Boşluk İbadeti (Bilgi Boşluklarına Tapınmak)

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kitaplardan Alıntılar kategorisinde faust tarafından oluşturulan Boşluk İbadeti (Bilgi Boşluklarına Tapınmak) başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,242 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kitaplardan Alıntılar
Konu Başlığı Boşluk İbadeti (Bilgi Boşluklarına Tapınmak)
Konbuyu başlatan faust
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan faust
F

faust

Ziyaretçi
İndirgenemez karmaşıklığın detaylı örneklerini bulmaya çalışmak aslen bilimsel bir ilerleme yöntemi değildir; mevcut bilgisizlikten kanıt çıkarmaya çalışmaktır. İlahiyatçı Dietrich Bonhoeffer tarafından ortaya atılan ‘Boşlukların Tanrısı’ kurnazlığı gibi aynı hatalı mantığa başvurur. Yaratılışçılar günümüzün bilim ya da bilgi birikiminde boşluklar bulmak için can atarlar. Eğer açık bir boşluk bulunursa, bu boşluğu hükmen Tanrı’nın doldurma zorunluluğu olduğu addedilir. Bonhoeffer gibi düşünceli (!) ilahiyatçılarımızı endişelendiren ise bilimin ilerlemesiyle bu boşlukların küçülmesi ve bunun sonucunda Tanrı’nın görevsiz ve sığınaksız kalma tehdidiyle karşı karşıya kalmasıdır. Bilim adamları farklı endişeler duyarlar. Cehaleti kabullenmek bilimsel atılımın başlıca görevlerindendir. Üstelik bilim adamları gelecekte zaferle sonuçlanacak araştırmaları göz önünde bulundurup, bu tür bir cehalete sevinmelidirler. Arkadaşım Matt Ridley’in yazdığı gibi, ‘Bilim adamlarının çoğunluğu önceki keşiflerinden sıkılmışlardır. Onları alevlendiren bilgisizliktir.’ Mistikler gizeme sevinirler ve gizemli kalmasını isterler. Bilim adamları gizeme farklı bir nedenle sevinirler: bu onlara keşfedecek bir şey sunar. Daha genel anlamda, Bölüm 8’de tekrarlayacağım üzere, dinin gerçekten de kötü etkilerinden biri de bize, anlamadan tatmin olmanın bir üstünlük olduğunu öğretmesidir.

Bilgisizliğin itiraf edilmesi ve geçici gizem, sağlam bilim için yaşamsaldır. Ancak bu sebepten ötürü, ne yazık ki yaratılış propagandacıların ana stratejisinin, bilimsel tecrübede boşluk arayan ve bu boşlukları hükmen ‘akıllı tasarımın’ doldurması gerektiğini öne sürenlerinkiyle ters düştüğünü söylemeden geçemeyiz. Aşağıdaki ifade kuramsaldır ancak tamamen tipiktir. Bir yaratılışçı der ki: ‘Küçük benekli gelincik kurbağasının bacak eklemi indirgenemez karmaşıklıktır. Tüm parçaları yerli yerinde olmazsa, hiçbir parçası işlev getiremez. Bahse girerim gelincik kurbağasının bacak ekleminin, yavaş ve kademeli derecelerle evrimleştiğini söyleyecek görüşte olmazsınız.’ Eğer bilim adamları hızlı ve anlaşılır bir yanıt vermeyi başaramazlarsa, yaratılışçı hükmen bir sonuç elde eder: ‘Tamam o zaman, alternatif teori, “akıllı tasarım”, hükmen kazanır.’ Buradaki önyargılı mantığı fark ettiniz mi: Eğer A teorisi bazı noktalarda başarısız oluyorsa, teori B doğru olmak zorundadır. Kanıtın ters yüz edilerek uygulanmadığını söylemeye dahi gerek duymuyorum. Sözüm ona yerini alacağı teorinin tıpatıp aynı detay üzerinde verimli olup olmayacağını kontrol etmeden, şipşak zorunlu teoriyi benimsemeye teşvik ediliriz. Akıllı tasarıma (AT) bir Hapisten Çık Kartı bağışlanır ki bu evrimin yarattığı güçlü iddialara karşı sihirli bir dokunulmazlıktır.

Ancak burada altını çizmek istediğim nokta, yaratılışçının dalaveresinin bilim adamı için gerçekten elzem olan “(geçici) şüpheden haz almayı” baltalamasıdır. Bütünüyle politik nedenlerden ötürü, günümüz bilim adamları şu tarz ifadelerden kaygı duyarak kaçınırlar: ‘Hım, ilginç bir konu. Merak ediyorum, acaba gelincik kurbağasının atalarının bacak eklemi nasıl evrim geçirdi? Ben gelincik kurbağalarının uzmanı değilim, Üniversite Kütüphanesi’ne uğrayıp inceleme yapmam gerekir. Bu bir son sınıf öğrencisi için ilginç bir proje olabilir.’ Bir bilim adamı böyle bir söz söylediği anda yaratılışçının kitabında zorunlu bir sonuç doğacaktır: ‘Gelincik kurbağasını yalnızca Tanrı tasarlamış olabilir.’

Ayrıca, bilimin yeni araştırma hedeflerini belirlemek için bilgisizlik alanlarının açığa çıkarılmasıyla ilgili metodolojik gereksinimiyle, Akıllı Tasarım’ın hükmen zaferini ilan etmek için aynı alanları ele geçirme gereksinimi arasında talihsiz bir bağlantı vardır. Bu kesin bir tanımla, Akıllı Tasarım’ın kendi ispatının olmaması ancak bilim tecrübesinin boş bırakıldığı alanlarda tıpkı bir yabani ot gibi serpilmesinden ileri gelir. Ve Akıllı Tasarım’ın bu yönü, bilimin aynı boşlukları tanımlama ve araştırmaya başlama planıyla rahatsız edici şekilde örtüşür. Bu bağlamda, bilim Bonhoeffer gibi bilge ilahiyatçılarla ittifak oluşturmak zorunda kalır ki her iki taraf da naif, popülist ilahiyatın ve akıllı tasarımın boşluk ilahiyatının ortak düşmanlarına karşı birleşmiş olurlar.

Yaratılışçıların fosil kayıtlarındaki ‘boşluklar’ ile olan aşk meselesi tamamen boş olan ilahiyatlarını sergiler. Bir keresinde sözüm ona Cambrian Patlaması’yla ilgili bir konuyu şu ifadeyle açtım, ‘Sanki fosiller hiçbir evrimsel geçmiş olmaksızın dünyaya öylece bırakıldılar.’ Bu ifadeyi seçmemdeki amacım okuyucuların iştahını kabartıp, hemen akabinde geniş bir açıklamaya yer vermekti. Bunun önemini sonradan kavradım ancak hoşgörülü açıklamam bir yerinden kesilerek ve açılış cümlem sinsice alıntı yapılarak saptırılacaktı. Keşke bunu tahmin edebilseydim. Yaratılışçılar fosil kayıtlarındaki ‘boşluklara’ bayılırlar, tıpkı genel anlamda boşluklara bayılmaları gibi.

Birçok evrimsel geçiş, kademeli olarak değişim geçiren ara fosillerin daha kısa ya da uzun süreli serileri sayesinde açıkça belgelenmiştir. Bazıları belgelenmemiştir ve bunlar şu ünlü ‘boşlulardır.’ Michael Shermer’in de zekice belirttiği üzere, ‘eğer yeni bir fosilin keşfi bir ‘boşluğu’ temizce ortadan ikiye ayırırsa, yaratılışçı artık iki kat fazla boşluk olduğunu iddia edecektir!
Ve her koşulda yersiz bir düşünce olan gıyabında hüküm vermeye yönelecektir. Eğer doğru varsaydığımız bir evrimsel geçiş belgeleyecek fosiller ortada yoksa evrimsel geçiş yok farz edilir ve Tanrı’nın müdahalesi hükmen kazanır.’

Gerek evrimde gerekse diğer herhangi bir konuda, öykünün her adımının eksiksizce belgelenmesini talep etmek düpedüz mantıksızlıktır. Birisini cinayetten mahküm etmeden önce pekâlâ katili cinayete ilişkilendiren her adımın eksiksiz bir sinematik kaydını hiçbir kareyi atlamadan talep edebilirsiniz. Ölen canlıların bedenlerinin yalnızca küçük bir bölümü fosilleşir ve bulabildiğimiz kadar ara fosil bulduğumuzda şanslı sayılırız. Oysa elimizde hiçbir fosil olmayabilirdi ki bu durumda evrim için moleküler genetik ve coğrafi dağılım gibi diğer kaynaklardan kanıt elde edebilirdik. Bu kanıtlar da karşı konulmaz derecede güçlü olurlardı. Diğer yandan, yalnızca bir fosilin yanlış bir jeolojik katmanda ortaya çıkması halinde, evrim teorisi patlak vermiş olurdu. Bağnaz bir Popperian evrimin yanlışlığını git gide daha ispatlanabilir olduğunu söyleyerek bir tartışma başlattığında, J.B.B.Haldane güçlü bir şekilde kükredi: ‘Precambrian’daki fosil ödlekleri. Yaratılışçıların, yanlışlığıyla bilinen, Coal Measures’daki insan kafatasları efsaneleri ve dinozor ayak izlerinin arasında karışmış insan ayak izleri hikâyelerine rağmen kronolojik açıdan hatalı fosiller asla gerçekten bulunamamıştır.

Boşluklar yaradılışçının zihninde, hükmen Tanrı tarafından doldurulur. Aynı tutumu ayrıca Olasılıksız Dağı kitlesinin görünüşte olan boşlukları için de sürdüler; yani kademeli eğimin ayrıntılarıyla keşfedilmemiş olduğunu veya keşfedilmeye gerek duyulmadığı bölgelerde. Bilgi ya da kavrayış eksikliği olan alanların kendiliğinden, hükmen Tanrı’ya ait oldukları addedilir. Pratik bir çareymiş gibi ‘İndirgenemez karmaşıklığın’ etkili bir beyanına başvurmak, gerçekte hayal gücünün başarısızlığını simgeler. Bazı biyolojik organların, mesela bir bakterisel kamçı motorunun ya da bir gözün biyokimyasal bir yol izlememesi durumunda, daha fazla kanıta gerek duyulmadan bunların indirgenemez karmaşıklık olduğu hükmü verilir. İndirgenemez karmaşıklığa delil göstermek için hiçbir girişimde bulunulmaz. Eğitici göz, kanat ve birçok başka organ öykülerinin anlatılmasına rağmen, şüpheli övgüye layık görülen (İndirgenemez karmaşıklık övgüsü) yeni adayların her birinin apaçık biçimde indirgenemez karmaşıklık oldukları varsayılır ve bu konumları hür iradeye bağlı olarak geçerlilik kazanmış olur. Ancak bu konuda biraz düşünmelisiniz. Eğer indirgenemez karmaşıklık tasarımın bir kanıtıysa, bu kanıt ancak ve ancak hür iradeyle sağlanmış olabilir. Siz de bu durumda daha fazla kanıt ya da doğrulamaya ihtiyaç duymadan yalın bir şekilde, gelincik kurbağasının karmaşık yapısının (Bombardıman böceğinin, vs.) tasarımı ispatladığını iddia edebilirsiniz. Bunun bilimsellikle uzaktan yakından alakası yoktur.

Hür irade mantığını aşağıdaki bir metin üzerinde uygulayıp inandırıcılığı sınayalım: ‘Ben [kendi isminizi yerleştirin] kişisel olarak [biyolojik bir fenomeni yerleştirin] adım adım gelişmiş olabileceği hiçbir gidişatı aklıma getiremem. Bu yüzden bu bir indirgenemez karmaşadır. Dolayısıyla tasarlanmıştır.’ Bu şekilde deneyin ve bazı bilim adamları için bir orta ürün keşfederek ortaya çıkmanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlayın; ya da en azından mantıklı bir orta ürünü hayal etmenin. Üstelik bilim adamları ilginç bir açıklamayla ortaya çıkmasalar da, ‘tasarımın’ iyi sonuç verdiği varsaymak su katılmamış kötü mantıktır. ‘Akıllı tasarım’ teorisinin altında yatan düşünce tembel ve bozguncudur; klasik ‘Boşlukların Tanrısı’ düşüncesi. Buna daha önceleri Kişisel Kuşkuculuktan Kanıt ismini vermiştim.

Gerçekten muhteşem bir sihirbazlık numarası izlediğinizi hayal edin. Meşhur sihirbaz ikilisi Penn ve Teller’ın rutin bir gösterisinde, bu kişiler birbirlerine aynı anda tabancayla ateş eder ve her ikisi de mermiyi ağızlarında yakalamış gibi yaparlar. Tedbir almak amacıyla, mermileri silahlara doldurmadan önce üstlerine tanımlayıcı çizgiler atılır ve bu prosedürün tamımı izleyiciler arasındaki ateşli silah tecrübesi olan gönüllülerin yakın şahitliğinde gerçekleşir. Görünürde tüm hilekârlık olasılıkları elimine olmuştur. Teller’ın işaretli mermisi Penn’in ağzını boylar ve Penn’in işaretli mermisi de Teller’ın. Ben [Richard Dawkins] bunun bir hile olabileceği hiçbir durumu akla getirecek yeterlilikte değilim. Kişisel Kuşkuculuktan Kanıt, önsezinsel beyin merkezlerimin derinliklerinden bağırır ve neredeyse beni şunu söylemeye zorlar, ‘Bu bir mucize olmalı. Burada bilimsel bir izah yok. Mutlaka doğaüstü bir güçtür.’ Ancak bilimsel eğitimin sakin sesi farklı bir mesaj iletir. Penn ve Teller dünya çapında nam salmış sihirbazlardır. O halde bunun mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır. Belki de ben çok saf ya da çok dikkatsizim. Ya da hayal gücünden yoksunum. Bu, hokkabazlık numarası için uygun bir yanıt olduğu gibi ayrıca indirgenemez karmaşıklık olduğu sanılan bir biyolojik fenomen için de uygun bir yanıttır. Doğal bir fenomene olan kişisel şaşkınlığın karşısında ivedi biçimde doğaüstü bir gücü akla getiren insanlar, kaşığı büken bir hokkabazı gördüklerinde bunun ‘paranormal’ bir olay olduğu sonucuna atlayan delilerden farksızdırlar.

İskoç kimyacı A.G.Cairns-Smith, kitabı Hayatın Kaynağına Dair Yedi İşaret’te bir su kemeri benzetmesinden faydalanarak ek bir noktaya parmak basar. Yontulmamış taşlardan ve harçsız yapılan bir kemer hiçbir yerden destek almasa da dengeli bir yapı olabilir ancak indirgenemez karmaşıklıktır: eğer taşlardan bir tanesi yerinden sökülürse kemer yıkılır. O halde bunun ilk inşası nasıl yapıldı? Bunun bir yolu, sağlam bir taş yığınının etrafına kazık döşemek ve ardından dikkatlice kazıkları teker teker çıkarmaktır. Daha genel bir tanımla, bir parçasının eksiltilmesiyle ayakta kalamaması anlamında indirgenemez olan birçok yapı vardır ancak bu yapılar sonradan çıkarılan ve bir daha gözükmeyen iskelelerin yardımıyla inşa edilir. Yapı bir kez tamamlandığında, iskele güvenle kaldırılabilir ve yapı sabit kalmayı korur. Evrimde de böyle olur, incelediğimiz organ ya da yapı, canlının atalarında var olan ancak artık gerek duyulmayan bir iskele sayesinde oluşmuş olabilir.

‘İndirgenemez karmaşıklık’ yeni bir fikir değildir ama tabir yaradılışçı Michael Behe tarafından 1996’da uydurulmuştur. Bu zat, yaradılışçılığı biyolojinin yeni bir alanına taşımakla itibar kazanmıştır. (Eğer itibar doğru bir deyişse.) Bu alanlar biyokimya ve hücre biyolojisidir ki bunları boşluklar için gözlerden ve kanatlardan daha keyifli bir avlanma zemini olarak görmüş olabilir. İyi bir örnek vermeye en yaklaştığı an (ki bu hâlâ kötü bir örnektir) bakterisel kamçı motoru konusudur.

Bakterisel kamçı bir doğa harikasıdır. İnsan teknolojisinin dışında, bağımsızca bir eksen çevresinde döndüğü bilinen tek aks örneğidir. Sanırım büyük hayvanlar tekerlekli olsalardı bu durum indirgenemez karmaşıklığa gerçek bir örnek teşkil edebilirdi ki büyük ihtimalle bu yüzden tekerleksizdirler. Sinirler ve kan damarları bir mil yatağının içinden geçseler nasıl olurdu? Kamçı ince bir pervanedir ve sayesinde bakteri suyun içinde oyuklar açarak yol alabilir. ‘Yüzmek’ değil de ‘oyuk açmak’ diyorum çünkü varoluşun bakterisel ölçeğinde su çok daha farklı bir etkidedir. Daha çok, pekmez, jöle hatta kum gibidir ve bakteriler suyun içinde yüzüyor görünmekten ziyade suda tünel açıyor ya da vida gibi kıvrılıyormuş gibi görünür. Daha büyük organizmalar olan tek hücrelilerin sözde kamçılarının aksine, bakterisel kamçı gibi dalgalanmaz ya da kürek gibi çekilmez. Bir mil yatağının içinde gerçekten serbest bir eksende devamlı olarak dönen bir aks vardır ki fevkalade, küçük bir moleküler motorla güç alır. Molekül seviyede, bu motor tıpkı bir kas prensibiyle çalışır ancak aralıklı kasılmalardan ziyade serbest bir rotasyon izler. Kamçı motor, tıpkı minik bir tekne dışı motor olarak tanımlanır. (mühendislik standartlarına rağmen şaşırtıcı derecede yetersiz ve bir biyolojik mekanizma için alışılmadık bir tanım)

Behe tek bir doğrulama, açıklama ya da ayrıntıya rağbet etmeden, bakterisel kamçı motorunun bir indirgenemez karmaşıklık olduğunu açık bir şekilde beyan eder. İddiasının lehine bir kanıt sunmadığından, hayal gücüyle ilgili bir eksiklikten şüphe ederek başlayabiliriz. Bundan başka, ilgili biyolojik literatürün sorunu es geçtiğini iddia eder. İddiasının yanlışlığını ayrıntılarıyla ve (Behe için) utanç verici şekilde, 2005’de Pennsylvania’da Yargıç John E. Jones’un mahkemesinde belgelenir. Bu mahkemede Behe, yerel bir devlet lisesinin fen müfredatına ‘akıllı tasarım’ yaradılışçılığını dayatmaya çalışmış bir grup yaradılışçının namına uzman bilirkişi olarak ifade vermişti. Yargıç Jones’ten alıntı yaparsak bu ‘olağanüstü bir saçmalık’ hareketiydi. (İfade ve ifadenin sahibi kişinin kaderinde kesinlikle uzun süreli şöhret varmış.) Birazdan göreceğiniz üzere, bu Behe’nin duruşma sırasında çektiği tek utanç değildi.

İndirgenemez karmaşayı ispat etmenin kilit noktası, hiçbir parçanın kendi kendine kullanışlı olmayacağını göstermektir. Herhangi bir işlev yerine getirebilmesinden önce tüm parçalar yerli yerinde olmak zorundadır (Behe’nin gözde benzetmesi, bir fare kapanıdır.) Aslında biyologlar, hem kamçı motoru için hem de Behe’nin diğer sözde indirgenemez karmaşıklık örnekleri için, bir bütünün dışında işleyebilen bu bütüne ait parçalar bulmakta zorluk çekmezler. Bu mesele Brown Üniversitesi’inde görev yapan Kenneth Miller tarafından ustalıkla ele alınmış ve böylelikle ‘akıllı tasarım’ın en inandırıcı intikamı alınmıştır. Üstelik bu intikamın önemi küçümsenemez çünkü kendisi dindar bir Hıristiyan’dır. Miller’in, Darwin’in Tanrısını Keşfetmek isimli kitabını, bilhassa Behe tarafından kandırılarak bana mektup yazan dindar kişilere tavsiye ederim.

Bakterisel rotasyonlu (çark gibi dönen) makine meselesinde Miller dikkatimizi (Üçüncü Tip Salgılayıcı Sistem, ÜTSS) isimli bir mekanizmaya çeker. ÜTSS dairesel bir hareket için kullanılmaz. Bu, parazit bakterilerin, içinde bulundukları ev sahibi organizmaları zehirlemek için, zehirli maddeleri hücre çeperinden dışarı pompalamakla kullandıkları birkaç sistemden biridir. İnsan ölçeğinde, bir sıvıyı bir delikten boşaltmak ya da fışkırtmak olarak düşünebiliriz; ancak, bir kez daha, bu durum bakterisel ölçekte farklı görünür. Salgılanan maddenin her molekülü, ÜTSS ile aynı ölçekteki belirli ve üç boyutlu bir yapısı olan büyük bir proteindir: bir sıvıdan ziyade sağlam bir heykelciliği andırır. Her molekül dikkatle biçimlendirilmiş bir mekanizma tarafından, bir borudan çok, oyuncak veya içecek dağıtan otomatların karmaşık kanalları gibi yapılardan tek tek itilir. Molekül dağıtıcısı oldukça az sayıdaki protein moleküllerinden oluşmuştur ki bu protein molekülleri, dağıtılan moleküllerle boyut ve karmaşıklık yönünden karşılaştırılabilir. İlginçtir ki, bu bakterisel otomat mekanizmaları kendilerine yakın akraba olmayan bakterilerle de genel bir benzerlik içindedir. Oluşumlarındaki genler büyük ihtimalle diğer bakterilerden ‘kopyalanmıştır.’ Bu, bakterilerin başarmakta çarpıcı biçimde uzman oldukları bir konudur ve kendi çapında büyüleyici bir meseledir ancak burada kesmek zorundayım.

ÜTSS’nin yapısını oluşturan protein molekülleri kamçı motorun parçalarıyla oldukça benzeşir. Evrimci için çok açıktır ki ÜTSS bileşenleri (ya da parçaları), kamçı motor evrim geçirdiğinde yeni ama bütünüyle farklı olmayan bir işlevi benimsemek zorunda kaldılar. ÜTSS’nin kendi molekülleriyle uğraştığı bilindiğinden, kamçı motor tarafından kullanılan prensibin ilkel bir türünü kullanması hiç şaşırtıcı değildir ki bu da aks moleküllerine dairesel bir hareket verir. Açıkça görülüyor ki, kamçı motorun yaşamsal önemi olan parçaları kamçı motor evrim geçirmeden önce zaten vardı ve çalışmaktaydı. Var olan mekanizmaları ele geçirmek açık bir yöntemdir ki bu yolla mekanizmanın görünürde indirgenemez karmaşıklık parçası, Olasılıksız Dağı’nın kademeli eğimindeki yerini alabilir.

Elbette, daha fazla çalışma yapmak gereklidir ve yapılacağından eminim. Bu gibi çalışmalar, eğer bilim adamları ‘akıllı tasarım teorisi’ gibi zorunlu ve tembel bir sonuçla tatmin olup, cesaretlenmeselerdi asla yapılmazdı. İşte, hayali bir ‘akıllı tasarım kuramcısının’ bilim adamlarına gönderebileceği bir mesaj: ‘Bir şeyin nasıl çalıştığını anlamazsanız bunu dert etmeyin: tek yapmanız gereken pes etmek ve bunu Tanrı yapmıştır demek. Sinir içtepilerin nasıl çalıştığını bilmiyor musunuz? Güzel! Hatıraların beyne nasıl yerleştiklerini anlamıyor musunuz? Harika! Fotosentez oldukça kafa karıştıran karmaşık bir süreç midir? Şahane! Lütfen sorunu çözmeye çalışmayın, sadece vazgeçin ve Tanrı’ya başvurun. Sevgili bilim adamları, sırlarınız üzerine gayret sarf etmeyin. Sırlarınızı bize getirin ki onları kullanalım. Değerli bilgisizliği araştırmalarınızla çarçur etmeyin. Bu şanlı boşluklara Tanrı’nın son bir sığınağı olarak ihtiyacımız var.’ St.Augustine’in epey aleni bir tabiri vardır: ‘Günah işlemenin farklı bir yöntemi vardır ki bu yöntem tehlikeyle doludur. Bu, merak hastalığıdır. Bize doğanın sırlarını keşfettirmeye çalışan ve keşfettiren budur ancak bu sırlar bizim kavrayışımızın ötesindedir. Merağın bize hiçbir yararı dokunmaz ve hiçbir insan öğrenmeyi umut etmemelidir.’ (Freeman 2002’den alıntı yapıldı.)

Behe’nin diğer gözde ve sözde ‘indirgenemez karmaşıklık’ örneklerinden birisi de bağışıklık sistemidir. Hikâyeyi bizzat Yargıç Jones’in sözleriyle aktarıyorum:


Çapraz sorgulama esnasında, Profesör Behe, 1996 senesindeki “bilim bağışıklık için asla evrimsel bir açıklama keşfedemeyecektir” iddiasıyla ilgili sorgulandı. Bağışıklık sisteminin evrimiyle ilgili elli sekiz bilimsel onaylı yayın, dokuz kitap ve birkaç immünoloji ders kitabı kendisine sunuldu; ancak, bunların evrimi kanıtlamakta hala yeterli olmadığında açıkça ısrar etti ve bu savunması bence ‘yeterince sağlam’ değildi.



Şikâyetçilerin avukatı Eric Rothschild tarafından çapraz sorguya alınan Behe, bu elli sekiz bilimsel onaylı yazının çoğunu anlamadığını itiraf etmeye zorlandı. İmmünolojinin ona ağır gelmiş olması hiç şaşırtıcı değildi. Daha az mazur görülebilen ise Behe’nin bu gibi araştırmaları ‘verimsiz’ görüp, azletmesiydi. Eğer hedefiniz gerçek dünyayla ilgili mühim gerçeklikleri keşfetmekten ziyade kolay aldanan halk ve politikacılar içinde propaganda yapmaksa elbette bunlar verimsiz çalışmalardır. Behe’yi dinledikten sonra Rothschild güzel bir konuşma tarzıyla, mahkeme salonundaki her dürüst insanın mutlaka kavramış oldukları dokunaklı bir özet çıkarır:

Minnettarız ki, bağışıklık sisteminin kaynağının sorgusuna cevap arayan bilim adamları vardır… Bu sistem güçten düşme ve ölümcül hastalıklar karşısındaki savunmamızdır. Bu kitapları ve makaleleri hazırlayan bilim adamları, kitap imtiyazları ya da konuşma sözleşmeleri olmadan gizlilik içinde didinirler. Çabaları ciddi tıbbi koşulları tedavi etmekte ve onlara karşı savaşmakta bize yardım eder. Tüm bunların aksine, Profesör Behe ve akıllı tasarım hareketinin bütünü bilimsel ve tıbbi irfanı ilerletmek adına hiçbir gelişme kaydetmedikleri gibi, gelecek nesil bilim adamlarına kaygılanmamaları gerektiği nasihatini verirler.



Amerikan genetik bilimci Jerry Coyne, Behe’nin kitabını eleştirirken konuyu şöyle ele alır: ‘Eğer bilim tarihi bize herhangi bir şey ispatlayacaksa bu, cahilliğimize “Tanrı” ismini vererek bir yere ulaşamayacağımızdır.’ Coyne, benim vasıtamla Guardian’da, akıllı tasarımla ilgili bir makale üzerine yorum yapmıştır,

Neden Tanrı her şeyin bir açıklaması olarak kabul edilsin? Değildir. Bu bir açıklama noksanlığıdır, bir omuz silkmedir, ‘bilmiyorum’ demenin ruhsal ve ayinsel kılık değiştirmesidir. Eğer bir insan bir şeyi Tanrı’yla ilişkilendirirse genelde bunun anlamı bu kişinin elinde bir ipucu olmamasıdır. Böylelikle bu bilinmezi erişilmez, çözülmez bir gök perisine dayandırır. Bu yaşlı adamın nereden geldiğinin açıklamasını talep edin. Büyük ihtimalle bu yaşlı adamın her zaman var olduğunu söyleyen hayal meyal, sahte felsefi bir yanıt alacaksınız. Lakin bu yanıt elbette hiçbir şeyin izahı değildir.


Darwinizm bizi farklı yollarla bilinçlendirir. Evrim geçirmiş organlar, genelde zeki ve güçlüdürler, aynı zamanda açıklayıcı kusurları vardır; bu, eğer evrimsel bir geçmişleri varsa tam da beklememiz gerekendir ancak eğer tasarlanmışlarsa tam anlamıyla beklenmedik bir durumdur. Diğer kitaplarımda da bazı örnekler üzerine yorum yaptım: mesela yinelenen gırtlak siniri, hedefe doğru ilerlediği müsrif, geniş ve dolambaçlı bir yolda evrim geçmişine ihanet etmiştir. Sırt ağrısından fıtığa, sarkık rahimden sinüs iltihaplarına kadar çoğu insani rahatsızlığa karşı hassaslığımız, doğrudan doğruya şu anda dik yürüdüğümüz bedenimizin, dört ayak üzerinde durmayı terk etmek için yüzlerce milyon yıldan fazla şekil değiştirmiş olmasından kaynaklanır. Ayrıca bilincimiz doğal seçilimin acımasızlığı ve savurganlığıyla artmıştır. Yırtıcılar, kurban hayvanları yakalamak için mükemmelce ‘tasarlanmış’ gibi görünürken, kurban hayvanları da kaçabilmek için en az onlar kadar mükemmelce ‘tasarlanmış’ gibi görünür. Peki, Tanrı kimin tarafındadır?

Richard Dawkins / Tanrı Yanılgısı (Sayfa, 122–130)
Kuzey Yayınları / ISBN: 978 - 315 - 11 – 1
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst