ora halklarına bu uygarlıklarını aşılamış ve koloniler tesis etmişlerdi. Sık sık meydana gelen depremlere ada halkı alışmışsa da, gene de epeyce zararlı oluyordu. Bir gün çok şiddetli depremler sonucu, Atlantis adası tamamıyla sulara gömülerek yeryüzünden silinir gider.

Zamanımızdan 2400 yıl kadar önce yaşamış olan eski Atinalı filozof-düşünür Eflatun (Platon) MÖ. 428-348, Atlantis Efsanesini ilk yazan adamdır. Eflatun’a göre; Atinalı Solon, MÖ. 6. yy yaşadı, devlet adamı, eski Mısır’ı ziyarete gittiğinde orada büyük itibar görür ve Sais Mabedi rahipleri ile görüşür. Bu Mısır rahipleri Solon’a Yunan ve Mısır Uygarlılarının daha bir çocuk kadar genç olduklarını ve fakat asıl insanlığın altın devrinin kendi zamanlarından 9000 yıl evvel sulara gömülerek batan ve yok olan Atlantis Uygarlığı olduğundan bahsederler. Solon hayret ve ilgi ile bu açıklamaları dinler ve ilk defa bir batılı Atlantis’in varlığını efsane şeklinde dahi olsa öğrenmiş olur.

Sonradan bu notlar ve bilgiler Eflatun tarafından “Diyaloglar” adı altında kaleme alınır. Birince diyalog Timaeus, ikinci diyalog; Critias veya Atlantik’tir. Eflatun bu iki yazıda Atlantis kıtasını ve gelişimini sonuca kadar detaylarıyla izah eder (İlgilenenlere bu eseri okumaları tavsiye edilir).

Birçok alime göre Atlantis, Atlas Okyanusu’da değil başka bir yerdeydi. Örneğin; Akdeniz’de veya Ege’de Tera Adası, Afrika’da, Kuzey Denizi’nde vs. Bazı araştırmacılar ise bu muamma ülkenin Kafkasya’da olduğundan bahseder, bunlar: Reginald A. Fessenden, Delisle de Sales, Hermann Wirth gibi tarihçi ve araştırmacılardır.

Atlantis Kıtası’nın Kafkasya’da olduğu gerçekte ispatlanamayacağı ve mantığa aykırı olabileceği düşünülebilir, fakat gerçek olan bir şey vardır ki; Kafkasya ile Atlantis arasında çok yakın bir ilişki saptanmıştır.

Atlantis’in sulara batışını izleyen büyük tufanın o zamanki bilinen dünyayı sular altında bırakmış olması da gerekirdi. Bu tufanda su yüzünde ancak yüksek dağların kalmış olabileceği de çok mümkündür. Avrupa’nın en yüksek dağları Pireneler, Alpler ve Kafkas Dağlarıdır ve bu civarda yaşayan insanlar en yakın kara olduğu için tufanda kurtulanlar arasında sayılabilir. Bu büyük felaketten kurtulabilen bir kısım Atlantisliler’in de böyle dağlık kara parçalarında sığınarak hayatlarını kurtarabilecekleri de akla gelen bir teoridir. Eflatun da bunu bu şekilde yansıtmıştır. Millletler devir devir geçirdikleri gelişimleri ve uygarlıkları zamanla unuturlar.

Felaketler, tufanlar, depremler çok şeyi yok eder, kalan harabeler bir taş yığınıdır. Bir yüz yıl evveline kadar Mısır halkı hiyeroglifleri okumaktan ve geçmiş Mısır’ın üstün uygarlığının derecesinden habersiz yaşıyorlardı. İranlılar’ın Pers ve Darius hakkında hemen hemen hiçbir bilgileri yoktu. Sonraları arkeolojik araştırmalar sayesinde eski yazılarda deşifre olunca çok şeyler öğrenildi ve bu milletlerin bugünkü hallerinden çok daha üstün bir uygarlığa sahip oldukları anlaşıldı. Yunanlılar ve Romalılar da aynı sınıflandırmaya girebilir.

Kafkasya gelince konumuz dahiline giren, özellikle Kuzey Kafkasya bir çok efsane ve masallara konu olmuş; iklimi, geçmişi, coğrafyası, tarihi ve insanları ile çok ilginç bir ülkedir. Özellikle Çerkesya bölgesinde, Maykop ve civarında, 19. yy’dan beri yapılan arkeolojik kazılarda çok ilginç ve kıymetli kral mezarları ve Katakomb kültürü ve uygarlığının kalıntıları keşfedilmiştir (E. Chantre). Yine sahilde, Tuapse’den Osetya’ya kadar olan bölgede (Çerkesya mıntıkası olarak kabul edilir) Dolmen denilen yekpare taş yapıtlara rastlanmaktadır. Bunların birer mezar mı yoksa birer anıt mı oldukları henüz belirlenememiştir.

Kafkasya hakkında çok geniş kapsamlı iki eser yazmış olan ve bu ülkede Çarlık devrinde ve bizzat geziler yapmış bulunan İngiliz John F. Baddeley, ikinci eserinde Kuzey Kafkasya’da görmüş olduğu “devasa” harabelerden bahseder. Dünyada diğer bir eşinin ancak Güney Amerika’da (Bolivya’da) dört bin metre yükseklikte Titicaca gölünün sahillerinde “Thiuanaco” kalıntılarında görüldüğü bu “devasa” harabelerin nasıl bu yüksek yerlerde binlerce yıl evvel ne gibi aletlerle ve kimler tarafında muamması hala çözülememiştir. Baddeley’in gördüğü harabeler Osetya mıntıkasında (Kaluat köyü sırtlarında) Edisa adı ile anılır. Yazar bu kalıntıları yerli Prof. Melitset Bekof ile gezmiş ve hayran kalmıştır. Adına “Devler Kalesi” denilen bu yapıtlar yüksek bir plato üzerine kurulmuş olup, birkaç dönümden fazla bir alanı kaplamaktaydı.

Volkanik olduğu iddia edilen ve yüzlerce ton ağırlığında kayalardan yapılmıştır. Dikdörtgen şeklinde olan duvarlarının kalınlığı yerine göre üç metreden fazladır. Taşlar yekpare bloklar olup, kesilmiş veya yontulmuş değildir. Sanki kalıptan çıkmışa benzer, yüzlerce ton ağırlığındadır her bir taş. Herhangi bir çimento gibi bir madde ile yapıştırılmamış olup, gayet düzgün şekilde aralarında milimetrik bir açıklık olmadan birbirlerine uyum sağlamışlardır. Böylece bu görkemli yapıt insan üstü bir kalıntı görünümü vermektedir. Baddeley’in sorusuna cevaben Prof. Melitset Bekof bunların Keltler’den kalma olabileceğini söyler fakat, Baddeley’e göre bu eserin
Kafkas Nart Mitolojisi’ne de dayanabileceği tasavvur edilebilir.

Bunun gibi daha bir çok izah edilemeyen sırlara sahip olan Kafkasya’da geçmişte çok büyük bir uygarlığın bulunduğu ve orada yaşamış insanların etkilediği inkar edilemez.

Sonraları halk evvelce değindiğimiz gibi bu büyük uygarlığı unutmuş basit bir pastoral hayat yaşamaya başlamıştır. Fakat en ilginç nokta şudur: Kuzek Kafyasya halkları, özellikle Çerkes dediğimiz Adıgeler ilk çağlardan beri bu ülkenin otokhton yerel ahalisini teşkil etmektedir. Adıgelerin Xabze denilen yazılmamış ve fakat en küçük noktasına kadar uygulanan töre ve adetleri, yani bir nevi yasaları, vardır. 19. yy'da Avrupalılar’a kıyasla basit bir hayat ve toplum düzeni yaşayan bu Çerkesler’in arasına gelerek bin yıldan fazla yaşayan İngiliz araştırmacı ve seyyah James. S. Bell bu insanlar için: “bütün gördüklerimin bana verdiği kanı şudur; genellikle Çerkesler şimdiye kadar tanıdığım, işittiğim ve okuduğum milletlerin en kibar ve nazik olanıdır.” diye yazmıştır.

Gene Çerkesler’i 1818 – 1819 yıllarında ziyaret etmiş olan Şövalye Kont T. de Marigny bu insanların arasındaki terbiye, büyüğe ve kadına saygı, boğazına, beline ve diline sahip olmada gösterdikleri irade ile misafirperverlik, fazilet ve inceliklerini uzun uzun anlatır ve eğer ailevi vaziyeti müsait olsaydı bu insanlar arasına yerleşip geri kalan hayatını orada yaşamak istediğinden bahseder.

Şimdi en mühim noktaya gelelim; yazılı bir kanunları, polisi, üniversitesi, yazılı bir edebiyatı ve maliye teşkilatı, para, altın ve diğer değerli kıymetlere dayanan bir ekonomik düzeni olmayan bu toplumun ilkel, barbar bir kabile düzeni olması gerekirken; halkın birbirin yağmaya sefalete, içkiye ve eğlenceye düşkün, korku ve dehşetin kol gezdiği bir düzende yaşaması icap ettiği şartlarda aksine bu ilkel şartların mevcut olduğu bu toplumda bin yıllık bir gelişmeden geçmiş bir İngiliz milletinin veya diğer ileri milletlerin tahsil, kanun ve devlet otoritesi ile gelişmiş niteliklerinin yerleşmiş ve geçerli olduğu görülmektedir.

Bu ileri ülkelerde bu gibi töreleri ve terbiyeyi uygulamak için, yüzlerce yıllık tahsil eğitim ile devamlı tekamül eden kanunlar yapılır ve bunlar polis, asker vs. kuvvetlerle işleme sokulurken, Çerkesler’de tamamen doğal olarak uygulanmakta ve asırlardan beri devam edegelmekteydi. Rus işgaline kadar (1864) bağımsız Çerkesya’da yalnız misafir olmayan ve izinsiz ülkeye giren yabancılara karşı tecavüz, hırsızlık ve düşmanca hareket görülmüştür.

Çok eski devirlerde Araplar büyük tufandan önce var olan bir ada uygarlığından ve burada yaşamış olan AD diye bir kavimden bahsederler. Bu adanın deprem ve tufan sonucu battığını efsane ederler. Bu batan ada efsanesi Atlantis ile aynıdır (Charles Berlitz, Mystery of Atlantis, 1976).
Sonraları tek tanrı dinleri ilk insana Adem demiştir… Acaba bu ilk insan değil de ilk kavim olmasın?

Çerkesler kendilerine kendi lisanlarınca ADıge derler. Bu da AD’dan gelen anlamına gelebilir. Bir de ADemey adında bir Çerkes boyu vardır ki, geçmişinin Adem’e dayandığını iddia eder. Eflatun ‘Kritiaz’ adlı ikinci diyalogunda Atlantisliler’den ve adetlerinden bahsederken şunları yazıyor: “törelerine ve adetlerine çok bağlıydılar. İlahların karşı saygılıydılar. Çünkü yüksek bir seciye ve ruh asaleti taşıyorlardı. Nezaket ve akıl onların hayatlarında ve karşılıklı ilişkilerinde en önemli yöntemleriydi. Ahlak en önem verdikleri kıymetti. Dünyevi şeyler ile o kadar ilgilenmezlerdi, mal mülk, altın, servet… onların alakadar oldukları mevzular değildi. Bunlara dünyevi bir yük olarak bakarlardı. Lüks ve sefalet onları zehirlememişti. Servet onların iradelerini kırmamıştı. Aklı başında, ayık insanlardı. Bu dünyevi mal, mülk, servet ve sefahatin arkadaşlık, şeref ve karşılıklı saygılarını yitirebileceğinin tehlikesini kavramış, mütevazi insanlardı”.

Eflatun’un Atlantisliler’in adetlerinden bahseden bu sözleri, şaşırtıcı bir şekilde, Kont T. de Marigny, E. Spenser, J. S. Bell, J. A. Longworth ve D. Urkuhart gibi Avrupalılar’ın Çerkesler hakkındaki anılarına benzemektedir. Bu iki kavmin töreleri ve adetleri arasındaki benzerlik hayret vericidir.

Bazı şüpheciler, Atlantis’in tamamen hayal ürünü olduğunu ve Eflatun’un ideal bir Atina yaratmak için bu ideal halk ve devlet fikirlerini Atlantis efsanesini yaratarak yaymak istediğinden bahsederler. Eğer bu iddia doğru ise, demek ki Eflatun’un kurmak istediği ideal Atina ve ideal toplum binlerce yıl Çerkesya’da gerçekleşmiş olmuyor mu?

Avrupa’da Bronz Devri’nde etken olmuş bir Etrüsk Uygarlığı vardı. İtalya’nın Ligurya yöresinde gelmişmiş olan Etrüsk Uygarlığı sonraları Romalılar tarafından tasfiye edilmiş ve yok olmuştur. Bugüne değin çözülememiş bir alfabeleri vardır. Silahları ve harp arabaları bronzdandı. Geriye çeşitli sanat eserleri bırakmış olan Etrüsk’ler, İtalya’ya Anadolu’dan Lidya’dan geldikleri söylenir. Bu kavim Hititler’in bir kolu idi. Anadolu’ya yerleşmiş Kafkas asıllı bir ırk olduğu için Fransız dilbilimcisi, Georges Dumezil ise Çerkeslerin Wubıh boyu lehçesinin Hititçe ile aynı olduğunu kanıtlamıştır. Britaanica Ansiklopedisi, açıkça Etrüsk lisanının Kafkas dilleri ile alakalı ve çok fonetik benzerlikleri olan bir dil olduğunu yazar (Encylopedia Brittanica, Etruscan Language). Bir çok Avrupalı dilbilimci ve etnolojist ve araştırmacı da bu tezi savunmaktadırlar. 19. yy da yaşamış Çerkes tarihçisi Noguma Sura Bekmurzin, Etrüskler’in, Ligurlar’ın ve Pelaskaslar’ın Kafkas asıllı kavimler olduğunu iddia eder. Bu tezi savunanlar arasında son devrin araştırmacı yazarlarından Aytek Natimok ve Gunokue K. Özbay da vardır.

Eflatun ise Etrüskler’in yerleşim merkezi ve ülkesi olan Ligorya için özellikle Atlantis’in bir kolonisidir der (C. Berlitz. Mystery of Atlantis). Tarihçi Alexandre Basmakof, insanlığın geçmişinin esrarı hakkında şunu yazmıştır; “Tarih öncesi (prehistorik) devirlere ait anahtarlar halen Kafkas ve Pirene (Bask) Dağlarının yüksek vadilerinde kavimlerin elindedir.” Basklar, İspanya’nın Pirene Dağları ve Atlantik Okyanusu kıyıları ile Fransa sınırları yakınlarında yaşayan Avrupa’nın en eski bir değişmemiş kavmidir. Basklar dürüstlükleri, enerjik tavırları, sadakatleri ile temayüz etmiş bir kavim olup aynı zamanda hala büyü ve büyücülüğe inanırlar.

Çok batıl inançları vardır.
Lisanları Avrupa’nın hiçbir lisanına benzemediği gibi, çok eski devirlere dayanmaktadır. Mağara devri günlerinin, Kro-Magnon insanlarının lisanını andırır bir kökten gelir. Mesela “tavan” kelimesi mağaranın üstü manasına olup, “bıçak” kelimesi ise kesici bir taş anlamına gelen bir cümleciktir. Bu milletin antikitesi, Atlantis hakkında bir kitap yazmış olan, yazar Spence’in Atlantis’ten göç edenlerin zaman zaman İspanya ve Fransa sahillerine yerleştikleri yolundaki görüşünü bir nevi teyit eder gibidir.

Brittanica Ansiklopedisi, Bask lisanının Kafkas lisanlarıyla alakalı ve aynı aileden olduğunu açıkça yazar.

Atlantis’in esrarı kitabında Charles Berlitz, Bask lisanı için Avrupa’nın çok eski zamanlardan kalma bir yaşayan fosil lisanı diye bahseder, buzul çağından evvelki bir lisan yahut daha doğrusu Atlantis lisanının günümüze kalmış tek temsilcisi der.

Öyleyse, Kafkas lisanları –özellikle Çerkes, Abhaz lehçeler de- bu temsilciliğe hak kazanmış olmaz mı?

Basklar, ırken ve lisanen Kafkasya’nın Abhaz-Abaza kavmine akrabadırlar. “Tarihte Kafkasya” isimli kitabında General İsmail Berkok, Basklar’ın, Abask Abhaz, ırkı ile aynı soydan geldiklerini açıklayarak izah eder. Bunlara Kafkasya’da hala “Baskheg” diye hitap edildiğinden bahseder. Böylece Atlantis efsanesi ile Etrüsk ve Basklar’ın ilişkilerini açıkça ortaya koymuş olduk. Etrüsk ve Basklar’ın da Kafkas, Çerkes-Adıge ve Abhaz kavmiyle yakın ilişkileri de inkar edilmez bir tarihi gerçektir.

Çerkesler arasında en küçük bir köydeki en cahil bir ihtiyar kadından dahi duyabileceğiniz yaygın bir söylence vardır, birisine kızdıkları zaman şöyle derler, “Tha ham hitug ou vieh” manası, “Allah seni o batan adaya sürsün”. Kafkasya sahillerinde hiç ada yoktur ve bu söz çok eski bir deyiştir. Hatta dağ köylerinde denizden yüzlerce kilometre uzakta, deniz görmemişler arasında da kullanılmakta idi. Gene Çerkesler’de ihtiyar dedeler ve nineler, küçük çocuklara yüzlerce yıl evvel dahi “uçan gemiler” ve “ yelkensiz vapurlar” ile ilgili masallar anlattıkları bir folklor gerçeğidir (Circassian Star, No. 1, Vol. 1, Nana, Nina).

Günümüzde Atlantis’in geçmişteki varlığı tam olarak kanıtlanmış değildir. Fakat bir çok bilim adamı, yüzlerce yazar, yıllardan beri bu konuda yüzlerce eser yazmışlar, tezler yürütmüşler ve iddialarda bulunmuşlardır. Bu konu ile alakalı filmler çevrilmiş ve konferanslar verilmiştir. Bu incelememiz de bu konuya küçük bir ışık tutabilirse mutlu oluruz.

Aydin Osman Erkan

Bibliyografya

atlantis.jpg
 

kalliope

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
23 Ara 2008
Mesajlar
727
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Ynt: Çerkes Efsaneleri

Nart Efsaneleri ve Efsane Kahramanları

"Nart Destanları, Kuzey Kafkasya'nın otokton halklarından oluşan Çerkeslerin binlerce yıldan bu yana ürettikleri Ulusan Destanlar bütününün adıdır." Çerkes Mitolojisi'nin bütününü kapsayan Nart Destanları, İsadan önceki çağlardan bu güne, Kuzey Kafkasya halklarının dilinde, müziğinde, sanatında yer etmiştir. Başlangıcını tarih çağları içerisinde tam olarak saptamak çok zordur, ancak doğanın çözülemeyen sırlarının dile getirilmesi olan mytkos'un, insan dilinin ve sözcüklerin ortaya çıkması ile başladığı dikkate alınırsa Nart Destanları'nın başlangıcı hakkında fikir sahibi olunacağı kanısındayız.

Nart Tlepş

Nart Tlepş nartların en ulularındandır. Nart halkının tüm araç ve çereçlerini yapmak, yeni buluşları ile halkın yaşamını kolaylaştırmak onun görevleri arasındadır. Her türlü madeni işleyip olağanüstü güzellikte araçlar yapar. Maden çağı uygarlığı aşamasının ve Nart toplumunun yeni buluşlarının simgesidir.
Halkın gözünde çok güçlüdür. Ünlü Seteney Guaşe ile kimi zaman yardımlaşarak, toplumsal sorunları çözerler. Kimi zaman da birbirlerine ters düşerler. Setney Guaşe kızgın taş parçasını Tlepş'e kırdırarak Sosrikua'nın doğmasını sağlar. Sosrikua'yı maşası ile suya daldırarak çelikleştiren yine Nart Tlepş'tir.
Sosrikua'nın bir kahramana yaraşır biçimde eğitilmesini, silah kullanmasını öğrenmesini Seteney'in önerisi üzerine yine Nart Tlepş üstlenir. Bu manevi çocuğunun silah kullanma çağına geldiğini anlayan Seteney, Tlepş'e sihirli silahlar ısmarlar. Kahramanımız bu yönü ile Grek Mitolojisinin topal ve çirkin tanrısı, ateş ve demircilerin piri Hephaistos'u anımsatır. Akhilleus Troya savaşlarına giderken annesi Thetis Hephaistos'a giderek oğlu için efsunlu silahlar yapmasını ister.
Topal Hephaistos tanrıçaların en güzeli Aphrodite ile evlidir. Gerçi Tlepş ile Seteney Guaşe'nin evli oldukları pek anlatılmaz, ancak ilişkileri adı geçen Grek tanrılarını anımsatmaktadır. Bu benzerliğe karşın Tlepş'in tüm buluşları toplumun yararınadır. Hephaistos ise devamlı kin güden ve kötülük düşünen bir tanrı olarak tanımlanır. Buluşlarını kendisi ile alay eden, kendisini küçümseyen diğer tanrılar aleyhine kullanır. Hatta topal olduğu için oğlundan utanan annesi tanrıça Hera bile onun şerrinden kurtulamaz. Topal tanrı, içine zincirler sakladığı bir taht yaparak annesine götürür. Hera tahta oturunca zincirlerle bağlanır ve bir daha kurtulamaz. Kısacası topal ve çirkin oluşundan aşağılık duygusuna kapılmış olan Hephaistos kötülük yapmaktan kendisini alamayan bir mitoloji kahramanıdır.
Oysa Tlepş güçlüdür, cesurdur. Tarım araçlarından döküm araçlarına, silah yapımına kadar tüm uygarlık gereksinimlerini toplum yararına yapar. Buluşlarında en yakın danışmanı ve yardımcısı Seteney'dir. Abazin Halk Destanlarından Türkçeleştirdiğimiz aşağıdaki text bunun en güzel örneğidir.
"Nartlar güçlü ve insanüstü ırktı. Sert mizaçlı idiler. Büyük bir halk idi Nartlar... Çok güçlü atları vardı, alp (mitolojik olaylarda geçen, dağlara uçarak çıkan kanatlı at türü) soyundan gelen. Toplumsal düzenleri vardı. Sorunlarını yaşadıkları Guım (kuma) ırmağı kıyısında toplanan kurultayda çözümlerlerdi.
Evlenmiş, çok güzel ve akıllı bir kadın yaşardı aralarında. Seteney guaşe bilge idi, O nartların her derdine derman olurdu, felaketlerde, kıtlık yollarında, savaşlarda halkına yol gösterirdi, başı derde düşen ona koşardı.
O çağlarda nartlar çok yaşarlardı; ikiyüz, üçyüz yıl kadar... Uzun yaşamlı olurd Nart halkının bireyleri... Bu uzun yaşamlı halkın arasında Seteney'in belli bir yeri vardı. Aynı çağlarda Nartlar'ın demirci ustası tlepş de yaşamaktaydı. Seteney sık sık Tlepş'in dökümhanesine giderdi, "Örsü taştan, çekicide ağaçtan oldğu için yoruluyor" diye üzülürdü. Bir gün "Tlepş'in örsü ve çekici demirden olsa bu kadar yorulmazdı" diye düşünen akıllı kadın bir ağaç parçasını yontarak bir takım örs ve çekiç maketi yapar, çekiç maketinin tam ortasını delerek sap takılacak yeride belirtir. Onuru kırılmasın diye Tlepş'e söylemez, gizlice gidip yaptığı maketleri dökümhanenin penceresinden içeriye bırakır. sabah olup Tlepş iş yerini açtığında ağaç maketlere bakar bir süre, nerden geldiğini anlayamaz. ancak bunların örs ve çekiç modeli olduğunu kavrar hemen. "Bu örs olmalı, bu da yanılmıyorsam çekiç" diye söylenir kendi kendine...Önce örsü döker demirden, sonra çekici şekillendirir makete uygun biçimde... Ortasına açtığı delikten de sap takar. Böylece Tlepş'in takımı tamamlanmış olur. Ama çalışırken yine zorluk çeker. Ateşten aldığı kızgın demir parçaları ellerini yakmaktadır. Bir tutacak yapmak gelmez aklına. O güne dek bir akıllı çıkıp da bir kerpeden veya maşa yapmayı düşünmemiştir henüz.
Dökümhaneye sık sık uğrayan Seteney durumu izler bir süre, fakat bir yolunu bulamaz, ne yapsa da Tlepş'in ellerini yanmaktan kurtarsa?...
Derken birgün, Seteney suya giderken yolda iki küçük yılan yavrusu görür. Yılancıklar boyunlarını birbirinin üzerinden geçirmiş, uyumakta... Sarmaş dolaş yatan yılanlara bakarken Seteney'in aklına bir fikir gelir, bir dal parçasına taktığı yılanları, şekilleri bozulmadan Tlepş'e götürür: "Tlepş, Tlepş ilginç, çok ilginç bir şey buldum. Örsün çekicin tamam, bunun gibi demirden bir şey yapda ellerin yanmaktan kurtulsun.."
Tlepş boyunlarındanbirbirine çakılmış yılan ölülerine bakar, bakar da onların biçimlerini erimiş demirden biçimlendirir. Maşa veya kerpetenin bulunuşu böylece seteney'in parlak zekasından doğar.
Kahramanımız yararlı buluşları, gücü, haksızlıklara baş kaldırışı ile günümüze dek çeşitli ozanların ve yazarların esin kaynağı olmuştur. Ömer Seyfettin'in "Diyet" öyküsündeki demirci kahramanından, Yaşar Kemal'in "Ağrı Dağı Efsanesi"ndeki Demirci Hüsso'ya değin çeşitli yazarlarca işlenen demirci motifi Nart Tlepş ve Greklerin Topal Hephaistos'unun edebiyata yansıması biçimidir bizce...

Yismeyl Özdemir ÖZBAY
Mitoloji ve Nartlar' kitabından alınmıştır.

nart1.jpg
 

kalliope

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
23 Ara 2008
Mesajlar
727
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Ynt: Çerkes Efsaneleri

Nart Sosrıkua
Kuzey Kafkasya Halk Destanlarının ünü en yaygın olan kahramanıdır Sosrıkua. Her çağda, her dönemde Nart Destanlarının bilinen kahramanıdır. Diğer kahramanlarından hiç biri Sosrıkua kadar ünlü değildir.
Sosrıkua'nın doğuşu ile ilgili öykü çok ilginçtir. Ünlü Nart kadın kahramanı Seteney Guaşe Bakhsan Irmağı kıyısında çamaşır yıkarken Nartların sığırtmacı onu görür ve güzelliğine vurulur. Fırlayıveren aşk oku, karşı kıyıda üzerinde çamaşır yıkanan taşa çarpar. Taş hemen ısınmaya ve büyümeye başlar. Seteney sıcak taşı eteğine sararak Nart Tlepş in dökümhanesine götürür. Tlepş büyük çekici ile taşı kırar, içinden ateş saçan, kor halindeki Sosrıkua çıkar. bu nedenle Nart Tlepş ile Seteney Guaşe'nin oğlu sayılır Nart sosrıkua...
Sosrıkua'nın bir kaya parçasından doğuşu Grek mitolojisindeki "Cyclop", ve Türk Destanlarındaki "Tepegöz"ün doğuşu motifi ile benzerlik taşır. Bu üç destan kahramanının doğuşu taş orijinli bir motifte birleşmiştir.
Sosrıkua isminin etmolojik araştırması da doğuşunu anlatan öyküyü tamamlamaktadır. Kabardey - Besleney - Abazin şiveleri ile "SOSRIKUA", Abzekh, Şapsığı, Bjeduğ, Kemırguey, Hatıkuey vb. batı adiğe gruplarının şivesi ile "SaWsıruk" olan ismin hece hece bölünerek incelenmesi yukarıdaki savımızıdoğrulamaktadır. Şöyle ki;
"So-sı-rı-kua" veya "Saw-sı-rı-ko" sözcüğünde;
"Se", bıçak veya kılınç anlamındadır. "Sır" veya "stır", sıcak anlamındadır. "V(vo)" vvurmak veya ateş etmek anlamındadır.
"Kue" yada "ko" oğul anlamındadır. Kişi veya aile isminin sonunda kullanılan bir takıdır.
Adiğe dilindeki "Sosrıkua" isminin anlamını bölmeye göre ele alırsak, "Saw-sır", "Şa-we-stır", sıcak çocuk, ateş saçan, yakan erkek çocuk anlamına gelir.
Nart kahramanlarının en ünlüsüdür demiştik Sosrıkua için. Onsuz Nart öyküleri çok yavandır. Bu destan kahramanımız öykülere o denli damgasını vurmuşturki, başta uluslarda Prometheus veya Akhilleus olmuştur, biraz da Adonis'tir Sosrıkua'mın Çerkes mitolojisinde...
İnsanoğluna sunduğu yararlı buluşları nedeni ile çağ çağ, kuşakların gönlünde yüzyıllardır taht kurmuştur. Ateşi, darı tohumunu halkına getirmiş, şarap mayalamasını onlara öğretmiştir. Sosrıkua ile ilgili dizelerde Kuzey Kafkasya boyları söze "Sosrıkua Di Nekhu, Sosrıkua Di Khan", " Sosrıkua ışığımız, Sosrıkua oğlumuz, yiğidimiz" nitelemeleri ile başlar.
Tanrılardan ateş çalarak insanlığın uygarlık aşamalarında yerine getirdiği görevi Greklerin Prometheus'una benzer. ancak, ateşi insanlar için çalan bir kahramanın ismi daha geçer Nart Destanlarında,Nesren Jak'e ile Sosrıkua çoğu destanlarda aynı motiflerde birleşirler. Çelikten vucudu, et ve kemikten diz kapakları ile bir yerde Akhilleus'un ta kendisidir. Tlepş'in demirci çekici ile ateş saçarak doğan kahramanımız, dizinden maşa ile tutularak suya daldırılmış ve vucuduna su verilerek çelikleştirilmiştir. Düşmanları onu insan özelliği gösteren dizlerinden vurmak isterler. Maşanın altında kaldığı için su verilemeyen ve et kemik olarak kalmış dizlerinden...
Aynı şekilde Akhilleus'un annesi Tanrıça Thetis oğlunu doğurunca yıkamak için Stys ırmağına batırmış, böylece onu silah işlemez hale getirmiştir. Ancak annesinin eli altında kalan topukları su ile temas etmedikleri için et ve kemik olarak kalmıştır. Troya kuşatmasında Hector'un attığı okun topuğuna saplanması üzerine ölmüştür.
Çoğu destan textlerinde Sosrıkua, atılgan, gençliğinin verdiği coşku ile pervasızdır. Ancak onun Sınırlayan temkinli Nart yaşlıları vardır. Wezırmes, Tlepş gibi... annesi Seteney Guaşe genç sosrıkua'yı bu yaşlı nartlara teslim etmiştir. ateşin Tanrılardan ya da devlerden kaçırılması, darı tohumunun halka verilmesi, şarap mayalamasının halka öğretilmesinden tutun da Nart Tlepş'in orağı bulmasına dek Nart halkının uygarlık aşamalarında Nart Sosrıkua'nın büyük katkıları vardır. atı Tığujey, denizatı Tanrıçası Psıtha Guaşe tarafından Nart kahramanı Pice'ye armağan edilen kanatlı atın yavrusudur. Grek Mitolojisinde Pegasus motifinde de bu kanatlı atı görmekteyiz. Onunla bir sıçrayışta Kafkasların en yüksek doruklarına, Oşhamahue (Elbruz) tepesine ulaşır. Savaşlarda Nartların önünde uçarak düşmana saldırır.
Sosrıkua motifi şu veya bu isim altında, hangi adla olursa olsun, ilk çağ ozanlarından Homeros, Aişkilos'tan Tevfik fikret'e kadar ozanların şiirlerinde değişmeyen, eskimeyen bir kaynak olmuştur. Başka bir deyişle uygarlığın ve yeniliklerin simgesi olmuştur. Dünya mitolojisi ve Literatüründe günümüze dek yaşaya gelmiştir.

Yismeyl Özdemir ÖZBAY
Mitoloji ve Nartlar' kitabından alınmıştır

Adige_1.jpg
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst