aşkın cinselliğin felsefesi ve evliliğin ölümü

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde şehrin yabancısı tarafından oluşturulan aşkın cinselliğin felsefesi ve evliliğin ölümü başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 8,588 kez görüntülenmiş, 57 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı aşkın cinselliğin felsefesi ve evliliğin ölümü
Konbuyu başlatan şehrin yabancısı
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Cry

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Kelimeleri galat-i meshur yapan insanlardan bakasi degildir. Tipki duygulari da tabiri caiz ise galat-i meshur yaptigimiz gibi.
 

cogito

Üye
Yeni Üye
Katılım
30 Ocak 2010
Mesajlar
198
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Aşk duygusu oldukça yoğun bir duygu olduğu için insan hayatındaki boşlukları doldurmakta çok etkilidir.Evet yaşadığımız bu süreçte insanların boşlukları geniş ve derin. O nedenle herkes aşkı kolayca yaşayıp kolayca tüketiyor.Ulaşmanın zor olduğu dönemlerde aşk insanalrın gözünde daha kıymetliydi. Mektuplaşmalarla geçen süreçler şimdi kolaylıkla maillerle geçiyor.Büyük çoğunluk karşısındakinin sadece bir yerini görüp ona aşık oluyor.Hani fili kulağından tutup öyle tarif etmek gibi bir şey.Dolayısıyla niteliksel olarak tabiki herkes aşkını farklı yaşar.Benim kastettiğim niteliksel olarak bazı farklılıkların ötesinde herkesin aşak ilişkisinin ortak bir noktaya sahip olması.O da bunun bir ömrü olduğu ve ergeç biteceği.Sanıyormusunuzki 30-40 yıldır evli olan çiftler hala birbirine aşık ve o nedenle birlikteler.Evlilik kültürel bir olgudur.Bir kurumlaşmadır.Bu kurumlarda aşk insanların bazen aklına gelen, geçmişten beslenen bir duygu halini alır.Arasıra 'ya bir zamanalr nasıl da aşıktım' şeklinde nostalji yapılır.
 

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Dediğim gibi yaşadığın, gördüğün, duyduğun ve okuduğun üzere bu yorumları yapman gayet normal ve gerçek olan bu diyerek pekiştirmenide normal buluyorum. Sen 30-40 yaşında evli olanların birbirine aşık olamayacağını söylersin, ben hayır olabilir derim. Bu tamamiyle cümle başında dediğim eylemlerin getirisidir. Evliliği kurum olarak gören birinin 30-40 yaşlarında eşine aşık olmadığını görmesinden pekala ne olabilir ki? İnsanlar bu konuda çok acımazsız ve o kadar da bencil. Hatta ve hatta daha ileri giderek katildir diyebilirim. Öldürdüğümüz duygular aslında öldürdüğümüz bir bendir. Yitirdiğimiz duygular yitirdiğimiz bir bendir. Tabii dolayısı ile insan öldürdüğü ve yitirdiklerinden sonra çok sert, duygusuz, materyalist bir kişiliğe dönüşebiliyor. Bu yüzden aslında Nice'nin demek istediğide bence bu; eğer doyuma ulaştığını hissederse insan, aşk budur derse, işte dediği an bitmiş oluyor. Bu sebeple onu demeden uzaklaşmak gerektiğini söylüyor. Kaldi ki aşk sonsuz, ulaşılmazdır. Yaşandıkça yaşanılandır. Kendini yenileyebilendir. Ölmeyendir. Bitmeyendir. Belki çok melankoli gelebilirim. Yaşadığım ilişkilerim oldu ama ben aşkı hep uzak tuttum, tutmamın sebebide evliliği kurum olarak görmemek içindi yada aşk biter dememek. Tabii bunlar kendi düşüncelerim. Herkesin farklı DNA'sı var sanırım değişmeyende tek o.
 

cogito

Üye
Yeni Üye
Katılım
30 Ocak 2010
Mesajlar
198
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Aşk sevgi artı cinselliktir. Ve aşkın en büyük boyutunu da cinsellik oluşturur.Elektriklenmedir, tensel çekimdir, iki insanın bir olma, bütünleşme arzusudur.Ve bu duygu bitebilir. Bitmesi olağandır. Bitebilir diye kötü bir şey , olmaması gereken bir şey anlamına gelmez.
Evliliği bir kurum olarak görmek konusuna gelince bu bakış açısına göre değişen bi durum değildir. Evlilik zaten ekonomisiyle, hukuki dayanaklarıyla, başlangıcı ve bitmesi devletin izniyle olan bir kurumdur. Yani ilişkinin bir biçimidir.Evliliği başka ne olarak görebiliriz ki?
 

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Anladığım kadarı ile insanın eşine olan cinsel isteği bittiği an aşkta sevgide biter. Bu cümlelerinden anladığım bu. Evliliği kurum olarak görmendeki sebeplerden bahsetmişsin ekonomi, hukuki dayanakları ve devletin izni ile başlayıp biten bir kurum... Şimdi cogito şöyle kurduğun cümlelere genel olarak bakalım sen cogito olmaktan çık başka bir gözle bakmaya çalış. Materyalizm ve Aşk konusunuda gözden geçir. Benim gördüğüm o ki hep bir maddeye bağlama var. Tinselliği tenselliğe. Evliliği kuruma, ekonomiye, devletin izin verip vermemsi durumuna. Bak ne kadar galat-ı meşhur etmişiz herşeyi değil mi? Devletin izin vermediği evlilikleri ahlak dışı bile saymaya başladık. Evi, arabası var diye evlilikler kurmaya başladık. Vücudu güzel diye karar alanlarımız bile var belkide. Peki bunlar geçici ve yalandı dersem? Ki materyalizm ve aşkta geçici ve yalandır dedim bana Aziz Nesin'in şiirini gösterdin. Vücudu diri ve güzelken girilen cinsel ilişki ile solgun ve eskimiş bir vucüd ile girilen ilişki arasında ne fark vardır? Arabası evi parası olan biri ile evlenmek ile, bunlara sahip olmayan biri ile evlenmek arasında ne fark vardır? Devletin izni olup evlenmek ile izni olmadan evlenmek arasında ne fark vardır?
 

cogito

Üye
Yeni Üye
Katılım
30 Ocak 2010
Mesajlar
198
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Sanırım şu konuda hemfikiriz ki aşk başka bir şey evlilik başka bir şey. Aşk , kendiliğinden, zorlanımsız, özgür bir şekilde gelişen duygudur. Taraflar artık aynı evde yaşamak isterler ama bunun toplumsal kuralalrı vardır ve evlenirler. Evlenmek insanın doğasından getirdiği bir özellik değil öğrendiği bir şeydir.Devletin izin vermediği evlilikler ahlak dışı değildir.Demek istediğim eğer ilişki bir kurum haline gelirse özgürlüğünü kaybeder.İçtenlikle devamı istendiğinden değil farklı toplumsal nedenlerden dolayı da devam etmek zorunda kalır ki o nedenle günümüzde bu kadar mutsuz evlilikler ve bu kaadr aldatmalar var. Özgür bir ilişkide kimse kimseyi aldatma gereği duymazdı.
Olayın estetik boyutuna gelince biz insanlara sadece karakterlerinden veya soyut birtakım kavramlardan dolayı güzel ve çirkin demiyoruz.Tabiki estetik te çok önemli.Yaşlanan bir vücutta ilk zamanlardaki heyecan vericiliği bulmak sanırım çok büyük bir yücelik gerektirir.Bu da kimsede yok.
Ekonomik boyut ise bence hiç önemi yok.Fakat bunu önemli yapan gene evlilik kurumunun kendisi.Çünkü bir bütçen olmalı ve geçinmek zorundasın.
Şimdi anladığım kadarıyla siz (yanlışım varsa düzeltin lütfen) leyla ile mecnun da olduğu gibi nihayeti ilahi aşka giden bir aşk tasarlıyorsunuz.
 

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Parayla alınacak şeylerin bir gün değersizleşeceğine inanıyorum. İlahi aşka gelince; onu aramıyorum o bende var zaten, ben onu yaşatabileceğim birini arıyorum. Cinselliğin aşkın büyük bir bölümünü kapladığını söyledin. Şimdi ise bitik bir aşkın cinselliğinden dem vuruyorsun. Evlilikte sanırım yemin ediyorlar, iyide kötüde vs diyerek her zaman yanında olacağıma. Devlet ettiriyor bunu. Yalan üstüne yemin eden insanları sevmem. Ve görmediği bir rüyayı görmüş gibi anlatan insanlardan nefret ederim.
 

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
İnsan bir şeyi bu şey ne olursa olsun ne kadar çok kullanırsa, ondan o ölçüde sıkılmaya başlar.
 

cogito

Üye
Yeni Üye
Katılım
30 Ocak 2010
Mesajlar
198
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Bunu yeni bir konu olarak açabilirsiniz. O zaman üzerine konuşuruz.
 

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Konu konuyu açabilir, ayrıca aşkın, cinselliğin felsefesi ve evliliğin ölümü derken tutupda Türkiye'deki ekonomik krizi konuşmuyoruz. Birşeyler paylaştığımızı düşünüyorum.
 
M

monaliza

Ziyaretçi
İlk gün yoğun olarak aşıktı, ikinci gün karşısındakini daha çok tanıyarak aşıktı, üçüncü gün kafası karışmaya başladı, dördüncü gün de yoğunluk azaldı ve artık rahat.

İlk gün yoğun olarak aşıktı; Çünkü hayali karşısındaydı,
İkinci gün daha çok aşıktı;Çünkü hayalindekini bulduğuna inanmıştı,
Üçüncü gün kafası karışmaya başladı;Çünkü ikinci günün akşamı daha çok tanımıştı,
Dördüncü gün;yanıldığını anladı,belki de ruhu yoğunluktan yoruldu.Ve dinlenme süreci iyi geldi,rahatladı..
Oysa yüreğinde sızı ve iz kaldı.ÖZLEM YADA NEFRET!!!

Peki;neydi AŞK? Her canlı gibi; doğar,büyür ve ölür klasiğindeki doğasal bir canlı mı?
 

şehrin yabancısı

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2009
Mesajlar
426
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Bu konudaki tartışmaların evet sizde haklısınız, diye biteceğini sanmıyorum. Her insan farklı bakabilir farklı düşünceleri kendine bir bakış açısı oluşturabilir. Geçmişteki büyük aşklardan örnekler alıp kedine feyiz yapabilir. Hatta düşünsel anlam da. evet ya tam benim demek istediğim bu idi anlamını algılaya da bilir. fakat iş aşkı devamında cinselliği ve belki de bunu ayırabiliriz.:) evliliği yaşarken hiçbir şey belli bir plan çerçevesinde gitmez.işte tartışmalarda tıkanılan nokta bu. Neden; çünkü her insan farklı koşul kültür çevre ve sosyal konumdadır. Bakış açısında bir noktada herkes evet denebilir ama işte bu belirleyici etkenler bakış belirler. bilirsiniz her fidan büyürken toprak su ile kendini geliştirtir. Fakat rüzgâr ile şekillenir. Demek istediğimden şöyle bir sonuç çıkarılmasın. Farklı etnik kültürler aşk yaşayamaz diye. Ama şunu çıkartabilirsiniz. Akdeniz iklimindeki bir ağaç Anadolu kışına ne kadar direnebilir. Aşk sevgi ile istek ve arzu ile oluştuğunu düşünelim. Sonra biraz sevgiye dönüştürüyor birçok arkadaşım. Güzel sorun yok tanıdıkça da artan ya sonra. Belki yavaş yavaş azalan belki de bir çırpıda biten, tabiri caizse. Sonra bitince ki bu konuda kimse itiraz etmiyor genelde bende aynı kanıdayım. Nefret tohumları. İhtiras, ters arzu. bu sefer çoğu zaman yok etmek için… Ekilen topraktaki tohumları belki de yeni filizlenen. Bakış açısını değiştirelim. Bir insandan önce tanıdıkça nefret ediyorsunuz. Zamanla tanıyıp farklı bakış oluşturup aşka doğru gidiyor. önce karşı cinsin kötü yönlerini tanıdıkça bulduk bu koşulda diğerinde ise sürekli iyi yönlerimiz. Nefret dönüştü aşka sonra ne olacak yine bitmeyecek mi aşk varsayalım. sevgiyi de dönüştü sonra yinemi bitecek. Evet, ama bir farkla aşk veya sevgi bittiğinde nefret olmayacak o duygu daha önce tadılmıştı. Fazla ayrıntılara takılmaya gerek yok. Aşk yaşanınca güzel. Konuşunca olmuyor bu konuyu açtığım günden bu zamana kadar yazılanlara şöyle bir göz gezdirin. Yazımı Nazım ustanın Tahir ile Zühre meselesi ile biteriyim.:)

Tahirle Zühre Meselesi

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
 
M

monaliza

Ziyaretçi
AŞK' ın bitiminde nefret duymak koşul değildir. Fakat sevgi bitmişse, ki;saygı yitirilmiş demektir. Bu bir nev'i nefrettir belki. İnsan sadece Nefret duygusunu küçümsediği için nefret etmeyebilir. Sevgi kolay tükenmeyen bir duygudur. Saygı ve sevgi tek yumurta ikizidir bence. Saygı bitmeden,sevgi tükenmez diye düşünüyorum.

Karşılıksız sevginin sevgi olduğuna inanmıyorum ,olsa olsa tutkudur o. Ve sakıncalıdır. Aşk,cinsellik ve evlilik öldüyse felsefesi de bitmiştir. Geriye dönüp bakmaktır anlamsız olan..

Kanımca gerçek nefretin aşka yada sevgiye dönüşmesi çok zor. Hastalıklı bir duygu hatta. Her ne kadar "ZATA MAHSUS" (KİŞİYE ÖZEL):)duygular olsa da.
 

toz_zerresi

Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2010
Mesajlar
184
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Sevgi... Saygı... Aşk...?

Olaya başka bir pencereden bakmak istiyorum. Dünyada oluşan toplam gelirin %80'ini nüfusun yüzde 20'si kullanıyor. Kalanını ise paylaşıyoruz. Hangi yüzdelik dilimde olduğunuzu sizler daha iyi bilirsiniz. Öncelikle sevgi ve saygı denen o aslında hiç bilmediğimiz iki kelime üzerinden yürüyelim. Tv ve sinema izliyoruz hepimiz; malum. Unuttuğumuz bir şey varsa, o da izlediklerimizin üzerinde çok fazla hayali mahsulün bulunmasıdır. Bir çok sanattan etkilenen görsel yayınlar bizleri neredeyse aşılmaz camdan duvarların arasına hapsediyor. Nasıl mı? Çok basit! Sevgi duygusu sadece güzel, varlıklı ve prestijli insanlara yöneltiliyor. Sevgi ile yaşanan ortam arasında sanal bağlar oluşturuluyor. Sevginin olmazsa olmaz binaları kapitalist tuğlalarla örülüyor ve bizler bunları ahmakça kabul ediyoruz. Her birinizin dedesi mutlaka çarık giymiştir veya giymemişse bile küçük şirin bir kasabada mütevazi bir hayat kesiti yaşamıştır. Onların hayatına şöyle bir baktığımızda o dizilerdeki ve filmlerdeki görselliklerden ve maddi alt yapıdan çok uzak olduklarını görebiliriz. Ne var ki ne hastalıkta ne de zorlukta birbirlerine sırt çevirmeden yıllarını birbirleri ile paylaşmışlardır. Huzur evleri neredeyse bir ihtiyaç bile değilmiş. Biri göçse bile bu sefer evlatlar sahip çıkmış, olmadı akraba konu komşu sahip çıkmış sağ kalana. İşte sevgi, işte saygı. İnsanın değerli olduğunu bilen bir anlayışın yok oluşunun tarihten gelen ıspatı. Konu komşu dedik. Ülkelerde komşudur birbirine, şehirlerde... Sevgi zerre miskal yaşıyor sadece zerre miskal! Dünyanın toplam geliri hesaplandığında ve nüfusa bölündüğünde aşırı refah bir toplum inşa etmek mümkün. Afrika, orta-doğu ve orta-asya kabak gibi ortada. Açlık, savaş, hastalık, kan ve soğuk ölüm. Birbirine tahammül edemeyen egoist çiftler nasıl olacak da başkalarının çığlığını duyacak? Merkeze kendini koyan birey saadeti aynı merkezde bırakmıştır ve adeta üstüne basıp çiğnemiştir. Kendisi için kendinden vazgeçmelidir insan. Bencilce yapmalıdır bunu. O zaman el ele tutuşmuş mutlu çifler görebileceğiz dünyada. Kendine şu koca kainatta gereğinden fazla ve gereğinden çok değer atfeden insan, hızla yıkmakta sevgi kalelerini. Evliliklerin maddi şartları, sevgi ve fedakarlık şartlarının önüne geçmişse pamuk ipliği ile kuyuya iniyoruz demektir. Maddeci felsefe sallanan saati ile hepimizi hipnotize etmiş durumda. Ya NEO olacağız ve gerçeklere uyanacağız yada herşeyi satıp geçip uyumaya devam edeceğiz. Kalbimiz binlerce kilometre ötedeki bir çocuk için atmadıkça ve gözyaşları birbirine karışmadıkça kırmızı arabalarlada, havuzlu villalarlada mutlu olamayız. Maddenin kanıksanması prensibi gereği sınırsız olan isteklerimiz yine kendi sınırsızlığında eriyip gitmektedir. Kırmızı bir ferrarinin kanıksanması inanın 2-3 ayı geçmez. Bir boşluğu doldurmadığı tez anlaşılır. (Bknz-psikoloji-kanıksama) Sevgi kelimesinin getirdiği sorumluluklara az çok işaret ettiğimi düşünüyorum. Bu ağır sorumluluğa girmeye hazır olup olmadığımızı sorgulayalım ve ancak ondan sonra sevgi üzerine manifestolar yapalım. İhtiyar dedeye thammül etmek, hastalıkta insanların yanında olmak, ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, insanları hayata motive etmek ve bir gülücükle de olsa gönülere girmek; işte sorumluluklardan sadece bazıları. Deniz kenarında bakışıp ondan sonra mısır patlatıp bir film izlemek sevginin en basit ürünleridir. Sevgililer günü hediyesi de buna dahil. Aşka hiç girmem bile arkadaş, girmem uleyyynnnn... :)
 

serotonin

Üye
Yeni Üye
Katılım
1 Mar 2010
Mesajlar
109
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Gelen yorumları ayrıntılı okuyamadım, eğer benzer fikirler sunarsam şimdiden af ola.

Aşk kimyanın çılgınlığıdır, tatmin edildiği vakit azalarak yok olur. Evet yok olur ve biter, kabullenemez bunu çoğu insan, kandırır kendini ama evlillikle sonuçlansın yada sonuçlanmasın, beslendiğinde biter.

Fakat atlanılan en önemli şey, sevgiye giden yolda işte bu kimyadan geçer... Sonu yoktur aşkın, terbiyesi ,sınırı yoktur, onu frenleyen insanın nefsi ve sadakatidir.

Ahlaki kurallarımız olmasa sanırım evlilik diye bir kavramda olmazdı ve bu kavramın eksikliği insanlığın en büyük kayıbı olurdu. Kalbimde kocaman bir yer, sanada başkalarınada yeter misali, tatmin edilmiş lakin sevgiye muhtaç bedenler olarak dolaşırdık..

Evet evlilikle aşk ölür doğru , cinsellik yaşanmışsa evlenmeden öncede ölür... ama sevgiyi küçümsemeyin...düşünün...
 

toz_zerresi

Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2010
Mesajlar
184
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Sevgili serotonin, güzel ifade etmişsin. Bu duygular sanırım toplumsal yaşamın motoru hükmünde. Karşı cins olmasaydı acaba hırs diye bir şey kalmaz mıydı? Acaba hepimiz hintli fakirler gibi el ele, kol kola mı dolaşırdık orta yerde? Sevginin en yoğun yöneltildiği kaynak karşı cins, nefretin de tabiki. Monalizanında ifade ettiği gibi. İnsanlığın gelişiminin (genel manada) en önemli tetikleyicisi gibi duruyor karşı cinse olan çekim. Saygılarımla.
 

şehrin yabancısı

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2009
Mesajlar
426
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
geçenlerde tv de internetten evliliğe şahit oldum belki görenler olmuştur.adanada bir kız amarikada damat ile bir laptop eşliğinde dans etti ve oradan evet dedi.evet içeriği boşaltılmış yaşamımızda evliliğin içide böylelikle boşaldı.ama yerine bir 40cm uzunluğunda30 cm genişliğinde bir teknoloji kutusu aldı.şimdi bunlar nasıl gerdeğe girecek diye acaba benmi çok düşündüm damatmı gelinmi. bu işten laptopun karı ne olacak. herkese sevgiler.dolu dolu :)
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst