Askerlik, İnsan Öldürme Sanatı Mı?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefi Tartışmalar kategorisinde fides tarafından oluşturulan Askerlik, İnsan Öldürme Sanatı Mı? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 18,752 kez görüntülenmiş, 101 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefi Tartışmalar
Konu Başlığı Askerlik, İnsan Öldürme Sanatı Mı?
Konbuyu başlatan fides
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan odun

Macavity

Üye
Yeni Üye
Katılım
23 Eyl 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Bunu eklemezsem olmaz. Herkesin dikkatle okumasını tavsiye ederim. Hocama saygılarımla:

Anti-Militarizm Sorumluluktur...


Kapitalizmin askerî güç eşliğinde hegemonik bir sistemin yönetimi altında ve bir savaş formunda yayılmasının en yıkıcı sonuçlarına tanık olunan bir zamanın çocukları, bu yıkıma karşı durmanın zeminini ararken genellikle anti-militarizmi merkezî ekseni yapan alternatif hareketler arayışındalar. Anti-militarist tavrın, neo-liberal yayılmaya karşı politik bir direnme alanı yaratma çabasının anlamı ve içeriğini sorgulamak, doğrudan anti-militarizmin salt bir karşı tavır/duruştan fazla bir şey, bizzat bir politika olup olamayacağını da sorgulamak olacaktır.

Bugün daha çok uluslar-üstü bir savaş politikasına karşı çıkışta ve “savaşa hayır” sloganında cisimleşen, bu savaşın ya da tüm savaşların elemanı olmayı reddedenlerin ortaya koydukları “vicdani red” ve “sivil itaatsizlik” eylemleriyle kamusal alanda görünür kılınmaya çalışılan anti-militarizmin politik hedefi, militarizmin politik hedefinin ilgasında saklı olsa gerek. O halde anti-militarizmin bir politika olup olamayacağını tartışmak, öncelikle militarizmin ne türden bir politika olduğunun anlaşılmasını gerektirir. Çünkü anti-militarizm esasta kapitalizm ve emperyalizme karşı güçlü bir eleştiri aracılığıyla ortaya konulmuş olan ve güce dayalı egemenlik sisteminin reddi anlamına gelen bir harekettir. Başka deyişle anti-militarizmin anlamı, salt bir savaş ve şiddet karşıtlığında değil bir tahakküm biçiminin eleştirilmesi ve reddedilmesinde bulunmalıdır. Bu tahakküm biçiminin militarist devlet formunda cisimleştiği göz önüne alınırsa, anti-militarizm kapitalizmin yarattığı güç tekeli olarak devlet ve egemenlik formunun reddidir. Çünkü militarizm yalnızca ordulara ait bir nitelik değil, tersine bu orduları egemenliğinin temel taşıyıcısı ve devam ettiricisi olarak tesis eden bir sistem ve düzenin niteliğidir.

Teknik ve araçsal akıl temelinde tesis edilen modern devletin temel niteliğidir militarizm ve modern devlet, kapitalizmin düzen ilkesine göre kurumsallaştırılmıştır. Bu düzen, içinde yer alacak tüm ögelerin yerinin ve işlevinin belirlendiği, dolayısıyla toplumun üyelerinin her birinin düzenin bir parçası olarak işlemesinin sağlandığı bir kontrol düzenidir. İnsanlar arası bağıntının, insanlara ait bir nitelikten değil, onları bir düzen içinde birarada tutan kontrol sisteminden kaynaklandığı bu modern devlet yapısının esası, niteliği bakımından aynılaştırılmış, işlevleri bakımından farklılaştırılmış insan topluluğunu güç ve zor altında birarada tutmak ve zoru, güvenlik ve barış adına meşrulaştırmaktır. Böylece devlet, bir yandan düzene uygun insanı biçimlendirme araçlarını, diğer yandan da bu düzeni muhafaza edecek aygıtları içinde taşıyan örgütlü bir güç olarak kurumsallaşır.

Modern devletin nesnesi olarak yapılandırılmış olan toplumsallığın niteliği, devletin varlık nedeniyle biçimlenmiştir. Toplumsallığı işlevsel bir biraradalık olarak tanımlayan modern devletin toplumsal üyeleri, bir düzen içinde yaşayabilmelerinin koşulu olarak, devletçe taşınan düzen ilkesine uymak, itaat etmek zorundadırlar. Bu toplumsallık, bir itaat ilişkisinin gerektirdiği ödev ve sorumluluk ağıdır; düzenin gerektirdiği normatif yapı altında herkesin ödev ve sorumluluklarının belirlenmiş olan bir yapıdır. Hak ve yetkilerin yerine getirilecek işleve uygun olarak dağıtıldığı bu hiyerarşik disiplin toplumunun temel niteliği, o halde, militarizmin temel niteliğiyle örtüşmekte, daha doğrusu modern toplumsal düzen askerî bir düzene referansla kurulmuş görülmektedir. Bu durumda, modern güç devleti, bizzat militarizmdir.

Militarizmin mantığına göre düzenlenmiş bu devlet ve toplumsallık yapısının, toplumsal güçlerin karşı çıkış ve direnişleriyle önemli kırılmalara uğratıldığı aşikar. Ancak bu devlet mantığını talep eden kapitalizmin varlığını giderek daha şiddetli bir yayılmacılıkla sürdürdüğü de aşikar. Bugün militarizm, hem emperyalizmin yayılma kipinde hem de devletler arası ilişkide içkindir. Çünkü hem emperyalizmin mevcut yayılma politikasına hem de devletler arası politikaya egemen olan iki kavram var: Korku ve kontrol. Militarizmi var eden şey, modern devletin kurucu idesi, korku kavramında temellenen güvenlik talebiydi. Bu nedenle militarizm, korkunun içselleştirilmesi demektir; ancak korku sürekli kılındığında militarizm varlığını sürdürebilir. Bu nedenle sistemin bekası için korkuyu canlı tutmak ve sürekli yeni bir düşman tanımlanmak zorundadır. Mevcut dünya hali, tam da bu korkunun sürekliliği ve hatta korkunun yükseltilmesi halidir.

Tekrar söyleyelim, yalnızca savaşlarda açığa çıkan bir nitelik, orduların egemen olduğu hallerde açığa çıkan bir nitelik değil militarizm. Militarizm tekniğin egemen olduğu, aklın araçsallaştırıldığı, insanların tek biçimli bir aynılaştırılmaya uğratıldığı, dolayısıyla insanların eylemlerinin kendi yargılama/düşünme yetileriyle değil, bir düzen mantığının kural koyuculuğuyla belirlendiği bir yaşam biçimini düzenlemedir. Bu düzenleme şiddet, zor, baskı, manipülasyon ve tahakküm aracılığıyla gerçekleşir. Böyle bir düzen içinde hiçbir şey, otonom, bağımsız bir varlığa sahip olamaz; çünkü sistemin parçası olmak dışında bir anlamı ya da niteliği olmadığı, her bir varlık anlamını sistemin mantığından aldığı için, herkesin iradesi bu iradeleri düzenleyen ilkenin belirlenimindedir.

Militarizmin neye işaret ettiği ve niteliklerinin ne olduğuna ilişkin ortaya konulan bu tanımlamaların ilk sonucu, militarizme karşı olmanın yukarıda betimlenmeye çalışılan insanlık halinin devamına karşı olmak anlamına geldiğidir. Gerçekten de, eğer insanlık halini, korku, tahakküm ve baskı altında yaşamak olarak değil de, dayanışma, özgürlük hali olarak değiştirmek için, militarizme topyekun bir karşı çıkış gerekir. Başka deyişle insan olmayı, boyun eğme, itaat etme, bir sistemin salt bir ögesi olma nitelikleriyle tanımlamıyor, kendi özgürlüğünü nesnelleştirme akıl ve iradesine sahip bir varoluş olarak tanımlıyorsak, militarizme karşı çıkmak özgürlük adına bir sorumluluktur. Çünkü, korkunun egemen olduğu, ortak yaşamı belirleyenin güç ve kontrol olduğu, bu nedenle şiddetin tüm formlarıyla insanlar arası ilişkiye yayıldığı bir toplumsallıktan farklı türde bir biraradalık için militarizme karşı çıkmak zorundayız. Bu zorunluluktan dolayı anti-militarizm sorumluluktur.

Anti-militarizm bir tahakküm sisteminin reddi ve değiştirilme talebi anlamına gelmesi bakımından politik bir sorumluluktur. Aynı zamanda bir insan olma halinin savunulması ve korunması talebi olarak anti-militarizm ahlaksal bir sorumluluktur. Başka deyişle, düzenleme, idare etme anlamındaki bir politika olarak militarizme karşı çıkmak, politikanın anlamını değiştirmeyi gerektireceğinden politik bir bakış açısıdır; bu karşı çıkışta dayanak olacak olan insan olma tanımından kaynaklanacak insanlık değerini eylemin ilkesi yapmak bakımından ise ahlaksal bir bakış açısıdır. Bu ahlakın, anti-militarizmin bir politika olarak içinde taşıması gereken bir ahlak olduğunu, bir direnme ahlakı olduğunu da hemen belirtelim.

Militarizm, bir korku rejimi olduğu için, insanlar arası ilişkiyi dost-düşman kavramlarıyla kategorize ederek insanların bir grubunun başka insan topluluklarının yok edilmesini onaylamasını, meşrulaştırılmasını sağlayacak, hatta bu yok etmeye bizzat katılmasını, değilse de bu yok edişi seyretmesini sağlayacak biçimlendirilmiş bir zihin durumunu yarattığından, anti-militarizm bu insanlık dışı insanlık haline karşı çıkmak anlamına geldiğinden politik bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, militarizmin egemen olmadığı bir dünya kurma iradesini yaratma sorumluluğudur. Dost-düşman kategorileriyle biçimlendirilen homojen bir toplum yaratma ve bu toplumu her türlü başka olana karşı bir korku ile besleme işleminin ideolojik çerçevesi milliyetçilikle sağlanır. Milliyetçilik, militarist bir devlet örgütlenmesi altında “bütünleştirilen”, karakterini ve kimliğini devletin taşıdığı ve vazettiği hakikatten alan toplumların başka olana, aynılaşmamış olana, farklılık taleplerine karşı dışlama, reddetme ve giderek yok etme tavrını içselleştirmesini sağlayan bir ideolojik çerçeve olması bakımından, militarizmin ideolojisidir. Ulusal, ırksal, kültürel öz tanımlarına dayalı milliyetçiliklere, dünya ölçeğinde bir refah milliyetçiliğinin de eklendiği göz önüne alınırsa, neo-liberal yayılmacı politikanın özü gereği milliyetçi olduğu ve her türlü milliyetçiliği militarist bir dünya düzeni için destekleyeceği açık olur. O halde anti-militarizm zorunlu olarak anti-milliyetçiliktir ve hatta milliyetçi ideolojiyi var kılan her türlü özcü politikanın reddidir.

Militarizm, tekniğin egemen olduğu, şiddet ve zor aracılığıyla sağlanan bir kontrol/güç düzeni olduğuna, eleştirel aklı yok eden teknik, araçsal, hesaplayıcı bir aklın hegemonyası olduğuna, bu teknik karşısında insansal iradeyi hiçleştiren bir yapı olduğuna göre, aslında iradesizleştirilmiş insanların üstünde bir egemenlik, tahakkümdür. İradesizleşmiş insanın, eylemlerini buyruk ve görevlerin belirlediği insanın, düşünme yeteneği de ortadan kaldırılmıştır. Kitle toplumu adı verilen bu bir modele göre biçimlendirilmiş ve eylem ilkesini kendi düşünme etkinliğiyle tesis edemeyen, böylece temel niteliği, uyma ve itaat olan insana özgürlüğünü, iradesini geri verme, militarizmin temsil ettiği politik “kötü”yü ortadan kaldırmakla mümkündür. Bunun için aslında insanın iradesini geri kazanma mücadelesine girmesi, politik alanı söz, konuşma ve kendi özgürlüğünü gerçekleştirecek eylem alanı olarak yeniden kurmasıyla mümkündür. Anti-militarizm, bu türden bir politik alanın kurulma iradesi olarak kendisini ortaya koyduğunda kendisini bir politika olarak sunabilir. Bu anlamda, politikaya gerçek içeriğini kazandırma yönelimini içermesi bakımından, anti-militarizm özgürlük alanı olarak politika için bir sorumluluktur.

Şiddet tekeli olarak modern devletin özü gereği militarist olduğunu hatırlayalım. Öyleyse, devlet devlet olmak bakımından militarizmin taşıyıcısıdır ve devletin var olduğu her yerde militarizm egemendir. Bunu kapitalizmin ilgasına dayalı devlet projelerinde de açıkça gördük. Sosyalist devlet de aynılaştırma, “bir” yapma modeliyle kurumsallaştığında, sosyalist iktidarın sembolü “Kızıl Ordu” oldu, sosyalist gücün gösterisi, meydanlarda ordunun tüm teknik donanımı ve gücüyle boy göstermesi oldu. Sosyalist devlet de sosyalist toplumu mevcut ve mümkün düşmanlara karşı farklı türden bir ideolojik milliyetçilikle biçimlendirdi ve devletin yok edici, yıkıcı etkinlikleri bu milliyetçilikle meşrulaştırıldı. O halde sorun, güç kavramından kaynaklanıyor. Gücü egemen yapmak, gücün tahakkümüne yol açıyor; teknik gücün insansal eylemler karşısındaki güçlülüğü, insansal eylem alanını yıkıyor. Böylece devlet, her türünde, gücün sahibi olarak, kontrol eden, tahakküm eden, militarist bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Anti militarizm, bu tür bir güç odağının reddidir; gücün egemenliğinin reddidir; devletlerin ve onların güç sembollerinin reddidir. Anti-militarizm özü gereği enternasyonalisttir ya da başka türlü söylersek anti-militarizm için vatan dünyadır. Bu nedenle anti-militarizm, dünyayı devletler arası bir güç, strateji ve denge oyunu alanı olmaktan çıkarmaya, dünyayı insansal özgürlüğün nesnelleşme alanı olarak kurmaya yönelik bir sorumluluktur.

“Başka bir dünya mümkündür!” sloganında cisimleşen ve gerçekte dünyaya karşı sorumluluk ilkesiyle temellenen anti-militarist politik sorumluluğun, doğrudan farklı bir politika arayışının taşıması gereken sorumluluk olduğu açıktır. Sorumluluk kavramı her zaman aynı zamanda ahlaksal bir içerik de taşır. Çünkü eleştirel aklın kılavuzluğunda ortaya konulan bu politik sorumluluk yalnızca bir bilinç edimiyle değil, vicdan edimleriyle de görünür kılınmalıdır. Aslında vicdan, bir yandan kişinin tek başınalığı içinde kalmasına yol açabilecek, dünyaya karşı hiçbir sorumluluk taşımadan kendi vicdanının temizliğiyle yetinilmesine yol açabilecek a-politik bir ahlaksal dayanak da olabilir. Ancak, anti-militarist bir bakış açısının dünyaya ilişkin sahip olduğu değer, vicdanların da değeri olduğunda, vicdan farkındalıkla, bilinçle beraber yürür; bu durumda vicdan kişinin kendisine kapanmasına değil, tersine tüm kötülüklere karşı durmasına sevk eden bir ahlaksal güç haline gelir. Bugün vicdani reddin, militarizmin üyesi olmayı reddetmenin anlamı buradadır. Vicdani red eylemleri, militarizmin çıplak şiddet ve zorunun teşhir edildiği eylemler olarak okunabilir ve bu eylemler aracılığıyla militarizme ilişkin kamusal bir tartışmanın ortaya konulma çabaları da bunun bir göstergesidir. Vicdani reddin bir hak olarak kabulü konusunda ortaya konulan mücadeleler, gerçekte militarizmin zayıflatılması, ortadan kaldırılması mücadeleleri değil midir? Çünkü asker olmayı reddetme, yanlıca savaşmayı, şiddeti reddetme değil, hiçleştirilmeyi, itaat eri yapılmayı, iradesizleştirilmeyi ve bağımsız düşünme yeteneğinin elinden alınmasını reddetmedir. Ayrıca, vicdani red eylemleri, militarizme karşı, güç tekeline karşı direnme alanlarının yaratılması ve çoğaltılması için önemli dayanışma ağları yaratmak bakımından da önemlidir. O halde, vicdani red eylemleriyle dayanışmak, anti-militarizm gereği bir ahlaksal sorumluluktur.

Militarizm, bir itaat düzeni olduğundan, itaat etmeme doğrudan militarist düzenin reddi anlamına gelir. Vicdani reddin içerdiği bu itaat etmeme tavrı, sivil itaatsizlik olarak adlandırılan bu tavır, bireyin vicdanı gereği otoriteye boyun eğmeme tavrı, otoritenin kontrol gücünün dışında kalan alanlar yaratması bakımından değerlidir. Gücün kontrol edemediğini, boyun eğmemeyi, itaati sağlayamadığını göstermek, gücün kontrolünden çıkılabileceğini göstermek anlamına da gelebilecek olan bu sivil itaatsizlik tavrının, ahlaksal bir tavır olmakla kalmayıp politik bir eylem olarak tanımlanabilmesi için Etienne Balibar, “yurttaş itaatsizliği”ni -civic itaatsizlik- öneriyor.2

Sivil itaatsizlikten farklı olarak, vicdanın değil toplumsal ve politik sorumluluğun harekete geçirdiği bu itaatsizlik, Balibar tarafından “devlete boyun eğmeme konusunda kamusal bir inisyatifle kendi yurttaşlıklarını yeniden yaratan yurttaşlar”ın3 itaatsizliği olarak tanımlanıyor. Adil olmayan, dolayısıyla meşru olmayan her türlü yasa, devlet eylemine karşı kamusal bir direniş olarak tanımlanabilecek olan bu itaatsizlik, bu yasa ya da eylemin kamusal reddiyle ve bu reddin ilanıyla mümkündür. Devletin her türlü yok edici, yıkıcı eylemine karşı kamusal bir direnç oluşması, kamunun direnme hakkını kullanması, yok edici, yıkıcı devlet eyleminin yöneldiği insanlara karşı bir sorumluluktur; adil olmayan bir yasanın zor yoluyla tahakkümünün engellenmesi için kamusal bir inisyatif geliştirmek demokrasi için bir sorumluluktur. O halde, yurttaş itaatsizliği, yurttaş olmanın olmazsa olmaz koşulu olan politik sorumluluğun gereğidir. Politik sorumluluk, kişinin kendisini kollektif bir varoluş içinde tanımladığı yurttaş olma halinin içeriğidir; çünkü kolektif varoluş tüm diğerlerini hesaba katma, diğerleriyle karşılıklı bir bağ içinde olma hali olduğundan, yurttaş olmak müşterek yaşam kipine, dolayısıyla adalet için sorumlu olmak anlamına gelir. Adalet, zor, baskı, tahakkümün ortadan kaldırılması ve özgürlüğün kabul edilmesi talebidir. Yurttaş olmanın yeniden yaratılmasının anlamı buradadır: Yurttaşların devletin zor, baskı ve tahakkümüne direnmeleri, bir yurttaş itaatsizliği inisyatifi ortaya koymaları, kötülüğün sıradanlaştırılmasını engellemek içindir ve bu politik sorumluluktur.

Görülüyor ki, anti-militarizmin talep ettiği sorumluluk ahlaksal bir sorumluluğun ötesine geçmeli ve dünyaya karşı sorumluluk idesinde temellenen politik bir sorumluluk olarak tanımlanmalıdır. Çünkü “Bu dünyadan gitmek zorunda kalacağımız gün, arkamızda daha iyi bir dünya bırakmak, iyi bir insan olmuş olmaktan daha önemli olacaktır.”4


Nilgün Toker Kılınç



1 Bu ifadeyi militarizme karşı yazı ve konuşmalarında sıkça kullanan Taha Parla’dan ödünç aldım. Ayrıca bunun niye ve ne türden bir sorumluluk olduğunu düşünme ihtiyacını da kendisine borçluyum.
2 Bkz. Balibar E., Droit de cité, Ed. de Aubé, 1997, ss.17-23
3 A.g.e., s.17.
4 Arendt H., Vies politiques, Gallimard, Paris, 1974, s.227-228.





http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=323&dyid=4847&dergiyazi=Anti-Militarizm Sorumluluktur...
 

SenexIratus

Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Kas 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
1
Puanları
18
Yaş
77
Oncelikle cok degerli Nilgun hocama selamlar,

Yazisinda dikkatimi ceken noktalari paylasmak istiyorum;


"...Bu tahakküm biçiminin militarist devlet formunda cisimleştiği göz önüne alınırsa, anti-militarizm kapitalizmin yarattığı güç tekeli olarak devlet ve egemenlik formunun reddidir. Çünkü militarizm yalnızca ordulara ait bir nitelik değil, tersine bu orduları egemenliğinin temel taşıyıcısı ve devam ettiricisi olarak tesis eden bir sistem ve düzenin niteliğidir..."



Devlet kurumunun alternatif cozumu ise 7000 senedir bulunabilmis degildir. Bizler devletli yapilarin icine doguyoruz ve bu kurumu icsellestiriyoruz. Onsuz bir hayat dusunemiyoruz. Bu turden girisimler komik tasarilardan oteye gidemiyor, cunku binyillardan beri hicbirimiz devletsiz yasamadik ve bunun nasil olacagini bilmiyoruz. Dolayisiyla bir kuruma felsefece saldirirken, olumsuz yonlerini bildirmenin yaninda, alternatif bir cozum de getirmemiz gerekiyor. Nilgun hocam devleti reddederken, devlete alternatif bir yapi sunuyor mu? sunuyorsa bu yapi nasildir, ic dinamikleri nelerdir?



DIGER KONU:
"...Böylece devlet, bir yandan düzene uygun insanı biçimlendirme araçlarını, diğer yandan da bu düzeni muhafaza edecek aygıtları içinde taşıyan örgütlü bir güç olarak kurumsallaşır..."
"...Militarizm tekniğin egemen olduğu, aklın araçsallaştırıldığı, insanların tek biçimli bir aynılaştırılmaya uğratıldığı, dolayısıyla insanların eylemlerinin kendi yargılama/düşünme yetileriyle değil, bir düzen mantığının kural koyuculuğuyla belirlendiği bir yaşam biçimini düzenlemedir. Bu düzenleme şiddet, zor, baskı, manipülasyon ve tahakküm aracılığıyla gerçekleşir. Böyle bir düzen içinde hiçbir şey, otonom, bağımsız bir varlığa sahip olamaz; çünkü sistemin parçası olmak dışında bir anlamı ya da niteliği olmadığı, her bir varlık anlamını sistemin mantığından aldığı için, herkesin iradesi bu iradeleri düzenleyen ilkenin belirlenimindedir..."
"...Gerçekten de, eğer insanlık halini, korku, tahakküm ve baskı altında yaşamak olarak değil de, dayanışma, özgürlük hali olarak değiştirmek için, militarizme topyekun bir karşı çıkış gerekir. Başka deyişle insan olmayı, boyun eğme, itaat etme, bir sistemin salt bir ögesi olma nitelikleriyle tanımlamıyor, kendi özgürlüğünü nesnelleştirme akıl ve iradesine sahip bir varoluş olarak tanımlıyorsak, militarizme karşı çıkmak özgürlük adına bir sorumluluktur. Çünkü, korkunun egemen olduğu, ortak yaşamı belirleyenin güç ve kontrol olduğu, bu nedenle şiddetin tüm formlarıyla insanlar arası ilişkiye yayıldığı bir toplumsallıktan farklı türde bir biraradalık için militarizme karşı çıkmak zorundayız. Bu zorunluluktan dolayı anti-militarizm sorumluluktur..."


Kesinlikle dogru, devlet toplumsal duzen icin vardir. Duzen felsefede en onemli kavramlardandir. Duzeni niye savunayim? Duzene karsi ciktigim durumda bile yeni bir duzen oneriyorum da ondan. "bu duzen kotu!" diyorum ama baska bir duzenin iyi olacagini soyluyorum. Duzensizligin iyi olacagini soylemiyorum.


Bireyciligi sonuna kadar goturdugumuzde ise toplumu ortadan kaldirmamiz gerekiyor. Yani birilerinin anarsist olabilmesi icin duzenin olmasi gerekir. Herkesin anarsist oldugu bir ortamda duzen kalir mi? Ya da anarsistlikten bahsedilebilir mi? Artik burada bir karmasadan soz edilebilir. Herbirimizi birbirimizden bagimsiz bireyler olarak sayarsak orada bir deger filan kalmiyor.


Toplumsal duzen dagildiginda, baska toplumlar tarafindan duzen altina alinmazsa o topluluk; cemaat, aile ya da cete birimlerine donusuyor.


Ve evet dogru, devlet kurumunun birinci dereceden degeri GUCtur. Fakat bu yeni bir durum degil, sadece kapitalist gorusle modern gorusle alakali degil. Devlet kurum olarak var oldugundan beri GUC ile ilintilidir. Eger boyle olmasaydi cevresindeki guc sahibi devletler tarafindan yok edilirdi.


Tamam kabul edelim, devletin haksizliklar merkezi oldugunu dusunelim, devletleri ortadan kaldiralim; peki birarada nasil duracagiz?

iyiyi istedigimizde, iyinin nasil olmasi gerektigini de soylememiz gerekiyor.
 

SenexIratus

Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Kas 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
1
Puanları
18
Yaş
77
DIGER KONU:

"...Militarizm, bir korku rejimi olduğu için, insanlar arası ilişkiyi dost-düşman kavramlarıyla kategorize ederek insanların bir grubunun başka insan topluluklarının yok edilmesini onaylamasını, meşrulaştırılmasını sağlayacak, hatta bu yok etmeye bizzat katılmasını, değilse de bu yok edişi seyretmesini sağlayacak biçimlendirilmiş bir zihin durumunu yarattığından, anti-militarizm bu insanlık dışı insanlık haline karşı çıkmak anlamına geldiğinden politik bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, militarizmin egemen olmadığı bir dünya kurma iradesini yaratma sorumluluğudur. Dost-düşman kategorileriyle biçimlendirilen homojen bir toplum yaratma ve bu toplumu her türlü başka olana karşı bir korku ile besleme işleminin ideolojik çerçevesi milliyetçilikle sağlanır. Milliyetçilik, militarist bir devlet örgütlenmesi altında “bütünleştirilen”, karakterini ve kimliğini devletin taşıdığı ve vazettiği hakikatten alan toplumların başka olana, aynılaşmamış olana, farklılık taleplerine karşı dışlama, reddetme ve giderek yok etme tavrını içselleştirmesini sağlayan bir ideolojik çerçeve olması bakımından, militarizmin ideolojisidir. Ulusal, ırksal, kültürel öz tanımlarına dayalı milliyetçiliklere, dünya ölçeğinde bir refah milliyetçiliğinin de eklendiği göz önüne alınırsa, neo-liberal yayılmacı politikanın özü gereği milliyetçi olduğu ve her türlü milliyetçiliği militarist bir dünya düzeni için destekleyeceği açık olur. O halde anti-militarizm zorunlu olarak anti-milliyetçiliktir ve hatta milliyetçi ideolojiyi var kılan her türlü özcü politikanın reddidir..."

Dogru; degersizlestirme, yargilama, adaletsizlik, haksizlik kacinilmaz sekilde devletin bir parcasidir. Devlet olma durumunda ahlaki acidan haksizliklar bir sekilde isleniyor onune gecilemiyor.

Fakat zaten bu degersizlestirme durumu ahlak haricindeki tum yapilanmalarda (din, devlet, siyaset, vs.) kendini gostermektedir. Bunun sebebi ise kendini ustun gorup digerlerini degersizlestirme durumunun insan olmanin bir geregi olmasidir. Buradan ortaya cikan savaslar degersizlestirme ortadan kaldirma turunden cabalar tutarli bir sonuc olarak ortaya cikiyor.

Degersizlestirme mekanizmasinin arkasinda bireyin duygu durumu, dogasi, insan olma durumu varmis gibi duruyor. Eger kendimi digerlerinden ustun goruyorsam, digerlerini begenmiyorsam, eger karsimdakilerde ayni duygu durumundalarsa ister istemez catisiriz. Iste bu catisma durumu baskalarini degersizlestirmeyi de mesrulastiriyor.

Antimilitarizm dedigimizde de farkindaysaniz militarizmi ve mensubu olan cogunlugu degersizlestiriyoruz. O halde yine bir taraf olmus oluyoruz. Demek ki daha evrensel bir yapiya ihtiyacimiz var. Iste bu sorunlarin ustesinden gelebilmek icin en onemli kaynagimiz ahlaktir.
 

SenexIratus

Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Kas 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
1
Puanları
18
Yaş
77
DIGER KONU:
"...Gücün kontrol edemediğini, boyun eğmemeyi, itaati sağlayamadığını göstermek, gücün kontrolünden çıkılabileceğini göstermek anlamına da gelebilecek olan bu sivil itaatsizlik tavrının, ahlaksal bir tavır olmakla kalmayıp politik bir eylem olarak tanımlanabilmesi için Etienne Balibar, “yurttaş itaatsizliği”ni -civic itaatsizlik- öneriyor.2..."

Eger devletin tum imkanlarindan faydalanip vatandaslik haklarimizi sonuna kadar kullaniyorsak, "Yurttas itaatsizligi" ne kadar etik bir hareket olacaktir? Tabiki her duzenin bir eksigi vardir. Cunku insan akli ile kurulmaktadir. Fakat kurulu bir sistemi begenmiyorsak ve yeni bir cozum yolu biliyorsak bunu yasal yollarda dile getirmek gerekir ki isleme konabilsin.

DIGER KONU:
"...adil olmayan bir yasanın zor yoluyla tahakkümünün engellenmesi için kamusal bir inisyatif geliştirmek demokrasi için bir sorumluluktur..."

Demokrasi aslinda totemlestirdigimiz kavramlarimizdan biridir. Genellikle iyi oldugunu dusunuruz pek de sorgulamayiz. Peki demokrasi gercekten de boyle totemlestirilebilecek kadar masum ve sabit bir yapilanma midir?

Simdi demokrasiye tekrardan bakalim isterseniz;
Turkiyede cok partili sistem ile demokrasi ilan edilmis oldu. Peki demokrasilerde darbe olur mu? Kac tane darbemiz var? 5 tane. Dunyadaki tum demokrasiler birbirleriyle ayni midir? Degildir.

O zaman buradaki demokrasiyi nasil anlayacagim? ve Turkiye acisindan 1950 ile 2000 deki demokrasinin anlami ayni midir? Ayni olamaz. Kendi ic yapisi acisindan degisiyor. Toplumsal sartlar birtakim degerlerin yeniden tanimlanmasini gerektiriyor. Birseyi totemlestirdigimiz zaman degismeyecekmis algisini yasariz. Bu yanlistir. Totemlestirilmis kavramlara yakindan baktigimizda iclerinde cok buyuk bosluklar oldugunu goruruz.
 

efefel

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2010
Mesajlar
202
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
39
askerlik bir savunmadır.
insan öldürmeyi öngörmez.ben askerliğimi hakkari çukurca da yapan biri olarak.
askerlikten insan nasıl öldürülür ü öğrenmedim.
seni öldürmek için eylem içinde olan birini,birilerini nasıl etkisiz hale getirirsin.öğretilen bu.
diğer ülkeleri bilmem tabi ama Türkiye'mizde askerlik müthiş işleyişi olan bir savunmadır.
 

Zadig

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 Haz 2010
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Militarizm zorunlu bir alternatiftir. Aklı başında olan hiç kimse başka birinin ölmesini istemez. Ama eğer ortada insan haklarına tecavüz ve ya milli birliği zedeleyecek durum var ise toplumu savunacak bir kitle gerekir. Bu da askerlerdir.
 

bypiso

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 Eyl 2010
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Türkler hiçbir zaman, hiçbir millete şiddet ile yaklaşmadılar. Ama hep saldırıya uğradılar. Bu milletin bayrağı yakıldı, Kur'an yakıldı, peygamberine edilmedik küfür kalmadı birilerince. Bizim toprağımızdan organikleri çalıp, genetiği ile oynadıkları ne varsa geri verdiler. Artık sağlıklı çocuklar doğmuyor!..

Şimdi soruyorum! Hangi insanların ölümünden bahsediyorsun? Eğer PKK'lılara insan diyorsan, evet Mehmetçik insan öldürüyor. Bir itirazın mı var?

Ben insan haklarına saygılıyım, elime silah almam diyen varsa gitsin bu ülkeden!!!
 

Macavity

Üye
Yeni Üye
Katılım
23 Eyl 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Her millet başka milletlere şiddetle yaklaşmıştır, kendi kendine kurulmaz koskoca imparatorluk. Kimse kimseye gel bak Anadolu ne güzel bir yer, hadi yerleş buraya demez. Buna karşılık, ve ilk önermenin doğal sonucu olarak, her millet de şiddete uğramıştır. Peygamberlik ve dinler ise - Yahudilik dışında - bir millete özel değildir... Mesele her türlü şiddete ve haksızlığa eşit şekilde karşı durmaktır. Eline silah almama tercihi de bir insan hakkıdır. Organik de çalınabilen bir şey değil zaten. Eğer bir ülkenin kendi tarımını geliştirebilecek gücü ve iradesi yoksa, başkasını suçlamadan önce kendi izlediği politikalara, bunların sonucu olarak neden ve nasıl her denileni yapacak kada dışa bağımlı olduğuna bakmalıdır. Elinde olanı korumayı beceremeyen her devlet, elindekileri kaybetmeye mahkumdur. Güç sadece askeri güç değildir. Kültürel, ekonomik ve siyasi güç ve bunlar ile gelişen bilimsel, teknolojik ve sosyal şartların iyilik düzeyidir asıl güç.
 

takara

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
23 Eyl 2010
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Tebrikler..
Faşizm ve felsefeyi burda bir arada bİzle buluşturdun.
Teşekkür ediyorum..
Nihai aşamada senin gibi düşünmeyen insanlara neler yapacağını söyler misin?
Mesela ben elime silah almam ama bu ülkeden de gitmem diyorum..Başıma ne gelir?
Diğer bahsettiğin konular ile ilgili tek kelime etmedim, konuyu dağıtmadan cevaplandıra bilirseniz memnun olurum..
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Türkler hiçbir zaman, hiçbir millete şiddet ile yaklaşmadılar. Ama hep saldırıya uğradılar. Bu milletin bayrağı yakıldı, Kur'an yakıldı, peygamberine edilmedik küfür kalmadı birilerince. Bizim toprağımızdan organikleri çalıp, genetiği ile oynadıkları ne varsa geri verdiler. Artık sağlıklı çocuklar doğmuyor!..

Şimdi soruyorum! Hangi insanların ölümünden bahsediyorsun? Eğer PKK'lılara insan diyorsan, evet Mehmetçik insan öldürüyor. Bir itirazın mı var?

Ben insan haklarına saygılıyım, elime silah almam diyen varsa gitsin bu ülkeden!!!

Felsefe okuyordun değil mi sen? İyice sarıl felsefeye ve 4 yıl sonra okulun bitince bu yazını tekrar oku!
 

Macavity

Üye
Yeni Üye
Katılım
23 Eyl 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Felsefe okuyordun değil mi sen? İyice sarıl felsefeye ve 4 yıl sonra okulun bitince bu yazını tekrar oku!

Ben bu konuya girmek bile istememiştim. Şu kadarını söyleyeyim; aşağıdaki yazıyı okuduğumda ve onu yazan kişinin felsefe okuduğunu gördüğümde üzüldüm. Gerçekten üzüldüm. Umarım dediğin gibi o dört yılın sonunda bu yazdığını tekrar okuduğunda bypiso da o yazdıkları hakkında bizimle aynı şeyleri hisseder. Çünkü ben buradaki durumun, bir düşüncenin doğru ve yanlışlığından öte bir şey olduğunu, tamamen insanlıkla ve insani duygularla ilgili olduğunu düşünüyorum.
 

Süreyya Önal

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
16 Nis 2010
Mesajlar
469
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Hayy'atdan; süreli zamanların kan uykusuna yatıp,sıcağında alabildiğine yayılmak ve yurtlanmaktan öte bir şey devşirmeyenler, yaşamı da mücadele olarak algılayıp-algılattığı-yaydığından, önce masum! savunma sonra da taktik geliştirip alt etme stratejisi geliştirirler.

Savunma ve Savaş(silah) Sanayii. Aklın, öz-e-güvenin sustuğu yerde, güçlük vardır- ki o da, giderek kabalaşacaktır.

halen... ne tek taraflı ateşkes ile savaş(askerlik) karşıtı olmak, ne de bir devletin, sınırlarının korunmasına yönelik silahlanma ile o devletin tebaasının güvende olduğunu sanmak, salt geçer bir düşüncedir.

Egemen güçlerin; sanayi kapitalizmi, sürekli harlamak için silahlanmayı, ateşli -nükleer vb. pompalamalarından başka, herhangi bir devlet ve tebaasını ekonomi,moral,kültür-eğitim vs. psikolojik olarak içten çökertme gibi taktikleri de vardır.

Öncelikle Kapitalizme ve onun dayattığı tüm faşist uygulamaları da bütününde okuyup-anlayarak karşı olmak-bozmak gerekiyor (düşüncem)yoksa dediğim gibi, tek taraflı askerlik karşıtı olmak -vicdanen ret'çi olmak mevcut düzende ütopyadan öte/vicdana geçemez.
 

Blues-Soul

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 Ağu 2010
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
İnsan öldürmek sanat değildir, fakat bunu bir sanatmışcasına gören ve uygula-tan tek kurum askeriyedir. Vatan millet sakarya yaparak konuşulduğunda, kamu vicdanınızın haykırışını susturabilirsiniz. Sonucunda ise siyasal pasifliğinizi ve ezberciliğinizi gayet umarsızca devam ettirerek yaşamaya devam edebilirsiniz. Fakat bunu sorgulayanların, yanlışa karşı baş kaldıranların bulunduğu bir platformda, bir felsefe platformunda bunu yaparak kendinizi kanıtlama çabanızdan vazgeçin, sadece mide bulandırıyorsunuz.
Kimisi demiş ki , "Tsk diğer militarist kurumlardan farklıdır, tsk bir faciada tüm sivil toplum örgütlerinden daha hazırlıklıdır." Tsk isimli militarist kurum, diğer bir çok ordudan farklıdır evet; Tam anlamıyla bir düşünce törpüsü, bir köleleştirme ustası olmayı bu kadar iyi ve kolayca başarmış olmak bile onu farklı kılmaya yeter. Ayrıca bu milletin Tsk'ya verdiği vergilerin 10'da birini her hangi bir sivil toplum örgütüne verecek olursanız görürsünüz ki Tsk'nın 10 katı daha işlevi olur.
Kimisi de çıkıp, vicdani reddi bir korkaklık yahut verilmiş bir borcun geri ödenmemesi olarak değerlendirmiş. Olgunlaşmamış insanların tümünde olduğu gibi, kavgam dediği şey uğruna kahraman olarak ölmeyi yeğleyen bu insanlar mı korkaktır, yoksa kavgasını , gönül borcunu 1 yada 2 yıl köle olarak değilde bir ömür sessizce faydalı olarak karşılayan insanmıdır korkak ? Yaşamda tutunamayıp, düşünemeyip, emredilmeye, sebepsiz ölmeye yahut öldürmeye razı olan değil midir korkak? Korkaklık ölmek midir yaşamak mıdır bir düşünün bakalım ? Üniformalarının dışında iken, duyguları tam olarak körelmemiş bir "insan" olarak, kaç asker vicdan azabını susturmak için çeşitli yollar arıyor yahut bunu bastırmanın yolunu çoktan bulmuş sorun bakalım !
Bir işi, dünyanın en kirli, en yobaz işini yine kendilerine yakışır şekilde zorbaca yaptırmak demokrasinin hangi saçma tanımında yazıyor ey güzel kardeşler ? Evet, bu dünya saf değil, ve evet gardını indirdiğinde bir köpek sürüsü gibi üzerine gelecekler senin. İtçe gelecekler evet. Bunları düşünüyorsunuz kardeşler, fakat yine en önemli soruyu unutuyorsunuz ; Neden ! Dünyanın nasıl bir yer olduğunu biliyorsunuz ama neden böyle olduğunu sorgulamıyorsunuz. Sorgulayan yahut değiştirmek isteyenlerede fırsat tanımıyorsunuz.
Türkiye'de doğmuş bir Türküm, vatanımı ve ırkımı bilirim, sayarım. Ama unutmam ki, ben Türkiyeden önce Dünya'da varoldum, Türkten önce İnsanım. Kimliklerinizi ön kişiliğinizin üstüne çıkarmak, tasmayı isteyerek boynuna takan bir köpek olmaktan farksızdır.
Sayın dostlar, Murathan Mungan'ın bir şiirinden ufak bir parçayla söyleyeceklerimi şimdilik bitiriyorum. Saygılar, düşüncenin güzelliğine varanlara.
" ...Yıkılır, yıkılmaz görünen,
Buyuranlar verdiklerinde son buyruklarını
Buyruk altındakiler başlar konuşmaya
Kim ' hiçbir zaman ' demeyi göze alabilir?
Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu : Kendimiz
Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan : Biz! ..."
 
M

monaliza

Ziyaretçi
Türkler hiçbir zaman, hiçbir millete şiddet ile yaklaşmadılar. Ama hep saldırıya uğradılar. Bu milletin bayrağı yakıldı, Kur'an yakıldı, peygamberine edilmedik küfür kalmadı birilerince. Bizim toprağımızdan organikleri çalıp, genetiği ile oynadıkları ne varsa geri verdiler. Artık sağlıklı çocuklar doğmuyor!..

Şimdi soruyorum! Hangi insanların ölümünden bahsediyorsun? Eğer PKK'lılara insan diyorsan, evet Mehmetçik insan öldürüyor. Bir itirazın mı var?

Ben insan haklarına saygılıyım, elime silah almam diyen varsa gitsin bu ülkeden!!!

Şiddetin en hafifine bile(ki şiddet hafifi olmayandır) şiddetle karşı olan ben; hiç bir canlının başka bir canlının yaşamını sonlandırma hakkına sahip olmadığını şiddetle savunmakta iken maalesef bypiso' nun dile getirdiği gerçeklere karşı canına kast edilen birinin elinin kolunun bağlı bekleyeceğini mi düşüneceğiz? diye sormaktan kendimi alamadım. Evet ürünlerimizin genleriyle oynatmamak eğitimle mümkündür, bunu ayrı tutalımda...
Felsefe gerçeklerden uzak kalmak, ideoloji nedeniyle suskunları oynamak mı ki?
Elbette şiddete şiddetle karşılık vermek en büyük cehalettir lakin istisnaların kaideyi bozduğu durumlarda yaşamın gerçeği. Ve özellikle üzerinde iğrenç stratejik oyunlar oynanan bu ülkenin savunması anlamında "BUYRUN, GELİN, BİZİ ALIN" ı mı oynayacağız? Bu bağlamda efefel'e katılıyorum.

Arkadaşlar bu durumda "FELSEFE" lüks' e giriyor iştee. Lüks tüketim vergisi alınası oluyor.
Oysa yaşamsal gerçekler çok çok farklı.

Haa; sanatsal anlama gelindiğinde; sanat ruhu okşayandır. Bu ayrı bir konu. Konu başlığı bir tuhaf duruma düşüyor bu durumda, demek oluyor.
 
K

kuzeys

Ziyaretçi
SONRA YAPILACAK TEK ŞEY VAR

Sen. Makine başındaki adam ve atölyedeki. Sana yarın su boruları ve vanalar yerine
çelik miğferler ve makineli tüfekler yapmanı emrederlerse, yapılacak bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Tezgahı ardındaki kız ve bürodaki kız. Sana yarın bomba doldurmanı ve keskin
nişancı tüfekler için hedef dürbünleri monte etmeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Fabrika sahibi. Sana yarın pudra ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Laboratuardaki araştırmacı. Sana yarın eski yaşama karşı yeni bir ölüm icat
etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Odasındaki ozan. Sana yarın aşk şarkıları yerine nefret şarkıları söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Hastası başındaki doktor. Sana yarın savaşa adam yazmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Kürsüdeki din adamı. Sana yarın savaşa dair kutsal sözler söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Vapurdaki kaptan. Sana yarın buğday yerine top ve tank taşımanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Havaalanındaki pilot. Sana yarın kentler üzerine bomba ve fosfor yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Dikiş masası başındaki terzi. Sana yarın üniformalar dikmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Cübbesi içindeki yargıç. Sana yarın savaş mahkemesine gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. İstasyondaki adam. Sana yarın cephane treni ve kıt'a nakli için kalkış sinyali vermeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Kentin varoşlarındaki adam. Sana yarın gelir de siper kazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Normandiya'daki ana ve Ukranya'daki, sen Frisko ve Londra'daki ana. Sen Hoangho ve Missisippi' deki ve Hamburg ve Kore ve Oslo'daki ana., bütün toprak parçaları üzerindeki analar, dünyadaki analar, sizden yarın yeni kırgınlar için hemşireler ve çocuklar doğurmanızı isterlerse, dünyadaki analar, yapacağınız bir tek şey var:

HAYIR deyin!... Analar, HAYIR deyin!...

Çünkü eğer hayır demezseniz, eğer hayır demezseniz analar, sonra, sonra:
Gürültülü vapur dumanlarıyla yüklü liman kentlerinde büyük gemiler inildiye inildiye sessizleşecek, dev mamut kadavraları gibi su üstünde ölgün ve hantal, su yosunu, deniz bitkileri ve midye kabuklarıyla kaplı, önceleri öyle ipildeyip çınlayan gövdesi mezarlık ve çürümüş balık kokusuyla yüklü, yıpranmış, hasta ve ölü gövdesi rıhtım duvarlarına karşı, ölü ve yalnız rıhtım duvarlarına karşı yalpalanacak.
Tramvaylar beyinsiz, ışıltısız, cam gözlü kafesler gibi yamru yumru olacak. Çürümüş hangarların arkasında, büyük çukurlar açılmış yitik caddelerde raylar öylece duracak.

Çamur grisi, pelteleşmiş, kurşuni bir sessizlik dönenecek ortalığı, her şeyi unutarak, büyüyecek okullarda ve üniversitelerde ve tiyatro salonlarında büyüyecek, stadyumlarda ve çocuk parklarında, korkunç ve hırslı kesintisiz bir sessizlik büyüyecek.

Güneşli taze bağlar yıkık yamaçlarda çürüyecek, kuraklaşan toprakta kuruyacak, pirinç ve patates ekilmeyen tarlalarda donacak ve sığırlar katılaşmış bacaklarını devrilmiş iskemleler gibi dikecek gökyüzüne.

Enstitülerde büyük doktorların dahi buluşları asitlenecek, çürüyüp, mantarsı küfle kaplanacak.Mutfaklarda, hücre odalarda ve kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda son torba un, son kase çilek, kabak ve diğerleri bozulup gidecek, ekmek ters çevrilmiş masaların altında, parça parça olmuş tabakların üstünde yemyeşil kesilecek, ortalığa yayılan yağ arap sabunu gibi kokacak, tarlalarda buğday paslanmış karasabanların yanına düşüp kalacak, yok edilmiş bir ordu gibi ve tüten tuğla bacalar, demirci ocakları ve yıkık fabrika bacaları sonsuz çimle kaplanarak ufalanacak, ufalanacak,
ufalanacak.

Sonra son insan dökülüp parçalanmış barsaklarıyla ve kirlenmiş ciğerleriyle zehir gibi kızaran güneşin altında yalnız ve yanıtsız ve yalpalayan yıldızların altında bir yanılgı gibi ordan oraya dolaşacak, o kocaman beton yığınları, tenha kentlerin soğuk putları ve gözden kaçması olanaksız toplu mezarlar arasında yalnız, son insan, kupkuru, delirmiş, allaha küfrederek, yakınarak o korkunç soruyu soracak :
NEDEN?
Bu ses bozkır derinliğinde yiterek duyulmaz bir hale gelecek, yıkıntılar üzerinde esecek, çatlaklar
arasından akacak, bu ses, ibadethane enkazları içinde ve sığınaklara çarparak şaklayacak, kan birikintileri üzerine düşecek, duyulmayacak, yanıtlanmayacak, son insan-hayvanın son hayvanca bağırışı.

Tüm bunlar olacak, yarın, yarın belki, belki hemen bu gece, belki bu gece, eğer-eğer-eğer siz.
HAYIR demezseniz!...

Wolfgang BORCHERT
 

SatanicMajesty

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
6 Eki 2010
Mesajlar
65
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Evet,askere gitmeyi isteyen ve giden kişi silah kullanmayı öğrenecektir.Silah kullanmanın temel amacı karşındakine zarar vermektir.Ki silahın bayıltıcı olmadığını düşünürsek öldürmek amacı herzaman önemli bir boyutta kalacaktır.Askere giden ölmeyi ve öldürmeyi kabul ederek gider.Dolayısıyla askerlik öldürme sanatıdır ve öldürülme riskini kabul etmektir.
 

Furkan Topal

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Eki 2010
Mesajlar
112
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
Askerlik, sevdiğin kızı bırakmak zorunda kaldığın, ona seni aldatma fırsatı verdiğin bir dönemdir malesef. Bunu yazarken bile içim acıdı be!
 

h.cakaloglu

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
22 Mar 2011
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
Askerlik evet insan öldürme sanatıdır! Ama mecburi bir sanattır .Bu dünyada bu sanatı sevmiyorum diyebilirsin fakat uygulamada kaldıramazsın.Bugün ordusu olmayan bir devlet düşünebilirmisiniz ?Hayır.Para'nın en değerli şey olduğu bir dünyada askerlik belkide en gerekli şeydir bir ulus,bir toplum için . Askerliğe ihtiyaç duyulmuyan bir dünya çok güzel olmazmı?Elbette olur ama gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayalden öteye geçemez.
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
"insan öldürme" bir sanat olarak nitelenemez.Şiddetle reddediyorum."zorunluluk" denilebilirdi belki ama konu başlığı böyle açılmış ve anlaşılan kabul de görmüş.Askerlik, varlığımıza karşı olası/olan tehdit ve saldırılara karşı gerekli hatta zorunlu bir vazife.Hoşlansak da hoşlanmasak da bu böyle.Ben şimdi rahatça kahvemi içip forumda birşeyler çiziktiriyorsam, bunu güvenliğimizi sağlayan askerlerimize borçluyum.Onların orada keyif çatmadıklarını da biliyorum.Askerliğin ne kutsanmasından, ne de gereksizmiş de laf olsun diye yapılıyormuş gibi görülmesinden/gösterilmesinden yanayım.Gerekli bir kurumdur.Kurumsal işlevi gereği ölmek ve öldürülmek gibi riskleri taşır.En cesur erler bile savaşa isteyerek gitmezler.Ama gerekiyorsa gidilir.
 

kaptanmiharbi

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
24 Nis 2010
Mesajlar
82
Tepkime puanı
0
Puanları
6
Yaş
38
Bu konunun başlığı çok yanlış bence öncelikle sanat güzel olan demektir güzeli aramak değilmidir sanat. İnsanın ölümü yada öldürümü bir güzellikmi ortaya çıkartıyor. Askerlik ise tamamen korunma amaçlı savunma amaçlı bir olgudur. Askerlik sadece öldürmek amaçlı bir kurum ve kuluş, değildir bunu kanıtmalam için sadece derin bir nefes alın alabiliyormusunuz? evet ozaman bu demektirki Askerlik aslında yaşatma sanatıdır. Her ne kadar darbeler ve verilen emirler karşısında insanlar ölsede bu işin çarpık kısmı aslında işin özünden bakmak gerekir hep bardağın boş kısmından bakıyorsunuz ancak şunu demek istiyorsanız durum başka insanlar ölmesin özellikle maddeye dayalı olan durumlar için evet kesinlikle insanlar ölmesin katılmamak elde değil peki bizi öldüren aslında ne kimler ben elimle seni öldürsem bunun suçlusu elimmi? DENİZ GEZMİŞ bile Askere ateş etmedi ve o durum ve şartlar bambaşka iken şimdi bu gündemde arkasında başkalarının olduğu ve orduyu bitirmek isteyen insanların düşüncelerini başka yerden kanıtmalak isteyen bir düşünce olarak geldi bana. Ve kesinlikle T.S.K'yı insan öldürüyor diye eleştiremeyiz onların amacı belli korumak ve devamlılığını sağlamak T.C. olduğu kadar içindeki insanları korumak zorunda vatandaş olmazsa T.C. nasıl olur. Ve kelimelerimi burda ve şu keliymeyle sonlardırmak bana çok büyük güç veriyor. Her Türk Asker Doğar. NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!

Birde askerlik yapmayan lütfen bu konuda konuşmasın bilmediği birşey hakkında yorum yapmak insanı yanlışa sürükleyebilir. satanick majesty miydi arkadaşın kullanıcı adı silah kullanmayı öğretiyorlar ozaman öldürmek ister bünye gibi birşey yazmış evet eline silah veriyor kullanmayıda öğretiyor ama kullanmaman için bi sürü iç hizmet kanunu koymuş sen düz mantık yaparak hayatını yaşamaya çalışıyorsan böyle her konuda benimde sana bir sorum olacak aqvaryumun varmı? al sana düz mantık. :D
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst