1+1=1, Kurucu Özne ve Öznenin Yeniden Üretimi

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Gündem (Dünya\/Türkiye) kategorisinde tiktaalik tarafından oluşturulan 1+1=1, Kurucu Özne ve Öznenin Yeniden Üretimi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,137 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Gündem (Dünya\/Türkiye)
Konu Başlığı 1+1=1, Kurucu Özne ve Öznenin Yeniden Üretimi
Konbuyu başlatan tiktaalik
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Objectivity

tiktaalik

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
8 Ara 2018
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
1
1+1=1 Üzerine:

Burada aslında felsefe üzerine konuşmalar yapacağız. Fakat ilk olarak bu konuyla başlayalım istedim. Bu işlemi okumuş, izlemiş veya duymuş olabilirsiniz. Nazım'ın şiir kitabının adı, Tarkovsky'nin Nostalghia filminde de geçer, hatta son dönemlerde çekilmiş filmlerde de karşımıza çıkmaktadır. Peki bu işlem nereden gelmektedir?


Bu işlem Hegel'den geliyor. Hegel'de olgularda ilerleme yeni olanın eski olanın üzerine eklenmesiyle birbiri ardından sıralanır. Örneğin tohumdan sonra çiçek açtı değil, tohum çiçek açtı şeklinde bir değişim ve ilerleme vardır. Biçim ne kadar değişse de öz sabit kalır tüm değişim bu yüzden öznenin kendisinin kendi içindeki bir değişimi olur. Bu özne-töz ilişkisidir. Ve dolayısıyla tikel-tümeldir yani parçalar birbirini takip ederler. Eğer Marks'ta olduğu gibi olgular bölünseydi ve eski olanın toplamdan düşüp yeni olanın bir öncekinden ayrı olarak varlığı kabul edilseydi işlemin değeri artardı. Birbirini takip eden parçaların ise yaşı birincisiyle aynı olur, çünkü birbirini sırasıyla izlemiş ve birisi diğerinin devamı olarak vardır, parçalarına indirgenmez, artarak devam eder ve daha büyük bir bütüne ulaşır. Bu yüzden yeni herhangi bir şey oluşmaz orada dolayısıyla toplama işlemi de bize yeni bir şey söylemiyor. Bölünseydi olgular yani birbirinden görece özerk (ayrı) ya da görece kopmuş olarak bir bütüne varsaydı o zaman yeni bir şey meydana gelirdi. İşte bu yüzden toplama işlemi birleşmeyi, aynı tip parçaların bir araya gelmesini ve birbirini sırasıyla takip eden bir bütünlüğü anlatırken, bölme işlemi ayrışmış, çoğalmış ve görece özerk parçaların oluşturduğu bir bütünlüğü ifade ediyor. Dolayısıyla bölününce sayıca çoğalmış oluyor ve rakamsal ifade de artmış olur. Bu yüzden Hegel'de tohumla çünkü olgular toplanır, diğerinde hücre ile başlanılır çünkü bölünür ve farklılaşır. İşte 1+1=1 bu demektir; yani parçaların ardı ardına birbirini izlemesi, iç içe geçmesidir, eğer parçalar bölünseydi o zaman işlemin değeri artardı. Bu konunun en temel kısımı budur geri kalanlar bunun bir türevidir. Nitelik, nicelik ilişkisi de önemli bu işlemde çünkü sayılar niceliksel bir ifadedir. Nitelikte değişim olmaksızın nicelikte değişim yaşanabilir, nicelikte değişim göstermesine rağmen olgunun doğası değişmez. Bir ulusun genişlerken birden bire çökmesi buna örnek olabilir mesela. Daha önce değindiğimiz gibi öz değişmeden kalır çünkü. Bu yüzden nitelikten niceliğe geçiş pek mümkün değildir burada ve dolayısıyla sayılarla uğraşmak mantık açısından sorunludur bu yüzden sayılar değer olarak artmaz veya azalmaz. "Bir damla bir damla daha, daha büyük bir damla yapar" sözü buradan gelir, çünkü toplama işlemi birbirinin devamı olarak iç içe daha büyük bir bütüne varacağı için bize yeni bir şey söylemiyor. Bir diğer çıkarım ise iki kişinin birbirini sevmesidir, yanlış demiyorum çünkü bu açıklama işin edebi veya şiirsel yönünü gösterir kendisini veya nereden geldiğini değil.



Kurucu Özne Nedir?



Bu ifade günümüz felsefesinden gelmektedir ama aslında mazisi Hegel'e kadar gitmektedir. Kurucu özne; tarihi oluşturan seçimlerimizi rastgele, arzu ve dürtülerimize uyarak ve serbestçe yapmaktan geçer. Ben bir amaç için hareket ettiğimde verili olarak zaten vardır o eylem. Mesela bir elmayı dalından kopardığımda aslında o elma çoktan dalından kopmuştur. En başından hedeflediğim şeyi ıskalıyorum elimde şimdiki zaman kalıyor sadece, biraz da hile ile eski bir düşünceyi yeniden ele almaktan ibaret oluyor tüm eylemimiz. (Althusser'in Hegel'de "zamanın çağdaşlığı" yani şimdiki zaman diye eleştirdiği konudur bu aynı zamanda. Kapital'i Okumak'ta ilk söylediği şey zamanın homojen sürekliliği ise yukarıda değindiğimiz konu yani özne-töz ilişkisi. Dolayısıyla bu iki konu birleştirilebilir aslında, Althusser'de aynı şekilde birleştirmiştir.) Konu basitleşsin diye bu şekilde açtım. Ama yine de kurucu özne (Althusser'in bahsettiğimiz tanımlamasına rağmen) Hegel'den farklılık gösterir mesela toplama işlemi olarak alınamaz çünkü tek biçimli değildir yine kısmen süreklilik (özne-töz) veya mantıksal (soyut) bir dizilişinden söz edebiliriz tamamen değil, çünkü farklı özgürlük alanları vardır bu yüzden Foucault'un çok korktuğu kesikli ilerleme ve somutluk da vardır ve ayrıca tekil tümeldir yani özel bir durumdan başlar bu yüzden zorunlu değil rastlantısal olandan doğar. Biyolojiye olan yatkınlığı buradan gelir. Kurucu özne bir "nedendir" ve biyo-iktidarı anlatır. Ama nedensellik deneme-yanılma yöntemi gibi çalışır bu yüzden tarihsel özne de denilebilir ve her defasında hatalardan ders alınması istenir. Kurucu özne bu durumda içeriğin değiştirilmesinden ötürü özgürlüğünüzün elinizden alınmasıdır. Hegel'de de gördüğümüz bir konu olan "iyi" ile "kötü" nün yer değiştirmesi gibi böylece resmi ideolojilerin veya iktidarların özneyi kurmasına, gerçekliği kendisine göre değiştirip, tarif etmesine benzer bu durum. Sanırım Marks'ı yanlış anlamış olan Althusser'in; "resmi ideoloji tarafından Hegel'in içeriği Marksizme adapte edilse bu bir sorun olmazdı ya da sorun değilmiş gibi düşünmemiz normal bir şeymiş gibi" demesi buradan gelir. Ama bu konu Foucault'un da söylediği gibi dışarıdan değil kişinin kendisini kurmasıdır iyi ile kötünün yani şeylerin yer değiştirmesi gibidir, sanırım Foucault'un psikolojiye eğilmesi de bundandır. Fakat "iyi" ile "kötü" burada "kavramsal" değildir o yüzden kendiliğindenci bilince varılmaz. Bitirirken tekrar belirtelim; tarihi oluşturan seçimlerimiz ilk önceleri gayet demokratik doğsa da (yani hiçbir statü farklılığı taşımadan ortak iyiyi kabul eden) zamanla iş değişir ve bir süre sonra sana kendini ifade etme şansı bırakmazlar (direnirsen toplumun kirli vicdanıyla karşılaşırsın Foucault'ta olduğu gibi baskı altına alınırsın ama daha buraya gelmeden zaten kapatılma bütün dışlanmış kesimler için vardır) ve sonuç olarak bir yerlere bağlanırsın, onlara hizmet edersin. Fakat yine belirtelim ki bu içerik değişimi senin kendi değişimin olmaktadır, sana dayatılmaz çünkü daha en başında tarihsel seçimlerini sen kendin yapmışsındır (ve hangi koşullar içinde bu seçimi yaptığını yazının başında aktardık) böyle bakınca bu süreci bir başkası sana dayatmamıştır. Sen kendi kendini sınırlamalısın. Dolayısıyla biz bilgiyi belirli karmaşıklıkta ani değişimler bütünü olarak bilmeyiz, görünmez olan zamanın tuzağına düşebilmemiz için bilgimizi düz bir çizgi gibi algılarız yani zamanı gündelik ve açık, seçik bir bârizliği içinde değerlendiririz. Hemen belirtelim burada içeriğin hileyle değiştirilmesi kişisel bir şey değildir bir siyasi görüşün, etnik kimliğin hatta doğrudan burjuvaların çıkarını korumak veya dışlamak değil (elbette bir yerde kapitalizmi korumak isteyeceklerdir ama tek amaç bu değildir) sistemin çalışmasını sağlayan aracı kurumların - daha doğrusu toplum mühendisi olan kesimin - örneğin Hegel döneminde akademisyenlerin ve yüksek memurların çıkarlarını döneminin entelektüel, köylü, işçi, aristokrasi gibi dışlanmış kimliklerine karşı korumaktır. O yüzden ortak bir iyiyi hedeflerken aslında ortak olanın içindeki ayrışmayı veya statü farkını gözden kaçırırsın seni bilinemezciliğe ve kör bencilliğin tuzağına iten şey budur.


Öznenin Yeniden Üretimi Nedir?



Öznenin yeniden üretimini anlatmadan önce Althusser'de öznenin konumunu göstermek gerekir. Özne ne eski idealistlerinki gibi soyut öznedir ne de eski materyalistlerinki gibi öznenin reddidir. Özne burada ilk defa somut bir şey olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi öznenin yeniden üretimine geçebiliriz; aslında Hegel'e kadar götürmek mümkündür konuyu bu sefer töz-özne ilişkisi olarak, yani en başa dönen bir zaman değil geleceğin habercisi olan bir zaman ifadesidir. Bu yüzden nedenleri değil amaçları ele alır. Althusser'in meşhur "öngörü" toplumu buradan gelir. Althusser'in çocuk doğmadan önce adının verildiğine dikkat çekmesi de yine bu yüzdendir, henüz doğmamıştır ama biraz da aceleyle gelecekteki bir olay üzerine durum bildirimi yapılmıştır. Althusser'in çok sınırda kullandığı bu örneği geleceği bugünden bilmek ile karıştırmamalı. Öznenin yeniden üretimi bir "sonuçtur" aynı zamanda, fakat yine de Marks'tan kaynağını alır. Yani; seçimlerimizi miras aldığımız tarihten gelen koşullar içinde yaparız. Böylece eski kazanımlar üzerinden şimdiki zamanın bir öz-eleştirisi yapılabilir hale gelinir. Böylece zaman kendi açıklığı içerisinde okunabilir olur. Althusser'in dikkat çekmek istediği bir konu olduğu için kullandığını düşündüğüm "Özeleştiri Öğeleri" kitabının adı buradan gelir aslında. Attila İlhan bir şiirinde; "çünkü ben karanlıktayım, şarabım bütün ekşi suyum soğuk, ben senin olmadığını arıyorum / bana ait ne varsa seni korkutuyor, sana ait ne varsa hiç birisi benim değil. Belki ölmek hakkımı kullanıyorum." demişti. Burada işte vasat bir duruma düşmekten kaçınmak için bu kötü bilinç aşılamasının önüne geçilir. Öznenin yeniden üretiminde seçimlerimizi bu bilinçte yaparız. Althusser'in "küçük öznenin", "büyük özneyi" takip etmesi gerektiğini söylemesi ya da ona olan bağlılığı bu yüzden gibidir. Söylediğimiz gibi seçimlerimizi miras aldığımız koşullarda yaparız. Öznenin yeniden üretimine girince ideolojinin de yeniden üretildiğini anlıyoruz, ideoloji "özne" olarak çalışır çünkü. Ve sebebine birazdan geleceğiz; Althusser felsefesinde Freud, Einstein ve Marks bir sıradır. Kurucu Özne'de ise Darwin tarzı bir nedensellik vardır. İdeoloji ilk kez (Althusser'in özne tanımı ile birlikte) imgesel olanın "boş" veya bir "hiç" olmadığı tam tersine, ne yaptığının farkında olan bir faaliyet olması gerektiğini gösterir. Bu yüzden Freud'un bilinç-dışı gibi ideolojinin de tarihi yoktur. Somut bireyden yola çıkmaz, imgelerle kurulan gerçek (somut) bir ilişkiden bahseder ki; ahlak bunun bir göstergesidir. Bu arada Althusser'den okumuşsunuzdur mantıksal (soyut) sıralama değil kronolojik sıralama yapar Marks demişti. İşte bu yönüyle bir bütüne varan (hatta burada bütünsellik değil atomcu bir aradalık demek daha doğru olur) "mantıksal sıralama" aynı zaman 1+1=1'in sıralama yöntemidir. Marks'ta ve Althusser'de (öznenin yeniden üretiminde) ise görece ayrı (yani bölünmüş) bir bütünsel sıralama vardır.


Yeraltından Notlar Üzerine:



Yeraltından Notlar kitabı, Dostoyevski'nin meşhur kitabıdır. Bu kitapta sanıldığı gibi varoluşçuluk değil Hegel'in hicvi yapılmaktadır, Hegel'de, Aydınlanma'nın bireyci ve devlet karşıtı olan kısmen de terörü tetikleyen bir düzen yaratan döneminin bilim adamları ve onların yasa koyucularla ilişkisi Hegel döneminde devlet memurlarının eline geçer ve toplum mühendisleri entelektüel kesim veya bilim adamları değil yüksek memurlardır artık. (Akademisyenler vs.) Bu yüzden devleti eleştiren gençleri ve aydınları küçüklük kompleksi veya büyüklük hastalığına bağlı sorumsuzluk diye yerden yere vurur Hegel. İşte Dostoyevski buradaki hastalıklı kimliği Hegel'den ödünç alır ve Hegelciliğin eleştirisinde kullanır. Çünkü; Dostoyevski, Aydınlanma'nın karşısında tavır alır. Kitabın bir yerinde şu konuyu da ele alır Dostoyevski, insanlar onun bu kitabında da aynı Hegel'de olduğu gibi yüce ve en iyi olanın peşinden giderek amaçlarından ve çıkarlarından sapmaktadırlar. Daha önce bunu kurucu özne de kısmen görmüştük aslında. Çünkü burada da özne kendisini kurmaktadır ama kavramsal olarak. Ayrıca konu vasat bir memurun etrafında döner (yani aydınlanmanın orta sınıfı üzerinde döner) yine bu da Hegel'de vardır, mesela kötü bir şairin küçüklük kompleksi sözünü Mantık Biliminde de kullanır Hegel. Bunun yanında bir söylediğinin daha sonra tersini yapar ana karakterimiz. Bunlar hep Hegelci mutlaklık ile ilgili olan ve bir bir her yöntemi Hegel'in itinayla eleştiriye uğramasıdır. Fakat yine de söyleyelim ki; bu kitap aslında bilincinde olmadan Hegelci yöntemi doğrular. Çünkü Hegel'de yanlışlama yoktur birisinin sözünü ona karşı kullanarak polemik yapılır (Mesela bir dönem Marks-Hegel karşıtlığı buna benzer bir şeye vardırılıyordu) böylece birlikteliğe bağlı bir karşıtlık ortaya çıkar. Bütün bozulmamış olur. Üstelik kitap kendisiyle konuşma olarak ortaya çıkarılmış. Yalnız kısaca değinelim. Gerçekten Spinoza'nın dediği gibi hor görmek veya birisine tapmak emek gerektirmez iç güdüsel şeylerdir bunlar. Etnik kimlik, düşünce farklılığı, kişisel nedenler vs. hep böyledir aslında. Birileri bizim adımıza düşünmüştür zaten. Hegel büyüklük hastalığına bağlı sorumsuzluk derken bunu çok iyi tespit etmiş bence.


Popper Felsefesi Üzerine:



Popper hayranları hep bir ağızdan bilimin yanlışlama yoluyla yapılacağını söylerler. Ama hiç birisi Popper'a alternatif fikirler sunmazlar. Madem yanlışlama istiyorsunuz o zaman Popper'ın da eleştirilecek yanlarını ortaya serip yeni yorumlar getirmeniz gerekmektedir. Bütün yorum farklılıklarına kapalı durarak Popper üzerinden bilim nasıl yapılır onu vaaz ediyorlar. Demek ki aynı Platon'da olduğu gibi bilimsel gerçeklik bir kere öğrenilmişse artık gerisi ezberinize kalacaktır. Farklı bir yorum getirmeden bilim nasıl yapılır onu da tek bir formül üzerinden vaaz ederek yapacaksınız. Yani ezberlenmiş bir teori gibi bilim nasıl yapılır anlatıyorlar ama yorum farklılığı ortaya çıkaramıyorlar. Ve Popper'ın Marks eleştirisi tarihsel materyalizmin Hitler ve Stalin sonrası dediğimiz Althusser dönemini içermiyor, daha çok tarihsel materyalizmin klasik dönemini eleştiriyor. Ayrıca Foucault'tan biliyoruz ki günümüzde yanlış olan değil doğrunun hakimiyetinde bir doğrulama-yanlışlama yapılabilir. Ve Althusser'den de biliyoruz ki sadece pratik bilimler değil teori ve pratiğin birliği söz konusu olmalıdır. Bütün bunlara rağmen Popper hayranları yeni bir şey söyleyemiyorlarsa o çok eleştirdikleri Platon'un felsefesinin kucağına düşmüşler demektir. Yani bilim nasıl yapılır ezberinden göstereceksin ama sen kendinden bir şey katmayacaksın!..


Yeni Marksizm (Sol) Nedir?



Antonio Negri ve Foucault'tan öğreniyoruz ki yeni Marksizm özellikle Hegel'den bütünüyle kopuş değildir ama belli başlı kopuşlar var. İktidar bir şekilde ele geçirilecek bir yer değildir strateji ve manevra alanları üretir aynı zamanda arzularımızı aşırılığa kaçmadan tetikler. Örneğin çikolata yemenizi ve doyumsuzca yemenizi söylerken bile bunu obeziteye yol açmamacasına yapar, potansiyel olarak tehlikeli görülen özünden arındırılmıştır. (Bu yüzden Althusser iktidar değil devlet aygıtını parçalamaktan bahseder, ama bu sonuç verir mi yine de tartışılır çünkü; devletin etrafındaki küçük iktidar aygıtlarını ne yapacağınız anlatılmamıştır mesela, o yüzden imkânsız, ütopik ve saçma bir şeydir bu yöntem) İktidar artık bir sınıfın ele geçirdiği mülkiyet değildir. Bu yüzden homojen duran genel çıkarların topluma kabul ettirilmesinden bahsedilemez baskı aygıtlarını devreye sokmasına ihtiyaç yoktur ve birden fazla alternatif özgürlük alanları vardır iktidarın. Özellikle günümüzde iktidar bir mülkiyet olmadığı için Cumhuriyetin devrimleri ve kazanımları tek tek çöküyor. Çünkü Cumhuriyet mülkiyet hakkının korunmasından doğmuştur. Bugün iki yönetim vardır. Birisi Althusser yöntemi diyebileceğimiz küresel kapitalizmin güçlendiği, soyluların (aristokrasi) hakim olduğu ve merkezi yönetimin önem kazandığı bütün kültürel farklılıklara açık olan bir sistem, (çünkü Althussercilik, Wallerstein'in dediği gibi hem liberal hem sosyalisttir) diğeri ise biraz daha iç pazara dayalı bir yönetim. Burada yerel yönetimler önem kazanır ve hiçbir ayrıcalıklı sınıf yoktur her şey kamunun ve iktidarın elindedir. Elimizde kalan yegana yönetim tarzları olsalar da ilginçtir sol da bunlar arasında bölünmüştür. Liberal olanlar ve sosyal demokrat olanlar arasında. Fakat Althusser'in felsefesinde mülkiyetin klasik anlamının dışında emek gücünün özgür bir emek satıcısı olması anlamında mülkiyet kavramı korunmaktadır. Bitirmeden şunu belirtelim ki ilericilik ve gericilik Foucault'a göre işaret ve simgelerler okunabilir bir şeydir. Althusser'e göre ise ilericilik ve gericilik böyle okunmaz ve ilericilik her zaman sosyalizm olmaz, gericilik de aristokratik yönetimler olmaz...


Marks ve Althusser'de Felsefe Farkı

Marks'ın zamanında felsefe ezen ve ezilen arasındaki mücadeleydi. O dönem bu iki kesim arasındaki sınıf mücadelesi vardı. Althusser'de ise adalet ve ordu üzerine kurulu bir sistem var. Bugünün felsefesi bu iki kavram üzerine kuruludur. Ordu toplumsal hiyerarşiyi sağlar ve merkezi otoriteyi güçlendirir. Adalet ise; hukukun üstünlüğünü sağlamak, ötekileştirmemeyi, toplumdaki kutuplaşmayı önlemektir yani Althusser'in çok kullandığı vicdandır. Günümüzde ya bunun yanındasındır ya da karşısında. Aynı Althusser'in bir yerde Foucault'un başka bir yerde olması gibi. Bugünün karşıt kutupları bunlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla bugün sosyalizm mücadelesi eskisi kadar net değilse bunun sebebi Marksizmin çökmesinden ziyade zamanın ve koşulların değişmesidir. Çünkü Marksizm bugüne de kolay adapte olmuştur. (Örneğin Popper Marks'ın bu dönemini eleştiremiyor, klasik dönemde kalıyor) Öznenin yeniden üretimi bugün bunu göstermektedir. Tabi bire bir Marks ile aynısı değil ama çalışma yöntemi olarak aynı şeyi anlatıyorlar. Mesela Althusser'de hukuk ve üretici güçlerin gelişmesi önemliyken Marks'ta ekonomi ve üretim ilşkileri önem kazanır ama yine de ikisi de bir devletin en doğru nasıl yönetileceği ve en uzun süreli nasıl ayakta kalacağı üzerine kafa yormuşlardır. Ve genellikle üretici güçler ile üretim ilişkileri çatışmaz birlikte ele alınır Althusser felsefesinde. Fakat konuyu bitirmeden belirtelim, çocuk karakteri burada düzen sağlayıcı olsa gerek ki tarihsel materyalizm genç bir bilim olduğu için felsefe tarafından kesintiye uğratılır demiştir Althusser, böylece felsefe tarafından dönüştürülür.


Modern Öznelerin Benzerliği


Modern anlamda özne aslında Althusser temelli bir kelimedir. Fakat daha sonra kurucu özne de doğmuştur. Ve kurucu özne bir çok yerde öznenin yeniden üretimini taklit eder mesela; tarihin kesikli ilerlemesi, somutluk, hukuk vb. bunlardan bazılarıdır. Tamamen de benzer değiller (nedensellik ve sonuç farklılığı gibi) ama önemli ölçüde benziyorlar. Bunun sebebi Avrupa'da ulusalcılık bizimkisi gibi kamunun güçlendiği (Althusser'in nedendir bilinmez Avrupa için de kullandığı) ve hiç bir sınıfsal ayrıcalığın kalmadığı bir mekanizmadan gelmiyor oluşudur. Orada yerelleşme bir imparatorluk ölçeğinde bütün Avrupa'nın ortak aklıyla meydana gelir. Ve bütün Avrupa tek yürek belirli ülkelere birlikte karşı koyarlar. Dolayısıyla orada iç pazara kapanma yoktur diyebiliriz özünde dışa yayılmacı ve az gelişmiş ülkelerin pazarlarını işgal etme şeklinde meydana gelir. Bu yüzden Althusser felsefesi gibi kurucu öznede de aristokratik, hukuksal vs. kavramlardan hareket edilir. Ama onun gibi monarşi seviciliği değil demokrasiyi kullanarak kurarlar özneyi. Sanıyorum "kurucu özne" işte bu sebeplerden ötürü "öznenin yeniden üretiminin" bir taklidi gibidir. Dolayısıyla Althusser öznenin yeniden üretiminin karşısına zamanın sürekliliğini vs. çıkarsa da yani Hegelciliği kullansa da bir çok konuda kendisine benzer bir düşmanla karşı karşıyadır. Fakat yine de Althusser büyük oranda haklıdır Hegel felsefesi elbette tamamen modern öznelerin kullanımının dışına çıkmaz, büyük ölçüde etkilidir.


Ozan Gerçek
(Denizli)






 
Son düzenleme:

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Güzel bir yazı olmuş. Tarkovsky'nin Nostalghia filmini izlemedim, bu vesile ile izleyeyim.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst