bedreddin-varidat ve diğer kaynakları-alıntılar

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kitaplardan Alıntılar kategorisinde "ictenlik" tarafından oluşturulan bedreddin-varidat ve diğer kaynakları-alıntılar başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,371 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kitaplardan Alıntılar
Konu Başlığı bedreddin-varidat ve diğer kaynakları-alıntılar
Konbuyu başlatan "ictenlik"
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan "ictenlik"

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Ona göre varlık ilk, son bir ve tek varlıktır. Varlığın tecellisi yani ortaya çıkış alanı ve görünüş alanı olmak üzere iki yönü vardır. Varlık ilk ve tek, bir ve son olduğu için tanımlamaya gerek yoktur. Çünkü tanım için tanımlananın gerisinde ait olacağı bir cinse ihtiyaç vardır. Oysa varlık “ilk” olduğu için onun gerisinde ait olacağı bir cins yoktur, yine tanımlananın başkalarından ayırt edileceği bir ayrıma ihtiyacı vardır. Oysa varlık son olduğu için, onun ötesinde ayırt edici de yoktur. Bundan dolayı varlık bir tektir ve dolayısıyla tanımlanamaz(Eyüboğlu, 1995).

Bedrettin’e göre evren ve varolan her şey Tanrı’dan ibarettir. Tanrı bütün evreni doldurur. Madde ve ruh çeşitli görünümlerinden ibarettir. Tabiat ve Tanrı aynı şeydir(Anıl; 19995).

---

Evren cinsi türü ve özü yönünden kesin olarak balangıçsız-öncesizdir ve onun ortaya çıkışı zamanla ilgili değil.
Karşıtlıklar Hak’tan doğar.

Âhiret ( inanılan sonsuz yaşam âlemi fikirleri) işlerinin, bilgisizlerin iddia ettiği gibi olmadığını bil. O işler , bilgisiz halk tabakasının iddia ettiği gibi, gözle görülen dünyayla ilgili değildir.

Bu beden baki (sürekli) kalmayacağı gibi, ölümden sonra dağılan bölümlerinin yeniden birleşmesi de, mümkün değildir. Ölülerin diriltilmesindeki amaç, bu değildir.

Ağacın bütünü meyvada mevcuttur. Her bölümünde bir tohum vardır, böylece bütün buradadır ve ondan oluşmaktadır. Aynı şekilde bütün âlemler, kâinat "özden" meydana gelmektedir ve asıl da bütünden gerçekleşmektedir.
Sen, meyvelerle ve başka şeylerle aldatılan çocuğa benzersin. Çocuğa dersten ürkmesin diye, hoşuna gidecek şeylerle benzetmeler yapılır. Sen bu gafil gönlünle Allah ve peygamberleri tanıdığını ve kitaplar okuyarak, ne istediklerini anladığını mı sanıyorsun?

Câhiliye döneminde insanlar görülen putlara tapıyorlardı. Bu çağda ise kuruntuya dayalı putlara tapıyorlar. Umulur ki Allah gerçeği ortaya çıkarır ve ona taparlar; tıpkı mutlak varlığa ibâdet etmenin gerekli olduğu gibi.
Allah adı, bütün işlerin kendinden çıktığı ve bütün olgunluklarla nitelendiği için yüce varlığa verilmiştir. İşler, sıfatlar, durumlar ve olgunluklar görüntüler olmadan ortaya çıkmaz. Bütün görüntüler bütün olgunlukları gerçekleştirir. Görüntülerin değişikliğine göre, nesneleri değişik gösteren görüntüler meydana gelir. Bunlardaki çokluk görüntüdedir; bir olan ise Allah’tır ve bütün görüntülerde tecelli eder. Görüntülerin her biri, şekil bakımından diğeriyle çelişkilidir; ama gerçekte ise aynıdır. Görüntülerin her birinde şekil itibarı ile kendine özgü vaziyetler ortaya çıkar. Gerçekte ise bütün durumlar birdir.

Bir kişi, "Ben Allah’ım" derse, mutlaka doğrudur; çünkü varlık koşulsuz olarak Hakk diye adlandırılır ve bu ister bütün nesneler, isterse bir kısım nesneler ondan ortaya çıksın veya çıkmasın, ister vasıflandırılabilsin veya vasıflandırılmasın durum aynıdır Görünüş bakımından her nesneye Allah’tan ayrıdır denebilir, çünkü şekil bakımından bütün ondan çıkmıştır".

Gerçekten de bütün birdir. Yaratıcı dendiğinin doğruluğu gibi, Rezzak demek de doğrudur. Başkaları da tıpkı bunun gibi, Allah ve kul da öyledir. Çoklukta aykırılık yoktur. Esasında değişiklik sadece anlam ve değerlere göredir. Değerlerle tahakkuk yapılmaz. Çokluk sadece hayallerden ibarettir.

Allah bütünden münezzehtir, bütün ondadır ve o da bütündedir. Bütün hallerde gereğinden ayrı kalınmayan bir gerektir. Görünüşe göre bu bir hayal olup gerçekleşmesi imkânsızdır. Fakat oluş ve ortaya çıkış ard arda görünüşte ortaya çıkar. Gerçeğe göre oluşun var olması Hak’tır. Varlığın da görünüş itibariyle olması mümkündür ve sonradan tahakkuk etmiştir. Mümkün Hakk olmayacağı gibi, Hakk’ın da mümkün olması imkânsızdır. Fakat görünüş itibariyle her ikisi birdir ve gerçekte Allah’ tır. Gerçeğin dışında bir varlık söz konusu olamaz. Başka nesne ancak itibari sayılır. Diğer bir deyişle bütünle yürüyüp damgasıyla damgalanmıştır. Allah’a göre bütün nesneler aynıdır. Hakikatta ondan başka varlık yoktur. Bin suretle ortaya çıksa da, yine o birdir. Ulu Tanrı bütünde, bütün de onda ortaya çıkar. Gerçeğine bakılırsa görünüş ve görülen aynıdır ve aradaki farklar itibarîdir. Allah yerine göre bütün varlıklarda ortaya çıkar ve bu çıkış varlıkların isteğine göre değildir. Allah’ın isteği ve iradesi, zatının gereğidir.

Anlamalısın ki, mutlak varlık, zatının varlığı için gereklidir. Zira birbiriyle ters düşen varlıkla yokluğun gereği yoktur denilirse, doğru değildir. Biri diğeriyle nitelendirilemez. Varlığın yok olması mümkün değildir ve yokluğun da var olması mümkün olamaz, ikisi de birbirinden vazgeçemez. Özel bir imkânla var olması imkânsız olan mutlak varlığın başka bir varlıktan oluşunu kazanması gerekir. Böylece de kendi varlığında yokluk olur ve varlığından kati nazar edilir. Zatına dayanarak yoklukla vasıflandırılabilir ve yukarı da geçtiği gibi bu imkânsızdır. Keza aynı şekilde başka sayılan varlığın da mevcudiyeti imkânsızdır. Zira tahakkuk olmadan önce varlığın tahakkuk etmesi gerekir. Buradaki amaç, mutlak varlıktadır ve bu da imkânsızdır. Mutlak yokluk diye bir şey yoktur. Mutlak, varlığın var olması gereği tespit edildi. Bütün varlıklar onda var olur. O da yüce Allah’tır. Yine bütün varlıklar onun görünüşüdür ve görünen odur. Ayrıca görünüş de ondadır.

Mutlak varlık olan Allah Teâlâ her ikisinin arasındaki mutlak oluş ve birleşimle bağımlılıktan dolayı mutlak varlıktır. Allah Teâlâ ne bütündür, ne de parçadır. Zira bütün ve parçanın başka bir anlamı vardır. Gerçek, var olma ve yok olmadan önce gelmektedir. Gerçeğe başka varlıklardan soyutlanmış olarak bakıldığında parça görülüyorsa da, her iki yönü içine almaktadır. Adı geçen mutlak varlık bütünden bir niteliktir, ondan daha üstün bir aşama yoktur, o her şeyin üstündedir ve bütün ondadır; o da bütündür ve bütün odur. Bu aşamada varlığın ne başlangıcı, ne sonu, ne görünüşü ve ne de görünmeyişi aşamaları yoktur. Diğer aşamaları da buna göre değerlendir! Zîrâ, O bütünden arınmış mutlak bir varlık sayılıp, bütün onda tahakkuk etmiştir. Diğer bir deyişle, ezel ve ebed diye bir olay yok, her ikisi birdir.






---------- Mesajlar Birleştirildi at 13:46 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 12:44 ----------

Nesneler için söylenenler, birliğin belirtisidir. Gönlün bazen varlığa bazen yokluğa yönelmesine dair sözler de, esasında birlik aşamasının göstergesidir. Çokluk için söylenenler ise, açıkça ortaya çıkan olayların işaretidir. Her gördüğü nesne için bu benim demesiyle ilgili sözler ise birliğin belirtisidir. Bütün bunlar Hak’tan gelen uyarılardır. Amaçlanan birlik, hali hazırdaki tatlı görünen birlik değildir. Gerçek amaçlanan birlik bunun çok üstündedir. Allah yoluna kendini adayan kişi, bu birlikle bütün nesnelerin kendine bağlı olduğunu ve bu nesnelerin kendi kişiliğinde bulunduğunu hisseder. Bu aşamayı izah etmek mümkün değildir ve bunu tatmayan tadını bilmez.

Tasavvuf gerçekleşince münafıklık başlar. Gerçek sofi, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve hiçbir insan gönlünün hatırlamadığı olayları görür. İnsanlara akıllarının alabildiği ve onlara uygun olanları anlatıp, söylediği halde öldürülmesine neden olabilecekleri ise, gönlünde saklı tutar. Bu durumda nasıl münafık sayılmaz?
Bunları buraya aktarmama bir faydası olacağını sanmıyorum. Bu fakirin aklına gelen ve yalnız birlikte değil, aynı zamanda yiğitlik ve cömertlikle de ilgisi bulunan bazı söylenenleri zikredelim. Buna örnek olarak sadece kulaktan kulağa duyulan ve görülmeyene ilme’l yakin denir. Görerek öğrendiği ise, ayne’l yakindir. Kendi yaptığı bir iş ise de, hakka’l yakin dir. Böylece ilme’l yakin şüphe götürmeyen bilgidir. Fakat görülmemiştir. Ayne’l yakin ise, görerek bilmektir. Hakka’l yakin ise de, kendisidir. Birlikte gerçekleşmesi için şunlar söylenir:

Kişi Hakk Teâlâ’nın varlığını başka bir etken olmadan ve şüphe kanıtı aramadan bilirse, ilme’l yakindir. Bunu tanık, kanıt ve gözle görüp anlamaya çalışırsa, bu duruma da ayne’l yakin denir. Bu sözler esasında rüya ve gözle görmeyi değil, hünerin olgunluğunu ifade eder. Zira Allah benzerden ve benzetilmeden münezzehtir. Kişi Allah’tan başka bir varlığın bulunmadığını ve bütün varlığın Allah olduğunu bilirse, buna hakka’l yakin denir. Zira bu Hakk’la gerçekleşmiştir. Bu durumda varlık kalmaz; bütün varide Allah Teâlâ’nındır. Allah’ı anma, anan ve andan birdir ve bu da Allah’tan başka bir varlığın bulunmadığı anlamındadır. Allah varlığın gerçeği dolayısıyla anma, anılma ve anılan üçüde birdir. Bu da ilme’l yakindir. Hakke’l yakin ise, kendini Allah yoluna adayan kişinin bunda tahakkuk etmesi anlamına gelir. Ben bu aşamada dilde dolaşan ve görülen anışın gerçek anışın sureti olduğunu gördüm. Gerçek anışın da gönülde oluştuğunu gördüm ve bundan dolayı gönüle anış adı verilmiştir. Gönüle aynı zamanda Hakk adı da verilir. Bütün, bir olmuştur. Bu tıpkı suyun rüzgâr estiği zaman dalgaya dönüştüğü hale benzer. Hâlbuki gerçekte dalga sudan başka bir şey değildir. Gönül ve anışta da durum aynıdır; anış, bütün gönlü kaplar ve böylece gönül bütünüyle anışa dönüşür. Dildeki anış gönüldeki anısın suretidir ve aynı şekildedir. Fakat gönül şekilden münezzehtir. Ama aşama, kesinlikle bunu böylece yüklenmemi gerektiriyor. Bundan da şu anlaşılıyor ki: Gönülde iki düşünce birden birleşemez. Çünkü gönüle gelen düşünce, o aşamada başka bir düşünceye yer bırakmayacak kadar onu kaplar. Bu da tıpkı deniz suyu gibidir; esen rüzgârın etkisiyle dalgalanır ve bu dalga şeklini rüzgâr esip dalga devam ettikçe başka bir biçimde düşünmek imkânsızdır. Bunu iyi anla! Öyle sanıyorum ki, bu ince konuyu benden önce kimse ele almamıştır. Allah daha iyi bilir.



Sizler Allah’ın, Peygamberlerin ve velilerin söylediklerim anlamıyorsunuz. Akıllarınızın eksikliği, gönüllerinizin bulanıklığı, âhiretle ilgili gafletiniz ve aşırı derecede dünyaya bağlılığınız, sizi gerçeklerden uzaklaştırmıştır ve gerçeği öğrenmenizi engellemiştir. Fakat doğruluğunuz da yanlış yola sapmanız içinde yer almaktadır. Bundan dolayı şeriat düzenleyicisi de bunu size acıdığı için böyle tesbit etti. Çünkü sizin doğruluğunuz cehaletinizde yer almaktadır. Aynı zamanda kader meselesi hakkındaki en bilgiliniz, en cahilinizdir. Gözleriniz bunu görmemiştir, bunun sebebi Peygamber ve bütün velilerin bilmemesinden değil; onlar bunu güneşi bildikleri gibi bilirler. Fakat akıllarınızın eksikliğinden dolayı, size v izah etmiyorlar. Sana gelince, eğer sen de içini temiz tutarsan söylediklerini anlayabilirsin.



---------- Mesajlar Birleştirildi at 13:47 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 13:46 ----------

varoluş ile yok oluş ezelî ve ebedîdir ve dünya ile âhiret ise izafîdir. Görünen dünya fâni ve görünmeyen âhirete baki denmiştir. İkisi de ezelî ve ebedîdir. Ancak diğer ebedî olan âhirete verdir. Kişilerin elde ettikleri olgunlukların tatları, huriler, köşkler ve cennetlere benzetilmiştir. Bunlara verilen adlar takma adlardır. Çünkü eksik, câhil ve kıt akılları bulunan kişilere gerçek bu vesile ile anlatılabilir.
 
Son düzenleme:
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst