Bizim olan..

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe.Net Arşiv kategorisinde Mühendis tarafından oluşturulan Bizim olan.. başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,432 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe.Net Arşiv
Konu Başlığı Bizim olan..
Konbuyu başlatan Mühendis
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Nejdet Evren

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Geçmiş yıl.Ekim ayıydı.
İzmirin Kiraz ilçesi civarında danışmanlığını yaptığım firmaya ait maden sahalarının etüdünü tamamlamıştım.
Tabi yorgunluk diz boyu.
Kestirme olsun diye Ödemiş,Nazilli,Bozdoğan yolundan Muğlaya dönmeye karar verdim.
Böylece zaman kazanacaktım.
Hava da bozmaya başlamıştı.
Hemen yola çıktım.

Dağ yollarında hafifçe çileyen zaman zamanda şiddetlenen yağmur altında gitmenin zorluğunu tadarak o anın zevkini de çıkarmaya çalışıyordum.
Birden burnuma nefis bir çay kokusu geldi.
Şaşırmıştım.
Arabayı durdurdum.
Yağmur altında dışarı çıkarak etrafı araştıran gözlerle inceledim.
Koca dağbaşı.İn cin top atıyor.
Benden başka deli yok ki dağ başında yağmur altında dolaşan.

Arabaya tekrar binip hareket ettim.
Çayın kokusu hala geliyordu.
Geliyor ama geçtiğim yerlerde hiçbir kimse ,hiçbir yerleşim yok.
Aş mı eriyordum ne!
Bir sigara yaktım.Tolga Çandarın cd sinide taktım.
Eeeeee nede olsa dağlardayım ve serde efelikte var.
Ne kadar zaman geçti bilemiyorum.
Nazilliye daha çok vardı.

Bir köyün içinden geçip gittiğimi fark ettim.
Yaklaşık 1-2 km sonra yolun sol tarafında yamaca yaslanmış küçücük kerpiçten bir yapı ve önünde eski sandalye ve masalar gördüm.
Burası bir köy kahvesi olmalı diye düşündüm ve hemen durdum baktım.
Yanılmamıştım.
Nihayet .. nihayet o burnumda tüten çayı içecektim.

Yağmurdan fazla ıslanmamak için koşarak içeri daldım.
Nereye oturacağımı karar vermek için kısa bir an duraklayarak kahvenin içine şöyle bir baktım.
Üç veya dört eski tahta masa ve tahta sandalyeler.
İçerde üç ihtiyar bir masada oturmuş konuşuyorlardı.
Selam verdim. İhtiyarlardan biri;

‘’Aleyküm selam hoş geldin ıslanmışsın şuraya çök de bi soluklan’’ diyerek yanındaki tahta sandalyeyi masaya doğru çekti.

Üçüyle de tokalaşarak yanlarına oturdum.
İçlerinden biri ayağa kalktı ve ;

‘’sen soluklanıncaya kadar gaveleri yapverem gari daha çay demini almadı’’ diyerek ocağa doğru gitti.
‘’Benimki şekersiz olsun , bak ama dedelerimde içer onlara da yapıver dedim.
O da : ‘’Biz kendimize yapcadık zaten’’ dedi.

Bu arada meraklı gözlerle içeriyi inceliyorum.köşede eski bir televizyon ama ies körting markası pırıl pırıl parlıyor.Kararmış tahta masalar ,duvarda geçmiş yıllara ait buruşmuş, renkleri kaybolmaya yüz tutmuş takvimler.
Eski bir ocak ve isden simsiyah olmuş bir kazan.
Ve bir çerçeve içersinde Atatürk’ün resmi,baş köşede asılı.

Dedeler meraklımı meraklı,soru üstüne soru,nerden geldiğimi nereye gittiğimi işimi nereli olduğumu ….

Ama dedenin bi tanesi hiç konuşmuyor sadece bana bakıyordu.
Sohbet ettiğim dede şen şakrak biriydi.sohbet arasında kahve yapan dedeye;
''Hadi gari len nerde galdı, yemenden mi geliyo bu gaveler ''diye takıldı.
Kahveleri yapan dede kızmış gibi ; ''Söletme bene ,gaveni içmek istiyonmu sen onu söle'' .

Kahve kokusu da gelmeye başlamıştı.Bir süre sonra
Kahveler geldi ve bana;
''Yandan çarklı senin'' diyerek suyla birlikte önüme koydu.
Fincanın yanında bir kesme şeker.
Köpükten kahve gözükmüyor.Hemen bir yudum aldım.Çektiğim sadece köpüktü ,kahve hala fincanda gözükmüyordu.Bir yudum daha aldım, nihayet kahve gözükmüştü.
Böylesine nefis bir kahvenin yanında sigara yakılmazmı hiç .
Hemen sigaramı çıkardım veeee yumuşak bir ses .. O ana kadar Hiç konuşmayan dede ;
‘’Koy o gavur zıkkımını cebine ‘’ diyerek tabakasını açtı ve içindeki (daha önce saatlerce uğraşarak sardığı belli olan) sarma sigaralarından birini uzattı ve ;

‘’o gave bunlan gide yakve gari ‘’

Elinden sarma sigarayı alarak yaktım ve derin bir nefes çektim.
Aman allahım o da ne resmen boğuluyorum . Öksürmeye başladım hem de ne öksürükler,ciğerlerim benden önce Muğlaya varacak . Bilyesini kaybetmiş çocuklar gibi gözlerimden nasıl da yaş geliyor..bi ara kesilir gibi oldu hemen suya sarıldım.

Kahveleri yapan dede ;
''gokma gokma geçince hiçbişeyciklen galmaz gavur cigarasına alışmısın sen belliki ondan öksüryon bak ciğerlerin ap apkak oldu hindi '' dedi.
Dedi de , demesine kalmadan üçü birden yerlerde…
Nasılda gülüyorlar benim halime.

Birşeyler söyleyecek durumda da değilim ama üç ihtiyar hınzır hınzır bana bakıp gülmekten kırılıyorlar.
Bir an nasıl oldu,nasıl yapabildim bilmiyorum,bildiğim bende onlarla beraber kahkahalarla yerlerdeyim.
Gülme krizlerini atlatıp tam kahvenin keyfini çıkartacaktım ki
O ,konuşmayan dede ;

‘’Zaten ne anlarlar bunlar bizim olandan’’ demez mi.

İşte Pişmiş aşa böyle soğuk su katılırmış.

Yada o an ben öyle sanmıştım.
Kızmıştım.
Kahvemi acel acele bitirip yolumun uzun olduğunu bahane ederek izin istedim ve kahvelerin parasını vermek istedim.
Kabul etmediler ve yolun bi daha bu taraflara düşerse o zaman içtiğin gavenin parasını ödersin dediler.
Yağmur altında tekrar yola koyuldum.Ama kızgındım. Üç ihtiyar benimle iyi eğlenmişlerdi
Arabada kabıma sığamıyordum.
O hırsla sigaramı yaktım paketini koltuğa bıraktım.
Yabancı sigara….
Birden…
‘’Zaten ne anlarlar bunlar bizim olandan ‘’
Bu sözler, evet bu sözler konuşmayan o ihtiyardan çıkan bu sözler.
Kulaklarımda yankılanmaya başladı.

Hani derler ya jetonun dörtgen mi
Benimki üçgenmiş.
Evet evet üçgenmiş.

Unutmuşum,unutmuştuk bizim olanı
Hatırladım,hatırlamakta geç mi kalmıştım acaba
Kendimize ait olanı,
Geçmişimizden bugüne taşıdıklarımız,
Bugünden yarına taşıyacaklarımız
Bizim olan
Emeğimiz,toprağımız,onurumuz, sevgimiz,saygımız, umutlarımız, yaşamımız….

Bir an evet bir an düşünelim
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
O’da biliyordu bizim olanı
Ve bizim olanla beraber
Bizim olanlara güvenerek
Bizim olan ülkemizi kurtarmadı mı
Bizim olan CUMHURİYETİ kurmadı mı
Bizim olanla beraber bizim olanı bize bırakmadı mı .

Acaba bizim olanı unutacak kadar bizim olandan bi haber mi olduk…
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
insan yaratır, insan yok eder; insan yabancılaşır. tüketim toplumlarına doğru sürükleniş ve üretim zevkinden yoksunluk; tembellik de bir öteki yabancılaşmanın biçimi olsa gerek. her tüketimin bir ürteime dönüşebilmesi için bu yabancılaştırılmayı bir yerde kırmak kaçınılmazdır.. sevgili Mühendis emeğine sağlık arkadaş
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst