Bugün 26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Gündem (Dünya\/Türkiye) kategorisinde evrensel-insan tarafından oluşturulan Bugün 26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 838 kez görüntülenmiş, 2 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Gündem (Dünya\/Türkiye)
Konu Başlığı Bugün 26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü
Konbuyu başlatan evrensel-insan
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan evrensel-insan

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Birleşmiş Milletler (BM) uzun yıllar süren hazırlık çalışmaları ve tartışmalar sonucunda 1984 yılında “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme”yi kabul etmiştir. Sözleşme, yeterli sayıda devlet tarafından imzalanmasından sonra 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu tarihten on yıl sonra 1997 yılında BM Genel Kurulu, sözleşmenin taşıdığı önem nedeniyle 26 Haziran’ı işkence görenlerle dayanışma günü olarak ilân etmiştir.

Sözleşme, işkenceyi mutlak olarak yasaklar. Bu yasak uluslararası hukukta bir “buyruk kural”dır, bu nedenle de hiçbir istisnası olamaz, taraf devletler tarafından hiçbir çekince konulamaz. İnsanlık onurunun korunmasına yönelik bu yasak insanlığın ortak kazanımıdır. Bu nedenle de işkenceyi yasaklamak, tıpkı köleliğin yasaklanması gibi insanlığın aydınlanma ve modernleşme serüveninin en ayırt edici özelliklerinden biri olmuştur.

Bununla birlikte işkence, hâlâ Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından insanlık dışı bir cezalandırma, yıldırma/sindirme aracı olarak kullanılmaktadır.

Bu bakımdan işkencenin önlenmesi yönünde sürdürülen çalışmaların yanı sıra işkence görenlere destek olmak, onların fiziksel ve ruhsal olarak tedavi ve rehabilitasyonlarına yardımcı olmak da ayrıca önemli hale gelmiştir. Özellikle, “İşkenceye Karşı Sözleşme”nin yürürlüğe girmesinden sonra işkence görenlere yönelik tedavi ve rehabilitasyon çalışmaları ivme ve yaygınlık kazanmıştır. Bugün dünyanın hemen her yerinde işkence görenlere yardım eli uzatan 200’den fazla tedavi merkezi bulunmaktadır.

Uluslararası insan hakları örgütlerinin hazırladığı raporlar, işkencenin sadece askeri diktatörlüklerde ve otoriter rejimlerde değil, demokratik olma iddiasındaki ülkelerde de uygulandığını ortaya koymaktadır. Özellikle, 11 Eylül 2001 sonrası yaşanan süreçte “teröre karşı güvenliği sağlama” gerekçesiyle işkenceyi meşrulaştıran ve işkencecileri koruyan tutum ve politikalar olağan hale getirilmiştir. İşkenceyi meşrulaştırmaya yönelik bu çabaların bir sonucu olarak, ulusal ve uluslararası pek çok araştırmanın/çalışmanın da gösterdiği gibi, işkencenin toplumların zihniyet dünyasında “teröre karşı mücadele” gerekçesi ile kabul edilebilir hale gelmesi kaygı vericidir.

Yanı sıra işkencecilerin otoritelerce cezasız bırakılması, işkenceyi mümkün kılacak yasal düzenlemelerin yapılması, işkence yöntemlerini geliştirmek üzere bilim ve teknolojiden, bilhassa da tıbbın ve psikiyatrinin olanaklarından yararlanılması, işkence eğitiminin yanı sıra işkence aletlerinin üretim ve ticaretinin legal bir sektör haline getirilmesi kaygıları daha da arttırmaktadır.

Türkiye, İşkenceye Karşı Sözleşme’yi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa’da ve Türk Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasaklamıştır. Buna rağmen işkence, hâlâ kamu görevlileri tarafından sistematik bir uygulama olarak varlığını sürdürüyor.


Ancak, son yılların ayırt edici özelliği fiziksel işkence yöntemlerine daha çok sokakta, polis araçlarında, toplantı ve gösterilere müdahale sırasında yani “resmi gözaltı” yerleri dışında başvurulmasıdır. Bununla birlikte ihtiyaç duyuldukça “resmi gözaltı” yerlerinde de işkenceye yapılmakta ve daha ziyade ruhsal etkileri olan yöntemler uygulanmaktadır. Kısacası son yıllarda işkence, bilgi alma ihtiyacından çok korku veya gözdağı vermek, cezalandırmak ya da otorite tesis etmek amacıyla uygulanmaktadır.

Yetkiliklerin “çağdaş güvenlik mühendisliğinin emsalsiz örneği” olarak tanımladıkları ya da “suçu henüz gerçekleşmeden önleme” anlayışından dolayı “koruyucu hekimliğe” benzettikleri güvenlik güçlerinin toplantı ve gösterilere aşırı ve orantısız güç kullanarak müdahalesi işkence kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır.


Güvenlik güçlerinin bu tür müdahaleler sırasında son derece kontrolsüz ve yoğun biçimde basınçlı su ve kimyasal gaz kullanması ölümlere kadar varan ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Basınçlı suya maruz kalan kişilerde suyun kuvvetiyle düşme ya da doğrudan mekanik şiddeti sonucu organ yaralanmaları ve kırıklar oluşabilirken, kimyasal gaza maruz kalan kişilerde ise gazın doğrudan toksik etkisiyle veya “gaz kapsüllerinin” vücutlarına isabet etmesi sonucu yaralanma ve ölümler olabilmektedir. Nitekim Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda (PVSK) da 2007 yılında yapılan değişiklikten bu yana geçen 5 yılda toplam 12 kişi yoğun kimyasal gaz kullanımı sonucu yaşamını yitirmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, 10 Nisan 2012 tarihinde aldığı bir kararla “kontrol altındaki kişi ve gruplara” yönelik olarak yaygın uygulanan “göz yaşartıcı gaz” kullanımını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) işkence ve diğer kötü muamele yasağını düzenleyen üçüncü maddesinin ihlali olarak değerlendirmiş ve Türkiye’yi mahkûm etmiştir.


Son dönemlerde cezaevlerinde gerçekleştirilen işkence ve kötü muamele uygulamalarında da belirgin bir artış görülmektedir. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) tespitlerine göre cezaevlerinde işkence ve kötü muamele gören kişi sayısı 724’dür. Fiziksel yapı, insan gücü ve mali açıdan pek çok yetersizliğin olmasına karşın cezaevlerinde aşırı doluluk yaşanmaktadır. Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 2005 yılında 55.870 iken bu sayı şimdiye değin görülmemiş oranda bir artışla 31 Mart 2012 tarihi itibariyle 132.369’a ulaşmıştır. Denetimli serbestlik gibi düzenlemeler sonucunda toplam sayı 31 Mayıs 2012 tarihi itibariyle 125.100’e düşmüştür. Gerek mevcut kapasite yetersizlikleri gerekse aşırı doluluk oranı Pozantı ve Şanlıurfa Cezaevlerinde olduğu gibi işkence yasağı ve yaşam hakkı ihlaline yol açmaktadır.


Askeri ceza ve disiplin evleri de yoğun işkence ve kötü muamele iddialarına karşın hala her türlü denetimden uzaktır.

Ülkedeki işkence gerçeğine veriler üzerinden baktığımızda görünen tablo kaygıları daha da arttırmaktadır:

• 2011 yılında Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezlerine işkence gördüğü gerekçesiyle 519 kişi başvuru yaparken bunlardan 224’ü aynı yıl içinde işkence gördüğünü belirtmiştir. 2012 yılının ilk beş ayında ise 167 kişi işkence gördüğü gerekçesiyle başvuru yaparken bunlardan 61’i 2012 yılı içinde işkence gördüğünü belirtmiştir.
• 2011 yılında 5 kişi gözaltında yaşamını yitirmiştir. 2012 yılı başından 21 Haziran’a kadar ise gözaltında ölüm sayısı 4’tür.
• TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre ise 2011 yılı içinde toplam 616 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kalmıştır. Söz konusu 616 kişiden 601’i bizzat kolluk güçleri tarafından gerçekleştirilen işkence ve kötü muamele uygulamalarına maruz kalırken 15 öğrenci ise okullarda şiddet görmüştür. 2012 yılının ilk altı ayında (21 Haziran’a kadar) ise 319 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kalmıştır. Aynı dönem içersinde okullarda şiddet gören öğrenci sayısı 6’dır.
• 2012 yılının ilk 5 ayında kolluk kuvvetlerinin toplantı ve gösterilere yönelik gerçekleştirdiği müdahaleler sırasında biri polis olmak üzere 3 kişi yaşamını yitirmiş, 181 kişi yaralanmıştır. Ayrıca 2353 kişi gözaltına alınırken 569 kişi de tutuklanmıştır.
• İHD’nin verilerine göre ise 2011 yılında 310 kişi gözaltında, 517 kişi gözaltı yerleri dışında olmak üzere toplam 827 kişinin işkence ve kötü muameleye maruz kalmıştır. Köy korucuları ve özel güvenlik görevlilerinin işkence ve kötü muamelesine maruz kalanların sayısı ise 73 kişidir.


İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının temel nedeni cezasızlık olgusunun varlığıdır. İşkence yapan kamu görevlileri, işkence iddialarının resen soruşturulmaması, yapılan soruşturmaların etkin ve bağımsız olmaması, işkence yapan kamu görevlilerinin yargılanması için izin sistemine başvurulması, savcı ve yargıçların sübjektif ve tarafsızlıktan uzak zihniyet yapıları, zamanaşımı ve ceza erteleme gibi nedenlerle cezasız kalabilmektedirler. Kısacası, işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık sorunuyla karşı karşıyayız.


Diğer yandan işkence yapan güvenlik görevlileri hakkında bir şikâyette bulunulması, soruşturma ya da dava açılması halinde işkence görenler hakkında derhal “memura hakaret etmek, mukavemet etmek, bu sırada yaralamak, kamu malına zarar vermek” gibi gerekçelerle işkence görenler hakkında karşı davalar açılmaktadır. İşkenceciler aleyhine açılan davalar bir önceki paragrafta sıralanan nedenlerden dolayı cezasız kalırken işkence görenler aleyhine açılan davalar kısa sürede ağır cezalar ile sonuçlanmaktadır. Bu durum bir yandan adalet duygusunu incitirken, diğer yandan da işkenceciler aleyhine şikâyette bulunma açısından caydırıcı olabilmektedir.


Hal böyle iken siyasi iktidar tarafından işkenceyi önlemek için ivedilikle atılması gereken adımlar hala atılmamakta, önleyici mücadele mekanizmaları oluşturulmamaktadır. Her ne kadar BM İşkenceyi Önleme Sözleşmesi Ek Protokolü’nün (Seçmeli Protokol) onay süreci 27 Eylül 2011 tarihinde tamamlandıysa da bu Protokolün gereği olan çok önemli ve etkin “önleme mekanizması” bugünlerde TBMM Genel Kurul’unda yasalaşan Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun (TİHK) bir alt birimi olarak tasarlanmıştır. TİHK‘i hükümete bağlı basit bir araç/kuruluş halinde tasarladığı için söz konusu yasa tasarına başta insan hakları kuruluşları, üniversiteler, barolar ve uluslararası uzmanlar olmak üzere konuyla ilgili tüm kişi ve kuruluşlar tarafından karşı çıkılmaktadır. İşkencenin önlenmesi gerçekten isteniyorsa Seçmeli Protokol’e göre oluşturulacak “önleme mekanizması” mutlak olarak bağımsız ve ayrı bir örgütlenmeye sahip olmalıdır.


Sonuç olarak, biz aşağıda imzası olan kurumlar olarak, verilerle yansıtmaya çalıştığımız bu gerçekliğin bir kader olmamasını ve insani varoluşumuzun anlamına ters düşen, daha aydınlık bir gelecek için taşıdığımız umutlara gölge düşüren işkence’nin ülkemizden ve dünyadan mutlak olarak silinmesini istiyoruz.


Bu hedefe ulaşasıya kadar da, tüm örtbas etme, korkutma, susturma çabalarına karşın başlarına geleni kader olarak kabul etmeyip, işkence gördüklerini yüksek sesle haykırabilmeleri ve kendilerini güvende hissetmeleri için her koşulda işkence görenlerin yanında olmaya devam edeceğiz.

Faillerin açığa çıkması, korunmamaları ve cezasız kalmamaları için inatla onları izlemeye ve teşhir etmeye, işkenceyi belgelemeye ve rapor etmeye, yargının koruyucu kalkanına karşı hukuksal araçlarla mücadele etmeye devam edeceğiz.


Ve suça ortak olmamaları için işkence karşısında sessiz kalanlara, onların akıl ve vicdanlarına seslenmeye devam edeceğiz.



İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi Türkiye İnsan Hakları Vakfı
Yönetim Kurulu Yönetim Kurulu



---------- Mesajlar Birleştirildi at 19:03 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 18:58 ----------

26 Haziran Uluslararası İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’nde her yıl olduğu gibi bu yıl da Türkiye İnsan hakları Vakfı olarak başta İnsan Hakları Derneği olmak üzere dost kurumlarımızla çeşitli illerde birçok etkinlik planladık.

İşkenceye sessiz kalmayalım, bu insanlık suçuna ortak olmayalım!

Çünkü işkence durdurulabilir, birlikte işkenceyi önleyebiliriz!

ANKARA

26 Haziran, Cuma saat 11:00’da İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi’nde ortak bir basın açıklaması yapılacak.

26 Haziran, Cuma saat 19:00’da Devlet Tiyatroları AKÜN Sahnesi’nde (Atatürk Bulvarı No.227) Mirza Metin’in yazdığı ve oynadığı “DİSKO 5 No’lu” tiyatro oyunu Destar Tiyatrosu tarafından sahnelenecek. Oyun Kürtçe olup, Türkçe ve İngilizce üst yazı ile oynanacak.

27 Haziran, Cumartesi saat 17:00’da Çağdaş Sanatlar Merkezi Konferans Salonu’nda (Kennedy Cad. No:4) Padua Üniversitesi Kriminoloji Bölümü’nden araştırmacı Monica Dorligh “İşkence Failleri: Kriminolojik bir yaklaşım” konulu fail kimliklendirme (offender profiling) üzerine bir sunum gerçekleştirecek. Sunum sırasında Türkçe çeviri yapılacak. Hemen ardından, saat 18:00’da ise farklı ülkelerden dört işkence görmüş kişinin işkence sonrası yaşamlarını ve mücadelelerini anlatan “Gözbağının Ardı (Beneath the Blindfold)” belgesel filminin gösterimi gerçekleştirilecek.

DİYARBAKIR

26 Haziran, Cuma sabahı saat 10:00’da bir insanlık suçu olan işkenceyi teşhir etmek için TİHV Diyarbakır Temsilciliği, İHD Diyarbakır Şubesi, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası ve SES Diyarbakır Şubesi herkesi İstasyon Meydanı’na davet ediyor.

İSTANBUL

Mücadeleyi yükselt, gülümse, işkencesiz bir dünya mümkün! 26 Haziran, Cuma saat 18:30’da TİHV İstanbul Temsilciliği ve İHD İstanbul Şubesi tüm işkence karşıtlarını İstiklal Caddesi Tünel’den başlayıp Galatasaray Meydanı’na, çiştili sanatsal etkinlikler eşliğinde işkenceye karşı cesaret, mücadele, umtu ve dayanışma ile yürümeye çağrıyor!

İZMİR

26 Haziran, Cuma saat 19:00’da işkence görenlerin yanında işkenceye karşı yürümek için TİHV İzmir Temsilciliği, Çağdaş Hukukçular derneği İzmir Şubesi, Özgürlükçü Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, Sağlık Emekçileri Sendaikası İzmir Şubesi Alsancak, Erbil Süel önünde buluşuyor. Renklerimizle, sesimizle, sözümüzle, müziğimizle sokaklarda olacağız! Gelin birlikte olalım!

26haziran_izmir-300x200.jpg


---------- Mesajlar Birleştirildi at 19:40 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 19:03 ----------

‘Sıfır toleransla işkencenin üstü örtülüyor’

işkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü dolayısıyla insan hakları savunucuları pek çok ilde eylem ve açıklama yaptı.

İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü dolayısıyla insan hakları savunucuları pek çok ilde eylem ve açıklama yaptı. Bugün yapılan açıklamalarda AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “İşkenceye sıfır tolerans” sözlerine gönderme yapılarak AKP’nin ‘sıfır tolerans’la işkencenin üzerini örttüğünü söyledi.

‘İŞKENCE SOKAKTA YAPILIR HALE GELDİ’

Ankara’da İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İHD Genel Merkezinde basın toplantısı düzenledi. Toplantıda konuşan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, işkenceyle ilgili ellerindeki verileri paylaştı. 2013 yılındaki Gezi Parkı direnişinde; 6-7 Ekim 2014 Kobanê protestoları sırasında işkencenin görünür hale geldiğine dikkat çeken Türkdoğan, AKP’yle birlikte işkencenin sokakta yapılabilir hale geldiğini kaydetti. İşkencecilerin ise zaman aşımlarıyla cezasız bırakıldığını belirten Türkdoğan, “Yargı makamlarınca cezalandırılan işkencecilerin sayısının çift haneli sayıları tüketemeyecek kadar az olması, birçok işkence davasının kasıtlı bir şekilde zaman aşımından düşürülmesi, işkenceden sorumlu kişilerin terfi etmesi, milletvekili hatta bakan olabilmesi, halen devlet kademelerinde çalışıyor olmaları işkencecilerin devlet tarafından korunduğunu açıkça ortaya koymaktadır” diye konuştu. Türkdoğan, AKP ve Erdoğan’a seslenerek, “Siz tolerans kelimesiyle bir şeylerin üstünü örtmeye çalışıyorsunuz” diye konuştu.

TİHV Yönetim Kurulu Üyesi Sezai Berber ise işkencenin yanlış algılandığının altını çizerek şunları söyledi: “Siyasiler arasında elektrik verilmeyince, Filistin askısı yapılmayınca işkence yokmuş gibi bir algı var. Kolluk gücünün sizi gözaltına almak istediği andan itibaren size kullandığı her zor, işkencedir” dedi.

‘CEZASIZLIK SİSTEM POLİTİKASIDIR’

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, TİHV Diyarbakır Temsilciliği, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası ve SES Diyarbakır Şubesi de HDP mitinginde bombaların patlatıldığı İstasyon Meydanı’nda ortak açıklama yaptı. “İşkence bir insanlık suçudur, işkenceye hayır” pankartının açıldığı eylemde ortak açıklamayı yapan TİHV Diyarbakır Temsilcisi Barış Yavuz, siyasi otoritenin emri ve kimi hallerde göz yumması ile kolluk güçlerince orantısız ve hukuk dışı güç kullanıldığını söyledi. Sadece 2014 yılında 463 kişinin biber gazı kullanımından yaralandığını ve 5 kişinin ise yaşamını yitirdiğine dikkat çeken Yavuz, işkencelerin yoğun olarak hapishanelerde yaşandığını, tecride dayalı koşulların tutuklu ve hükümlülerin ruh ve beden bütünlüklerini tehdit ettiğine vurgu yaptı. İşkencenin devam etmesinin temel nedenini cezasızlığa bağlayan Yavuz, “Cezasızlık, sadece adalet sistemindeki aksaklık sorunu değil, bilinçli uygulanan bir sistem politikasıdır” dedi. İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici ise Kobanê’ye önceki gün yapılan bombalı saldırıyı hatırlatarak, Rojava’da insanlığa karşı büyük bir suç işlendiğini söyledi.

İLK BEŞ AYDA 816 İŞKENCE BAŞVURUSU

İHD ve THİV 2014 ve 2015 yılı işkence karnesini de açıkladı:
* TİHV’ye 2014 yılında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 787 kişi başvurdu. Başvuranların 284’si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtti. 2015 yılının ilk beş ayında ise 280 kişi başvuruda bulundu, başvuranların 156’sı işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtti.
* İHD’ye yapılan başvuru ve araştırmalar sonucunda 2014 yılında gözaltında, gözaltı yerleri dışında, cezaevlerinde, korucular tarafından, toplumsal gösterilerde ve özel güvenlik görevlileri tarafından işkence gördüğünü belirten 253’ü çocuk olmak üzere 3 bin 47 kişi tespit edildi. 2015 yılının ilk beş ayında ise işkence gördüğünü belirten 816 kişi belirlendi.
* İHD’ye cezaevlerinden yapılan başvurularda ve İHD’nin avukatları aracılığıyla yapabildiği tespitlerde, 2014 yılında 54’ü çocuk olmak üzere 235 mahpus işkence gördüklerini ifade etti. 2015 yılının ilk beş ayında ise 51 mahpusa işkence yapıldığına dair bilgiler elde edildi. İHD verilerine göre Türkiye Cezaevlerinde 9 Mayıs 2015 tarihi itibarı ile 282’si ağır 721 hasta mahpus bulunuyor. (HABER MERKEZİ)



Bu konuda iktidarin ya da AKP'nin bir aciklamasi varsa; burden paylasabilirsiniz.
 

X

FAdmin
Onursal Üye
Katılım
25 Kas 2013
Mesajlar
693
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Diyarbakir cezaevinde olanlari unutmayin, unutmayinki Allah bir daha bize o gunleri yasatmasin.
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
"26 Haziran Uluslararası İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü"

Diyarbakır'daki sivil toplum kuruluşları "26 Haziran Uluslararası İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü" dolayısıyla bir açıklama yaptı.

Diyarbakır'daki sivil toplum kuruluşları, "26 Haziran Uluslararası İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü" dolayısıyla bir açıklama yaptı.
"26 Haziran Uluslararası İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü" dolayısıyla İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Diyarbakır Şubesi, İstasyon Meydanında ortak basın açıklaması düzenledi.
Grup adına konuşan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilcisi Barış Yavuz, işkencenin bireyin bedensel ve ruhsal bütünlüğünü bozarak itiraf amaçlı bir şiddet uygulaması olduğunu ve başta işkence görenlerin yakınları olmak üzere tüm topluma verilen bir gözdağı olarak kullanıldığını söyledi.
İşkence ve kötü muamelenin bir insanlık suçu olduğunu söyleyen Yavuz, şöyle konuştu:
"Çocuk hapishanelerinde çocuklar, cinsel istismarına ve şiddete maruz kalmaktadırlar. Bizler işkencesiz bir gelecek istiyoruz. İşkencenin önlenmesi için kişinin yaşam hakkına, bedensel ve zihinsel bütünlüğüne saygı gösterme ve korumanın temel ilke olarak kabul edilmesini talep ediyoruz. Toplumsal gösterilerin dağılmasında kullanılan ve bileşimindeki maddelerin insan ölümlerine ve sakatlanmalarına yol açan biber gazının ve her türlü toz ve gaz kullanımının yasaklanmasını talep ediyoruz."
Kaynak : AA

................................................................................................................

İşkence Görenlerle Dayanışma Günü Basın Açıklaması

Salı, 26 Haziran 2007 09:41

"İŞKENCE GÖRENLERLE DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI"

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 26 Haziran gününü 1997 yılında "İşkence Görenlerle Dayanışma Günü" olarak ilan etmiştir. 26 Haziran 1987 tarihinde İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmiş olması sebebiyle Birleşmiş Milletler tarafından 26 Haziran tarihi "İşkence Görenlerle Dayanışma Günü" olarak belirlenmiştir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 5., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. ve Anayasa’nın 17. maddelerinde işkence yasaklanmıştır. Türk Ceza Kanunu 94. maddesi gereğince işkence bir suç olarak düzenlenmiştir. İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 2. maddeleri gereğince: “Ne savaş, ne iç istikrarsızlık koşulları, ne de başka herhangi bir olağanüstü durum işkenceyi haklı çıkaran bir gerekçe olamaz.”
Uluslararası insan hakları örgütlerinin verilerine göre halen dünya üzerinde pek çok ülkede işkence ve kötü muamele uygulamaları sürmektedir. Halen başta Guantanamo olmak üzere Afganistan ve Irak'a kadar pek çok yerdeki hapishanelerde yasa dışı olarak tutulan kişilere yönelik işkence yapıldığı bilgisi mevcuttur. ABD'nin "terörle savaş" politikası dahilinde kişileri kaçak uçuşlarla CIA'nın özel sorgu uçakları diğer ülkelerdeki gizli işkence merkezlerine ve Guantanamo'ya götürdüğü uluslararası raporlarda yer almaktadır.
Türkiye açısından ise Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan değişiklikler, Türk Ceza Kanunu’nda zorunlu müdafi gereken hallerin sınırlandırılması ve son olarak Po*lis Va*zi*fe Ve Salâhi*yet Ka*nu*nun*da De*ği*şik*lik Ya*pıl*ma*sı*na Da*ir Ka*nun ile yapılan değişiklikler işkence konusunda kaygıların ciddi bir biçimde artmasına yol açmıştır.
1998 yılında BM tarafından Roma’da gerçekleştirilen bir konferansta kabul edilen Roma Statüsü ile Uluslararası Ceza Mahkemesinin oluşturulması süreci başlatılmıştır. Nürnberg gibi, belirli olaylar sonucunda sadece o vaka ile ilgili kurulan mahkemelerden farklı olarak dünyadaki ilk kalıcı ceza mahkemesi olma niteliğine sahip olan Uluslararası Ceza Mahkemesi, 1 Temmuz 2002 tarihinde gerekli sayıda onayın tamamlanmasıyla yürürlüğe girmiştir. Merkezi Hollanda’nın Lahey kentinde olan Mahkeme’nin Statüsü’ne bugün itibarıyla 104 Devlet taraf olmuştur. Mahkemenin devletleri değil, kişileri yargılama yetkisi mevcuttur. Türkiye henüz Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf değildir ve kurucu Roma Statüsü’nü onaylamamıştır.

Uluslararası Ceza Mahkemesinin yasal dayanağını oluşturan Roma Statüsü kapsamına giren suçlar, (1) soykırım suçu, (2) insanlığa karşı suçlar, (3) savaş suçları ve (4) saldırı suçudur. İşkence, insanlığa karşı suçlar kapsamında bir suç olarak özel olarak belirtilmiştir.

Suçun unsurlarının düzenlendiği belgenin 7. maddesinde: “İşkence suretiyle insanlığa karşı suçun unsurları” belirtilmiştir. Bu maddeye göre:

a) Failin bir ya da daha fazla kişiye ciddi fiziksel ya da zihinsel acı ve ızdırap yaşatması,
b) Bu kişi ya da kişilerin tutuklu olması ya da failin kontrolünde olması,
c) Bu acı ya da ızdırabın yalnızca hukuki yaptırımlardan kaynaklanması
İşkencenin önlenmesi tüm insanlığın sorunudur ve işkencenin otorite tarafından bu kadar yaygın kullanılmasının sebebi işkencenin cezasız bırakılmasıdır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Türkiye’nin taraf olması, mahkemeye üye devlet sayısının artması ve mahkeme yargı yetkisinin bu şekilde yer bakımından genişlemesi dünya üzerinde küresel adaletin sağlanması bakımından hayati önem taşımaktadır. Koalisyon üyesi örgütler olarak bizler, Türkiye’nin içinde bulunduğu bu seçim sürecinde, siyasi partilere ve milletvekili adaylarına bu konunun önemini hatırlatıyor; aday siyasi partilere ve milletvekillerine Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni öncelikli çalışma konuları içine dahil etmeleri ve Türkiye’nin Roma Statüsü’nü onaylaması konusunda aktif çalışma yürütmeleri konusunda çağrıda bulunuyoruz.
İşkencenin önlenmesi başta olmak üzere, dünya üzerinde insanlığa karşı işlenecek tüm suçların cezasız kalmaması için Türkiye Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olmalıdır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Koalisyonu Üyeleri
Diyarbakır Barosu
Helsinki Yurttaşlar Derneği
İnsan Hakları Derneği
İnsan Hakları Gündemi Derneği
İzmir Kadın Dayanışma Derneği (?) emaille teyit alınacak
Mazlumder
Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı
Türkiye İnsan Hakları Vakfı
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi

---------- Mesajlar Birleştirildi at 20:43 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 20:27 ----------

Turkiye'de iskencenin en belirgini, erkeklerin kadinlara uyguladigi her turlu siddette gozlem vermektedir.

Yalniz burada onemli olan konu; bu erkek siddetinin ozendirilmesi ve hemen hemen her durusmada da cezasiz kalmasidir.

Bir yerde devlet uyguladigi system ile erkege adeta "odul vermektedir."

Bir ve birden fazla Kadin uzerindeki siddet ulke ve toplumumuzda her gun yasanmakta ve siddeti uygulayanlar evrensel hukuk insan haklarina paralelbir ceza almamakta, hatta indirim almakta ve cogu da tutuksuz yargilanmaktadir.

Dolayisi ile kadinlarin her turlu sikayeti de dikkate alinmamaktadir.

Buna emsal olacak bir haber asagidadir.

Kaya'ya el birliğiyle işkence ediyorlar.

Günde en az 3 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü Türkiye'de kadınların can güvenliği sağlanmıyor. 12 yıldır eşinden şiddet gören Dilşah Kaya, polise yaptığı her şikayette "Eşin seni öldürürse ancak o zaman elimizde delil olur"
Günde en az 3 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü Türkiye'de kadınların can güvenliği sağlanmıyor. 12 yıldır eşinden şiddet gören Dilşah Kaya, polise yaptığı her şikayette "Eşin seni öldürürse ancak o zaman elimizde delil olur" denilerek geri gönderildi. Savcılıkça da korunmayan Kaya, eşine verilen para cezalarının diyetini şiddet olarak ödedi.

Aile, polis, savcı işbirliği ile 12 yıllık işkence

Günde 3 kadının eşi, kardeşi, babası, akrabası, erkek arkadaşı ya da hiç tanımadığı bir erkek tarafından öldürüldüğü Türkiye'de kadınların can güvenliği sağlanmıyor. Ayşe Paşalı'nın savcılığa başvurmasına rağmen eve gönderildikten sonra öldürülmesinin ardından son olarak önceki gün Arzu Yıldırım, iki gün öncesinden "beni öldürecek" diye başvuru yapmasına rağmen korunmadı ve öldürüldü. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf yaşananları "münferit" olarak nitelemekte ısrar ededursun, İstanbul'un Zeytinburnu ilçesinde Dilşah Kaya da tehlike altında. Kadın cinayetlerinin nasıl adım adım geldiğine örnek olan Kaya'nın trajikomik hikayesi, köyü boşaltıldığı için ailesiyle birlikte İstanbul'a zorunlu göçle başladı. Yakılan köylerinde sadece üzerindeki giysileri ve yıkılmış hayalleriyle çıkan ailesinin ortanca ferdi olan Dilşah Kaya, büyük kentte yoksulluk içinde 18 yaşına kadar tekstil atölyelerinde çalıştı. 18 yaşında aynı yerde çalıştığı Rıdvan Kaya ile ailesinin isteği dışında evlenen Kaya, evliliğinin birinci yılından itibaren şiddet görmeye başladı. İstenmeyen bir evlilik yaptığı için ailesine dönemeyen Kaya'ya her gün dozu artarak şiddet uygulandı.

'Eşin seni öldürürse gerekeni yaparız'

2004 yılında eşinin halatla boğmaya çalıştığı Kaya, Sarıyer İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne giderek "Hayatım tehlikede" diye feryat etti. Polisler ise "Biz ne yapabiliriz. Elimizde somut delil yok. Eşin seni öldürürse ancak somut delil olur o zaman gerekeni yaparız" cevabını alan Kaya, Sarıyer Cumhuriyet Savcılığı'na başvurdu. Savcı elinden bir şey gelemeyeceğini söyleyip "Madem eşin şiddet uyguluyor git boşanma davası aç. Biz ne yapabiliriz elimizden bir şey gelmez" dedi. Boşanma davası açan Kaya, eşi mahkemeye gelmediği için bir türlü boşanamadı. Üstelik işsiz olan eşi evi terk etmeyerek her gün şiddete devam etti.

Savcı: Yapacağım bir şey yok

İki yıl önce eşi tarafından bıçakla tehdit edilen Kaya, bu defa Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Gözaltına alınan Rıdvan Kaya, "Pişmanım bir daha yapmayacağım" dediği için savcı bin 800 TL para cezası keserek serbest bıraktı. Savcıya "Neden serbest bıraktınız?" diye soran Kaya, "Yapabileceğim bir şey yok adalet bu" cevabını aldı.

Yediği dayağın parasını ödedi

Aileden, savcıdan polisten destek alamayan Kaya, evine geldiğinde ise eşinin "Gelir çocuklarınla beraber kalır dayağıma katlanırsın ya da çocuklarını görmezsin" şeklindeki ilginç bir teklifiyle karşılaştı. Bunun ardından hayatı cehenneme dönen Kaya, 6 defa öldüresiye dövüldü. Şikayet sonucu her defasında Kaya'nın eşi gözaltına alındı ve toplam 5 bin TL ceza kesilerek serbest bırakıldı. Aziz Nesin hikayelerine konu olacak durum ise Dilşah Kaya'nın işsiz olan eşinin ev adresi olarak kendisinin geçindirdiği evi vermesinden dolayı her defasında yediği dayağın parasını ödemek zorunda kalması.

Çocuklarını kaçırdı, savcı sessiz

Son olarak eşini kovan Kaya'nın çocukları eşi çocukları tarafından kaçırıldı. Yine Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı'na giden Kaya, "Ne yapayım o da çocukların babası ne yaparsa yapar" cevabı aldı. Çocuklarının hayatından endişe eden Kaya, "Bana yaptığı işkencelerin raporları var dedim ama savcı bana bağırdı ve beni odasından kovdu. Ondan sonra hiçbir yere başvurmadım. Artık resmi mercilere güvenmiyorum. Her seferinde eşime verilen para cezalarını ben ödedim. Şikayetçi olacak param kalmadı. Tek isteğim eşimden boşanmak tek başıma çalışarak çocuklarıma bakmak. Bir daha koca dayağına maruz kalmak istemiyorum" dedi. Kaya, Zeytinburnu'nda bir börekçide çalışarak çocuklarından ayrı yaşam mücadelesi veriyor.

Erkek-devlet-yargı ittifakı öldürdü

Kadın örgütü temsilcileri, Arzu Yıldırım'ın iki gün öncesinden savcılığa başvurarak, "Beni öldürecek" dediği halde eşi tarafından sokak ortasında 8 kurşunla öldürülmesine tepki gösterdi.

İmece Kadın Kooperatifi Üyesi Serpil Kemalbay, devlete başvurmasına rağmen devletin koruyamadığı çok fazla örnek olduğunu ifade ederek, kadına yönelik şiddetin devlet tarafından yeterince önemsenmemesinin kadına yönelik şiddeti arttırdığını söyledi. Öldürülen kadınların canlarını kurtarmak için devlete başvurduklarını vurgulayan Kemalbay, "Başka ne yapabilirlerdi ki?" diye sordu.

'Celladımız yanı başımızda'

Başvurdukları devletin onları koruyamadığını ifade eden Kemalbay, devletin sadece kadınları değil aslında tüm yurttaşlarını koruyamadığını söyleyerek, "Kâr odaklı örgütlenen cinsiyetçi devletle mücadele etmeliyiz bu anlayışların değişmesi gerekir.Yan yana olduğumuz birlikte yaşadığımız erkeklerin dönüşünde bizimde kampanyalarla bu zihniyeti değiştirecek bir mücadele yürütmemiz gerekiyor. Maalesef bu gün yanı başımızda cellâtlarımızla yaşamak zorunda bırakılıyoruz" diye konuştu. Kadın cinayetlerinde devletin ihmali olduğunu düşünenlerden Yeni Demokrat Kadınlar Üyesi Rahime Karvar, devlet ihmalleri sonucu ölen kadınların sayısı arttıkça devletin daha da pervasızlaşarak, kadın cinayetlerine karşı bir proje üretmediğini söyledi. Kavar, tüm kadınları, kadın cinayetlerine karşı eylem birlikteliğine ve kararlı mücadeleye çağırdı.

Stratejik önlemler alınmalı

Kadın hakları savunucu ve avukat Hülya Gülbahar ise günde 3 değil en az 5 kadının öldürüldüğünü ifade ederek, devletin, intihar olaylarını ve kaza süsü verilenleri kadın cinayetleri sayısına eklemediğini anlattı. Bu ölümlere, münferit diyen Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf'ı bilimsel gerçeklik bir yana vicdanı ile düşünememekle suçlayan Gülbahar, "Başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere tüm bakanlıklar oturup stratejik bir önlem planlaması hazırlamalı. 'Kadın erkek eşit değildir' dediğiniz zaman bütün toplumun gözünde kadının değersiz olduğunu ilan ediyorsunuz. Kadını öldürülebilir değersiz bir metaya dönüştürüyorsunuz. O zaman 9 bilezik yüzünden kadınlar öldürülüyor. Ayrılmak istediği için kadınlar öldürülüyor. Çünkü siz zaten kadının bilezikten daha değersiz olduğunu ilan etmişsiniz" diye konuştu.

Sosyalist Kadın Meclisleri Üyesi Birsen Kaya da savaş bilançosu açıklar gibi kadın ölümlerinin bilançolarının açıkladığına dikkat çekerek, erkek egemen iktidarın kadınları öldürdüğünü ifade etti. Öte yandan, 8 kurşunla Yıldırım'ı sokak ortasında öldüren Mustafa Çetin'in intihar ettiği öğrenildi.

Daha yeni, bir munubus soforu arabasindaki kiza sarkintilik etmis ve "eger dediklerimi yapmazsan sonun Ozgecan gibi olur" diye de tehdit etmistir.

Osirada kizin telefonu calinca, sofor durmus ve kizi indirmistir.

Bunun uzerine kiz sikayet etmis ve kendisine "onemli bir durum yok, bak sapasaglamsin; ancak sana bir sey olursa, sikayetini dikkate aliriz" denmistir.

Boyle bir zihniyete canak tutan bir devletin, ulke ve toplumunda her turlu iskencenin zaten vuku bulmamasini dusunmek, herhalde en buyuk mantiksizlik olurdu.

---------- Mesajlar Birleştirildi at 21:30 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 20:43 ----------

ERKEK ŞİDDETİ KATLİAMA DÖNÜŞTÜ
Erkeklerin kadına yönelik şiddeti artık katliam boyutuna vardı.

Karaman'ın Ermenek İlçesi’nde 26 yaşındaki Hakan Narlı, 15 gün önce boşandığı eşi ile birlikte 5 kişiyi öldürdü...Olay, saat 19.00 sıralarında Ermenek İlçesi Keşillek Mahallesi’nde meydana geldi. Hakan Narlı, iddiaya göre boşandığı eşi Şerife Akkulak ile konuşmak için eşinin yaşadığı kayınvalidesinin evine gitti. Narlı, belirlenemeyen nedenle çıkan tartışmada eşini, kayınvalidesini, kayınbiraderini ve 2 çocuğunu öldürdü. Olay yerinde 15 adet kovan bulunduğu öğrenildi.

 
Son düzenleme:
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst