Bilim Tutkunu “Bilimcilere” Samimi Eleştiriler

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde "ictenlik" tarafından oluşturulan Bilim Tutkunu “Bilimcilere” Samimi Eleştiriler başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 333 kez görüntülenmiş, 4 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Bilim Tutkunu “Bilimcilere” Samimi Eleştiriler
Konbuyu başlatan "ictenlik"
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan kavgala

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
-alıntıdır-

Siz nasıl kabul edersiniz bilemiyoruz, günümüzde bilimin üstünlüğü “tartışılmaz gerçeklik” olarak kabul edilse de, aslında bu yaklaşımın ciddi ölçüde eleştiriye “muhtaç” noktaları bulunmaktadır. “Muhtaç” kelimesi özellikle seçilmiştir, zira eleştirilip düzeltilmediği takdirde bilimin ilerlemesi tamamen durabilecektir. Kısaca söylemek gerekirse aşağıdakileri sıralamak mümkün görünmektedir:
  1. Bilim ya da olayları tamamen bilimsel olarak açıklamaya çalışmak, uç noktada “bilimcilik” olarak adlandırılabilecek bir konumla sonuçlanır. Bu yaklaşım her şey için bir kanıt aramakla kalmayacağı gibi, bilgilerin ışığında, ama sadece analizle erişilebilecek sonuçları reddetme ya da en azından görmezden gelme eğilimindedir. “Bilimciler” kendilerini genellikle “aydın” olarak tanımlarken, olayların kendi inandıkları dışındaki açıklamalarını eksik bilgi ya da hurafe kabul ederek tartışmanın önünü kaparlar. Böylelikle bilim de gerçeğin arayışı olmaktan çıkarken, kendi kurallarına tabi, ama illaki kanıta dayalı bir inanç biçimine dönüşür. Oysa astronomi gibi pek çok bilim dalı aslında kuramsaldır, ancak mevcut doğa kanunları çerçevesinde var olurlar. İş böyle olunca Plüton’un gezegen olup olmadığı bile oylamaya tabi hale gelir.
  1. “Bilimciler” kendilerinden önceki çağlarda yaşamış herkesi “aptal” sanmak gibi bir yanılsama içerisindedirler. Onlara göre tarih öncesi çağlarda yaşamış olanların neredeyse hepsi ilkel ya da akıldan yoksundur, sadece kendileri gerçek bilgi sahibi aydınlanmış kimselerdir. Bu durumda öncekilerin ileri sürdükleri görüşler (birkaçı dışında) reddedilirken, “modern bilimin günümüzde eriştiği nokta doruk olarak kabullenilir”. Oysa ölçüm olanakları arttıkça, çıkarıma varma becerisi orantılı biçimde azalmaktadır. Nitekim bilim sadece ölçülebilir kavramlardan ibaret olmadığı gibi, “çıkar sağlamamak” ilkesine bağlılık hakim olma sığasını ileri derecede genişletir.
  1. Bilimin üstünlüğüne körü körüne inananların gözden kaçırdıkları bir başka unsur da “gözlemin zaman bileşenidir”. Örneğin Heisenberg Belirsizlik İlkesi’ne göre, gözlemi ne kadar keskinleştirir, zaman aralığını ne kadar kısaltırsanız, ölçmeye çalıştığınız parametre dışındaki kavramlar o kadar bulanıklaşır (elektronun konumu ve spini aynı anda saptanamamaktadır). Bu kavramın özellikle biyoloji için de geçerli olduğundan, örneğin hastalığa ait olduğu düşünülen bir değişkeni ne kadar kesin saptamaya çalışırsanız (örneğin genlerin çalışması), genel tablonun o kadar bulanıklaştığından daha önce bahsetmiştik. Ama bunun tam tersi de söz konusudur; gözlem aralığı ne kadar genişletilirse olayın (örneğin hastalığın) gidişatına o kadar emin vakıf olunacaktır: “Çok yavaş gerçekleşen olayların saptanması, hızlı gerçekleşenlere göre çok daha zordur”.
  1. Dolayısıyla “bilimcilerin” bir diğer yanılgısı, mevcut gerçeklik halinin sadece bir saptama olduğunu kabul edememeleridir. Aynen “doğru-yanlış, pozitif-negatif” kavramları gibi, aslında “gerçeklik halinin değişkenliği” esastır. Bugün için doğru olduğu varsayılanlar genel-geçer bir kabullenme halinin sonucudur, ki buna “paradigma” diyoruz. Bu paradigma değişiklikleri yüzlerce yıl önce, “dünyanın evrenin merkezi olmadığı” ya da “elmanın düşmesinin yerçekimine bağlı olduğu” örneklerinde olduğu üzere defalarca tezahür etmiştir. Zaman benzer paradigma değişikliklerine her zaman gebedir, bugün herhangi bir konuda doğru kabul edilen gerçeklik hali, yarın bambaşka bir yöne doğru konum değiştirebilir.
  1. İçine düşülen yanlışlıklardan biri de betimlemeler bütününü bilim olarak adlandırmaktır. Bilim yapısı gereği “olayların nedenini açıklamak” durumundadır, nedensellik (illiyet) taşımayan betimlemeler bilimin kapsamına girmez. Örneğin anatomi gözle görünen organların yapısını ve birbirine olan konumlarını anlatırken aslında betimleyicidir, onu bilim haline getirecek olan kavram “bu konuma neden ve nasıl” eriştikleridir. Böyle bakıldığında tıbbın bizatihi kendisi de aslında bilim özelliği göstermez, külliyatının neredeyse tümü betimlemeler ve anlamlandırma çabalarından oluşur. Aynı düşünce biçimi içerisinde, aslında (insan yapımı) mühendislik dalları dışında bilim olarak adlandırılabilecek bir alan yoktur.
  1. Bilimde amaç tüme varmaktır, ne var ki “tümlük hali parçalara indirgenerek bütüne varılamaz” (Descartes ya hata yapmış, ya yanlış anlaşılmıştır). Tüme varma çabası ise başta felsefe olmak üzere, sosyoloji dahil diğer alanları gerektirir, zira olaylar tekrardan ibarettir (tarihin tekerrürü prensibi). Bu konuma nispeten yaklaşıldığında, emarelerden (belirtilerden) yola çıkarak tüme varmak da olası hale gelir, işte bunu “ilim” olarak adlandırıyoruz. Günümüze hakim olan “bilimci” sistematik uzmanlaşma üzerine kurulu olduğundan aslında ilimden giderek uzaklaşmaktadır. İlimin son yükselişi Milat’tan kısa süre önce ve sonra gerçekleşmiş, “aritmetik, altın oran” gibi genel kuralları tanımlamakla sonuçlanmış, Rönesans sırasındaki hafif ışıma aslında sönmekte olan mumun son parlaması olarak kalmıştır.
Yukarıda saydığım yanılsamalar kuşkusuz sadece bilime ait değildir, sosyoloji ve hatta hukuku da kapsar. Örneğin en ileri yönetim biçiminin demokrasi olduğu görüşü tartışmaya tamamen açıktır (düşük profilli çoğunluğun işbirliği mediyokrasi ile sonuçlanır). Hukukun çözemeyeceği durumlar vardır, gönüllü uzlaşı olmadıkça sonuçlandırılamaz (adalet tanrıçasının gözleri bağlıdır). Gözümüzün önünde olup biten olaylar tarih sayesinde rahatlıkla başkalaştırılabilir (tarihi hükümranlar yazar).

 

Ruairi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
3 Tem 2023
Mesajlar
19
Tepkime puanı
2
Puanları
3
Yaş
24
Konum
İstanbul
  1. Bilim ya da olayları tamamen bilimsel olarak açıklamaya çalışmak, uç noktada “bilimcilik” olarak adlandırılabilecek bir konumla sonuçlanır. Bu yaklaşım her şey için bir kanıt aramakla kalmayacağı gibi, bilgilerin ışığında, ama sadece analizle erişilebilecek sonuçları reddetme ya da en azından görmezden gelme eğilimindedir. “Bilimciler” kendilerini genellikle “aydın” olarak tanımlarken, olayların kendi inandıkları dışındaki açıklamalarını eksik bilgi ya da hurafe kabul ederek tartışmanın önünü kaparlar. Böylelikle bilim de gerçeğin arayışı olmaktan çıkarken, kendi kurallarına tabi, ama illaki kanıta dayalı bir inanç biçimine dönüşür. Oysa astronomi gibi pek çok bilim dalı aslında kuramsaldır, ancak mevcut doğa kanunları çerçevesinde var olurlar. İş böyle olunca Plüton’un gezegen olup olmadığı bile oylamaya tabi hale gelir.
Bilimin gerçeğin arayışı olduğu nerede yazıyor? Kanıta dayalı inanç biçimi de nedir? Bu sözde eleştiriler saçma ve anlamsızlar. Bilimi mümkün kılan zaten kanıttır. Bilimsel yöntemde bir olayı ya da olguyu bilinenler ışığında incelersiniz ve teorinin öngördüğü işlemleri uygulamaya sokarsınız. Bu noktada umulmadık veriler elde edilirse bunları da bilimsel olarak analiz edersiniz ve gerekiyorsa mevcut teorinin güncellemesini yaparsınız.

Gerçeğin arayışı gibi işleri zaten bilimin içine sokamazsınız. Bilim için tek gerçek her sağlıklı beyin tarafından algılanabilen objektif dünyadır. Bu kaidenin dışına çıkarsanız bilim de bilim olmaktan çıkar.

  1. “Bilimciler” kendilerinden önceki çağlarda yaşamış herkesi “aptal” sanmak gibi bir yanılsama içerisindedirler. Onlara göre tarih öncesi çağlarda yaşamış olanların neredeyse hepsi ilkel ya da akıldan yoksundur, sadece kendileri gerçek bilgi sahibi aydınlanmış kimselerdir. Bu durumda öncekilerin ileri sürdükleri görüşler (birkaçı dışında) reddedilirken, “modern bilimin günümüzde eriştiği nokta doruk olarak kabullenilir”. Oysa ölçüm olanakları arttıkça, çıkarıma varma becerisi orantılı biçimde azalmaktadır. Nitekim bilim sadece ölçülebilir kavramlardan ibaret olmadığı gibi, “çıkar sağlamamak” ilkesine bağlılık hakim olma sığasını ileri derecede genişletir.
Bu kısım da yazarın bilim ve bilimcinin tavrı hakkındaki eğitimsiz önyargısından ileri gitmiyor. Bilimde eski çağları ve kültürleri inceleyen alanlar herkesin malûmudur. Eskiden yaşamış toplumlara dair fikirleri de bu alanlardan edinilen bilgiler tayin eder. Bilimde kendi kafanıza göre senaryo üretemezsiniz.

  1. Bilimin üstünlüğüne körü körüne inananların gözden kaçırdıkları bir başka unsur da “gözlemin zaman bileşenidir”. Örneğin Heisenberg Belirsizlik İlkesi’ne göre, gözlemi ne kadar keskinleştirir, zaman aralığını ne kadar kısaltırsanız, ölçmeye çalıştığınız parametre dışındaki kavramlar o kadar bulanıklaşır (elektronun konumu ve spini aynı anda saptanamamaktadır). Bu kavramın özellikle biyoloji için de geçerli olduğundan, örneğin hastalığa ait olduğu düşünülen bir değişkeni ne kadar kesin saptamaya çalışırsanız (örneğin genlerin çalışması), genel tablonun o kadar bulanıklaştığından daha önce bahsetmiştik. Ama bunun tam tersi de söz konusudur; gözlem aralığı ne kadar genişletilirse olayın (örneğin hastalığın) gidişatına o kadar emin vakıf olunacaktır: “Çok yavaş gerçekleşen olayların saptanması, hızlı gerçekleşenlere göre çok daha zordur”.
Heisenberg ve biyolojiyle ilgili ne söylendiği pek anlaşılmıyor. Yazarın bilimin üstünlüğüne körü körüne inananlara kızgınlık duyduğunu anladım.

Bilimin üstünlüğü pratikte sonuç vermesidir. Bu sebepten bilime yönelen insanı yadırgamanın da anlamı yok.

  1. Dolayısıyla “bilimcilerin” bir diğer yanılgısı, mevcut gerçeklik halinin sadece bir saptama olduğunu kabul edememeleridir. Aynen “doğru-yanlış, pozitif-negatif” kavramları gibi, aslında “gerçeklik halinin değişkenliği” esastır. Bugün için doğru olduğu varsayılanlar genel-geçer bir kabullenme halinin sonucudur, ki buna “paradigma” diyoruz. Bu paradigma değişiklikleri yüzlerce yıl önce, “dünyanın evrenin merkezi olmadığı” ya da “elmanın düşmesinin yerçekimine bağlı olduğu” örneklerinde olduğu üzere defalarca tezahür etmiştir. Zaman benzer paradigma değişikliklerine her zaman gebedir, bugün herhangi bir konuda doğru kabul edilen gerçeklik hali, yarın bambaşka bir yöne doğru konum değiştirebilir.
Bilim, bilim olarak devam edebilmek için yeni bilgileri ortadaki teoriye göre değerlendirmek zorundadır. Veriler teoriyi tamamen değiştirecek mahiyete ulaşırsa teori de zaten değişir.

'Gerçeklik halinin sadece bir saptama olduğu yanılgısı' şeklindeki sözde argümanın hiçbir anlamı yok. Bilimle uğraşan her insan teknolojinin o an sunduğu imkanlar dahilinde çalışabilir.

  1. İçine düşülen yanlışlıklardan biri de betimlemeler bütününü bilim olarak adlandırmaktır. Bilim yapısı gereği “olayların nedenini açıklamak” durumundadır, nedensellik (illiyet) taşımayan betimlemeler bilimin kapsamına girmez. Örneğin anatomi gözle görünen organların yapısını ve birbirine olan konumlarını anlatırken aslında betimleyicidir, onu bilim haline getirecek olan kavram “bu konuma neden ve nasıl” eriştikleridir. Böyle bakıldığında tıbbın bizatihi kendisi de aslında bilim özelliği göstermez, külliyatının neredeyse tümü betimlemeler ve anlamlandırma çabalarından oluşur. Aynı düşünce biçimi içerisinde, aslında (insan yapımı) mühendislik dalları dışında bilim olarak adlandırılabilecek bir alan yoktur.
Tıbbın kendisini betimlemeler değil mikroskop oluşturuyor. Tıptaki anlamlandırma çabaları doğru teşhis ve doğru tedavi ile ilgilidir. Mevcuttaki külliyat bunun için harita, manyetik rezonans görüntüleme gibi modern teknolojiler de rehber işlevi görür. Tıbbın mükemmel olduğunu iddia eden kimseyi zaten bulamazsınız fakat sağlık söz konusuysa tıp hala başvuracağınız en yetkin mercidir.

  1. Bilimde amaç tüme varmaktır, ne var ki “tümlük hali parçalara indirgenerek bütüne varılamaz” (Descartes ya hata yapmış, ya yanlış anlaşılmıştır). Tüme varma çabası ise başta felsefe olmak üzere, sosyoloji dahil diğer alanları gerektirir, zira olaylar tekrardan ibarettir (tarihin tekerrürü prensibi). Bu konuma nispeten yaklaşıldığında, emarelerden (belirtilerden) yola çıkarak tüme varmak da olası hale gelir, işte bunu “ilim” olarak adlandırıyoruz. Günümüze hakim olan “bilimci” sistematik uzmanlaşma üzerine kurulu olduğundan aslında ilimden giderek uzaklaşmaktadır. İlimin son yükselişi Milat’tan kısa süre önce ve sonra gerçekleşmiş, “aritmetik, altın oran” gibi genel kuralları tanımlamakla sonuçlanmış, Rönesans sırasındaki hafif ışıma aslında sönmekte olan mumun son parlaması olarak kalmıştır.
Ampirik olan bilimsel tümevarım ile felsefi tümevarım kategorik olarak farklı şeylerdir. İlim denen ezoterik kavramın günümüzde bilim denen şeyle bir alakası yoktur.

Yukarıda saydığım yanılsamalar kuşkusuz sadece bilime ait değildir, sosyoloji ve hatta hukuku da kapsar. Örneğin en ileri yönetim biçiminin demokrasi olduğu görüşü tartışmaya tamamen açıktır (düşük profilli çoğunluğun işbirliği mediyokrasi ile sonuçlanır). Hukukun çözemeyeceği durumlar vardır, gönüllü uzlaşı olmadıkça sonuçlandırılamaz (adalet tanrıçasının gözleri bağlıdır). Gözümüzün önünde olup biten olaylar tarih sayesinde rahatlıkla başkalaştırılabilir (tarihi hükümranlar yazar).
Yazarın bilimi doğru anlamamış olmasından dolayı saydığı sözde yanılsamaların bilimle ya da bilimsellikle uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor.

Esenlikler...
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113

Yavuz Dizdar'ın paylaştığı içeriğin kendi sitesinde yorum bölümü açık gözüküyor. Oraya iletirseniz kendisine erişmiş olurdu.

(Ben bunu altıntılayıp getirdim ve bu çok uzun bir hikaye ama 10 yıllık yazarlığımın/üyeliğimin daha önce bunu yapmadığını -aslında şu an da bununla ilgili olmadığını- biliyoruz)

Esenlikler
 

kavgala

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
11 Ocak 2022
Mesajlar
7
Tepkime puanı
0
Puanları
1
Konum
türkiye
Üniversite Bölümü
felsefe
Bilimin gerçeğin arayışı olduğu nerede yazıyor? Kanıta dayalı inanç biçimi de nedir? Bu sözde eleştiriler saçma ve anlamsızlar. Bilimi mümkün kılan zaten kanıttır. Bilimsel yöntemde bir olayı ya da olguyu bilinenler ışığında incelersiniz ve teorinin öngördüğü işlemleri uygulamaya sokarsınız. Bu noktada umulmadık veriler elde edilirse bunları da bilimsel olarak analiz edersiniz ve gerekiyorsa mevcut teorinin güncellemesini yaparsınız.

Gerçeğin arayışı gibi işleri zaten bilimin içine sokamazsınız. Bilim için tek gerçek her sağlıklı beyin tarafından algılanabilen objektif dünyadır. Bu kaidenin dışına çıkarsanız bilim de bilim olmaktan çıkar.


Bu kısım da yazarın bilim ve bilimcinin tavrı hakkındaki eğitimsiz önyargısından ileri gitmiyor. Bilimde eski çağları ve kültürleri inceleyen alanlar herkesin malûmudur. Eskiden yaşamış toplumlara dair fikirleri de bu alanlardan edinilen bilgiler tayin eder. Bilimde kendi kafanıza göre senaryo üretemezsiniz.


Heisenberg ve biyolojiyle ilgili ne söylendiği pek anlaşılmıyor. Yazarın bilimin üstünlüğüne körü körüne inananlara kızgınlık duyduğunu anladım.

Bilimin üstünlüğü pratikte sonuç vermesidir. Bu sebepten bilime yönelen insanı yadırgamanın da anlamı yok.


Bilim, bilim olarak devam edebilmek için yeni bilgileri ortadaki teoriye göre değerlendirmek zorundadır. Veriler teoriyi tamamen değiştirecek mahiyete ulaşırsa teori de zaten değişir.

'Gerçeklik halinin sadece bir saptama olduğu yanılgısı' şeklindeki sözde argümanın hiçbir anlamı yok. Bilimle uğraşan her insan teknolojinin o an sunduğu imkanlar dahilinde çalışabilir.


Tıbbın kendisini betimlemeler değil mikroskop oluşturuyor. Tıptaki anlamlandırma çabaları doğru teşhis ve doğru tedavi ile ilgilidir. Mevcuttaki külliyat bunun için harita, manyetik rezonans görüntüleme gibi modern teknolojiler de rehber işlevi görür. Tıbbın mükemmel olduğunu iddia eden kimseyi zaten bulamazsınız fakat sağlık söz konusuysa tıp hala başvuracağınız en yetkin mercidir.


Ampirik olan bilimsel tümevarım ile felsefi tümevarım kategorik olarak farklı şeylerdir. İlim denen ezoterik kavramın günümüzde bilim denen şeyle bir alakası yoktur.


Yazarın bilimi doğru anlamamış olmasından dolayı saydığı sözde yanılsamaların bilimle ya da bilimsellikle uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor.

Esenlikler...
Bilim gerçeği aramıyorsa neyi arıyor? Dış dünyada ne olup bittiğini anlamaya çalışmıyor mu? Hayali mi arıyor?
 

kavgala

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
11 Ocak 2022
Mesajlar
7
Tepkime puanı
0
Puanları
1
Konum
türkiye
Üniversite Bölümü
felsefe
Bilimcilerde benim gördüğüm kraldan çok kralcı oluyorlar ve bilimi çarpıtıyorlar aslında. Bilimselliğin ölçütü deney ve gözlem iken bunu çarpıtarak hakemli dergi ve atıfa çekiveriyorlar. Bilimcilerin pek bilimle alakası yok. Daha doğrusu bilimi dinleştiriyorlar yani aşırı önem atfetme var. Abi bilim insanın yaptığı bir şey niye abartıyorsun ki? Bunun sebebi de işte sanayi devrimiyle birlikte insanlığa olan inancın azalması ve makinelere ve araçlara olan inancın pik yapması.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst