Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Edebiyat Kulübü kategorisinde "ictenlik" tarafından oluşturulan Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,309 kez görüntülenmiş, 8 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Edebiyat Kulübü
Konu Başlığı Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya
Konbuyu başlatan "ictenlik"
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan "ictenlik"

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Brave New World (Cesur Yeni Dünya)

Cesur Yeni Dünya ilk defa 1932'de basılmıştır. George Orwell'ın 1984 adlı eseri ile birlikte, anti-ütopya edebiyatında akla gelen ilk romanlardan biridir. Londra'da geçen eserde yazar, sisteme alternatif sunmak yerine mevcut sisteme eleştirel yaklaşmıştır.

Kitapta geçen karakterler şunlardır: Bernard Marks, Helmhotz Watson, Lenina, Kuluçkalama ve Şartlandırma Müdürü, Linda, John (Vahşi), Mustafa Mond.

Cesur Yeni Dünya ‘F.S. 632'de istikrar yılında' geçmektedir. Burada miladın Ford olarak alınmasının nedeni romandaki dünyanın temelini oluşturan üretim bandının yaratıcısının Henry Ford olmasıdır. Eserde, ‘Fordumuz', ‘Ford aşkına' sözlerinin kullanılmasından Ford'un tanrısallaştırıldığını söylemek mümkündür. Çünkü İngilizcedeki ‘Our Lord'a gönderme niteliğindedir bu da tanrısallığı pekiştirmektedir. Kitapta daha çok Henry Ford tarafından 600 yıl önce yaratılan toplum, tek bir devletin varlığı ve iki temel karakter üzerinden bireylerin çatışmaları anlatılmaktadır. Bu nedenle bu yeni dünyanın özelliklerine değinirsek, Dokuz Yıl Savaşları'ndan sonraki büyük ekonomik sıkıntıdan sonra kurulan Cesur Yeni Dünya'nın sloganı Cemaat, Özdeşlik, İstikrardır.

Yönetenler bu üç ilkenin sürekliliğini sağlamak için bilimsel yöntemlerle devrimi yürütmektedirler. Bununla birlikte yöneteneler geleceğin en önemli projesi olan mutluluk sorununu (insanlara köleliklerini sevdirme sorununu) da çözmektedirler.

Kitapta anlatılan devletin adı Dünya Devleti'dir ve bu devlet, standartlaştırılmış iki milyar nüfuslu, yurttaşların sadece on bin soyadını taşıdığı, hiçbir kaynağın sınırlı olmadığı ve herkesin mutlu olduğu bir yerdir. Dünya Devleti'nden ayrıntılı olarak bahsedersek; Londra'da kurulan Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde insanlar toplumdaki rolleri kabul ettirilmiş olarak doğarlar. Genetik ve sosyal olarak hiçbir özellik şansa bırakılmamaktadır. Herkes ait olduğu kastın genetik özelliklerini taşımakla kalmaz, o kastın toplumsal normlarının ve görevlerini de severek ve isteyerek doğar, büyür ve ölür. Burada insan yumurtaları bilim adamları tarafından işlemden geçirilir. Yumurtalardan doğanların zeki, ahmak ya da normal olmaları sağlanır. Uzun ya da kısa boylu olmaları burada kararlaştırılır. Sonra yumurtadan çıkarılan çocuklar talimden geçirilip eğitilirler. Kendileri için tahsis edilmiş özgün sosyal sınıf ve gruplara uyum sağlayabilmeleri için, onlara eğitim ve öğretim verilir. Onların ne tür bir insan olabileceğine dünya devleti karar vermektedir. Bunun adı Şartlandırma'dır. Onlar sadece devlete hizmet etmek için yaşamaktadırlar.

Dünya devletindeki herkes özel bir işle meşguldür herkesin şartlandığı doğrultuda bir özgün fikri vardır.
Kuluçka makineleri ise, yumurtalara hayat veren cam tüplerdir. Sıcak sıvıdan oluşan buradaki karışım, erkek tohumlarına ve kadın yumurtalarına ortam oluşturur. Çocuklar bu ortamda gelişmektedir. Bu çocukların babaları, anneleri ya da evleri yoktur, çünkü onlar Dünya Devleti'nin çocuk odalarında yetiştirilmektedir. Kadın ve erkek yumurta ve tohumları merkeze bağışlanmaktaydı. Bay ve bayanlar bunu sosyal sistem için yapıyorlardı ve bu davranışlardan dolayı ödüllendiriliyorlardı. Döllenmiş yumurtalar gelişmiş mikroskoplar altında gerekli incelemeden geçirildikten sonra 5 gruba ayrılmışlardı bunlar;

"Alfalar", "Betalar", "Gamalar", "Deltalar" ve "Epsilonlar" dır.

Düşük kalitede kabul edilen yumurtalar, dünya devletinin az eğitilen ve hizmet işlerini gören bireylerin yetiştirilmesi için embriyonik gelişime tabi tutulmaktadır. Bu çocuklar büyüdüklerinde fabrikalarda makinelere bakmakla yükümlü olmakta ve başka gerekli hizmetleri de yapmaktaydı. Bunlar bu işleri yaparken fazla bir zekâya ihtiyaç duymuyorlardı. Dünya Devleti'ndeki bütün insan yaşamı planlanmakta ve insanların gelecekteki görevleri belirlenmekteydi. Yumurtadan çıkan çocuklar "Sosyal Belirleme Merkezi"ne gönderiliyor ve orada eğitimden geçiriliyordu.

Şartlandırmada, "Hipnopedya" yöntemi yani uykuda öğretme yöntemi kullanılıyordu.
Çocukların yastıklarının altındaki ses cihazlarıyla gece defalarca tekrarlanan cümlelerle şartlandırma gerçekleştiriliyordu.

Şartlandırma sayesinde özgün sosyal sınıf ve gruplara daha kolay uyum sağlanabilmektedir. Sadece devlet için çalışan bu gruplardan, Alfa ve Betalar, Dünya Devletinde verilecek görevleri yapmak, geleceğin müdürleri ve idarecileri olmak üzere eğitilirlerdi ve sayıları diğerlerinden azdı. Kaç tane Alfa, Beta, Gama, Delta ve Epsilon'a ihtiyaç olduğunu devlet belirliyordu ve ona göre üretim yapılmaktaydı.

Epsilonların insan zekâsına pek ihtiyaçları yoktur. Fakat yapacakları işleri mümkün olduğu kadar çabuk yapmaları gerekmekteydi. Örneğin gelecekte sıcak iklime sahip ülkelerde çalışacak işçiler, ısıdan hoşlanacak şekilde eğitiliyorlardı. Geleceğin uzay mühendislerine de topuklarının üzerinde yürümekten zevk almaları öğretiliyordu. Yani şartlandırma süresince insan yumurtaları gelecekteki görevlerine uygun bir biçimde hazırlanıyordu.

Şartlandırma aynı zamanda bireylerin mutlu ve itaatkâr olmasını sağlıyordu.

Şartlanma yoluyla çocuklar kitap ve çiçeklerden nefret eder hale getiriliyordu.
Çünkü okuma, şartlandırılarak eğitilen bu kişilerin eğitimlerini alt-üst edecekti. Daha önceki gruba doğa ve çiçek sevgisi aşılanmış ve bu şartlanma kişilerin sürekli doğayı görme ve orada olma isteklerinden dolayı fabrikaların çalışamaz duruma gelmesine neden olduğu için yasaklanmıştı.

Uyku öğretimi içinde eğitim veriliyordu. Bilinç sınıfı eğitimi verilmesindeki amaç bulundukları gruptan hoşlanmalarını sağlamak ve aidiyet duygusunu geliştirmekti.

İnsanlara sistemin istikrarı için tarih öğretilmiyor ve tarihin boş bir şey olduğu öğretiliyordu. Dini kitaplar, edebiyat ve felsefe kitapları da yasaklanmıştı. Bu nedenle 150 yıl önce yayımlanan bütün kitaplar yok edilmişti.

Haç işaretinin üstü kesilerek ‘T' harfine dönüştürüldü. Dini bayramlar ve ayinlerin yerini, Dünya Devleti'nde ‘Ford Günü Bayramları', ‘Cemaat İlahileri' ve ‘Dayanışma Ayinler' almıştı. Ayinlerde de normal zamanlarda olduğu gibi ‘SOMA' adında bir ilaç veriliyordu ve bu ilaç insanların kendilerini kötü hissettiklerinde aldıkları ve onları rahatlatan, mutlu olmalarını sağlayan bir ilaçtı. Soma içerek insanlar hayal dünyalarında istedikleri yere tatile gidebiliyordu. Fakat somayı her zaman kullanmaları sistemin aksamasına neden olacağı için fabrika çıkışlarında devlet tarafından veriliyordu.

Dünya Devleti insanları şartlandırıp kontrol altına alarak istikrarı sağlamış ve Soma vererek insanların mutluluklarına da çare olmuştu. Bunlardan sonra geriye tek bir sorun kalmıştı; o da yaşlılığa çare bulmaktı. Ona da çare bulundu; eşeylik hormonları, genç kan nakli, magnezyum tuzları sayesinde yaşlılığın tüm fizyolojik izlerini silmiş oluyorlardı. Bununla birlikte yaşlılara özgü zihinsel tutsaklıklar da halledilmiş oluyordu. Bu sayede insanlar hiç hastalanmıyorlar, yaşları ilerlese de hep genç kalıyorlardı. Dünya Devleti'nin sloganlarından olan Cemaat kavramı da ‘Herkes Herkes İçindir' mantığını barındırıyordu. Kimse kimseye sahip olamaz herkes birbiriyle beraber olabilir. Aşk, nefret gibi duygulara da sahip olmayan insanlar bu nedenle duygusal hiçbir şey hissedemiyorlar, kendilerine şartlandırılanın dışında bir şey düşünemiyorlardı. ‘Anne' ve ‘Baba' gibi kavramlar kullanılmıyor, çok kötü bir şeymiş gibi gösteriliyordu. Aile kavramı yoktu. Topluluk vardı bu dünyada, bireysellik yoktu.

Ölüm için de şartlandırılma yapılıyor, çocuklar daha 18 aylıkken ölülerin ve hastaların yanına götürülüyor orada eğitim veriliyor ve oyun oynayarak zaman geçiriyorlardı. Ölüm iyi bir şey olarak şartlandırılıyor ve ölen insanların ölülerini yakıp, onları fosfora çevirip enerji olarak kullanıyorlardı.

Vahşi Bölge

Dünya Devleti böyle bir düzen üzerine kurulurken bu düzeni kabul etmeyen eski hayatlarını devam ettiren modern dünyanın dışında yaşayan bir toplum daha vardı ve bu toplumun yaşadığı yere "Vahşi Bölge" deniyordu. Vahşi Bölge, Dünya Devleti'nden elektrikli tellerle ayrılmış bir bölgedeydi.

Buradaki insanlar Hıristiyanlık dinine inanıyorlardı. Vahşi Bölge'de aile kavramı vardı, insanlar birbirlerini severek evleniyorlar ve normal yollarla çocuk sahibi oluyorlardı. Yaklaşık olarak 60 bin kişi bu bölgede yaşıyordu. Daha güzel ve güvenilir bir dünya için kurulan Dünya Devleti dışında yer alan Vahşi Bölge kitabın yazıldığı dönemin yaşam biçimini anlatmaktadır.

Vahşi Bölge yeni kurulan sisteme uyum sağlayamayan kişilerin hayatlarını sürdürdükleri bölgedir.

 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
"Cesur Yeni Dünya" (Aldous Huxley)

Amerikan araba üreticisi Henry Ford (1863-1947)'un seri üretimi ilk kez yapılan T-Modeli'nden 600 yıl sonra- Ford, Dokuz Yıllık Savaş ve büyük Ekonomik Bunalım'ın çifte felaketinden sonra kurulmuş bir küresel kast sistemi olan Dünya Devleti'nin tek ilahıdır, onun sanayi felsefesi de bu düzen içerisindeki hayatın her yönünü belirlemektir.

Dünya Devleti'nin istikrarı, genetik mühendislik ve insanı her yönden koşullandıran Bokanovski İşlemi, Podsnap Tekniği, Yeni Pavlovgil Şartlandırma işlemleri ile sağlanır. Bu devletin standartlaşmış 2 milyar yurttaşı sadece 10 bin soyadını paylaşır, dünyaya doğarak gelmemişler, önceden belirlenmiş rollerini yerine getirmek üzere kuluçkadan çıkarılmışlardır.
Politik gövdedeki hücrelerde başka bir şey değillerdir. Çocuklukta edilgen itaat, önüne gelenle yatıp kalkmanın, halinden (kastından) memnun olabilmek hipnopedya ( uykuda eğitim) yoluyla telkin edilir. İleriki yaşamlarında toplumsal dengeyi korumak, insanlara köleliği sevdirmek için Dünya Devleti tarafından dağıtılan "soma" adı verilen bir çeşit sakinleştiriciyi kullanırlar. Belli periyotlarla sürü halinde Cemaat Terennümleri ve Dayanışma Ayinleri için toplanırlar, bu toplantıların amacı Dünya devletinin temel yapısını oluşturan "CEMAAT, ÖZDEŞLİK, İSTİKRAR" değerlerini daha derin bir biçimde aşılamaktır.

Dünya Devleti'nin on bölgesinden her biri Yerel Dünya Denetçisi tarafından yönetilir. "Ford Hazretleri" Mustafa Mond (İsminin "Mustapha" kısmını Mustafa Kemal'den "Mond" kısmı ise tanınmış İngiliz sanayici Alfred Mond'dan almıştır), Londra merkezli Batı Avrupa bölgesinin denetçisidir ve en altta beyin gerektirmeyen ayak işleri için döllenmiş Epsilon-Eksi Yarı Moronları ile gitgide artan yetenek kastlarının (Delta, Gamalar, Betalar) sıralandığı bir kitle bulunan hiyerarşik, fabrika benzeri bir firmanın başıdır. Mond'un hemen altında bir Alfa-Artı entelektüeller kastı vardır. Bernard Marx ve Helmhotz Watson (öyle ki yazar sistemin sosyalizm ya da kapitalizm olmasının bir şeyi değiştirmeyeceğini göstermek istercesine kahramanlarının isimlerini her iki cepheden de isimler verir: Lenina Crowne, Polly Trosky, Benito Hoover 1) bu elitin üyelerdir, ama her ikisi de yalnız kalmak ve cinsellikten sakınmak gibi sapkın hazlardan hoşlanan eğilimler göstermiştir. Çok iyi bilmektedirler ki "görevleri çocuksu olmak"tır ve "birey duygulandığında, toplum yalpalar"; her ikisi de romanın sonunda Alfa-Artı uyumsuzlukları için sığınak işlevi gören adalardan birine sürüleceklerdir.

Dünya Devleti'nin sınırları dışında yaşamasına izin verilen diğer insanlar da çeşitli Vahşi Ayrı-Bölgeleri'nde yaşayanlardır. Kendilerini çevreleyen Fordgil cehennemden elektrikli tellerle ayrıldıkları için vahşiler hala evlenmekte, çocuk doğurabilmekte ve eskisi gibi ölebilmektedirler. New Mexico'daki Ayrı-Bölge'yi ziyaret ederken Bernard Marx, kendini Shakespere okuyarak geliştiren John adlı vahşiyle tanışır ve onu Londra'ya getirir. John ilk olarak kendisini çevreleyen yeni dünya karşısında coşkuya kapılır ve Londra'dan büyük ilgi görür; fakat kısa süre sonra Dünya Devleti'nce hayal kırıklığına uğratılır ve John'un perspektifinden F. S632'nin eksiksiz, totaliter dehşeti anlatılır.

John bu cehennemden kaçıp kendi hayatını kurmak ister ama her şeyin tüketim olduğu bu toplumda onun yaşamı da tüketilir ve intihar eder. Toplumsal düzenin denge ve istikrar kavramlarına bağlı olduğu bu toplumda, tüketim toplumu varabileceği en üst noktaya varmıştır. Kapitalizmin en üst aşaması artık kendinden küçük ülkeleri sömüren emperyalizm değil, tek bir ülkenin kendi kendini sömüren tüketim toplumudur. Cesur Yeni Dünya kapitalizmin gelecek düşü gibidir.

Huxley bu kadar kötümser olmasına karşın ölmeden birkaç yıl önce (ütopya geleneklerine uygun olarak) "Ada"yı yazdı. İskoçyalı bir bilim adamıyla, Hintli bir Prensin ortak çabalarıyla kurulan Pala adasının düzeni, Doğuyla Batının olumlu yanlarını birleştirmesidir. Batının tekniği geniş ölçüde kullanılır. Örneğin kalıtım yoluyla geçen hastalıklardan kurtulmak için, bir kadın yapay döllenmeye başvurabilir isterse, ancak yaşayış biçimi, dinsel inançlar, ahlak kavramları daha çok Doğudan alınmıştır. Bu toplumun amacı, Cesur Yeni Dünya 'dakinin tam karşıtıdır: İnsanların ekonomik gereksinimlerinin kölesi haline gelmeden, tüm yeteneklerini özgürce geliştirerek, kendileriyle ve çevreleriyle uyumlu, bilinçli bir mutluluk içinde yaşamaları istenmektedir. Bu amacı gerçekleştirmek için Pala'lıların yepyeni yöntemleri vardır. Örneğin diğer toplumlarda çocuklar analarını babalarını seçemediklerine göre onlara katlanmak durumundadır. Oysa Pala'da "kapalı aile" denilen kurum olmadığından, bir çocuk kendi öz ana babasından memnun değilse, seçeceği başka bir çifti kendine ana baba edinebilir. Palalılar "moskcha " adlı uyuşturucu maddenin kullanılmasını bile hoş görürler; çünkü bu uyuşturucu "soma" gibi, her şeyi unutturarak sahte bir mutluluk yaratmaz, tam tersine hem bilinci keskinleştirip gerçeklerin sezilmesini sağlar hem de hayal gücünün sınırlarını genişletir. Ne yazık ki bir yazın ürünü olarak Cesur Yeni Dünya kadar değerli olmayan Ada'nın sonunda Huxley'in karamsarlığı yine ağır basar ve komşu ülkenin orduları adaya saldırıp bu güzel düzeni mahvederler. Fakat kötü bitmekle beraber Ada 20. yüzyılın tek olumlu ütopyasıdır.

 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
1932 yılında yayımlanan Cesur Yeni Dünya, Avrupa'nın içten içe kaynadığı, bununla beraber Birinci Dünya Savaşı sonrası, İkinci Dünya Savaşı öncesi yazılan bir kitap olması nedeniyle ayrı bir önem taşıyor. Çünkü dünyadaki yeni şekillenmelere alt yapı oluşturacak değişimlerin sancıları kendisini göstermeye başlamıştır bu dönemde… Birinci Dünya Savaşı sonrası üç büyük imparatorluğun (Osmanlı, Çarlık Rusya ve Avusturya-Macaristan) çöküşü ve güç dengesinin "İngiltere-ABD" eksenine kayması, özellikle İngiltere'nin dünya hâkimiyetinin zirvesinde olduğu bir dönemde, yazar tepkisini böyle bir romanla ortaya koymuştur. 1929'da yaşanan küresel ekonomik krizin izleri devam etmektedir. Tüm dünyada kriz etkisini devam ettirirken, buhrandan çıkış yolu olarak dünya entelektüelleri çözüm önerileri üretmeye başlamışlardır. Bazıları ise yeteri kadar tüketim olmadığı için kapitalizmin sağlıklı bir şekilde gelişemediğini iddia etmişlerdir. İşte bu dehşetin kendini savaş, umutsuzluk ve belirsizlik olarak gösterdiği bir dönemde yazılmış olan Cesur Yeni Dünya, bir bilimkurgu klasiği olarak önemini göstermektedir. Huxley bu kitapta milat olarak Henry Ford'un T-modeli otomobilini ürettiği yılı seçmiştir. Bu öyle bir milattır ki; insanları doğadan uzaklaştırmanın, tüketmeye zorlamanın ve bu yolda tarihi, dini, geleneği, aileyi, sanatı ve kültürü yok etmenin temellerinin atıldığı bir dönemdir. Yazar kitabı, Amerika'da yaşadığı yıllarda yazmıştır. Dikkatli bir gözlem yapıldığında, kitabın bütününden çıkan fotoğraf göstermektedir ki; sentetik ütopya olan Amerika ile o toprakların gerçek ve ilk sahibi olan Kızılderililerin oluşturduğu çelişki resmedilmektedir. Yazıldığı dönemin şartları itibariyle, Huxley'in diğer romanları yanında ayrı bir öneme sahiptir. İşte bu süreçte yazılan Cesur Yeni Dünya, aynı zamanda yazarın içinden taşan çığlığın sesini günümüz insanına kadar duyurmayı başarabilmiştir.

Öte yandan Avrupa, Sovyetler Birliği'nin tedirginliği içinde, her yönüyle gelişmekte olan Amerika'ya güvenmekle birlikte gitgide bütün dünyayı hâkimiyet altına alma potansiyeli taşıyan aynı Amerika'ya karşı da içten içe bir kuşku beslemektedir. Bugünden bakıldığında bu kuşkunun haksız bir kuşku olmadığı daha net olarak görülmektedir.

Cesur Yeni Dünya'da Huxley, her ne kadar yüzlerce yıl sonrasının dünyasını tasvir ediyor gibi görünse de, aslında bugünün de dünyasını çok çarpıcı bir "dünya modeli" ile gözler önüne sermektedir. Yazar insanlığın dikkatini çekerek uyarmaya çalışmıştır. Genellikle Huxley'nin dikkat çektiği "Dünya Devleti" tıpatıp Amerika'yı işaret ederken, insanoğlunun içinde taşıdığı bencillik ve özgürlüğe karşı denetim tutkusu potansiyeli itibariyle –küresel ısınmanın eşiğindeki dünyada, insanoğlunu nasıl bir kader beklediği belirsizliğine rağmen– gelecek yüzyıllarda başka Amerikaların da boy vermesi elbette kaçınılmazdır. Yani Amerika, günümüz dünyası için sadece bir rol modeldir ve bahsedilen potansiyelin önderliğini yürütmektedir.

Aldous Huxley'nin bu çok tartışılan kitabına distopya yani kara ütopya da denmektedir. İnsanı sorulara boğan bir gelecek kurgusu gibidir. Huxley 1932 yılından bakarak öyle bir dünya yaratmıştır ki okuyucu, yazarın bahsettiği bu dünyanın olması mümkün mü, iyi mi kötü mü bir türlü karar verememektedir. Fakat kitabın ilerleyen bölümlerinde, bugünün insanının maruz kaldığı şartlandırılmalarla Cesur Yeni Dünya insanının şartlandırmaları arasında çok ciddi benzerlikler görülmekte ve başlangıçta ütopik, sıra dışı gelen konular daha sonraki bölümlerde günlük hayat ile özdeşleştirilir.

Aldous Huxley 1894'te doğmuştur. Anne, şair Matthew Arnold'un yeğeni, baba Cornhill dergisinin sahibi, kardeşi ve büyükbabası ünlü birer biyologdur. Bilim ve edebiyatı birleştiren bu entelektüel miras Huxley'in dünyaya bakışının temelini oluşturmuştur. On altı yaşında, geçirdiği bir rahatsızlık sonucu bir yıl kör kalması, iç dünyasını keşfetmesine imkân vermiş ve bu keşifler kendisini şiire ve öykü yazmaya yöneltmiştir. Hayatı boyunca kalemiyle, gelişmekte olan vahşi kapitalizmi sorgulamış ve toplumun huzuru ve refahı için sistemin kendi içinde dönüşümünün kendince altın anahtarlarını üretmeye çalışmıştır. Kitaplarında düşüncenin sınırlarını oldukça zorlayan, okuyucuyu düşünmeye ve sorgulamaya sevk eden bir üslup hâkimdir. Altmış dokuz yıllık yaşamına, başta şiir olmak üzere onlarca eser sığdırmış olan Huxley, Kasım 1963'te, çeşitli arayışlardan sonra Hollywood'daki evinde bir Zen Budist'i olarak hayata gözlerini yummuştur.

Aldous Huxley'in tasvir ettiği Cesur Yeni Dünya, istikrar yılı diye anlatılan "F.S. 632'de" eski kıta denilen Londra'da geçmektedir. Yani kitabın yazıldığı tarihten altı yüzyıl sonrasında yaşanan bir dünya modelidir. Kitapta Ford, bu Yeni Dünya'nın adeta tanrısıdır. Yazar, kitabında bu yaratılan dünyayı, iki temel karakter üzerinden diğer bireylerlerle ilişkilendirerek anlatmaya çalışmaktadır.
Dünya ciddi bir evrim yaşamış, insan üremesi ve eğitilmesi "kuluçka ve şartlandırma" merkezlerindeki şişelerde gerçekleştirilmektedir. Dokuz Yıl Savaşları'ndan sonraki büyük Ekonomik Sıkıntı'dan sonra kurulan Cesur Yeni Dünya'nın sloganı "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar"dır. Bu üç ilkenin sürekliliğini sağlamak için bilimsel yöntemlerle yeni bir dünya düzeni kurmuşlardır. Ve onlar için, geleceğin en önemli projeleri "mutluluk sorunu" adını verdikleri konuda, daha doğrusu insanlara "köleliklerini sevdirme sorunu" meselesidir.

Kitap, Kuluçkalama ve Şartlandırma Merkezi müdürünün çocuklara eğitim vermesini anlatarak başlar ve kitabın devamında da bu Yeni Dünya düzeni ile ilgili detaylı bilgiler verilmektedir. Toplumsal istikrar için nüfusun sabit tutulması şarttır. Ayrıca amaca hizmet etmekten zevk alacak bireyler üretilmesi önemlidir. Bu şartlandırma merkezlerinde insan robotlar yetiştirilir. Toplumsal mutluluğu, zararı en aza indirilmiş bir uyuşturucu maddesi olan "soma" ile sağlarlar. Kitapta bireyden nesneye dönmüş ya da dönüştürülmüş insan ve bu nesneleri üreten bir düzen vardır. Üretim bandında bir bireyin üretilmesi için iki yüz altmış yedi gün gerekmektedir. Bir seferde her şeyleriyle birbirlerine benzer doksan altı canlı üretilmektedir. Bu bireylerin istendiği gibi oluşturulması için üretim bandı üzerinde çeşitli etkilere (ilaç, ısı, basınç vb.) maruz bırakılırlar.

Kişilerin psikolojik şartlandırmaları ise Hipnopedya (uykuda eğitim) ile yapılır. Aslında nesneleştirilmiş bu insanlar, sistemin ihtiyacının olduğu beş ana sınıfta (alfa, beta, delta, gama, epsilon), hayatlarının her alanında karakteristik, fiziksel özellikleri ve kaderleri belirlenmiş olarak çıkıyorlar yumurtadan. Örneğin on iki yıl boyunca her gece yüz elli kez kulaklarına "Artık herkes mutlu" şeklinde seslenilir, ya da sistemin canlı kalması için gerekli olan tüketimi sürekli kılmak için "Atıp kurtulmak, onarmaktan iyidir. Yama artarsa refah düşer" tarzı şartlandırmalar yapılır. Yeniye ve tüketime dayalıdır toplum.

Cesur Yeni Dünya'da bireyler yoktur, toplum vardır. Bunun için kişilerin yalnız kalmaması için gerekli tedbirler alınmaktadır. Çünkü yalnız kalan ve işi olmayan birey düşünmeye başlar. Düşünen insan sorgular ve bu ise tehlikelidir. Ayrıca insanlar arasındaki ilişkilerin temelini oluşturan ve ilişkiye şekil veren "güçlü duygular" veba hastalığına benzetilir. Bu ise en son istenen şeydir. Kişilerin yalnız kalmalarını engellemek için duygusal film, engelli golf gibi aktivitelere yönlendirilir. Yalnız kaldıklarında ise sıkıntı yaşamamaları için "soma" adı verilen zararsızlaştırılmış uyuşturuculardan alırlar, böylece aldıkları doza göre zihinsel bir dinlenmeye geçerler. Bununla beraber
anne, baba, aile gibi kavramlar müstehcen kabul edilirken "herkes, herkese aittir" anlayışı normal kabul edilir. Böylece kişilerin birbirlerine karşı duydukları istekler anında giderilip, bastırıldığı vakit ortaya çıkabilecek yoğun hisler ve duyguların önüne geçilmiş olur. Dünya denetçilerinden Mustafa Mond şu sözleriyle bu görüşü destekliyor: "Kişilerin duyguları gereksiz ve toplum için tehlikelidir. Bu yüzden onları duygu yükünden arındırdık."

Genç kalarak bir ömür sürdürmek de önemli bir unsurdur. Modern insanların yaşlanması gibi bir durum söz konusu değildir. Bunu yapay salgılar ve ihtiyaç duyulduğunda oldukları aşılar ile sağlıyorlar ve yaşlanmayı geciktiriyorlar. Ancak 60'larına kadar çok zinde yaşayan bireyler birden ölüyorlar. Bunun sebebi, yaşlanıp fiziksel güçten düşen bireyin toplumdaki üretim ve tüketim için bir faydası olmaması olarak değerlendiriliyor. Bir diğer sebebini ise, denetçinin "Kendimize ait olduğumuzu düşünmek mutluluk sebebi olabilir mi? Genç insanlar bunu düşünür çünkü kimseye bağımlı olmamayı, dua etmekten muaf olmayı kendi tarzları olduğunu kabul ederler. Oysa yaşlanan insan, içinde o zayıflığı hisseder ve kişilerde korku baş gösterir. Yaşları ilerledikçe insanların dine yönelmesinin bir nedeni de ölüm ve ölümden sonraki şeylerin korkusudur," ifadesine vurgu yapması ile anlıyoruz. Bu yüzden kişiler çocukluklarından itibaren haftada üç gün "ölecek hastalar hastanesi"ne götürülüyor ve bireylerin gözünde ölümün sıradan bir süreç olarak görmeleri sağlanıyor.

Tabii bu Yeni Dünya'daki sistemin yanında bir de karşı sistem mevcuttur. Bu "vahşi ayrı bölgesi" diye adlandırılan coğrafyadaki insanlar ıslah edilmeye layık bile görülmeyen insanlardan oluşmaktadır. Hatta bu bölge elektrikli tellerle çevrilidir ve New Orleans'tadır. Sistemi sürekli sorgulaması ile meşhur Bernard, kız arkadaşı Lenina ile tatil yeri olarak bu vahşi bölgeyi seçmiştir. Shakespeare okuyarak büyüyen "Vahşi" ile tanışır. Daha sonra Vahşi ve bir gezide kazara unutulmuş ve yine kazara hamile kalıp, eski dünyada yaşamak zorunda kalan Vahşi'nin annesi olan Linda ile beraber Yeni Dünya'ya gelirler. İşte bundan sonra iki dünya arasında sürekli bir kıyaslama ve sorgulama başlar. Ayrıca eski dünyadan getirilen Vahşi, Yeni Dünya ile eski dünyanın kıyas yapılabilmesinde en önemli rolü oynar. Yeni dünyanın sistemini sorgulayan Bernard Marx ve Helmholtz Watson ile Vahşi arasında gelişen ilişki yumağında dikkat çeken odur ki; Vahşi onlara aradıkları gerçeği kısmen de olsa yansıtıyor ama şartlandırılmış olmanın tesiri ile birbirlerini anlamakta zorluk çekerler. Bu arada eski dünyada "yabancı" olduğu için dışlanan, Yeni Dünya'da ise yaşam alanı bulamayan Vahşi'nin dünyası bu ağırlığı daha fazla taşıyamaz. Önce bir adaya gidip inzivaya çekilir. Sonra intihar eder.

Bernard Marx: Beta birey ve psikolog. Yaşadığı ortamla ve değer yargılarıyla çatışma içinde olan toplum tarafından tuhaf bulunan, birey olduğunun farkında olan ve diğer insanlarla olan farkını bildiğinden (çünkü o bir üretim hatasıdır) kendini yalnız hisseden, kendini anlayacak birini arayan bir karakter. Sürekli kendi varlığından olan rahatsızlığı dile getiren kişi. Herkesin herkese ait olma fikrini kabul edemiyor ve sapıkça buluyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde, Vahşi'yi ve annesini Yeni Dünya'ya getirmiş olmasını bir başarı vesilesi haline getirip, daha önce onu küçük gören insanlardan kabul görmesi ile değişmeye başlar. Sürekli eleştirdiği bu dünyaya kendini kaptırır. İlginç olan; arzuladığı statüye ulaştıktan sonra bu dünyanın yanlışlarına olan kaygısı azalır, ancak eski haline dönmek zorunda kaldığında yine kendini çaresizlik içinde bulur. Aslında her iki dünya insan tipinin arasında sıkışmış ve kimliğini bulmakta çok ciddi sıkıntılar yaşayan bir karakterdir.

Helmholtz Watson: Beta bireydir. Yakışıklı görüntüsü ve tavırları ile dikkat çeken bir kişidir. Duygu mühendisliği odasında hocalık yapmaktadır. Romanda çok fazla yer almasa da düşündükleri ile akılda kalan bir karakterdir. Helmholtz da Bernard gibi birey olduğunun farkında ve kimsenin kendini anlayamadığını düşündüğünden kendini yalnız hisseder ancak Bernard gibi çalkantılı bir ruh hali yoktur. Söyleyecek, yazacak bir şeyleri olduğunu hisseder ancak nasıl anlatacağını bilemez. Bütün yazdıklarının içtenlikten uzak ve gerçek olmadığını düşünür. Bizim dönemimizin değerleriyle bakarsak kendimize yakın bir karakter olduğunu söyleyebiliriz. Vahşi ile aralarında ortak değerler olduğunu hissetse bile şartlandırmanın etkisi ile bazı noktalarda ayrılırlar.

Kuluçkalama Merkezi Müdürü:
Romanın başında öğrencilere sistemin mükemmelliğini ve gerekliliğini büyük bir hayranlıkla anlatan karakter olan müdür, sistemin en ateşli savunucularındandır. Yeni Dünya düzenine tam anlamıyla ayak uydurmuş olduğunu iddia etmiş olsa da vahşi bölgede kaybettiği sevgilisine karşı hâlâ hisler besleyen biridir. Onu karşısında ilk gördüğünde ne yapacağını bilemeyen ve sonra utanç duyan zayıf karakterde biridir.

Vahşi (John): En önemli karakterlerden biridir. Ayrık vahşi bölgede büyümüş, ancak annesinin modern dünyadan gelmiş olması onun dışlanmasına sebep olmuştur. Kızılderililer arasında kabul göremeyen, oyunlara alınmayan, Kızılderili adetlerini uygulamasına bile izin verilmeyen bir karakterdir. Okumaktan hoşlanır. Annesinin eski dünyadaki sevgilisi olan Pope'un verdiği Shakespeare kitabı John'un kişiliğini oluşturmada önemli bir etkendir ve bu sayede içinde gelişen bazı duyguları, derin hisleri daha rahat ifade edebilmektedir. Bernard'ın onu ve annesini modern dünyaya getirmesinden sonra, bu dünyayı tanıdıkça içindeki nefret büyümüştür. İlk önceleri bu dünyanın değiştirilebileceği umudunu içinde taşır. Annesinin ölümünden sonra tüm enerjisini buradaki insanlara harcayarak, bu sistemin yanlışlığını anlatmaya çalışmasından ne kadar gayretli ve inançlı ve ne olursa olsun insanların her şeyi başarabileceğine inanan biridir. Romanın sonunda yaşadıkları, bize bütün dünyayı karşısına alabilecek cesarette bir kişilik olduğunu, acı çekmenin ve insani duygular taşımanın önemini göstermiştir. Lenina'ya âşık, onun için her şeyi yapmaya hazır ancak Lenina'nın bunu anlayamamasından dolayı büyük bir çaresizlik içindedir, daha sonraları bu çaresizlik onda nefrete dönüşmüştür.

Lenina: Yaşantısından memnun, kendi ile barışık ve sistemin başarılı ürünlerindendir. Ford'unun sağladığı olanaklar yüzünden sık sık memnuniyetini dile getiren kişidir. Erkekler arasında bir hayli popüler, ancak farklı şeyler aramaktadır. Üretim hatası olan Bernard ilgisini çeker ve bu yüzden onun ile beraber olmaya başlar. Romanın ilerleyen bölümlerinde Vahşi ile tanışmasından sonra, Vahşi'ye olan hayranlığı her gün daha da artar, ancak yaşadığı dünya düzeni Vahşi'yi anlamasına izin vermez. Üzerindeki şartlandırmalar yüzünden onu anlamakta zorlanır.

Mustafa Mond:
Dünya denetçilerinden biri. Mustafa Mond'un görevi, bu dünya düzeninin neden gerekli olduğunu bu düzenin insanlarına anlatmaktır. Duyguların gereksizliği, tarihin silinmesi, bilimin sadece gerekli düzeyde kullanılması gerektiği ve sürekli bir gelişim göstermemesi gerektiğini düşünmektedir. Kendisi iyi bir bilim adamı (fizikçi) olmasına rağmen, ısrarla istikrarı bilime tercih ettiğini söyler. Mond modern dünyadaki sistemin tüm detaylarını bilen ve eski dünya hakkında da diğerlerine göre çok bilgili olan bir karakterdir, ancak bunların hiçbirine Yeni Dünya'da ihtiyaç olmadığına inanır. Hatta istikrara zarar vereceğini düşünür.

Linda:
John'un annesi, şartlandırma müdürünün kaybolan sevgilisidir. Gençliğini modern dünyanın dölleme bölümünde çalışarak geçiren Linda, müdür ile bir geziye gittiği vahşi bölgede unutulur ve hayatını burada sürdürmek zorunda kalır. Farklı olduğu için o da Kızılderililer arasında John gibi kabul görmez. Şartlandırmalar etkisinde olan Linda, bu dünyadaki sefilliğe alışmakta zorlanır. Şartlandırılmış olmasına rağmen, doğurmuş olduğu John'a karşı büyük bir sevgi beslemektedir. Modern dünyadan birilerinin gelmesiyle büyük mutluluk duyar ve çektiği acılardan kurtulmak istediği için, aynı mantıkla çareyi "soma" içmekte arar ve modern dünyada en çok arzuladığı şeyin soma olduğunu söyler. Linda'nın eski yaşantısına geri döndükten sonra, vahşi bölgede çektiği ıstırabı unutmak için gereğinden fazla soma haplarını kullanması ölümüne sebep olur.

Sonuç
olarak Cesur Yeni Dünya düzeni ile, günümüz dünyası arasındaki benzerlik insanı dehşete düşürecek kadar yakın gözükmektedir. Tek tipleştirici bir dünya düzeni her geçen gün etkisini artırmaktadır. Cesur Yeni Dünya, ötekine yaşam hakkı tanımayan, farklı düşüneni içinde eriten, sistemle uyum içinde yaşayanı öne çıkarıp, yücelten bir sistemin içinde sürüklendiğimizi bize oldukça etkili bir biçimde
sunan bir kitaptır. İnsanı insan yapan tüm erdemlerin bir şey ifade etmediği, insani değerleriyle yaşamaya gayret eden insanların dışlandığı, sistemin yandaşlığına soyunan kuklaları bize kanaat önderleri olarak sunan bu düzenin kitaptaki düzenden ne farkı var acaba? Günümüzde "gen" araştırmalarının belli bir merhaleye geldiğini ve yakında insan klonlayabileceklerini iddia eden bilim
adamları medyada yer almaktadır. Acaba alıştırılıyor muyuz? Kitap bu nevi soruları akla getirmektedir. Teknolojik gelişmelerin etkisi ile medyanın başrol oynadığı, bilişim çağının da tesiri ile insanoğlu bu sistemin tekelinde esaret altındadır. Dikkatli bir şekilde günlük hayatımızın akışını gözlemlediğimizde, sabahtan akşama kadar geçirdiğimiz zaman diliminin tanziminde, hangi şartlandırmaların
etkisi ile sürüklendiğimizi görebilmek daha mümkündür. Günümüzün hâkim güçleri, bu tasvir edilen şartlandırılmış insan modelinden pek memnun görünmektedir. Sistem, sadece üret (benim istediğimi) ve sonrasında hızlıca tüket diyor. Ama Sorgulama! Düşünme! Karşı gelme! İtaatkâr ol! Hak arama! Sen, sadece boyun eğerek rahat yaşayabilirsin. Bu yüzyılın insanının soma hapları ise Hollywood
yapımı filmler, Amerika'dan ithal aptal diziler ve taklit edilen yarışmalar örnek olarak gösterilebilir.

Verilmek istenen mesaj çok açık ve nettir: Uyuşun!
Uyuyun!


Günlük
hayatımızın her karesini bu şekilde kontrol altına alan güçler, bu şekilde sistemin "kural koyucular"ı olurlar ve insanlık senaryosunu başından sonuna kendileri yazıp kendileri yönetmektedirler. Yani nesneleşmiş insan ona yazılan rolü oynarken, hiçbir şeyin farkında olmadan, eline tutuşturulmuş soma hapları ile oyalanmakla meşguldür. Aslında yazarın, yaşadığı dönemden bakarak, böylesine yüksek bir öngörü ile günümüze atıfta bulunabilme yeteneğine hayran kalmamak mümkün değildir.

Kaynakça:

– utopicass.blogspot.com

 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
@ignostik üye, (Gerçek bir kahin, onu izle;)

Aldous Huxley: Mike Wallace Röportajı (1958) | Türkçe

(Sayın Huxley, yeni deneme yazılarınızda farklı türden Özgürlük Düşmanları'nın bizi gerçek hayatta Cesur Yeni Dünya'ya sürüklediğini söylüyorsunuz. Sayın Huxley, şunu sormama izin verin. Ciddi biçimde soruyorum:
Özgürlük gerekli bir şey midir??



İyi akşamlar. Ben Mike Wallace. Bu geceki konuğumuz, seçkin olduğu kadar rahatsızlık veren bir yazar olan Aldous Huxley.
İngiltere'de doğdu,şu an Kaliforniya'da yaşıyor. Sayın Huxley, bu yüzyılın en tartışma yaratan roman ve toplum eleştirilerini kaleme almıştır. ABD'deki özgürlüğümüze yönelik bazı tehditleri ana hatlarıyla belirlediği ve tanımladığı Özgürlük Düşmanları adlı bir deneme kitabını daha yeni tamamladı.

SORU: Sayın Huxley, her şeyden evvel size şunu sormama izin verin:
Gördüğünüz üzere, ABD'deki özgürlük düşmanları kimler veya nelerdir?

CEVAP: ABD'de "kim" sorusuna cevap olacağını sanmıyorum.
Kasıtlı olarak insanların özgürlüğünü koparmaya çalışan şeytani insanlar olduğunu düşünmüyorum. Ancak her şeyden evvel, gitgide özgürlüğü daha da azaltan birtakım kişidışı güçler olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda kullanmak isteyenler veya kullanabilenler için özgürlükten uzaklaşma ve kontrolü dayatma sürecini hızlandıran kimi teknolojik aletler de var.

SORU:
Nedir bu güçler ve aletler, Sayın Huxley?

CEVAP: İki temel kişidışı güç olduğunu söylemeliyim.
Bunlardan ilki şu anda ABD'de o kadar önemli değil ama başka ülkelerde epey önemli.
Genel itibariyle aşırı nüfus artışı denilen bir güç. Mevcut kaynaklar üzerindeki nüfusun artan baskısı.
Olağanüstü bir şey bu elbette ki. Dünya tarihinde daha önce hiç olmamış bir şey oluyor.
İsa'nın doğumu ile Mayflower gemisinin karaya çıkması arasındaki zamanda yeryüzündeki nüfusun iki katına çıkışını ele alalım.
İki yüz elli milyondan beş yüz milyona çıkmıştır muhtemelen. Bugün ise yeryüzünde nüfus yarım yüzyılda iki katına çıkacak hale gelmiştir.

SORU: Aşırı nüfus artışı neden özgürlüklerimizi azaltsın?

CEVAP:
Çeşitli yollarla yapıyor bunu. Mesela Harrison Brown gibi alanında uzman kişiler azgelişmiş ülkelerde yaşam standardının günümüzde düştüğüne dikkat çekiyor.
Elli yıl öncesine kıyasla insanlara kişi başına daha az yiyecek ve mal düşüyor. Bu ülkelerin ekonomik durumu giderek daha da istikrarsız bir hal aldıkça tabii ki merkezi hükümet de "devlet gemisini" dengede tutmak için daha fazla sorumluluk alıyor.
Sonrasındaysa bu şartlar altında toplumsal huzursuzluk çıkıyor ve bunu da merkezi hükümetin tekrar müdahalesi izliyor.
Burada totaliter rejime doğru hızla ilerleyen bir süreç görmek mümkün.
Ne yazık ki tüm bu azgelişmiş ülkelerdeki en yüksek örgütlü siyasi parti Komünist Parti olduğu için bu talihsiz sürecin mirasçıları onlar olacak ve iktidarı ele geçireceklerdir.

SORU: O halde, ironik bir biçimde, dünyada komünizme en çok karşı çıkan güçlerden biri olan Katolik Kilisesi sizin tezinize göre, doğum kontrolüne karşı olduğu için bizleri oğrudan komünizmin kucağına atıyor.

CEVAP: Bu garip paradoks muhtemelen doğru.
Aslında burada olağanüstü bir durum var.
Elbette ki buna biyolojik açıdan bakmak lazım.
Dünyadaki biyolojik yaşamın özü bir denge meselesidir ve bizler bir yandan doğum kontrolü ile dengelemeden ölümü ciddi bir biçimde kontrol altına alıyoruz. Sonuç olarak da doğum oranları olabildiğince yüksek kalırken ölüm oranları önemli ölçüde düşüyor.

SORU:
Aşırı nüfus artışı için şimdilik bu kadarı yeterli. Özgürlüğümüzü azaltan diğer güç nedir?

CEVAP: Bu ülkede çok etkili olduğunu düşündüğüm diğer güç aşırı örgütlenmedir.
Teknoloji daha karmaşık bir hal aldıkça daha ayrıntılı ve hiyerarşik bir örgütlenme de
elzem hale geliyor. Şans eseri burada teknolojinin ilerlemesine örgütlenme bilimindeki ilerleme de eşlik ediyor. Daha önce hiç olmadığı kadar büyük ölçekte örgütlenmek mümkündür. Böylece daha fazla insan gerek büyük şirketlerin bürokrasisinin gerekse de
büyük hükümetlerin bürokrasisinin kontrol ettiği bu hiyerarşik sistemlerde yaşamak durumunda kalıyor.

SORU:
Şu bahsettiğiniz aletlere gelelim. Bunlar belirli aletler mi yoksa aşırı nüfus artışına ve aşırı örgütlenmeye ek olarak özgürlüklerimizi kısıtlayan iletişim yöntemleri mi?

CEVAP: Elbette ki bu amaçla kullanılabilecek aletler var.
En nihayetinde oldukça yeni ve acı verici bir tarihin parçası olan Hitler tarafından kullanılan son derece etkili propagandayı ele alalım. Hitler'in yöntemi neydi? Hitler bir yandan terörü kullanırken öte yandan fiziksel şiddeti kullandı ama aynı zamanda propagandayı da çok etkili bir biçimde kullandı. Döneminin her modern aletini kullanıyordu. Televizyon yoktu, ama sonuna dek kullandığı radyo vardı. Radyo ile arzularını muazzam kitlelere ulaştırabiliyordu. Üstelik Almanlar hayli eğitimli insanlardı.

SORU: Tüm bunların farkındayız ancak Hitler'in propaganda kullanımı ile diyelim ki ABD'deki propaganda yöntemini nasıl aynı kefeye koyarız? Bir benzerlik olduğunu mu söylüyorsunuz?

CEVAP: Şu an aynı şekilde kullanılmadığını söylemeye gerek yok ancak bu noktada, bana öyle geliyor ki kötü bir durum söz konusu olduğunda kullanılabilecek...
Birçok açıdan Hitler'in yönteminden çok daha üstün yöntemler var günümüzde.
Gelişen teknolojimize gafil avlanmamamız gerektiğini söylüyorum.
Tarihte defalarca bunun örneğini gördük.
Teknoloji gelişir, toplumsal koşulları değiştirir bu ve aniden insanlar kendilerini
öngöremedikleri bir durumun içinde bulup gerçekte yapmak istemedikleri türden şeyleri yaparken bulur.

SORU:
Ne kastediyorsunuz? Televizyonu icat ettiğimizi ama onun nasıl doğru kullanıldığını bilmediğimizi mi söylüyorsunuz? Bunu mu kastediyorsunuz?

CEVAP: Bence şu an televizyon oldukça zararsız bir biçimde kullanılıyor.
Bana öyle geliyor ki, daima insanların dikkatlerini dağıtmak için kullanılıyor.
Oysa televizyonun bulunduğu tüm o komünist ülkeleri bir hayal edin.
Oralarda sürekli aynı şeyi söylüyor. Aynı şekilde ilerliyor.
Geniş çaplı bir dikkat dağıtma yaratmıyor daima aynı tekil fikri kafalara sokmaya çalışan tek açılı bir bakış yaratıyor.

SORU: Çok güçlü bir enstrüman olduğu aşikar. Yani enstrümanın olası yanlış kullanımından bahsediyorsunuz.?

CEVAP: Kesinlikle. Elbette ki her teknoloji kendi içerisinde olasılı ve tarafsızdır. İyi veya kötü yönde kullanılabilecek güçlerdir sadece. Aynısı atom enerjisi için de geçerli. Onunla kendimizi de patlatabiliriz. Tükenmekte olan kömür ve petrolün yerine de koyabiliriz.

SORU: Bu yaklaşımla uyuşturucu ilaçlar hakkında da yazdınız. Oldukça ilginç bir konu bu.

CEVAP:
Bahsettiğiniz kitabım Cesur Yeni Dünya'da çok yönlü bir uyuşturucu ilaç olan
"soma" adlı bir madde öne sürdüm. Az dozda alındığında insanları mutlu ediyor orta dozda alındığında insanların hayal görmesini sağlıyor yüksek dozda alındığındaysa insanları uyutuyor.

SORU: Şu an için böyle bir ilacın olduğunu sanmıyorum, bence hiçbir zaman da olmayacak.

CEVAP: Fakat bunlardan bazılarını yapacak uyuşturucular var. Bence bize hiç zarar vermeden zihin yapımızı derinden değiştirecek uyuşturucuların yapılması olasıdır. Zihne çok güçlü etki eden mevcut uyuşturucuların fizyolojik olarak zararsız hale getirilmesi farmakolojik bir devrim yaratır.
Zihni değiştiren ama fizyolojik ve manevi açıdan korkunç hasarlar veren afyon veya kokain gibi şeyler değiller.

SORU: Sayın Huxley, yeni deneme yazılarınızda farklı türden Özgürlük Düşmanları'nın bizi gerçek hayatta Cesur Yeni Dünya'ya sürüklediğini söylüyorsunuz. Ve bu durumun eli kulağında olduğu fikrindesiniz. Öncelikle, bunu biraz açabilir misiniz? Cesur Yeni Dünya'daki çok korktuğunuz hayat nasıldır? Ya da hayatımız bu durumda nasıl olabilir?

CEVAP: Şimdi öncelikle gelecekte ortaya çıkacak bu türden bir diktatörlük kanımca yakın geçmişte gördüklerimizden çok farklı olacak.
Geleceği öngören diğer bir kitabı ele alalım. Dikkate değer bir kitap bu: George Orwell'in 1984'ü.
Bu kitap Stalin rejimi altın çağını yaşarken yazıldı. Hitler rejiminin de hemen sonrasıydı.
Orada Orwell, tamamen terör ve fiziksel şiddet yöntemlerini kullanan bir diktatörlük öngördü. Bence gelecekte olacak olan şey şu:
Diktatörler şunu görecek; eskilerin de söylediği gibi süngüyle her şeyi yapabilirsiniz ama süngünün üzerine oturamazsınız.
Oysa gücünüzü süresiz olarak korumak istiyorsanız yönetilenlerin rızasını almak zorundasınız.

Bunu kısmen Cesur Yeni Dünya'da öngördüğüm biçimde uyuşturucu ilaçlarlakısmen de yeni propaganda teknikleri ile yapacaklar.
Bunu insanın rasyonel tarafını es geçip onun bilinçaltına ve daha derin duygularına
hatta fizyolojisine hitap ederek yapacaklar.
Öyle ki insan, köleliğini sever hale gelecek.

Tehlike şu ki, insanlar bir şekilde bu yeni rejim altında gerçekten de mutlu olabilirler...
...ama mutlu olmamaları gereken durumlarda da mutlu olacaklardır.

SORU:
Şunu sormama izin verin: Totaliter bir devlet içerisinde meydana
gelebilecek bir dünyadan bahsediyorsunuz. Daha pratik ve acil meselelere dönelim.
Biz ABD'de bir şekilde bir demokraside yaşadığımıza inanıyoruz. Bahsettiğiniz Cesur Yeni Dünya'nın diyelim ki gelecek 25 yılda, gelecek yüzyılda bizim kıyılarımıza kadar ulaşabileceğini düşünüyor musunuz?

CEVAP:
Bence olabilir. Bu meseleler üzerine şimdi ve burada düşünmeye başlamanın bu yüzden bu derece önemli olduğunu düşünüyorum. Teknolojideki ilerlemelere hazırlıksız yakalanmamak için. Örneğin uyuşturucu ilaç kullanma meselesi.
Kanıtlara ve bir miktar yaratıcı hayal gücüne dayanarak bugün şunu öngörmek mümkün:
Kötü niyetli bazı kişiler bunu kendi amaçları için kullanacak ama bizim de bunu engellememiz mümkün, aynı şekilde. Bahsettiğim diğer propaganda yöntemlerini öngörmemiz ve bir biçimde engellememiz mümkün diye düşünüyorum.
Özgürlüğün bedeli ebedi teyakkuzdur.

SORU:
Özgürlük Düşmanları'nda özellikle ABD hakkında şöyle bir şey yazmışsınız.
Amerikan siyasi kampanyalarına yönelik şöyle demişsiniz:
"Tek gereken para ve samimi görünecek biçimde eğitilmiş bir adaydır.

CEVAP: Belirli eylemlere yönelik politik ilkeler ve planlar önemini büyük ölçüde kaybediyor.
Reklam uzmanlarının sunduğu biçimiyle adayın kişiliği gerçekten önemli olan tek şey oluyor." Son kampanya döneminde partilerin reklam yöneticilerinin bu türden pek çok açıklaması oldu. Adayların sabun veya diş macunu gibi satılması gerektiği ve her şeyin kişiliklerine bağlı olduğu fikri belirtildi. Tabii ki kişilik önemlidir, ancak özellikle televizyonda çok cana yakın görünen fakat gerçekte politik güven açısından pek iyi olmayan kimi insanlar vardır.

SORU: Eisenhower, Stevenson ve Nixon gibi adamların bilerek Amerikan halkının gözünü boyamaya çalıştığını mı düşünüyorsunuz?

CEVAP: Hayır, daha önce yapılanlardan oldukça farklı kampanyalar yürüten güçlü reklam ajanslarına danışıyorlardı. Bana soracak olursanız çok çeşitli yeni aletler ortaya çıkıyor. Mesela bilinçaltına yansıtma işini yapan bir şey duyuruldu geçen sonbaharda.
Olduğu haliyle bu şey bence şu an bize tehdit oluşturmuyor ancak geçen gün psikoloji laboratuvarında bununla deneyler yapan kişilerden biriyle konuşuyordum.
Tam olarak şöyle dedi: Şu an için bir tehlike arz etmiyor bu fakat çalışan bir ilke belirledikten sonra o teknolojinin sürekli gelişeceğinden kesinlikle emin olabilirsiniz.
Konuyla ilgili görüşü buydu.
Bunu 1960 seçiminde belli bir dereceye kadar kullanacaklar belki ama 1964 seçiminde çok daha etkili bir biçimde kullanacaklar. Nitekim teknoloji böyle bir hızla gelişmektedir.
Bizler de oy vermeye ikna edilmiş olduğumuzu anlamadan bir aday için oy vermeye
ikna olmuş olacağız.

SORU:
Kesinlikle. Tercih ve mantığın ötesinde ikna edilmiş olmanız oldukça endişe verici bir durumdur.
Biraz önce bahsettiğiniz reklamcılıkla ilgili olarak özellikle Özgürlük Düşmanları'ndaki
yazılarınızla televizyon, radyo ve gazete reklamcılığının çoğunu kontrol eden Madison Caddesi'ne saldırıyorsunuz. Neden sürekli reklam ajanslarına saldırıyorsunuz?

CEVAP:
Hayır, bence reklamcılık çok önemli bir rol oynuyor fakat bence demokrasideki
asıl tehlike bana göre şudur: Demokrasi neye bağlıdır?
Demokrasi, herhangi bir durumda kendi makul çıkarı olarak gördüğü şey için akıllı ve mantıklı seçim yapan bireysel seçmenlere bağlıdır.
Oysa hem kendi mallarını satmak gibi belirli amaçları olan hem de diktatöryel propagandalar yapan bu kişiler insanın rasyonel tarafını es geçip yüzeyin altındaki bilinçdışı güçlere ulaşmaya çalışıyorlar.
Böylece bir bakıma rasyonel zeminde bilinçli seçime dayanan tüm demokratik süreci
anlamsız hale getiriyorlar.

SORU:
Tabii... Belki de bir sonraki soruyu cevaplamış oldunuz.
Zira yazdığınız bir denemede sadece politik reklamlar için değil televizyon reklamları için de şöyle söylüyorsunuz: "Bugünün çocukları bira ve diş macunu reklamlarındaki şarkıları söyleyerek geziyorlar."
Sonrasında bu fenomeni bir biçimde diktatörlük tehlikesine bağlıyorsunuz.
Aradaki bağlantıyı açıklayabilir misiniz? Yoksa yeterince açıkladığınızı mı düşünüyorsunuz?

CEVAP: Söz konusu çocuk meselesi son derece önemlidir.
Çünkü çocukların ortalama bir yetişkinden çok daha kolay etkilendiği aşikardır.
Bir sebepten ötürü tüm propagandanın bir veya birkaç ajansta olduğunu düşünün.
Bu durumda en nihayetinde büyüyüp çok geçmeden yetişkin olacak çocuklar üzerinde muazzam bir gücünüz olurdu. Yakın bir tehdit olduğunu düşünmesem de
olası bir tehdit hala da.

SORU: Denemenizde mealen şöyle bir şey dediniz: "Avrupa'daki çocuklara eskiden
'harpta harcanan erler' denirdi şimdiyse ABD'deki çocuklara 'televizyon ve radyoda harcananlar' deniyor."

CEVAP:
Sonuçta iş ve ekonomi dergilerinde geleceğin sadık marka alıcıları olacağı için çocukları ele geçirmenin ne denli önemli olduğuna dair yazılar okuyabilirsiniz.
Bunu siyasi terimlere çevirmek de mümkündür:
Diktatör, çocukların büyüdüklerinde ideoloji alıcıları olacağını söyler.
Komünistler tarafından kullanılan beyin yıkama hakkında çok şey duyuyoruz.

SORU: Konuştuklarımızdan başka, ABD'de kullanılan beyin yıkama yöntemleri biliyor musunuz?

CEVAP: Çin ve Rusya'da olduğu şekliyle bilmiyorum. Çünkü özünde bu propaganda yöntemleri bireylere uygulanan en şiddetli türdür. Reklamcılık yöntemi gibi "çifte yöntemi" değildir. Orada kişi ele geçirilir ve gerçek anlamda çökene dek hem psikolojisi hem fizyolojisi ile oynanır. Sonrasında kafasına yeni bir fikir sokabilirsiniz. Yöntemleri okursanız kan dondurucu olduğunu görürsünüz.
Bu yöntemler sadece siyasi mahkumlara uygulanmaz. Mesela genç komünist yöneticilerin ve misyonerlerin eğitiminde de uygulanır bu yöntemler.
Yüzde yirmi beşinin çökmesine veya intihar etmesine sebep olan oldukça zorlu bir eğitimden geçerler fakat nihayetinde yüzde yetmiş beşlik tamamen tek görüşlü fanatikler elde ederler.

SORU: Tabii burada aklıma şu soru gelip duruyor: Hiç kuşku yok ki politika kendi içerisinde kötü değildir televizyon kendi içerisinde kötü değildir, atom enerjisi de kötü değildir. Yine de bunların kötücül bir şekilde kullanılacağından korkuyorsunuz.
Size göre neden doğru insanlar bunları kullanamasın?

Neden yanlış insanlar bu çeşitli aletleri yanlış amaçlar için kullanacaklar?

CEVAP: Bunların güç elde etmek için birer enstrüman olması bunun sebeplerinden biridir. Elbette ki güç tutkusu insanın içindeki en etkili tutkulardan biridir.
Nihayetinde tüm demokrasiler gücün çok tehlikeli olduğu ve bir kişinin veya küçük bir grubun çok uzun bir süre için çok fazla güce sahip olmasına izin vermemenin son derece
önemli olduğu fikrine dayanır. İngiliz ve Amerikan Anayasaları'nın asıl işlevi zaten gücü sınırlamaktır. Oysa tüm bu yeni aletler küçük grupların geniş kitlelere
güç uygulaması için çok etkili enstrümanlardır.

SORU:
Bu soruyu Özgürlük Düşmanları'nda kendinize soruyorsunuz. Şimdi sizin kendi sorunuzu size yönelteceğim.
"Aşırı nüfus artışının hızlandığı, aşırı örgütlenmenin hızlandığıkitle iletişim araçlarının
her geçen gün ilerlediği bir çağda insan onurunu koruyup bireyin değerini
nasıl yeniden ortaya koyarız?
Soruyu ortaya atmışsınız. İşte size soruyu yanıtlamanız için bir fırsat Sayın Huxley.

CEVAP: Bu açık ki, öncelikle bir eğitim meselesi.
Bireysel değerleri vurgulamanın müthiş önemli olduğu fikrindeyim.
Şöyle bir eğilim var: Muhtemelen Whyte'ın "Organizasyon İnsanı" isimli kitabını okumuşsunuzdur. Bana göre çok ilginç ve değerli bir kitap. Bu kitapta yeni türden bir grup ahlakından, grup etiğinden bahsediliyor. Gruptan bahsederken de onu bireyin önüne koyuyor. Bana göre bu, insanın genetik yapısı ile ilgili bildiklerimizle çelişkili görünüyor. Yani her bireyin biricik olması ile. Ve tüm bu özgürlüğün değeri fikri de bahsettiğim genetik temele yaslanıyor. Bana göre bunu tüm eğitim hayatımızda vurgulamak çok önemli. Ayrıca insanlara anlatılan masallara kanmamayı ki, sürekli bu yöne doğru itiliyorlar...
Kendilerine söylenenleri analiz etmeyi öğretmek de çok önemli.
Tabii bunun eğitimle ilgili yanı olmakla birlikte insanları güçlendirmek; onların neler olup bittiğinin farkına varmasını sağlamak için yapılabilecek başka birçok şey daha var.

SORU: Siz ateşli bir adem-i merkeziyetçilik taraftarısınız?

CEVAP: Yani, evet, eğer elverişli ise. Trajedilerden biri budur, bana kalırsa.
Birçok insan, seçmene bir tür doğrudan güç verme açısından adem-i merkeziyetçiliğin
öneminden bahsediyor.
Son derece geniş bir seçmen kitlesi içinde tek bir seçmenin pek gücü yok.
Oyunun da bir önemi yokmuş gibi görünüyor.
Bu durumu seçim bölgesindeki seçmen sayısının düşük olduğu yerlerde görmüyoruz.
Ve grup idare edilebilir ve anlaşılabilir ise böyle bir durum ortaya çıkmıyor.
Eğer olabilirse, Jefferson'ın da önerdiği gibi bütün daha küçük birimlere ayrılmalı ve böylece kendi kendini yönetmeye dayalı gerçek bir demokrasiye ulaşılmalı.

SORU: Tabii bu Jefferson'ın zamanında makuldü. Bugün ekonomik sistemimizi yeniden düzenleyip adem-i merkeziyetçiliğe geçerken aynı zamanda askeri ve ekonomik alanlarda Sovyet Rusya gibi çetin bir rakibin meydan okumasına nasıl karşılık vereceğiz?

CEVAP: Bana göre bunun cevabı, bana öyle geliyor ki, endüstriyel üretim iki türlü oluyor. Belirli türden bir endüstriyel üretimde müthiş bir merkeziyete ihtiyaç duyuluyor. Örneğin, otomobil üretimi gibi. Ancak kolaylıkla ve muhtemelen ekonomik açıdan da zarar görmeden adem-i merkeziyete geçişe izin verecek türden endüstriyel üretimler de mevcut. Dolayısıyla bu türden bir adem-i merkeziyetçilik.
Zaten bunları görmeye başladınız; güneye doğru seyahat ettiğinizde orada adem-i merkeziyete dayalı bir tekstil endüstrisinin filizlendiğini görebilirsiniz.

SORU: Sayın Huxley, şunu sormama izin verin. Ciddi biçimde soruyorum:
Özgürlük gerekli bir şey midir?

CEVAP:
Bana kalırsa gerekli bir şeydir.

SORU: Neden?

CEVAP: Üretken bir toplum olmak için mi gerekli?
Evet, öyle olduğunu söylemeliyim. Yani gerçek anlamda üretken bir toplum olmak için.
Birçok malı özgürlük olmadan da üretebilmeniz mümkün ancak büyük ölçüde bireysel özgürlük, girişim, yaratıcılık olmadığı sürece insanlığın yaratıcı bir hayat sürmesi mümkün görünmüyor.

SORU: Bunlar haklı olarak önemsediğimiz şeyler ve büyük ölçüde özgürlük sağlanmadan bunların var olması mümkün değil.
Sayın Huxley, karşımızda bulunan ülkeye en azından karşımızda bulunur
görünen ülkeye bir göz atalım: Sovyet Rusya'ya. Güçlü bir ülke ve hem ekonomik
hem askeri olarak daha da güçleniyor. Aynı zamanda kendi sanat biçimlerini de
gayet güzel bir biçimde geliştiriyor. Halk katında yaratı dürtüsünün ortadan kalkmadığını görüyoruz. Halbuki özgür bir toplum değil.

CEVAP: Özgür bir toplum değil, ancak ilginç olan şey şu: Toplumun bu üyeleri, bilim insanları gibi yaratıcı işler yapanlar, herkesten çok özgürlüğe sahipler.
Bu, imtiyaza dayalı aristokratik bir toplum. Burunlarını siyasete sokmadıktan sonra bu insanlara yüksek bir prestij, büyük miktarda özgürlük ve yüksek bir hayat standardı sağlanıyor.
Yeni Sovyet rejimi ile ilgili çok önemli bir gerçek bu.
Ve şunu da göreceğiz: Genel olarak insanlar özgürlüklerinden yoksun olacaklar ancak tepedeki oligarklar özgürlüklerden büyük ölçüde yararlanırken yüksek hayat standardına
sahip olacaklar.
- En altta bulunan insanlar?
- Özgürlükten yoksun olacaklar.

SORU: Bu durumun sürdürülebilir olduğunu düşünüyor musunuz?

CEVAP:*Bence bu durum, herkesin dışarıda bırakıldığı durumdan çok daha fazla sürdürülebilir. Teknolojik ve bilimsel gelişmelerini bu temelde elde edebilirler.

SORU: Bir dahaki gelişinizde belki de bu türden bir toplumun yani işçi arıların tepedeki
kraliçe arılar için çalıştığı türden bir toplumun kurulması olanağını
daha ayrıntılı konuşmalıyız.

CEVAP: Evet, söylemeliyim ki hala demokrasiye inanıyorum.
Bu sistemde de tepedeki insanların yaptığı yaratıcı işleri ve ayrıca daha aşağıdaki insanların yaptığı işleri en iyi şekilde gerçekleştirebiliriz.
Hatta daha iyisini yapabiliriz.

SORU:
Sayın Huxley, yarım saatinizi bize ayırdığınız için size çok teşekkür ederim.
Aldous Huxley bu günlerde kendisini tuhaf ve rahatsız edici bir konumda buluyor.
İnsanların otoriter bir devlet tarafından hiçe indirgendiği kehanetinden çeyrek asır sonra
"Ben demiştim!" diyebilir.

Ancak ona göre asıl soru şu: Özgür Dünya, çok geçmeden Sayın Huxley'ye bizim hakkımızda da aynı şeyi söylemenin o belirsiz hazzını yaşatacak mı?


 

ignostik üye

Filozof
Uzaklaştırılmış
Katılım
1 Ocak 2021
Mesajlar
969
Tepkime puanı
131
Puanları
43
Yaş
57
Konum
Mars gezegeni.
Üniversite Bölümü
felsefe
Kahinizm tahminde ve yorumda bulunmaz
Kisa ve kesin gelecegi gorur.
1.2022 yili siyasi liderlere suikastler yili olucak.
2.2023 te.secim olucak; millet ittifaki % 55 in ustunde oy alacak m
3.2024 te.parlementer sistem geri donucek.
4..sanal para bit coin donemi basliyacak.
5..ege ve karadeniz olucek(2025).
6.korona projesi biticek(2023)
7.yeni bir virus turu ortaya cikicak.(2027)
8.asit yagmurlari yagicak(2032)
8.yeni bir din ortaya cikicak(2037)
Senin bu sahis benim gibi gelecegi gore bilir mi?
Buyur hodri meydan.
;)
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Günümüzün totaliter devletlerinde köleliği sevdirmek, propaganda bakanlıkları, gazete yayıncıları ve okul öğretmenlerine verilmiş bir görevdir.

Geleceğin en önemli Manhattan Projeleri, politikacıların ve katılan bilim adamlarının 'mutluluk sorunu' adını vereceği konuda -diğer bir deyişle, insanlara köleliklerini sevdirme sorunu konusunda, devlet sponsorluğunda yürütülecek büyük çaplı araştırmalar olacaktır. Ekonomik güvence olmazsa kölelik sevgisi hayata geçirilemez; kısacası, güçleri kendinde toplayan hükümet ve idarecilerinin kalıcı güvence sorununu çözeceklerini varsayıyorum. Fakat güvenceler, kolaylıkla varmış gibi kabul edilirler. Güvencelerin sağlanması salt yüzeysel, dışsal bir devrimdir. Kölelik sevgisi, insan zihin ve bedenlerinde derin ve kişisel bir devrimin sonucu olarak oluşturulmadıkça başarılamaz. Bu devrimi gerçekleştirmek için, diğerlerinin yanında, aşağıda sayacağım keşif ve buluşlara ihtiyacımız var. Birincisi, çocuk şartlandırma ve daha sonra skopolamin gibi ilaçlar yardımıyla sağlanacak ileri bir telkin tekniği. İkincisi, devlet idarecilerine, eldeki herhangi bir bireyi sosyal ve ekonomik hiyerarşide ait olduğu yere atayabilme olanağını sağlayacak, insan farklılıkları üzerine tam gelişmiş bir bilim
dalı. (Yanlış görevlerde bulunan insanlar, sosyal sistem hakkında tehlikeli düşünceler besleme ve mutsuzluklarını başkalarına bulaştırma eğilimi gösterirler.) Üçüncüsü (her ne kadar ütopyaysa da gerçeklik, insanların kendisinden, sık sık tatile çıkarak uzaklaşma gereği duyduğu bir şey olduğundan), alkol ve diğer uyuşturucuların yerini alacak, daha az zararlı, ama aynı zamanda cin ya da eroinden daha fazla keyif verecek bir madde. Dördüncüsü de (ama bu uzun vadeli bir proje olurdu ve başarılı bir sonuca ulaştırmak için nesiller boyunca totaliter kontrol gerekirdi), insan ürününü standartlaştırmak ve yönetenlerin görevini kolaylaştırmak üzere tasarlanmış anılmaz bir öjenik sistemi.* Cesur Yeni Dünya'da bu insan standartlaştırma, belki imkânsız değil, ama fantastik uçlara taşınmıştır.

Diktatör de (boş ya da fethedilmemiş bölgeleri sömürgeleştirmek için ateşe süreceği askerlere ve ailelere ihtiyacı yoksa) bu özgürlüğü teşvik etmekle iyi yapar. Uyuşturucu, filmler ve radyonun etkisiyle gündüz düşleri kurma özgürlüğüne ek olarak cinsellik, tebasını, yazgıları olan köleliğe razı etmede yardımcı olur.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
"Bilim mi?"

Vahşi kaşlarını çattı. Bu sözcüğü tanıyordu. Ama gerçek anlamını çıkaramıyordu. Shakespeare ve köyün yaşlıları bilimden hiç söz etmemişlerdi, Linda'nın söylediklerinden hayal meyal bir fikir edinebilmişti: Bilimle helikopter yapılırdı, bilim, Mısır Dansları'na gülmene sebep olurdu, yüzdeki kırışıklıkları ve dişlerin dökülmesini önleyen bir şeydi. Denetçi'nin kastettiği şeyi anlayabilmek için kendini zorladı.

"Evet," diyordu Mustafa Mond, "bu da istikrar maliyetinde bir başka kalem. Mutlulukla uyuşmayan tek şey sanat değil, bilim de uyuşmuyor. Bilim tehlikelidir; büyük bir özenle ağzına gem vurmak ve zincire bağlı tutmak zorundayız."

Şaşkına dönen Helmholtz, "Ne?" dedi. "Fakat sürekli, bilimin her şey olduğunu söylüyoruz. Beylik bir hipnopedik öğretidir bu."

"Onüç yaşla onyedi yaş arasında haftada üç kez," diye tamamladı Bernard. "Ve de Üniversite'de yürüttüğümüz bütün bilim propagandası..."

Alaycı bir şekilde, "Evet; ama ne tür bilim?" dedi Mustafa Mond. "Siz hiç bilimsel eğitim almadınız, onun için bir yargıya varamazsınız. Ben kendi zamanımda oldukça iyi bir fizikçiydim. Fazlasıyla iyiydim - bütün bilimlerimizin bir yemek pişirme kitabından başka bir şey olmadığını anlayacak kadar iyiydim. Geleneğe uygun yemek pişirme teorisini kimsenin sorgulamasına izin verilmeyen bir kitap ve yemek tarifleri listesine, aşçıbaşından özel izin almaksızın ek yapılamaz. Şu anda aşçıbaşı benim. Ama bir zamanlar meraklı bir aşçı yamağıydım. Kendi başıma birşeyler pişirmeye başladım. Aykırı yemeklerdi, yasak yemekler. Aslında biraz da gerçek bilimdi."

Ama bilimin yaptıklarını bilimin bozmasına izin veremeyiz. Bu yüzdendir ki bilimsel araştırmaların kapsamını sınırlamaktayız
 
Son düzenleme:

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Bu yazini nasil kacirmisim ictenlik
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst