Carl Rogers:

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Psikologlar kategorisinde eski tarafından oluşturulan Carl Rogers: başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 10,744 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Psikologlar
Konu Başlığı Carl Rogers:
Konbuyu başlatan eski
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan eski

eski

Üye
Yeni Üye
Katılım
5 Ağu 2008
Mesajlar
107
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Carl Rogers, Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1902 yılında doğmuştur. Çocukluğunda, tutucu ve Protestan olan ebeveyni tarafından, onların kurallarına göre yaşamaya zorlanmış ve yalnız, yalıtılmış bir çocukluk yaşamıştır. Gençlik yıllarında, bir süre din eğitimi alan Rogers, 22 yaşındayken New York’ta bir dinbilim konferansına katıldığında, kendisini ebeveyninin kökten inançlarından kurtarıp, dinbilimle uğraşmanın ilgi alanına girmediğini anlamıştır. Rogers, 1931 yılında, Columbia Üniversitesi’nin Öğretmenler Fakültesi’nden klinik ve eğitim psikolojisi alanlarından doktora derecesi almıştır. Bu üniversitedeki eğitimi sırasında, John Dewey ve Leta Hollingworth’un klinik psikoloji alanındaki çalışmalarından etkilenmiştir. Tamamladığı doktorasının ardından Institute for Child Guidance’de ve Rochester Guidance Center’da görev yapan Rogers, 1940 yılında, bir çağrı üzerine Ohio State Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olarak çalışmaya başlamıştır. Bu görevi sırasında, psikoterapi kuramları hakkında oldukça bilgili olan öğrencilerinden bir çok şey öğrenen Rogers, yeni bir kuram geliştirmeye başladığını fark etmiştir (Karahan & Sardoğan, 2004, s. 82). 1942 yılında “Danışmanlık ve Psikoterapi” adlı yapıtını yayınlayan Rogers bu yapıtında, psikolojik danışmada, danışman kişinin sahip olması gereken özellikleri belirtmiştir. (Bu özelliklerin neler olduğu, ilerideki bölümlerde ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır). Rogers, 1945 yılında Chicago Üniversitesi’nde görev almış ve bir psikolojik danışma merkezi kurmuştur. 1957 yılında Wisconsin Üniversitesi’ne geçen Rogers, burada hastanede tedavi gören şizofren hastalara Danışan Merkezli Terapi’yi uygulamış ve özellikle içedönük olan ve konuşmayan psikotik hastalarda, empatik anlayış yoluyla kurulan etkileşim sayesinde çok olumlu sonuçlar elde etmiştir (Karahan & Sardoğan, 2004, s. 83). Rogers; 1951 yılında (Chicago Üniversitesi’nde çalıştığı dönemde yaptığı araştırmaların ürünü olan) “Danışanı Merkez Alan Terapi”, 1961 yılında “İnsan Olma Üzerine”, 1969 yılında “Öğrenme Özgürlüğü”, 1970 yılında “Carl Rogers ve Etkileşim Grupları” ile 1972 yılında “Eş Olma Üzerine; Evlilik ve Benzeri İlişkiler” isimli yapıtlarını yayınlamıştır.

Kişilik Kuramı:

Client-Centered İnsan Odaklı (daha sonra 1956 da Rogers tarafindan Person-Centered Kişi Merkezli, olarak nitelendirildi) teorinin, Carl Rogers’in klinik psikolog olarak geliştirdiği Humanistik Kişilik teorisi tezini de ortaya attığı değerlendirmeleri daha yakından incelemek amacıyla yapılmıştır.

Carl Rogers, kişiyi bir obje olarak görmekten çok, ona nesne olarak bakan, insanlığın onuruna büyük saygı duyan, ilk ve öncü terapistlerden biridir.

Rogers, felsefesinde insanı inceleme olgusuna yaklaşımını: phenomenological (olay bilim) ve idiographic(gözlemlenen ölçüm) diye tanımlarken, insan davranışları konusunda ki görüşü ise “exquisitely rational” (Ince-mantık) (rogers,1961, p.194) olarak niteleyebiliriz. Başka deyişle, onun fikrine gore “insan doğasında varolan öz (çekirdek) doğal olarak pozitif’dir.” (1961, P.73) ve güven duyulan bir organizmadır(1977,p.7). Rogers’in bu inançları ortaya koyduğu Kişilik Teorisine de yansımıştır.

Bu araştırma sonucunda vardığım temel sonuç; Carl Rogers’in “Kendi- Self” üzerine geliştirdiği görüşler sonunda vardığı algılamaların, human condition- insanlık durumu ve bu koşulları uygun bir şekilde geliştirmesi konusundan yola çıkarak anahtar diyebileceğimiz noktalardır.


Varolmanın yada Gerçekleştirmenin Eğilimi

Roger 1959’ da insan “Organizma”sının altında yatan nedenin “Actualizing Tendency”- varolmanın eğilimi olduğuna karar kılmış ve “Organizma” nın gelişimi, autonomy (özerkliğinin) nin daha ileri yayılması veya bu yönde giden bütün kapasitelerin gelişimini sürdürmesinde görmüş ve bu fikri korumuştur.

The tendency (eğilim) yönlendiricidir, yapıcıdır ve şu anda tüm yaşayan varlıklarda bulunmaktadır. The Actualising Tendency (Varolmanın Eğilimi) bazı koşullarda bastırılabilir olsa da asla organizmanın harap edilmesi dışında yok edilemez. (Rogers, 1977).

Bu teoride, Actualising Tendency (Varolmanın Eğilimi) kavramı motive eden güç olduğu şeklinde nitelenebilir. Bütün motivasyonları ve gelişimini kapsamına alır: ilgi, gereksinim, veya yapabilme yeteneğinin azalması; mutluluk-arayışı eğilimi halinde olabildiği gibi yaratıcılık olgusu şeklinde de olabilir (Rogers,1959). Sadece Organizma kendi adına bir eğilim bütünüdür, bazı bölümleri örneğin (Kendi )(Self) bütün olarak algılanamaz. (Maddi,1996 p,106.) Bunu; “ Biyolojik baskılar genetik yazılımlardaki ihtiyacı tamamlamak içindir” şekilde tanımlar. Her bir kişi kendi potansiyelini oluşturmak için kendi temel yapısını (ana yaşam kurallarını) oluşturma hakkına sahiptir.


KENDISI OLMAK

İnsan Organizmasının, “phenomenal field” yani (olağan üstü alan)’ı yaşadığı o andaki zaman dilimindeki deneyimlerini bilinçli veya bilinç dışı taşıdığı yerdir. (Roger, 1959) Bu alanda gelişmeler olabilir, bu alanın bazı bölümlerinde degişiklikler olur ve o zaman bu kişinin “self” (Kendisi’)de oluşur.(Hall&Lindzey, 1985; Rogers, 1959). “self” bu teorinin ana merkezi yapısıdır. Diğer kişilerle olan iletişimi nedeniyle sürekli yapılanma içindedir ve varolma ve varlığını sürdürmenin farkındalığı ile ilgilidir. The self-concept (Kendinin-yapılanması) şu şekilde açıklanabilir: organize olmuş karakterler bütünüdür ve her bir ferdin kendisini algıladığı garip bir haldir. (Ryckman,1993,p.106). Genellikle, kişilerin sosyal oluşumlarından edindikleri deneyimler üzerine kurulmuştur.

Kendi İçindeVarolmanın Eğilimi

Varolmanın eğilimi, bilinen psikolojik form’da “Self” (Kendisi) ile bağlantılıdır. Böylece: “Self-actualizing tendency” (Kendisi içinde var olmanın eğilimi) şeklinde de değerlendirilir. Varolmak olgusu, Kendi (Self )’in içinde deneyimlerle sembolize edilinen bir kısımla alakalıdır. (Rogers, 1959) Kişinin, kendi hakkında bilinçli gözlemleri ile ne olduğunun farkında olması ve tetikleyici güç sayesinde kazandığı deneyimler de kendisi ile oluşturduğu tutarlılıktır. (Maddi, 1996) Gelişimine baglı olarak Kendi-oluşumu (self-concept) ve kendi varlolma eğilimi (self actualization) ikinci derecede ihtiyaclardır (inanca göre bunlar çocukluk döneminde öğrenildiği varsayılır) : “Başkalarından positif karşılık almak ihtiyacı (need of positive regards form others) ve (the need for positive self-regards) kendisine duyduğu positif karşılık almak ihtiyacı ”, bir öncekinin içe dönük halidir. Tercih edilen davranışlar Kişinin, kendini oluşturması “self-concept”, ile tutarlılık gösterir.(Maddi,1996)

Organizmanın değer ve değerlilik koşulu

Kişinin dünyasında belirleyici olan kişiler ki; genelde bunlar ebevynlerdir ve genelde, koşulsuz değer verme yerine, koşullu olarak positif değer verme eğilimi gösterirler. Kişi, arzu ettiği değerleri seçer, onları kendine mal eder ve “conditions of worth- değerlilik koşulunu” oluşturur (Roger,1959). The self-concept (kendi oluşumu) ise, organizmanın gelişimi üzerine oluşumundan cok bu standart değerler üzerine meydana çıkar. Sözü geçen Değerlilik koşulları, Organizmanın değer verme işlemini rahatsız eder, bu koşullar akışkandır, Kişinin ve organizmanın olabildiğince yayılmasına bağlı olarak oluşan değerler ve dikkatlice verilen semboller sürekli işlem halindedir (Rogers,1959).

Kişinin kendine duyduğu saygı ihtiyacı, şu anda var olan değerlilik koşulu’nun kuralına göre deneyimlerinden seçtiği algılamalarıyla yön bulur. Bu deneyimler, kişinin algılamasında inkara uğramamış ya da bir şekilde rahatsızlık vermemiş halde iken kişinin dikkatlice sembolize ettiği, algıladığı koşullarla bağlantı içindedir. Bu hal kişinin kendisini algılaması ile organizmanın gördüğü deneyim arasında bir karmaşa, huzursuzluk ve sağlıksız hastalıklı davranışların sonucu olarak “Incongruence” (samimiyetsizlik) kendini yalanlamak meydana çıkar. (Rogers,1959) Bu gariplik, insan yapısında görülen olağan bir durumdur. Deneyimler, “subception” yolu ile bilinçli bir farkındalık olmadan tehlikeli olarak algılanabilir, bu taraflı formda farkında olmadan edinilen deneyimlerin sonucu anxiety (heyecan) dir.

Yasamını tam olarak işleme koyabilen kişi ve kendisi

Teorik olarak, herhangi biri “Unconditional Positive Regards” (UPR) “Koşulsuz Positive (Sevgi- saygı ) Anlayış” ve Gelişiminde kosulsuz değer vermenin deneyimini öğrenerek kalıcı bir değişim gösterebilir ve önceden gecmişinden oluşturduğu tanımları yok sayabilir. Psikolojinin elverişli, uyarlanabilir bir sonuça ulaşması, kişinin kendi deneyimleri ile kişi arasındaki dürüstlük (congruent) ilişkisi ile başarılacaktır. Bunun için çevresindeki diğer kişilerden alınan positive regards (UPR) ve pozitif self regards ( kişinin kendisine duydugu anlayış, sevgi-saygı ) organizmanin kendini değerlendirmesi ile uyumlu olmalıdır. (Rogers, 1959) Bu ideal insan ruh yapısı, “Fully functioning person” (Fonksiyonlarını tam uygulayan kişi) ile şekillendirilir. Fonksiyonlarını tam uygulayan kişi, varoluşumu içinde bütün deneyimlere açık olan, duygularını rahatlıkla açabilen, özgürce yaşamayı bilen, yaratıcı ve yaşamı zenginlikleri ile yaşamasını öğrenen kişidir; “the good life”(Rogers,1961). Ayrıca şunu da ilave etmekde yarar vardır “İyi yaşam bir süreçtir, iyi yerde kalmak değildir. Bu bir yöndür ama varılan yer değildir (Rogers,1961, p.186). Yetişkinlerin pek çoğunda görünen, elverişli çocukluk dönemi geçirilmemesi halinde terapi aracılığı ile gelişimini ve değişimi yakalaması ümidi ile psikolojik olgunluğa erişebilir. Buradaki amaç; koşullu değerlerden arındırmak, kendisine karşı dürüst olmnasını deneyimleri ile başarmak ve organizmanin değerleri (organismic valuing) işlemini yeniden yapılandırmakdır (Rogers,1959).

Rogers’in görüşüne göre (1959, 1961, 1977) kişilik gelişmesi, ihtiyaç duyulan bölümlerin gelişmesine bağlı olarak açıkça mümkün olabilir. Buna rağmen, Roger kendini- kabullenme (self-acceptance) bir şekilde gereklidir demektedir. (1961) Rogers ilk başlarda “self” (kendisi) olgusunun önemini farketmemişti. Çalışmalarına başladığı zaman, “belirsiz, silik, bilimsel olarak anlamsız gibi kavramları kullanan Psikologlar sözlüğünün dışana çıkıp yeni bir araştırmaya şüpheci gözlerle gitmiş ve “self” yeni bir kavram getirmeye çalışmıştır. (1959,p200) Clients’lar ile çalışmaları esnasında self in ne kadar önemli olduğunu farketmiş ve Self’i şu şekilde tanımlamıştır: “organize olabilen, sürekliliği olan (tutarlı), Gestalt (bütüncü) içeren ve karakteristik algılama olarak tanımladığı kavram “Ben” veya “Benim” oluşumu ve yaşamın çeşitli alanlarında, algılamalarında içinde değerlerin de birlikte olduğu diğer kişilerle olan “ben” veya “ benim” ilişkisidir. (Rogers,1959,p.200).

Sözü geçen Gestalt, bir akışkanlığı olan değişime açık bir işlemdir ve kişinin algılamasına uygundur. Rogers özellikle değişimin mümkün olduğunu anltamak üzere bu “Gestalt” terimini kullanmak istemiştir: “küçücük bir ilave ile resmin bütünündeki anlamı ortaya çıkarmak amacıyla bu kurulumu kullanmıştır.” (p. 201)

Rogers’in self kavramı oldukça geniştir. Bunu şu şekillerde ifade eder: Gözle görünen herhangi bir değişimin sunulmadığı durumlarda “ideal self” herkişinin, kendisine en iyi şekilde sahip olunması şeklinde kendini kavramıs olarak belirtilir.(Rogers,1959) Bunu bağlı olarak, örneğin; temel kavram olan kişilik ve de kişilğin gelişmesi konularında her ne kadar kişinin imajı, yaşam süreci içindeki değişimler kesinlikle değişken olsa da kavram eksik görünmektedir. Ayrıca olağanüstü durumların Self üzerindeki etkileri, değişimler belirtilmemiş. Rogers’in kişinin “varolması” kavramı tanımı tamemen kişi ile ilgilidir ve bu farklılıkda Goldstein’in kullandığı terimle aynı anlamda değildir. ( Actualizing Tendency ile bağlantılıdır.) Ayrıca Maslow’un varolma kavramı da her iki şekli içinde barındırmaktadır. (Maddi, 1996).

Varolma egilimi, bu teorinin en vazgeçilmez meselesidir. Rogers bunu “İnsan hakkındaki en önemli temel gerçektir” (1965,p.21) şeklinde değerlendirir. Pek çok çeşitli organizmalarda, keşfettiği önemli biyolojik bulgular da bu eğilimi desteklemiştir. Rogers’in bu ileriye yönelik algılaması, Freud ve diğer uzmanların ınançlarından amaç olarak görünen tansiyonun düşürlemsi dengenin kurulması veya homeostasis’den (Kerbs&Blackman,1988; Maddi,1996) çok farklı, derin bir yolculuğa çıkılmasına yol açmıştır. Rogers(1977) notlarında, hassas uyarıcının yoksunluğu konusundaki yaptığı araştırmalarda, görünen dış uyarıcının yok olması halinde, iç dünyadaki denge yerine, içsel hassas uyarıcının akınına uğrar tezi ile bu oluyu desteklemiştir.

Bu durumda da fikir olarak Varoluş eğilimi daha bir anlam kazanmaktadır. Rogers yasamın, daha verimli olabilme olasılığı ve de en yüksek kapasitede kalabilmesi gibi spesifik bir kavram kullanmamıştır. Bir anlamda da Rogers’in felsefesi “İnsan özgürlüğündeki sezgisel ifadesi” yıpratıcı olabileceği düşüncesi de olabilir (Maddi, 1996, p.104) daha da ileriye giderek, potansiyel yaygınlığın olması inancı bu felsefenin ardında yatmaktadır. Psikoterapinin altında yatan ve hem client’a hem de terapiste sınırsız olabilirliklerin inancını vermek amaciyla teorinin bir yan çalışma olabileceğini de söylemiştir. Buna rağmen, Bu felsefeyi tüm insanlık adına uyguladığımızda, kişilik teorisi tarafından bakınca değerlerde ki akılcılık arayışı, olabilecek potansiyelliği ortaya çıkabilmesi adına mümkündür. (Maddi,1996)

Birilerine veya birine yapılan engelleyici tavırlar sonucunda, uyumsuzluk meydana gelmesi halinde Varolma eğiliminin yayılma potansiyeli, zarar gördüğünü bir şekilde hissettirir. Gercek kendi’ (True Self) icinde taraflılık hissettiginde, organizmanin hareketleri bir yöne doğru ya da diğeri ile bilinç altı mücadeleye girişir. Varolmak eğilimi ile kendi varolması eğilimleri birbirleri ile çatışma halinde olabillir. Roger (1977), daha önce benimsediği kendi(self) ile doğal tanımlanan yaşamsal deneyimler arasında ki farklılığın üzerine kendine dürüst olmama (incongruance) düşüncesini yeniden incelemeye almıştır. Ve toplum’a inanmaktadır ki (özellikle Batı Kültürüne) kültür yapısı, ödüllendiriciliği ve yaptırımcı davranış biçimi ki bunlar üniter (bütüncül) varolma eğilimini yönlendiricidir. (p.248). “Dünyaya, kendi varlığımıza yabancı olarak gelmeyiz, sosyal yaşam bu yandaşlığın arkasındadır. Rogers (1961) insan yavrusunun aslında congruance (iyilik, dürüstlük) modeli olduğunu keşfetmistir. Ve (bebek) insan yavrusu tamamen gerçek, tamamlayıcı, deneyimlerde birleştirici, farkında olan ve iletişimsel olarak tanımlanır. Değer verme koşulları (Conditions of Worth), bu tamamlayıcılıkdan dışarı yapılan yolculuklarında Engellenmiş algılamalar ortaya çıkar.

Bu araştırmada, iyilik ve dürüstlük (congruence) ile kendi (self) arasında daha iyi kişilik olgunlastırılmasını ortaya çıkarmak ve karşı koyucu tavır almak (defensive) en aza indirgemek adına, aşağıda bahsedildiği şekilde destekleyici deney kullanılabilir (Chodorkoff, 1954;cited on Rogers,1959). Ayrıca, Maddi (1996) bu arastirma uzerine oldukca ilginç savlarda bulundu. Psiko-terapi uygulamalarında kişi kendini anlatırken ideal olana doğru ilerleme gösterir böylece, bu olguya yakınlaşan kişiler (full functioning) büştün işlevi ile ilerlerken ortaya çıkabilecek yanlışlar mümkün olduğunca azalabilir. İdeallerin bir ölçümü olabilen işlemlerin sunumu ise (conditions of worth) değer verme koşuludur ki bu genelde sosyal konum içinde empoze edilir. Bu teoriye gore, (full functioning) bütünsel işleve varmak icin ileriye doğru gitmek yerine değer verme koşulu (condition of worth) yaygınlaştırılmalıdır!

İnsanlık koşullarında en çok görünen kişinin kendisi ile deneyimleri arasındaki uyumsuzluğu Rogers görmüş olmasına rağmen, insan olmanın özerkliğinde, insana olan temel inaçları azalmamıştır. Rogers (1977.p.15) İnsan olmayı şu şekilde görür: “içsel ve dışsal durumlarda gelişme için muktedir olmak, kendi oluşturduğu dünyasında kendini algılayabilmek, gelecek yaşamda adım atabilmek için kalıcı seçimler yapabilmek ve bu seçimlerde uygun hareket etmek. Bu teori, Rogers’in tarafsız görüşlerini ve kendi isteği doğrultusundaki inaçlarını simgelemektedir. İnsanoğlu rasyonel mantıklı davranışlarında yaşamı sürdürür“ der Rogers (1961,p195) ve devam eder; Çoğumuz için Trajedi kendi korunma sistemimizi çalıştırır ve mantıklı olmamızın farkındalığını bize gösterir böylece, organik olarak farklı bir yön’e gidebiliyor olsak da, bilinçli olarak bir yöne doğru hareket etmemizi sağlar. ” Rogers, Freud’un insanlar temel olarak yokedicidir ve kaçınılmazdır şeklindeki görüşlerinin tam aksi doğrultusundadır. Sadece şöyle bir durumda var “insanoğlu kendi kapasitesinin altındadır”, tam olarak işlevini sergileyemez çünkü korku içindedir (1961,p.105). insanoğlunun kendi kapasitesinin farkında olması ve varlığını sembolize edebilmesi ona kocaman bir güç verir, ancak bu farkındalıkda iki ucu keskin bıçak gibi bir olaydır: Taciz görmeyen bir farkındalık, bütün vasıfları ile var olabilmenin çok zenginliğin yolunu açar. Bunun yani sıra ise taciz görmüş bir farkındalık ise rahatsızlığa ve farklı sekilerde davranış bozukluklarının yolunu açar. (Rogers,1965)

Ruhsal tahribat gören kişi, “maladjusted person”, işlevini tam olarak yapan kişinin çok uzağında diğer uç noktasında bulunan kişidir. (Bu tez’in başlangıcında bahsettiğim gibi). Ruhsal tahribat gören kişi korunmasızdır, yaşamını olduğu yerde çaba göstermeksizin sürdürür, yaşamını önceden planlamadan rastgele sürdürür, özgür düşünmekten çok hep birileri tarafından yönlendirildiğini düşünür, yaratıcı olmaktan öte sıradan, kabullenici, bıkkın bir ruh halindedir. (Maddi,1996) Buna karşılık, vasıflarını çalıştıran kişi diğerinin tam tersi olarak kendini koruma sisteminin dışında özgürce bir yaşam sürer.

Vasıflarının çalıştıran kişi diğerinin tam tersi olarak kendini koruma sisteminin dışında özgürce bir yaşam sürer, deneyimlere açıktır, yaratıcı ve “iyi yasam” da yasamayı elde edebilen kişidir. Vasıflarını çalıştırabilen kişiye Deneysel, gözlemci destek vermek oldukça karışık durumdur. Karakteristik deneyimlere tamamen açık olabilmekle destek verilebilir (Coan,1972; cited in Maddi,1996). Ancak, bazı araştırmalar, deneyimlere karşı gösterilen açık olabilme hali ve organizmaya olan güvenirlilik durumları, ümit edilenin aksine içsel uyuşumun oluşmadığını gösterir. (Pearson, 1969,1974; cited in Maddi, 1996). Ryckman(1993) araştırmalarına göre de kendini korumaya almayan kişiler diğerlerinden çok daha hoşgörülü olduğunu işaret eder ve Maddi (1966) belirli sayıdaki araştırmalarında kendine barışık kişilerin diğerlerine göre daha çok hoşgörülü (accepting) olduğunu yazar.

Rogers uçlarda olan iki kişiyi tanımlar, her bir kişiye bu şekilde humanistik bir vurgulama yapmak bir şekilde kafaları karıştırabilir. Maddi(1996) bu uçlardaki karakterlerde, iki prototipin olması belki de kişilik teorisinin, terapi terorisinde ikinci derecede olmasında da olabilir diye vurgular. Belki de, psikoterapi teoritik olarak, tam işlevine vakıf ikiş ile ruhsal tahribat görmüş bu iki uç karekterlerle bağlantısı olduğundan bu şekilde uygulanması tercih edilmiş olabilir. Herşeye rağmen insanlık adına teoriler yapıldığında iki prototipten söz etmek yeterli değildir.

Carl Rogers, insan varlığının gelişmesinde görüşlerini sunarak belkide en çok ilgi çeken kişiliktir. Onun İnsan Merkezli terapisi belkide psikolojiye damgasını vuracak en etkili terapilerden biridir. Rogers, her ne kadtar ortak benzerlikleri de olmakla birlikte, şu andaki zaman dilimini algılanmaya yönelik terapisi ile Maslow’un görüşlerinden farklılıklar gösterdiği açıkca görülmektedir. Person Centered yaklaşım terapinin dışında da pek çok alanda eksini göstermiştir. Örneğin: aile yaşamı, eğitim, liderlik, fikrilerdeki farklılıklardaki çözüm, politika, toplumsal sağlık (Kerbs&Blackman, 1988)

Bu kısa değerlendirme ile Carl Rogers’ı bütün yönleri ile yansıtmak mümkün değildir. Ama Rogers’i anlama yönünde önemli bir ipuçu olduğunu düşündüğüm şu saptamayı yaparak yazıya nokta koymak istiyorum. Bana göre Rogers, insanlık adına mücadeleci ruhu keşfettiği en önemli doktirini kişiyi, insanlık adına ve etik olarak inceleyen, bilimi doğal olarak değerlendirmeyip insanlık bilimi şeklinde tanımlayıp değer vermesidir.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst