Antik Çağda Felsefenin Politik Değeri Üzerine

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefi Tartışmalar kategorisinde Keldorn tarafından oluşturulan Antik Çağda Felsefenin Politik Değeri Üzerine başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 346 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 1 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefi Tartışmalar
Konu Başlığı Antik Çağda Felsefenin Politik Değeri Üzerine
Konbuyu başlatan Keldorn
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Keldorn

Keldorn

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
29 May 2022
Mesajlar
1
Tepkime puanı
1
Puanları
3
Konum
Leiden, Netherlands
Üniversite Bölümü
Felsefe Yükseklisans
Ünvan
Çelik Talebe
Hangi Felsefe Akımına Yatkınsınız ?
Stoacılık
Merhabalar. Yüksek lisans konusu olarak kendime geç antik çağda felsefenin politik değeri adlı bir konu seçtim ve yüksek lisans boyunca alacağım belli başlı notları, anektotları çeirileri buraya not alarak hem bir tartışma hem de bir paylaşma alanı oluşturmak istedim. Normalde burada yazdığım şeyleri bitirme tezimde de belli bir noktaya kadar kullandım. Yüksek lisansda da bunun devamı olarak ROma dönemine giriş yapmak istiyorum.

Unutulmaması gereken en öneml şey felsefi bilgi kategorik olarak diğer bilgileren ayrılsa da kaynağını her zaman içinde bulunuğu sosyoekonomk durumdan alır. Platon, Sokrates ve benzeri kişiler düşünürlerce övlmüş ve argümanlarda sık sık kendilerine başvurularda bulunulmuştur. Günümüzde kendileri çok önemli ve dahi kişiler olarak bilinirler. Cidden de çok zeki kişiler olmakla birlikte söyledikleri temelde aristokrasinin 500 sene boyunca öne sürdüğü şeyin laikleşmesinden başka bir şey değildi, ve yapısal olarak gericiydi. Sofistler iktidardan farklı düşünmek noktasında soyluları karşısına aldığı için hor görülmüştür. Toprak reformu için baş kaldıran vatandaşların elini kesip senatonun önünde sergileyen ve benim babam o toprakları satın almış, ben size niye topraklarımı vereyim diyen, sokrates çok zeki adammış, bak yangından sonra dükkan fiyatları yükseldi aldığım dükkan değerlendi diye mektuplarında kendini öven Cicero nasıl oldu da her insan kardeştir, erdemli olan kosmopolis vatandaşı olarak her insanı kucaklamak diyen stoa felsefesini en doğru felsefe okulu olarak gösterebiliyor? Zengin adam cennete giremez diyen isa hakkında 400 sene sonra papa, zengin olmasa sadakayı kim verecek, sadaka sevapsa zenginlikte sorun yoktur diyebiliyor?

Düşüncede, felsefede ve teolojide belli başlı kavramlar zihnimize o kadar şartlandırılarak kazınmış ki, "Democritos'un her kitabı yakılmalı" diyen Plato ile Demokritos'u zeki ve çağdaş olmaları yönünden aynı kefeye koyabiliyoruz. Günümüz için de geçerli olan bir kavram kargaşası vardır. Bazı terimlerin varlığı, aslında düşüncenin ve düşünenin ne tarafta olduğunu çıkarmaya yatkındır. Ve bu kavram haritası m.ö 600 lerden günümüze kadar devam eden bir geleneği de açığa çıkarıyor. Benim notlarımın amacı antik çağı anlamak için gerekli kontexti oluşturmak, bu kontext üstünden de hakedene hakkını vermektir. Sofistler'in ilerici, Platon'un gerici bir adam olduğunu göstermektir. Roma emperyalizmi nasıl hala günümüzde yer bulabiliyor onu anlatabilmektir. bu konuda kişilerle tartışmaya girmeyi tercih ederim. elimde hali hazırda yeterince belge ve kaynak var, bunları editlerle buraya eklemeyi de düşünüyorum. Sihirli annem gibi bir konudan çok, ortaçağda kadının yeri tarzındaki bir konu olacak. yarın mikenlerden başlarım en kötü. Elimdekli bilgisayar'ın klavyesi hasarlı ve bu yüzden çoğu harf çalışmıyor+ kötü bir yazarım. okuyana sabır dilerim.

Normalde başka bir forumda da bunları yazıyorum. Buraya şimdiye kadar yadıklarımı koyup, sonradan yazacaklarımı de başka iletiler şeklinde yazacağım.
Felsefe ile Atina'nın ya da anadoluda bulunan kolonilerin bu derece bağdaşması ile, sparta gibi memleketlerin felsefe ile uğraşan insan çıkarmamasının belli başlı sebepleri var. Felsefe eğer ki politik bir kurum ise, felsefenin siyasi sapmalar düzeyinde atinanın farklı bir yöne yönelmesi sonucu oluştuğunu diyebiliriz. Bu fark demokrasinin ortaya çıkışıdır. Fakat sadece demokrasi diyerek bu mesele anlatılamaz. Demokrasi de bir sapmadır ve bu sapma en temelinde bir bronz çağı sapmasıdır.

Miken imparatorluğu ve saray ekonomisinin çöküşü.
Miken imparatorluğunu anlatmakla fazla zaman harcamayacağım. Ancak kısaca demek gerekir. Miken imparatorluğu m.ö 18. yylar ile 11. yy arasında var olmuş, minos medeniyeti ile birlikte var olan bilinen en eski yunan medeniyetidir. Bu medeniyet adalar, yunan yarım adası ve ege bölgesinde faliyetlerini sürdürmüşlerdir. Mikenlert saray ekonomisi dediğimiz bir sisteme sahiptirler. Normalde(misal hititlerde) saray ekonomileri belli bir bölgeye hükmeden sarayın bütün artı değere, üretilen tarım ürünleri, zanaatler ve bütün hammadeler saraya götürülür ve saray üstünden ihtiyacı olan gruplara oranlar üstünden dağıtılır. x köyündeki adama şu kadar birim, kadına şu kadar birim, köleye şu kadar birim gidecek şeklinde kayıtlar ve hesaplamalar üstünden aktarım yapılır. Miken imparatorluğu ise kendine has bir saray ekonomisine sahiptir.

Öncelikle Miken uygarlığının politik yağısı hakkında bazı şeyler bilinmiyor. Bazı kanıtlar Miken imparatorluğunun bir çok krallığının koalisyonu olduğunu gösteriyor, ancak Hitit kaynaklarında bütün uygarlığın bir baş kralı (belki de agamennon'u) olduğu yazıyor. Normalde saray ekonomisinde bölge saray tarafınbdan yönetilir ve hammadde saraya giderken, hititlerde aynı bölgede bulunan tapınakların da benzer bir fonksyona sahip olduğu görülür.Lineer B kayıtları bize gösterir ki tapınaklar festivaller haricinde saraylardan hediye almıyorlardı, yani kendi ürünleriini kendileri topluyor olmalılar. Tapınak saray hakkındaki bu keskin ayrım, roma döneminde başka bir şekilde kendini gösterecektir ve ileride bunun etkileri hristiyan kiliselerine yayılmış olabilir, ama bu benim için sadece spekülasyon.

Bronz çağı çöküşü, dor istilası.
Bronz çağı çöküşü dediğimiz noktaya gelinceye kadar anadolu, mısır ve ortadoğu bölgesi günümüzde dahi görülmemiş bir barış dönemine girmişti. kızalıp kız verme ve ticaret anadolu yakasında savaşların bittiğini ve relatif olarak çok barışçıl, huzurlu bir döneme gidildiği görülür. Tanımlanamayan korsanların saldırıları ve de üstüne gelen kıtlık, hem ticareti hem de tarımı yok etti, var olan bütün ülkelerin, mısır hariç, yok olduğunu görürüz. Mısır ise bu yıkımdan sağ kurtulsa bile asla eski gücüne kavuşamadı.

Yunan yarımadasında sparta halkını ve başka polisleri oluşturacak temel nüfus ise oraları istila eden göçebe Dor kavmi idi (diğer 3'ü ise İon, Akha, Aoelianlılardır). Dorlar diğer yunan topluluklarının üntünde çok rahat bir şekilde güç oluşturabildi. Bunun sebebi sayıları ya da stratejileri değildi. Bunun zaferlerin hepsini demire borçluydular.

Mikenlerde silahlar bronzdan yapılırdı. Bronz için kalay gerekliydi, bu da miken uygarlığında bulunmaz, bu yüzden ticaret gereklidir. Bronz bu sebeplerden ötürü hem az sayıda yapılırdı hem de üretimi fevkalade pahalıydı. Bu yüzden de bronz silahlar birer statü sembolü halindeydi, ve sadece aristokrasinin erişiminde ve tekelinde olan silahlardı. Dorlar ise demir silahlara sahiptiler. Demir teknolojik olarak çok daha basit şekilde üretilebilirdi ve de bol bol bulunabilirdi. Bu yüzden dor kavimlerinde herkes demir silahlara sahiptiler. Demir silahların kabile içinde bu sık dağılımı ve göçebe bir toplum olmaları yönünden sınıfsal bir ayrışmaya kavuşmamış olan dorlar kendi aralarında bir eşitlik durumuna sahiptiler, liderlerini toplanıp konsey kurarak, geçiçi olarak seçiyorlardı. Bu eşitlikçi yapı fetihlerle birlikte yerini askeri bir aristokrasiye bıraktı. Miken imparatorluğu yıkıldıktan sonra dorlarca fethedilmiş bölgeler yönetim tipi olarak değişmek zorunda kaldılar. Bölgeleri zorla ele geçiren dorlar, fetih ve askari güç aracılığıyla, demir silahları ile fethettiler. Dorlar kendi aralarında kız alıp kız vererek ittifaklarını ve kan bağını güçlendirdiler. Demir silahların getirdiği bu iki faktör, dor soyluları ile tebaanın diğer şehirlere kıyasla çok daha fazla açılmasına ve rijit bir sınıf ayrımına sebep verirken, dışarlıklı olmamaları ve de şehirdekilerle akrabağlığa sahip olmaları sebebiyle, demir silahlar gibi sonradan bir ayrımcılık sembolüne dönüşmemiş silahlara ship olmaları sayesinde aristokratlar ile soylular arasında dor polislerine kıyasla çok daha az bir sınıf ayrımı vardı, soylular başkaları ile evlilik yapabiliyor, ya da soyluluğa yükselen kişiler görülebiliyordu. bu polisin coğrafi konumu sayesinde bir ortasınıf oluşturmasına ve de demokratik kurumların diğer bölgelerdekinden daha farklı dönüşümler geçirmesi oluyor. ancak şimdilik şunu demek yeterli olacaktır;

Felsefe'nin hikayesi demir silah ile bronz silahın hikayesidir. Demir kendi arasında eşitler doğrurken eşitsizliği arttırmıştır, eski medeniyetlerde milliet kavramı, soy kavramının tohumları burada atılmıştır.
Buna ya demokrasinin kökeni ve sebepleri üstünden ya da homeros ve hesiedosda yer alan siyasi düzlemle devam edeceğim.

Daha fazlası için;
Haldun Aydıngün, "Uygar dünyanın ilk yıkılışı M.Ö 1200", İstanbul: Arkeoloji ve Sanat yayınları, 2014
Barıl Gür, "Miken ve Ahhiyawa", İstanbul: Arkeoloji ve sanat yayınları: 2014
Billigmeier, Jon-Christian, Turner, Judy A. (1981). "The socio-economic roles of women in Mycenacan Greece: a Brief survey from evidence of Linear B Tablets". Women's Studies
Yunanlılar bir şairi övecekleri zaman ona homeros reankarne ooldu derlerdi. Çünkü grekce poietes en çok homeros için uygundu. Poietes "yaratan, besteleyen ve düzenleyen, kanun yaratan demektir." Eş anlamlısı ise rhapsodos "kelimelerin örücüsü" demektir.Yunanlı için müzik matematiktir, homeros bir şarkıcıdır, Elinde bastonu ile ritim tutar, şarkı söyler ve bu şarkılar 17 saat hatta 60 saat sürebilir. 60 saat boyunca ritim tutup, kafiye yapıp birbiri ile bağlantılı bir hikayeyi ayak üstü uydurabilmek, 20. yya kadar yapılan bir hareketti ve bu adamların en ünlüsü de homerostur. hem İlyada hem de Odessey tek seferde şarkı olarak söylenmek için hayli uzundurlar. buna rağmen hikayede karakterlerin tutarlılığı ve hikaye örgüsünün büyüklüğüne rağmen göndermeler ile devam edebilmesi bir başarıdır.

Homeros'un aslında var olup olmadığı tartışmaları bir yana dursun. bu bahsedilen iki büyük eser de sonradan kağıda geçirilmiştir ve kağıtta bu halini alabilmesi için bütün polislerde yer alan bütün nüshalar toplanmış ve birbirlerine uydurulmuştur. Ama bu eserlerin otantikliğini ya da siyasi önemini bozmaz.

Miken ve Homeros
Homeros yunanlıların en karanlık çağında yaşamıştır. Var olan büyük bir uygarlığın yıkıntıları henüz polis halini alamamışken, savaş ve sefalet hakim iken yazmıştır. Platodan 4yüz sene önce yazmıştır, ancak ahlak ve etik anlayışı o kadar yabancıdır ki plato bu eseri anlayamadığını itiraf etmek zorunda kalmıştır.

Platon ahlak ve etiğin tanrılardan geldiğine, bu yüzden de tanrıların ya da onların soyuna sahip kahramanların kötü şeyler yapmasına anlam veremez. Homeros ise ahlakın ve yasaların tanrılardan geldiğini kabul etmez. Tanrı ile insan arasına çok net bir çizgi koyar ve tanrının sana ne yaptığını önemsemez, ahlaki açıdan sorgulamaz. ve bu derin çizgi çekimi sırasında soyluları ayrı bir kategoriye yerleştirir. Hera Zeus'a truvayı yıkmaması karşılığında onun sevildiği şehirleri yıkıp yok etmesine müsade edeceğini söyleyecek kadar insanları umursamaz. Ahlaki olarak ve hak olarak insanlar ile tanrılar apayrıdırlar.

İlyada'ya baktığımızda, karakterlerin asker, köylü olduğunu görmeyiz. Bahsedilen her karakter kahramandır ya da kraldır, ki kahraman da kral da aynıdır. Hepsi ölümlüdür(bedenlerinde ichor yoktur, kan vardır) ama hepsinin soyu tanrılara dayanır. Homeros soylular hakkında yazar, soylular için yazar.

Homeros'da Soylu ve Halk

Karakter epitepleri o karakteri anlamak için önemlidirler. Bir karaktere güçlü dersek o karakter güçlüdür. Dayanıklı Zoro dediğimizde zoroya isim vererek onun vasıflarını tanımlamış oluruz kısayoldan. Sadece soylulara odaklanan bu eserde isimler önelerine bol bol isotheos(tanrı dengi), diotrepes(tanrıdan lütüflu), dios(tanrısal) sıfatlarını görürüz. Her ne kadar onların tanrı olmadıklarını söylese de, onlara bu sıfatları vererek ölümlülerden daha farklı olduklarını, hak ve ahlakça ancak tanrı olabildiklerini söyler. Bunu tanrıların ve kölelerin ağzından da tkrarlayarak bu olduyu güçlendirir.

İlyada'nın 2. kitabından kendi çevirim ile aktarıyorum:

"...Gururludur kralların yürekleri, göklerce kutsanmıştır; çünkü Zeus onlara erdem koymuştur ve Zeus, Tanrıların kralı, sever onları." Ancak ne zaman ki görse insanları kavga ederken, sopasını onlara indirir(vurur) ve bu sözleri der. " Faniler sakin durun, ve sizden daha iyi olanları dinleyin. Sizler savaşı beceremeyen zayıflarsınız, ne savaşta ne mecliste sözünüz geçer. Akhalılar herkesi kral sayarsa aptallık ederler, kralın çoğu zararlıdır. tek biri kral olacaktır..."

Homeros sınıf eşitsizliğini açıklarken tanrılara başvurur. Sadece tanrı gibi olanlar kral olabilir çünkü ancak onlar Zeusca kutsanmıştır. Zeus bilge adamı sever, bilge adam zeus istediği için bilgedir. Ares güçlü insanı sever çünkü ares istediği için o adam güçlüdür. O adamlar ise soy olarak zeusa bağlı olanlardır. Zeus böyle istemiştir çünkü herkes bilge olamaz, tek bir bilge bütün toplumu bilge eder ve böylesi daha doğrudur.( bu argüman hala günümüzde aynı mantığı farklı şekillerde kullanır)

Hesiodos'un eleştirisi

Hesiedos didaktik şiirin en ünlü kullanıcısıdır ve Ascra'da yaşamış bir çifçidir. Her kounda Homerosla zıtlaşır ve yunanlılar onu da çok ulu bir şair olarak görürler. O kendi yaşamı hakkında yazarkensoylulara öğüt verir. Ve de soyluları yargılanabilirhale getirir.

Görebildiğim kadarı ile adalet tanrısı Dike ilk Hesiodos'un eseri olan Theogonia'da ortaya çıkar. Normalde Adalet tanrıçası, Zeus'un da eşi olan Thesmisdir. Ancak Dike, onunla Zeus'un çocuğudur ve Zeus'un sağ koluna oturur, haksız olana ceza vermek için. Bu anlatım çok önemli bir anlatımdır çünkü tanrıların adaleti ile soyluların adaleti, iki farklı tanrıçaolması sayesinde birbirinden kopar. Çünkü Dike, soyun nereye dayandığına bakmadan sadece fanileri yargılar, Thesmis ise sadece kan yerine ichor sahibi olanı kapsar. Göklerin yargısı ile yeryüzünün yargısı ayrılınca, bir köylü bir kralı yargılama hakkına kavuşuyor. Eskiden bir soylu para alıp para karşılığı başkasının toprağını başkasına verebilirdi, ve de sevmediği adamı kesebilirdi, çünkü o insanlardan farklı idi. Şimdi bunu yaparsa zeus'un sağ eli ona bela olacaktır, dike onu mahvedecektir, ve de köylüleri ona karşı koruyacaktır. Şiirler ve Şairler soylularca desteklenir ve desteklenmeyen eser yok olur yaratıcısı ile birlikte. Soylulara siz yargılanacaksınız ve de tanrı değilsiniz diyen birisinin eserleri günümüze kaldıysa, bu o dönem o eserin yok edilemediğini gösterir, yani bu eser arkasında bir güç kazanmıştı.

Sonuç

Sicilyalı tarihçi Diodorus, Bibliotheca Historica adlı eserde insanların yaradılışından bahseder.Dionysus Titanlarca öldürülmüştür ve kazanda pişirildiğinde Athena onun kalbini kaçırmayı başarır. Titanlar dionysusu midesine indirirken zeus'un yıldırımı onları yakıp küle çevirir. Dionysus kalbi sayesinde dirilirken o küllerden insanlar doğar. İnsanlar iyi olan tanrılara Dionysus ile bağlı iken, aynı küller kötü titanlara da sahipti ve bu yüzden titanlara da bağlıydılar. İnsan hem kötüyü hem de iyiyi bu şekilde barındırır içinde.

Homeros gericidir, eski görkemi arzular, hesiedos ise bu algıyı ve getirdiği sonuçları yargılar. Homeros soylularda tanrıyı görürken, hesiedos onlarda titanları da görür. Soylular homeros'u sever ama anlayamaz, Hesiedos ise anlaşılır.
Normalde yunan yarımadasında var olan sistem kesinlikle dünyanın yabancı olduğu bir sistem değildir. Mezopotamya ve anadoluda kurulan devletlerin hepsi de şehir devlet olarak başladılar hayatlarına. Yunan yarım adasındaki polisler ise böyle bir şey yapamazlardı. alanın çok dağlık olması yarımadada bulunan polislerin yayılmacı bir politika izlemesini güç kılıyordu. yunan adasında bulunan kentler ada içinde yayılamadıkları gibi ada dışına da çıkamıyorlardı. doğularında da batılarında da devletleşmiş milletler bulunmaktaydı. Topraklar tarımda mısır ya da anadolu gibi değildi, toprak sahibi olmak size çok da şey kazandırmazdı( yunanlılar çoban olarak başlamışlardır. bazı ürünlerin tarımı hayati olduğu için de gerekliydi, ama kar getirmezdi). Bu durumda her şehir devlette olan kurumlar ve sistem, kendi içine dönerek özel bir şey haline geldi.

Devlet, yönetici demektir. Mikenlerde yönetici soyludur. Ama mikenlerde kamusal bir alan yoktur. En küçük siyasal birim oikos yani evdir. bu ev arsa, hayvan, köle, ve çok geniş bir aileden oluşur. Türklerde kayınço, elti, baldız gibi kelimeler varken avrupa dillerinde bu kelimeler basitleşmiş ya da ölmüştür. yakın zamana kadar ve hatta hala aileler bir arada yaşarlar. bir çatı altında çok kadın, çok erkek, çok çocuk varsa, orada herkes kendi konumunu bilmeli. aile yapısı küçüldükçe yüzyıllar içinde kelimeler de basitleşir. Çince ve türkçe, henüz günümüz aile anlayışına kıyasla geçmişteki gibi olmaya hala yatkındır, ingilizlerde ise bireysel yaşama 1600 lere kadar gider. Antik yunanda bulunan kelimeler de bunu destekler, aile yapısı öngörüldüğü üzere geniştir. Kamusal alan polisde çok sonraları oluşacaktı. o zamana kadar az topraklı aileler, topraksızlar ve de çok topraklı zenginler vardı. Bu ilişki yıllar geçtikçe az topraklıların toprak kaybetmesine sebep oldu.Sisteme ilk isyan Silon tarafından m.ö 632 senesinde oluşturuldu. Halktan destek toplasa da isyan büyük kanlar dökülerek bastırıldı ve bir daha böyle bir şey olmaması adına m.ö 624 senesinde ünlü hukukçu Dracon(Drak güçlü demektir, ejderler güçlüdür) ünlü yasaları tanıştırır. Bu yasalar mülk devri, satımı ve alıomını o derece zorlaştırır ki, ve de mülk haklarını o kadar sert korur ki, bir daha böyle bir isyan çıkamaz. Draco m.ö. 621 senesinde yaptığı bir konuşmada onu tebrik etmek ve desteklemek için üstüne atılan ceketler ve şapkaların altında kalarak hayatını kaybeder.

Dracon'un bu önlemleri geri teper, zenginleşmek için ticaret ve korsanlık yapan bir orta sınıf oluşturur. Zenginlikleri ile korkunç bir güç oluşturan orta sınıf aristokrasiyi paniğe düşürür ve bu panik ile iki tarafın da faydasına olacak, ama uzun vadede soyluların gücünü kısıtlayacak imtiyazlar verilir( Barınma, mal mülk alma, askerlik gibi). Bunlar Atina'nın en önemli olaylarındanbirine yol açar. Bunlar da Solon'un reformları.

Solon'un reformları
Solon( Salos'dan türeyen bir yabancı isimdir. Salos hintçe sulia, önder demektir), 594 senesinde archon(lider) ilan edilince çok önemli reformlar yaptı. Öncelikle sınıf sistemini kan bağından alıp parasal bir konuma getidi. Artık baban soylu değilse soylu olamazsından çok, zengin değilsen soylu değilsine getirerek bütün soylu ittifakları ve yapılaşmaları bölecek hareketleri başlattı. halkın bütün borcunu ödeyip borç karşılığı kişinin kendini köle olarak satmasını yasakladı. Askeri sistemi reforma uğrattı ve vatandaşlık hakları verdi. Şunu demek gerekir ki atinada yaşayanları 4 gruba ayırmak mümkündür. kadınlar, köleler Metoikos( Meta yani öte kelimesi gibi, özgür olan ama buralı olmayanlar) ve vatandaşlar oluşturuldu. böylece soylu olmayan bile statüsel olarak ayrılarak bir güvence kazandı.

Pesistatos, Solon'un bu hareketlerini daha da ilerletti. Kendisi yunan devletinin ilk popülistidir. Halkı gaza getirme ve vatandaşı sokaklara dökmeyi gözünü kırpmadan yapar. Halkı galeyana getirerek atina'nın tiranı olur.( tiran kral demektir, anlamı nötrdür.) En sadık yoldaşlarına öneml pozisyonlar vermiştir, soyluların çoğunu sürgün edip topraklarını halka pay etmiştir. Ve de soyluların gücünü daha da fazla kırabilmek için ticareti güvenceye alarak orta sınıfın ağzına bal çalmıştır, deniz sınırlarını korumak için de ilk atina filosunu kurmuştur ki bu hareket atinayı ileride süpergüç yapacaktı.

Pesistatos soylularca hiç sevilmezdi ama diğer tiran Kleisthenes nefret edilen bir hain idi. Soylu olarak soylulara karşı çalışmıştır. Bunun altında halkçı olmasından çok güç hırsının yattığına inanıyorum ama popülizmi ile soyluların gücünü en çok kıran kişi kendisiydi. Kendisi bir önceki popülist tiranı devirerek, sonra ondan da büyük popülist olarak başladı kariyerine. Solon ve Pesistatos gibi isimler soyluların gücünü sadece geçici olarak kurabilmişlerdi çünkü organize olabiliyorlardı. Bu yüzden de Kleisthenes organize olabilme yetilerini ellerinden aldı. Demes adında 10 mahalle kurdu (Demos mahalle demektir, halk diyenler ardlarından uydururlar, demokraside halk yoktur) ve var olan soyluları bu 10 mahalleye, mahallelerde azınlık kalacak şekilde dağıtır. Normalde Atine meclisi farklı soylar ve kavimlerden çıkan toplamda 400 kişi olan 400ler meclisi ile yönetirdi. Artık her mahalleden gelecek 50 kişiden oluşan 500ler meclisi ile yönetilecekti. Her mahallede bütün soyluların çıkaracağı temsilciler 50 kişi bile olamıyordu. Bu sayede kendi aralarında organize olmak yerine mahalle içinde organize olmaya, ve soylu olmasalar da kendileri ile aynı güce sahip, ve de sayıları kendilerinden fazla olan soysuzlara boyun eğmek, en iyi ihtimalle sırtlarını sıvamak zorunda kalacaklardı. Demokrasilerde meclis başı oy ile değil, kurra ile belirlenirdi, dolayısı ile soylular kime rüşvet vereceklerini bilemezler, ve sık sık da hedef değiştirmek zorunda kalırlardı. Bu kurra fasulye ile çekilirdi ( Bu felsefe için çok önemli bir şey.)


Yasalar ve şeriat, iyi ile kötü, ana ile baba.

Burada kritik bir şey var ise o da Atinada yasaların değişmesidir. Atina Kleisthenes'e kadar thesmos yani tanrıdan inen adındaki kanunlarla yürütülüyordu. Demokrasi ile birlikte yasaların adı nomos oluyor. Nomos düz anlamı ile yasa demektir, ama etimoloji burada devreye giriyor. Nomos aslında arsayı pay etmek manasına gelir. Erkeklerin çoban olduğu bir toplulukta koyun otlatılacak arsayı pay etmektir. Ancak bu kelimeden önce iplik pay etmek manasında kullanılan Moira kelimesini daha sık görürdük. Tanrıçalara da isim olmuş olan Moira kişiye hayatını pay etmektir. Bir bebek doğmadan önce evde ona bir kaç yaş için giysi örülür, doğmamış çocuğa don biçme de bir kaderciliktir, onun hayatını şekillendirme işlemidir. Bu yüzden iskandinavından yunanına, kader hep iplik motifi ile süslenmiştir, felek bu yüzden bir dokuma çarkıdır. İplik payı biçketen arsa payı biçmeye iki farklı terim kullanılır ve paylaşma önce anaerkil iplik üstünden olurken, demokraside ataerkil nomos ön plana çıkar. Mikenlerde kadınların polis devletlerinden daha ayrıcalıklı ve güçlü olduğunu görürüz. Mikende ev vardı ve kamu yoktu. Ev kadının güç alanıydı. Demokrasi ile birlikte meclis ve dışarısı önem kazandı, güç ataerkil oldu. Nomos yasa anlamına geldiği gün tanrılar reddedildi. çünkü bundan böyle adalet insanlar arasında, birbirimize pay ettiğimiz bir şey oldu, devlet o dönem içinde laikleşti. Devletin Laik olması demek, Zeus baba bilgeyi sever retoriğinin yok olması demek, insanı merkeze koymak demektir.

Felsefenin savaşı, laiklik ile dindarlığın savaşıdır. Gerici filazof imanlıdır, ilerici filazof insancıdır. Dinden çıkarıyor denen sokrates, en imanlısıdır, skolastikler ise nomos kelimesini düşürmezler ağızlarından.

devam edecektir, kaynaklar bu bölüm hakkında konuşulacak her şey konuşulduktan sonra eklenecektir.
Nomos'un var olduğu bir yunan dünyasında Zeus'un bilge sevgisine yer yoktur. O zaman Din üzerinden yetkinleştirilmiş bir soylu grubu ne yapacaktı? Yetkinliklerini Laik sebeplerle inşa edeceklerdi. Artık zenginlik seni soylu kılıyordu, kahramanların torunu olman en fazla ikinci idi. Tüccarlar zenginleşiyorlardı, orta sınıf yükleliyordu. Laiklik zorunluydu.

Theogenis, İşi ozanlık,ailesi soylu bir şaridir. Theognadia adlı eserinde iyi ve kötü ( agothai kai kakoi) insanlar işlenir. insan doğuştan ya iyidir, ya kötüdür. İyiden iyi, kötüden kötü doğar. İyi ,nsan erdemlidir ve adildir ( arete kai gnome) ve eskiden zengindiler. Şimdi ise kötülerde para vardı ve iyi adamlar parayı iyi olmakla karıştırıp kızlarını kötülerle evlendiriyordu. Misvakvari bir eleştiride bulunan Theogenis çok övülen bir şairdi. Kendisi soyluluğu savunurken, Homeros'un savaşçı ve tanbrı soylu kahramanlarını görmeyiz. Homeros'un yiğit savaşçıları, adil değildir. Adil ve Erdemli olan soylu kavramı lügata Theogenis ile girer. Ancak asla beklenen kadar laik bir eser olamaz. erdemlilik, iyilik içlerinde gene bir tanrısallık barındırır.

Bir başka şairimiz ise Thebaili olimpiyat şairi Pinandrostur. Thebai demokrasinin en güçlü çağında bile çok güçlü bir aristokratik geleneğe sahipti ve Pinandros bu geleneğin savunucusuydu. Kendisi sporcuları ve kazananları överdi. Olimpiyat sporcusu olabilmek için hem kendine eğitmen tutacak paranolmalı, hem antrenman yapmak için boş vaktin olmalı hem de yolculuk + at yarışı için atın olmalı ve bunlar ancak soyluysan olan şeylerdi. Pinandros'un bu şiirleri ileride, yöneticiler sadece soylulardan çıkabilir, çünkü iş yapmadıkları için bunları yapacak, düşünecek akla sahipler propagandasının doğmasını sağlayacaktı.
Ve burada ekstra bir bilgi vermek gereklidir. Thebai de, Theogenis'in doğduğu Megara da birer Dor polisiydiler, yani soylularla halk arasında çok net bir ayrım vardı.

Bununla birlikte Orta yol öneren 7 bilgeler kültü de bu çağda doğmuştu. Solon'dan Thalese yunan kültürü için çok önemli olan yedi bilgemiz bir ortayol sunmaları üstünden kültleştirilmiştir. Daha doğrusu orta yol sunmasalar bile, bu şekilde anlaşılacak yorumlar yapmışlardır. Eşitlik, moderasyon gibi şeyler sunan 7 bilge ise, bu yükselen savaşın tamponu olacaklardı.
Demokrasi yükseldikçe halk daha cesur ve daha sorgular hale geldi. Bu halk gücünü tüccarlardan aldığı için de Solon öncesi dönem kadar rahat bastırılamadılar. Bir yandan gelen ticaret ve dışarlıklı takımı ile birlikte polislere bir refah geldi. Bu refah egede persboyundurluğu altında yaşayan ion klanlarına bir umut ışığı oldu ve atina ile spartadan yardım istediler. m.ö 546 senesinde yunan polislerini persler fethettiğinde Anaxandridas Spartada kraldı, ve krallığı çok ilginç. politikalarla süslenmişti.

Anaxdridas döneminde Sparta yunan yarım adasında atina ile rekabet edebilecek kadar güçlü bir hegamonya kurmuştu. Hemj savaş alanında hem de diplomasi alanında bu başarılarını de Agamennon politikasına borçluydu. Bir dor polisi olmasına rağmen Sparta o dönem Akha kültürünü benimsedi. İlk eşini akha soyundan seçerek, Agamennon gibi bir akhalı kralı tanrılaştırıp sunaklar yaparak Kendini yıkmış oldukları bir miken uygarlığının gerçek varisleri olarak göstermeye uğraştılar. Tez yanılmaz. Demir ile yaratılmış dor polisleri, demokrasinin kurduğu ağda kapana kısılmıştı. Polis, izole kalamayacaktı, dolayısı ile gelen pan hellenizm karşısında Dor, mikenin kültürel mirasını alamadığı sürece hegamonya kuramazdı. Kültürel asimilasyon göçebe kabilelerde tersine işler, hükmeden yozlaşır, burada yozlaşmak zorunda kaldığını görüyorum.
Gene de soylulardan çoğu bu politikaya karşıydı, direnemedi ve 2. bir eş olarak kendisine bir Dor kadınını gelin yaptı. Bu evlilikten Sonraki kral Cleomanes doğmuştur. Bu hareketle birlikte Sparta Akha politikasına ara verdi. Bu dönemlşer ion polisleri sparta ve atinadan isyan planları için destek istediklerinde, Bu program değişimi yüzünden Dor bir kadının oğlu olan Cleomanes spartası yardım vermeyi reddetti, Atina ise çok az bir yardım verdi. O dönem retorikleri ve konuşmalarına baktığımda gördüğüm kadarıyla, Atina İon kolonilerinin isyan etmesini ve kaybetmesini bilerek istemişti diyebiliyorum. Yıllar sonra efesten aydına kadr bütün ion polislerinin krallarının soyu Atina kralının oğullarından gelecekti, Atina emperyalizmine ön ayak için hem savaş başlattı, hem de potansyel müttefiklerinin kafasını kesti. İon soyluları kırıldıktan sonra persler Atinaya doğru ilerlediler. O dönem yani 493 yılında Archon olarak Temistokles seçildi.
Themistocles de her Archon gibi popülist idi. Bir gemi savaşı planlamıştı ve öncüllerinin kurduğu filoyu genişletmeye çalıştığında Soylulardan büyük bir red yedi. Ordu ve askeriye soylu alanıydı. Gemi yapılması demek kürek çekmek için ve diğer işler iç.in halktan adama ihtiyaç duymak bu da askeriyeye halkı katmak demekti. Bu alanı kaybetmedikleri için görülmüş en büyük saldırılarını yaparak Themistocles'i devirdiler.

500 meclisi baş olan Archon'u Kurra ile seçerdi dedim ama bu bilgi tam olarak doğru değil. Themistocles baştan devrildikten sonra meclis gücü soylulara karşı koydular. 487 yılına kadar seçilen Archon makamını Kurra ile doldurma kararı aldılar. Ben malesef ki o dönemin 500 meclisi hakkında fazla isim bulamadım. fakat bulduğum 100 ismin çoğu Themistocles'in dostu idi. Kendisi savaşta yaralandığında yaralanması bahanesi ile görevden alınmıştı ve görevden alan ailelerin üyeleri ya öldüler-öldürüldüler, ya da sürgün edildiler. İlk Kurra çekimi kurra değildi diyorum bu sebeplerle. Archonluğunun devamında ise kendisine karşıtlık oluşturacak bir başka güç yoktu. Kendinden önce gelenlerin hepsinden daha fazla güce sahipti, bu gücü iyi kullandı. Bunun dışında soylular için hayat kötüleşmedi. Polisde güç kaybetseler bile askeri olarak değerleri büyüktü. Generallr ve başgeneraller (Strateglere kai demogogos) olarak askeri alanda güçlüydüler ve bu güçleri polis siyasetine dolaylı ve daha rahat etki edebildiklerinden bu duruma çok ses çıkarmadılar.

Themistocles istediği filoyu kurdu, elinde bazı zaferler ve yenilgiler vardı. Bu zaferler ve yenilgileri dış siyasette polisleri korkutmak için kullanmasını bildi. İçinde spartanın ve 300 başka polis'in bulunduğu Delian birliği kuruldu. Xerxes Atinayı ele geçirip yaktı, Sparta çok fazla kral kaybetti (Cleomanes dışında Anaxdridas'ın Arhalı olan ilk eşinden 3 erkek evladı daha olmuştu. Bunlar sırasıyla Dorlu demek olan Dorieus, Leonidas ve Cleombrotus idi. bunların 3 ü sırası ile kral oldular, 4 ü de pers savaşlarında hayatlarını kaybettiler.) Ama sonunda Persliler kaybettiler. Bütün yaşanan korkunçluklara rağmen atina savaştan daha güçlü ve kibirli çıktı. Birliğin içerisinde kurucu, ve hatta bu haklı savaşı başlatan polis olarak görüldü. Kayoplarını ajitasyon ve manüplasyon için kullanmasını bildi. 462 senesinde Tehistocles son günlerini yaşıyordu. Archonluğu bırakalı seneler olmuştu ama döneminde madenler, ticaret yolları bulunum, iyi zaferler kazanılmıştı. 462 senesinde Ephialtes(Bu ada aynı zamanda Leonidas'ın ölümüne sebep olan ve gizli bir yolu pers imparatoruna söyleyen adamın adıdır. Bu sime sahip 2 insan da önemli sonuçlara sebep olmuştur.) soylulara son çiviyi vurdu. Savaş bitmişti ve öngörüldüğü gibi filo savaşları ile birlikte halk muazzam derecede güç elde etmişti. 500ler konseyi dışında birkaç meclis ve kurum daha vardı. Soıylu meclisi Areapog tarafından yönetilen kurumları halk meclisine bağlamış, soyluların gücünü kısıtlamıştır. Birlikteki polislerin ordularını tasfiye edip o polislere atinalı askerler doldurmuş, iç ve dış hatlarına hükmetmiştir. Bu Sparta ve çoğu dor polisi olan bir çok polisin birlikten ayrılmalarına ve Atina imparatorluğu(Buna imparatorluk denir) karşısında yeni bir birlik kurulmasına sebep olur. Bir süre sonra da Bu birlikler savaşırlar.

Persilerler olan savaşta, Demokrasi altın çağını yaşadı. Delian birliğine karşı kurulan Peloponez birliği ile girdikleri Peloponez savaşı ise sonu oldu. İskendere kadar demokrasi en güçsüz halindeydi, İskenderle de yok edildi.

Ephialtes sonrasında Perikles başa geçer. Kendisi çok kurnaz ve popülist bir soyludur. Kendisi son soylu Archondur. İyi bir konuşmacı, zeki bir adamdır. Demokrasiyi övdüğü ve demokrasiye sövdüğü konuşmaları vardır ama kendisine karşı alınan kararkerı uygulamaktan çekinmez. Agemennon'un mirasını o da sahiplenmek istemiştir ve sözlerinde Panhellenik bir imparatorluk kurma arzusu bulunduğunu da görmüşüzdür. Onun döneminde birlik üyelerineolan baskı en üst dozuna ulaşmıştır.Bu hareketler ile Sparta savaşı soğuk düzlemden sıcak düzleme çekmiştir. Malesef Perikles 429 senesindehastalanarak hayatını kaybediyor.

Periklesten sonra gelenler sapılklık derecesinde demokrasi sevdalısıydılar. Askeri konularda bile kararı halkın oyuna bıraktılar ve doğal olarak da hem çelişkili hem de kötü kararlar aldılar. 411 de bir oligarşi darbesi oldu ama 408 yılında Alcibades demokrasiyi getirmeyi başardı. 404 senesinde bu sewfer de sparta destekli bir başka darbe oldu. Alcibades, olduğu döneğe akışır şekilde kaçtı ve polisi spartalılara tepsi ile sundu. ve böylece 30 lar tiranı başladı. Bu tiranlığın ilk icrası demokrasi destekçisi 1500 nüfuz sahibi insanı idam etmek ve 20000 vatandaşışehrin yüzde doksanı) sürgün ettiler. eşlerini ve kölelerini dahil edersek bu sayı 60000 e ulaşır.

Demokrasi, Emperyalizmi doğurdu, Demokrasi iki tarafı da değiştirdi. Soylular Homeros'un ilahlaştırdığı geçmişi sahiplenmek istediler, Demokrasi de bunu arzuladı. Yunan dünyasında iç siyasetle dış siyaset birdir. Bebeğine koyacağın isim, hangi lideri öldüreceğini gösterir. Panhellenist politika, aslında Soyluların kültğür farkı gözetmeksizin birleşmek için baktıkları bir çözümdür.

Okuma listesi
Croix, G.E.M de.(2016) Antik yunan dünyasında Sınıf Mücadelesi, çv. Çağdaş SÜmer, İstanbul: Yordam Yayınevi.
Dalby, A.(2018), HOMEROS'U YENİDEN KEŞFETMEK, DESTANIN KÖKENİNE DAİR, çv. Hakan Keser, İstanbul: ALFA yayınvi
De Coulanges(2011) Antik Site: Yunan'dan Roma'ya kadaar tapınma, hukuk ve kurumlar, çv. İsmail Kılınç, ANKARA: epos yayınevi
Eco, U(2017) Antik Yunan, çv. Leyla Tonguç Basmacı, İstanbul ALFA Yayınevi
Finley, M.I.(2007), Antikçağ Ekonomisi, çv. Hatice Palaz Erdemir, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat yayınevi.
Finley, M.I.(2003), Odesseus'un DÜnyası, çv. Gül E. Durna, Ankara: Ayraç Yayınevi.
Herodotos (2020), Tarih, çv. Birol Bayram, İstanbul: İş bankası yayınları
Hesiedos(2020), Theogonia- İşler ve Günler, çv. Azra Erhat-Sebahattin Eyüboğlu, İstanbul: İş Bankası Yayınları
Homneros(2014), İlyada, çv. Azra Erhat-A. Kadir, İstanbul: İş bankası Yayınları
Homeros(2014) Odessey, çv Azra Erhat-A. Kadir İstanbul: İş Bankası Yayınları
Hornblower, S.(2011) The Greek World 479-323 BC,London and New York: Routledge Taylor& Francis Group
Ksenephon(2021), HELLENİKA, Yunan Tarihi, çv. Okan Demir, İstanbul: İş Bankası Yayınları
Low, P.(2008), The Athenian Empire, Edinburg: Edinburg University Press
Osborne, R.(2009), Greece in The Making 1200-479BC, London and New York: Routledge Taylor& Francis Group
Plutharkos(1945), Hayatlar VI Perikles- Fabius Maximus, çv. Prof. Dr. Oliver Davies, Ankara: Milli Eğitim Basımevi
Pomeroy, S.B. et al.(2004) A Brief History of Ancient Greece Politics, Society and Culture, Oxford and New York: Oxford University Press
Pseudo-Aristotales,(2016) Oikonomia- Antik Dönemde Ekonomi Kavramı Üzerine 1 (Genel Değerlendirme), çv. Burak Tekmer, İstanbul: Kabalcı Yayınevi
Roberts, J.T. (1994), Athens on Trial: The Antidemocratic Tradition in Western Thought, New Jersey: Princeton University Press
Tanilli, S. (1994), Yüzyılların gerçeği ve Mirası: İnsanlık tarihine giriş I İlk Çağ, İstanbul: Cem Yayınevi
Tekin,O.(2007), İletişim Anadolu Uygarlıkları Eski Anadolu ve Trakya- EGE GÖÇLERİNDEN ROMA İMPARATORLUĞU'NUN İKİYE AYRILMASINA KADAR(MÖ 12-MS 4. YÜZYILLAR ARASI, İstanbul: İletişim Yayınları
Thorley,J. (2004), Athenian Democracy, Lndon and New York: Routledge Taylor& Francis Group
Thukydides(2019), Peloponnesos Savaşları, çv Furkan Akderin, İstanbul: Belge Yayınları (Burada not geçmek zorundayım. Ben malesef diğer türkçe çevirileri okumadım ve bu çeviri en iyi ihtimalle eh. Yunancasına da baktım ingilizcesine de, ben bu adamın ne çevirdiğini anlamadım. buraya kolay bulunur diye aktarıyorum.)
Uslu, A.(2021) SİYASAL DÜŞÜNCELERİN TOPLUMSAL TARİHİ, İKTİDARI TANRILAŞTIRMAK( ESKİÇAĞ'DAN FEODALİZMİN KRİZİNE) ( çok kaynaklı harika bir özet kitabı. tek başına okunabilir ama buradakiler olmadan içeriği fakir kalır)
Woods, E.M. (2020) YURTDAŞLARDAN LORDLARA- Eskiçağdan Ortaçağlara Batı Siyasıi Düşüncelerinin Toplumsal Tarihi, çv. Oya Kökmen, İstanbul: Yordam Kitapevi( Hap gibi kitap. tek cümlesi 8 cümle gücündedir.)
Canon aslında bir devamlılıktır. Manga ya da şovlarda neyin canon, neyin canon olmadığı hep konuşulan meselelerdir mesela. Antik yunancada Kanon adında bir kelime vardır ve bu kelime ölçüm için kullanılan düz bir çubuğun ismidir. Bu hem bizans hem de latin uygarlığında, hristiyanlık dininde, daha da önemlisi istanbul fethinden sonra osmanlıda kanun kelimesine evrilmiştir. Kanun adı üstünde nizam, düzen ve yasa demektir. Mangalarda kanun vardır, edebiyatta da kanun vardır. Tarih de, edebiyat da felsefe de kanun ile anlaşılmalıdır. Çok bahsetmişimdir, Dante Vergilius'u kendine yoldaş seçmiştir. Vergilius Romalı bir pagan şair olarak pastoral şiirlerinde isaya yakışan betimlemelerden ötürü kilise tarafından erdemli bir kafir olarak görülürdü. Efes en büyük ve önemli Artemis tapınağına sahipti, Hz. Meryem'in mezarı efestedir söylemi de aslında bunun devamıdır. Burada bahsedilen her şey, biribrleri ile bağlantılıdır. Miken çöküşü ve siyasi düzlem homerosa efsaneleri tasarlamakta ilham olmuş, ona bir misyon aşılamıştyır. Soylular bu misyonu devamettirmiştir, bu misyon artık homerostan bağımsız olsa da hala durmaktadır. Burada Aristokratlar ile soylular arasındaki çatışmayı anlatmıştık. Bir çatışma daha vardı, bu da anaerkil ile ataerkilin çatışmasıydı. Anaerkil kadının gücü tuttuğu bir yapıyken aata erkil erkek egemendir. Bu çok derin bir mevzu ve hint avrupa soyunda anaerkilliğin nasıl kaybolduğu, ne derece olduğu çok kızışmalı bir konu. Bu konuya girmek istemiyorum ama konunun bilinmesi gerektiği için bazı kısımlarını anlatmak zorundayım.

Yunanda gericiliği ve ilericiliği aristokrasi ve demokrasi üstünden kolayca verebiliriz. İlericiliği zihni üretimin, refahın ve medeniyetin arttığı bir durumu tamamlamak için kullanırım, gericiliği ise bir duraksama, satüko olarak kullanırım. Yunanda demokrasi bir ilericiliktir ama bunun sebebi benim tatlı su liboşu olmam değildir. Demokrasi, belli değişimlere ayak uydurmayı bilebilmektir, soydan ötürü değil, parandan ötürü hakettiğin ilgiyi görmektir, kişinin kendini köle olarak satmak zorunda olmaması, ticaret aracılığı ile tabana refahı yaymak demekti. Bu refah ile felsefe doğmuştur, çünkü din ve aristokrasi dayatmalı bir dünya görüşü sarsılmış, yerini dolduracak bir şeye ihtiyaç olmuştur. Aristokrasi gericiliktir, çünkü sadece soya ve atalarından kalan zenginliğe bağlı oluşturulan kısıtlayıcı, atalarının ilk rahipler olması bakımından da dinci bir yapıdadır. Gericidir. İlerilik ve dericilik için reformlarda yapılan şeylerin nasıl başarıldığını anlatmak yeterlidir diyorum.

Anaerkillik.
Anaerkillik, yapı gereği halkçılıktır. Anaerkillik bir inanç sistemi ile desteklenir. Genetik biliminin ilerlemediği zamanlarda, sen sadece annenden emin olabilirsin. Babanın kim olduğu, erkeksen çocuğunun kim olduğu kesin değildir. Ama kız kardeşinden doğan çocuk kesinlikle yeğenindir. Bir dilde kardeşlik vasfı annenin organına bağlı ise, yani bizler karın/ rahimdaş isek, döldaş olarak anılmıyorsak o zaman o toplumun anaerkil olduğu söylenebilir. Soy kontrolü önemlidir çünkü miras, akrabalık ilişkileri kan davası gibi konularda düzenlemeyi sağlar bu yüzden de toplum anaerkildir. Doğuma verilen bu önem annelerin tanrılaaştırılmasını sağlar. Anne hayat verir, toprak hayat verir. Toprak verdiği hayatı alır ama onu tekrar doğurtur. Anne, hayat kaynağı olarak bereket verendir ama almasını da bilir. Bu yüzden bütün anasal yapı tarım ile alakalı tanrıçalara sahiptir. Bununla birlikte Her annenin aynı zamanda bir oğlana ihtiyacı vardır. Annenin kızı olursa üreme ve ölme döngüsü var olamaz. Anaerkil inançta anne doğduğu oğlan tarafından döllenir, oğlan kurban edilir/ ölür ve tekrar doğar. Anne hayat kaynağı olması sebebi ile ölümsüzdür, o ölemez. Oğul ölebilir ama anne var olduğu sürece tekrar doğacaktır. Oğul dölleyici olarak bereketi ve devamlılığı sağlayacaktır ve ölümü ile de bu işlemi kutsal kılar. Bütün mitolojilerde anne arketipi bu şekilde ürer. Meryem- İsa da aslında bir anaerkil efsanedir. Yunanlılarda Gaia, sonradan ölecek ama ölmeden önce tanrıların doğpmasını sağlayacak dölünü bırakan oğlu uranüs ile çiftleşir. Hayat olması bakımından anaerkil tanrıçalar tarım ile, doğum ile alakadardır. Demeter, Persophone, Artemis(Doğum tanrıçası, çok önemli bir ataerkil figür) Hera(Anne olma vasfı ile ataerkildir) Hestia. Tabii bunlar sadece kadın olanlar. Gaia- uranüs örneğindeki gibi prens tanrılar vardır. Bunlar Pan ve Dionysostur. Afrodit anaerkil bir tanrıça mıydı emin değilim. Apollo anaerkil bir tanrıydı fakat taşıdığı vasıflar üstünden değişime uğradı.

Burada bilmek gereken ikinci önemli şey ise Kavimlerdir. Tanrıların efsanelerinde bir kanun üretebilsek de bu oldukça zordur. Çünkü her tanrı başka bir kavime aittir. Yunan dünyası aslında bir kavimler topluluğudur. 4 farklı kültürden oluştuğunu daha önce de demiştim, fakat bu dört kültür de aslında yüzlerce aşiretten oluşur. Tanrılar aslında o aşiretlerin atalarıdır. Apollonun Van taraflarından gelen lalak kabilesi ve Pelops ile bağlantılı olduğu mesela bilinir. Bir devlet kurmak için hiyerarşi ve akrabağlık şarttır. Tanrıları birbirine akraba kılarsan çocuklarını, yani kavimleri de birbirine akraba kılarsın. Akraba kıldığın kişiler arasında bir lider şarttır. Eskiden Zeusw yoktu, Posiedon kraldı. Bazen bir tanrı, bazen diğeri kral ilan edilir, kral ilan edilen tanrıya soyu dayananlar ise iktidarda en güçlü olanlardı. Efsaneleri bu tanrı hangi kavimdendi ve bu tanrı aristokratların taptığı bir tanrı mıydı diye baktığımızda, Yunan mitleri yerlerine oturur.

Farklı kavimlerden gelmiş olsalar da Anaerkil tanrıçalar ve tanrılar halk arasında yaygındı. Apollon soyluların çocuğunu korurdu, Ares savaşçıları(yani soyluları). Halka yardım eden ya da anaerkinin hala güçlü olduğu alt tabakada ise demeter rağbet görürdü. O zaman burada yeni bir çatışma daha ortaya çıkmaktadır. Anaerkil olan ile Ata erkil olanıun çatışması. Anaerkil olan aynı zamanda halkçı olandır. Fakat bu onu demokratik manada halkçı, dolayısı ile de ilerici yapmaz. Anaerkillik ayrı tür bir gericiliktir. O zaman elimizde aslında çatışan üç grup olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar Anaerkil halkçılık- Ataerkil Aristokrasi ve Demokratik eşitlikçilik. Bundan sonra göreceğimiz sanatçı ve filazoflar sadece aristokratiklik yönleri ile değil, anaerkillik yönleri ile de incelenecektir çünkü bu da gericildir.

Anaerkillik mevzusu önemlidir, yunan dünyasında anaerkilliğin ölümünü nerede ve nasıl bulabilirizi ancak filazoflar ve tragedyalarla izleyebiliriz. Hepinize iyi geceler. Çok önemli ve dolu bir mevzuyu hızlıca geçiştirdim. Bu konu hakkında daha fazla ve ayrıntı ile yazmak isterim. Sorusu olanlar için de cevaplamaktan onur duyarım ama uzmanı olduğumu iddia edemem.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst